SON SEKSEN YILIN EN GÜZEL OYUNU”
Kahraman OLGAÇ
Yirmi birinci yüzyıla yaklaşıyoruz.
Yugoslav Televizyonu, yirminci yüzyılda oynanmış en güzel satranç partilerini seyircilerine analizii olarak seyrettirmiş sonra da “hangisi en güzel ?” diye bir anket düzenlemiş, iki milyon iştirakçinin girdiği bu ankette aşağıdaki parti birinciliği kazanmış. Bu güzel partiyi yayımlarken, aktüel satranç haberlerini ilerde de vereceğimizi okurlarımıza müjdeleriz. “Çocuk Yılı” geldi geçti. Bilim ve Teknik olarak “Gençlere Satranç Dersleri” vermeğe devam ediyoruz. Şimdi “Spor Yılı” başladı. Tam bir “Kafa sporu” olan satrancı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ne zaman himayecine alacak? Gençlerimize doğru düşünmesini., doğru kararlar vermesini öğretecek bu şahane spora, sayın Gençlik ve Spor Bakanı’nm yardım elini uzatmasını can ve gönülden bekliyoruz.
Botwinnik – Capablanca A. V. R. O. 1938
1. d4 Af6 2. c4 e6 3. Ac3 Fb4 4. e3 d5 5. a3 Fc3 6. Jbc3 c5 7. cd5 ed5 8 Fd3 0-0 9. Ae2 b6 , 10.0-0 Fa611. Fa6 Aa612. Fb2 Vd713. a4 Kfe81f Vd3 c415. Vc2 Aftâ 16 l£ael Ac617. Ag3 Aa5 13. f3 Ab3 19. e4 Va4 20. e5 Ad7 21, Vf2 g6 22. f4 f5 23. ef6 Af6 24. ÎS Kel 25. Kel Ke8 (Bak: Konum:!)/
26.Ke6! Ke6 27,fe6Şg7 28.Vf4 ye» 29. Ve5 Ve7 30.Fa3ü (Bak. : Konum: 2). 30…Va3 31. Ah5 gh5 32. Vg5 Şf8 33. Vf6 Şg8 34. e7 Vc1 35. Şf2 Vc2 36.Şg3 Vd3 37.ŞH4 Ve4 38. Şh5 Ve2 39. Şh4 Ve4 40. g4 Vel 41. Şh5 1-0.
üney Amerika’nın kuzeyinde, özellikle Ko¬lombiya’da, Ispanya’!ı ve öteki fatihler ve serüvenciler efsanelerin ta eskiden kulaklarına ve hayallerine kadar getirdiği o ünlü altın ülkesinin, “eldorado’nun” bulunduğunu sanıyorlardı, fakat onu hiç birzaman bulamadılar, zaten onların renkli düşlerinde gördükleri böyle birşey hiç bir zaman yoktu. İspanyolların bu altın hırsından kendilerinden sonraki kuşaklara bıraktıkları hâlâ bugünün çocuklarına anlatılacak kadar ilginç birer masal niteliğini taşımaktadır.
Oralarda kayalıkların arasından göle doğru akan ırmağın yavaş yavaş ve şahane bir süzülüşü vardır. Adamın vücudu güneye parlıyor ve etrafa yıldızlar saçıyordu, bütün vücudu saf altın tozu ile kaplanmıştı. Dolu avuçlarıyla suya altın ve kıymetli taşlar serpiyordcı. Sonra kendisini ırma¬ğın sularına attı ve üstündeki o kıymetli tozu, reçine ile yağlanmış derisinden yıkamaya baş¬ladı, Guatavita’m» “kazike” adını alan bu yerlisi Tanrıların kurbanını sunmuştu. Irmağın kıyıla¬rında sevinç ateşlerinin alevleri parlıyordu, bu kutsal törenin seyircileri de durmadan suya kıy¬metli taşlama altın parçaları atmakta birbiriyle yari} ediyorlar ve bir sal üzerinde yavaş yavaş onların önünden geçen prenslerini, El Doradoyu, Altın adamı; bütün kuvvetleriyle bağırarak selamlıyorlardı. Ispanyollar bu efsaneyi işittiler, yerlilerin bitmek tükenmek bilmeyen bu zengin¬lik öykülerini anlattırıp durdular, zamanla hırs gözlerini o kadar bürüdü ki Kızılderililerin evlerinin ön taraflarının altından yapılmış oldu¬ğunu uyduranlara bile büyük bir istekle inandılar. Çok geçmeden El Dorado bütün bir ülkenin simgesi oluverdi. Dünyanın birçok memleketin¬den binlerce asker, serüvenci, fatih ve araştır¬macılar mutluluklarını bulacaklarına inandıkları biricik zenginliği aramaya koyuldular.
Bu yağma, talan seferlerinde — ki onlar hiç lir zaman vâadedilmiş Diyar’a varamadı —. altın olarak nelerin bulunduğu ye değer bakımından nelerin yok edildiği yalnız tahmin edilebilir. Zira yağmacılar yerlilerden tamamiyle farklı olarak altının yalnız parasal kıymetini düşünüyorlar ve buldukları her şeyi elde kolayca taşınacak parçalar şeklinde taşıyabilmek için eritiyorlar ve sonra gemilere yükleyerek Avrupa’ya gönderi¬yorlardı, oysa Kızılderili yerliler bu asil metalden yalnız manevi değeri yüksek ziynet eşyaları ve dinsel törenlerde kullanılan heykeller, madalyon¬lar ve daha başka kültürel eşyalar yapıyorlardı.
Bununla beraber Ispanyollara bu delice hırsı aşılayan ve onları büyük bir coşku ile bu şüpheli emek ve çabalarına yönelten söylentilerinde bir parça gerçek tarafı olmalıydı. Bogota’dan çok uzak olmayan bir yörede Musica^Kızılderililerce kutsal sayılan bir göl keşfedildi. Gerçi onu kurutmak için harcanan bütün emekler boşa çıktı ama, kıyısının yakınlarında ayin ve dua sırasında kullanılan altından bir sürü cisimlerle ziynet eşyaları bulundu. Sonraları Pasca’da suyun altından yazımızın başında biraz hayal ürünü olarak anlattığımız kutsal törenin üstünde yapıl¬mış olduğu altın bir sal bile çıkarıldı.
Aradan geçen onlarca yıl sonra Kolumbiya’da daha birçok değerli el işleri gün ışığına çıkarıla¬bildi. Ne varki bunlar sistematik bilimsel kazılar¬dan ziyade örgütlenmiş mezar kazıcıları tara¬fından bulundu. En sonunda Kolombiya Devlet Bankası şimdiye kadar örneğine hiç bir yerde rastlanmamış bir adım attı: Bu Guaquerid (modern yağmacı) ların ellerinde ne varsa Bankaca satın alınacağını ilân etti ve böylece bu definelerin büyük bir kısmını kaybolmaktan kurtarmış oldu. 1939 da da bu arada dünyaca ün yapmış olan Bogotadaki Museo del Orö’yu (altın müzesini) açtı, bu, bu türden dünyada en büyük müze idi. Müzede sergilenen 26.000 den fazla parça altın eşya vardı ve uzmanlarca bu rakipsiz bir koleksiyon sayılıyordu.
Sergilenen birçok parçaların ne olduğu henüz saptanamamış olmasına rağmen, bazıları birçok muammanın çözümüne yardım etmiştir. Böylece buğun Kızılderililerin, altını “Tanrıların bir salgıV saydıkları ve bundan dolayıda onu
i jgönderi- Imetalden eşyaları ve ımadaİYon- ıpıyorlardı. delice hırsı 4xı şüpheli ilerinde bir *a’dan çok ılderililerce
Çerçi onu ar boşa çıktı ua sırasında lerle ziynet a’da suyun tsyat ürünü tünde yapıl- t.
olumbiya’da ^ına çıkartla- msel kazılar- zıcıîâri tara- „^yaöevlet
ıiç bir yerd4
ı Cuaquerid
İt ne varsi «böylece bu rmJkphnatetm a dönyaca ürv 1 Ovo’yu (altın ada en büyük XX) den fazla câ bu rakipsiz
olduğu henüz bazıları birçok niştir. Böylece Tanrıların bir dolayıda onu
saklamak, toplamak istedikleri meydana çıkmış¬tır. öteyandan bu asil metal ziyftet ve ev eşyası olarak da zenginliğin ve soyluluğun bir simgesi idi, örneğin miğferler taçlar, burun koruyucuları, küpeler, göğüs plakları, gerdanlıklar, kolyeler, bilezikler ve yüzükler.
Perslerin altından yemek takımları
Fülütleri, iş takımları ve silâhları vardı ve altından belirli bazı ziynet eşyalarını taşımak yalnız onlara müsaade edilmişti.
Tamamiyle stil inceliklerine sahip ve kültür bakımından yüksek sayılacak bir kuyumculuk sanatına, bugünkü Ölçülere göre, rastlanama- mıştı. İklim ve coğrafya bakımından olağanüstü farklar gösteren Kolombiya’da insanlar çevrenin birçok gereklerine tıymak zorundaydılar, bunlar da derin birdin bilinci tarafından damgalanmıştı. Ayrı ayrı kültürlerdeki farklılıklar sonra tekrar bir- biriyle karışıyordu, çünkü memleketin değişik kesimleri aralarında canlı bir afışverı$%aparlardı. Bu gerçek çabukça saptanıyordu, zira zamanın akışı içinde keşfolunan şeylerin hepsi bulunan, yörelerde üretilmiş değildi.
Ortada bir sorun vardı, birçok değişik eşyanın yapılmasında kullanılan bu kadar çok altın nereden geliyordu? Kızılderililer onu toprağı çapal ayarak topluyor)ardı.> Doğrudan doğruya çıkarıyorlar, ırmaklarda yıkıyorlar, topluyorlardı. Toprağın üstünde buMinan altın madenleri de pek nadir değildir, sonradaıifatihlerin eline geçen de
* bunlardı. –
Birçok yörelerde büyük-bir ustalıkla ve çok ciddi reçetelere göre bakırla alışım haline getirilen ergitilmiş altın, Kızılderililer tarafından bugüne kadar hemen hemen hiç bir değişikliğe uğrama¬yan değişik tekniklerle istenilen şekle sokulu- , yordu, Büyükçe parçalar yassı saçlar haline sokuluyor, bunlar ıstampalarla istenilen büyük- lülcİe parçalanıyor, odun ateşi üstünde çekiç¬leniyor, sıvı maden taş veya balmumundan kalıplara dökülüyor, ayrıca altın tellerden nefis filigran işleri yapıyorlardı ¿Büyük bir özen ve ustalıkla bütün bu parçSafNjövölüyor, parlatılı- yor ve matlaştırılıyordu,
Musica İndiyanları (Kızılderilileri) Kolombi¬ya’dan önceki dönemde yaşayan budunların için¬de en üst aşamayı elde edenlerdi ve Guatavita Gölündeki El Dorado (altffl adfcfn) efsanesi de oWann bölgesine aitti. /•
Musica’lar birçok Tanrı laraTİirden taparlardı, ” bunların arasında güneşle beraber ay da vardt. El Dorado töreniyle onlar Tanrıf$rw* fütüf kâr olma- farına çalışıyorlardı. Büyük ^eygkmbe^lerinden
biri Bochia idi. Kızılderililere dokuma sanatını öğreten oydu ve onlara yasalar vermişti. Tairona – lndiyanları nin kültürlerinden de zamanımıza muazzam ve mükemmel gelişmiş ^ir mimarinin ve tekniğin kalıntıları kalmı^tf^ Hayranlıkla seyredilen ev temelleri, merdivenler, uzun taş caddeler ve köprüler bulunmuştur. Çiftçiliğin pek verimli oi^pğu görülüyor. Bu halkın altın işleri yüksek btin^^nşim göstermiştir, herşeyden önce uçlarına takılan madalyonlarla gerdanlıklar. Bu madolyonlar çoğu zaman suyun, yağmurun ve refahın Tanrısı sayılan kurbağayı gösterirdi.
Sinu Indiyanlarr ırmakların bol geniş otlaktı yaylalarda otururlar ve coğrafık durumlarından faydalanarak komşularıyla canlı bir ticaret ya¬parlardı. Altından yaptıkları zarif, filigran işleri büyük bir ün kazanmıştır, ölülerini uzaklarda ki açık höyüklere altın ziynet ve ev eşyalarıyla beraber gömerler, ne yazıkki çok geçmeden buraları mezar soyucularının bir ziyaretgâhı olurdu. Calima*kültürü görkemli “inci kolyele¬riyle” ün salmışlardır, bunlar birbiriyle birleşti-rilmiş düzenli damla şeklinde olan altın tanele¬rinden gelişen altın incilerden bir araya gelirdi.
San-Augustin-kültürüne mensup Kızılderi¬lilerde de kuyumculuk sanatı herhalde çok ilerlemiş olacaktır, yalnız onlara ait çok az şey bulunabilmiştir. Bu ulus bilim adamlarının birçok muammalarla karşı karşıya kalmalarına neden olmuştur. Muazzam taş yontularında çoğunlukla hayvan Vefâ hayvan-insan karışımı figürjer görülmektedir/ bütün bunlar burada kediye benzşyen bir Tanrıya tapı İd iğim göstermektedir. Hemen hemen figürlerin yalnız başları süslen¬miştir ve onlar buna olağanüstü bir anlabı vermektedirler. Yontuların yanında muazzam tapınak tesisleri bulunmuştur, bunlar binden fazla insan alacak büyüklüktedir.
Tierradentro kültür adı verilen başka bir kültürün mensupları da bugüne kadar San Augustin-kültüründen daha muammalı değildir. Bu Kızılderililerin de yer altında tamamiyle geometrik şekilde ve siyah, koyu kırmızı ve beyaz renklerden oluşan tapınakları vardır.
Göze en hoş gelen ve zamanımıza kadar erişen altın işleri — şimdiye kadar elde edijen bilgi ve tecrübeye göre — çok sonraki Qimb<^&- Kızı{derililerinin kültürüne’ aittir. Önlar şefcü mükemmeHiği ve zariflik bakımından bu gibi ‘ilke{>jkült%Jerdfen beklenenini çok â^mıştır^ Fakart-%urda fapılmış olanlar yalnız altıncUtf» * değildi* Parlatılmış seramikler ve yüksek dere¬cede Jilişmiş dokuma sanatının Örnekleri de görülmeğe değer. ,
e dokuma sanatını ır vermişti. Tairona- n de zamanımıza işnrûş %ir mimarinin miffc*t|ş Hayranlıkla rdivenler, uzun taş uştur, Çiftçiliğin pek u haMİtn ^rftın işlefi rtir,her$eyden önce trla gerdanlıklar. Bu uyuş^ya&nurun ve |gl§tefifdi. ^eni^otiakJı ın
bir tk^ret ya-
işleri
uzaklarda ki i eşyalarıyla çdk geçmeden şmmm bir ziyaretgâhı İfc* “inci kolyele- brtefairiyle birlejti- Iiı ofan altın tanele- Ikal* araya gelirdi.
Ü mensup Kızılderi- fcan^tı herhalde çok onhra ait çok az şey im adamlarının birçok P kalmaların^ neden l^anndaçıpguntukia mi karışımı figürjer laılar bürâda kediye khgmt ¿^^mektedir.. yalnız baştan :*ıflsien^ ılaganûstü bir anlam ın yanında muazzam -bunlar binden
£% verilen başka bir
l bugüne kadar San ha muammalı değildir, fer alanda tamamiyle ı, koyu kırmızı ve beyaz klan vardır.
ve zamanımıza kadar tüye kadar elde edilen c-&ûk sonraki Qim|o$&- M aittir. Onlar şek# Bc :bakımmdan by gibi elenenini çok aşmıştır^ olanlar yalnız altındiıi* imikler ve yüksek dere- sanatımn örnekleri dş
İspanyol fatihleri bütün bunları gördükten sonra herhalde hayranlıklarını birtarafa bırşkmış ve altınfn yalnız maddî değerini tutmuş olacaklardır. t
El Dorado adıyla işittikleri şeyi buİmak için gösterdikleri açgözlülük yüzünden ölçülmeyecek kadar değerli olan kültür kalıntılarını yok etmeleri, bugün geçmişin bu zenginliklerine şaşırmış ve sessiz bakmamızın nedenini oluş¬turur.
Bogota’nın altın müzesinin o paha biçilmez
B
undan 50 yıl Önce dünya’da bulunan altının miktarı 20.000 ton’du ve o zaman bir ons (yaklaşık 30 gram) saf altın tam 20 Amerikan doları ediyordu. ÂLtın rezervlerinin 50 yıl içinde dört katına çıkmasından sonra bugün onun fiatının (enflasyon yasalarına göre) dörtte bire düşmesi gerekiyordu. Oysa bunun tam tersiyle karşı karşıyayız. Bu sure içinde altının fiatı 20 katına çıktı.
Bu gelişme hakkında Johannesburg’taki dün-yanın en büyük altın madeni tesislerinin başkanı Harry Oppenheimer şu açıklamayı yapmaktadır: “Biz yalnız elimizden geldiği kadar altın çıkarırız. Fakat basılı kâğıt dolara olan gereksinmeyi hiç bir zaman karşılayamayız.”
Doların ve altının borsadâki kurunu karşılaş-tırdığımız zaman bu ¿Özlerin anlamını daha iyi anlarız: geçen yılın 31 Ağustosunda Zürich Bor- sasında 1 ons altm 312 dolar ediyordu. Bir ay kadar sonra, 2 Ekimde aynı ağırlıktaki altın 446 dolara çıkmıştı. Yani Ağustosun sonunda bir kilo saf altm satın alan bir kişi bunun için ödediği paradan yalnız 5 hafta sonra 9000 Mark fazlasiyle onu satacaktı, yani 225.000 TL. kâr edecekti. Fakat 2 Ekini gününü kaçıran biri ise gün geçtikçe onları« ortadan silinmiş Indiyan devlet* [gizlerini açığa çıkarmağa yetmemektedir, yanın o büyük kültürleri karşısında Eski alılar. Örf ve adetlerimi; tarihlerini nfilhi ve çöküşlerini anlamamıza yardımcı «ttr yazılı belge bırakmış değildirler, lim adamları tahmillerden çıkardıkları sonuç¬lara dayanmak zorunca kalmışlardır ve onların daha birçok kuşağı bubiricik altın koleksiyonuna bağımdı olmak zorundadır. / ^ – k”
J5İ*. hûsms’dan
ziyan edecekti, zira Kasım’ın başında altın Ağustos sonuna oranla ancak 1000 mark (25.000 TL.) fazla ediyordu. Altın bir spekülasyon aracıdır ve ekonomist Galbraıth ın şu sözü ne kadar yerindedir: “Altın barbar bir madendir.”
Bu uzun süreler için de boyledır 1972 de btftün servetini altına çeviren bir kişi, 2 Ekimde bu servetin 9 katına sahip olacaktı, öyle yandan 1972 de bütün serveti karşılığında dolar alan biri aynı günde bu servetin yarıya düştüğünü görecekti. İnsanlığın tarihi yazılalıdanberi altının biricik emin servet aracı olduğundan söz editir. Tarihte yalnız İnka’ların önemli altına sahip ol-malarına rağmen, buna pek fazla önem verme¬diği görülür. Gerçi bu, sonradan Pizarro ve sürü-lerinin efsanelere mal olmuş Inİca altınlarını talan ettikleri zaman, Inka Devletinden çok acı şekilde intikamını almıştı.
8 Ocak 1846 de ikinci “altına hdcum” baş-layıncaya kadar dünya böyle bir altın sarhoşluğu görmemişti. Dülger John Marshalİ o gün Johann Angust Sutter’e testere tezgâhlarını yerleştirir¬ken toprakta bulduğu bir parça altını bir pamuk parçasının içinde gösteriyordu. Sacramento’- da (Kaliforniya) altın bulunduğu söylentisi dört
bir yana yayılınca, birkaç hafta içinde 20.000 den fazla altın arayıcısı Sacramento’ya geldi ve toprağı altüst etmeye başladı. Oradaki altın tarlalarından yılda 70.000-98.000 kilogram altın çıkarıldı. Bir an içinde Amerika altın üreten ülkelerin başına geçiverdi. İşte bu altınla Amerika iktişadî durum unu geliştirdi; Kaliforniya altını ünlü Amerikan sermayesinin temelini oluşturdu.
Bu altın tarlaları tam bitmişti ki bütün devirlerin en büyük altın düşü gerçek oldu; 1867 yılında Amerika Birleşik Devletleri Rusya’dan Alaska’yı 7,2 milyon dolara satın aldı, Kongre’de muhalefet, yalnız ve yalnız kürk avcılarının işine yarayacak lüzumsuz bir buzdolabının boşyere satmalın masından dolayı Hükümeti eleştiriyor¬du. Fakat 18% Ağustosunda George VVashingtan Carmack, Rabfbit Creek’te, Klondike ırmağının bir kolunda, kepçesiyle sudan çıkardığı çakılları yıkamaya başladığı ve kepçesinin içinde 10 dolarlık altın bulduğu zaman iş değişti. Bunun üzerine Rabbit Creek’in adı Bonanza Creek (zengin maden-talih) deresine çevrildi.
Gemiler Alaska’da geniş altın madenleri bulunduğu haberini Kaliforniya’ya getirdikleri zaman birçok filme konu olan Alaska’daki o büyük altına hücum başlamış oldu.
BıT hücumun trajedisi hakkında bu kadar esaslı bilgi sahibi olmamızı bir tek adama borçluyuz: Jack London da 1897 de Klondike’a gitmiş ve burada şanslarını deneyen “seksen küsur bin altın şövalyesi” gibi o da o öldürücü chilkoot-geçidinden geçmişti. Altın arayıcıları onu “beyat geçit” adıyla lânetlemişlerdi, çünkü bütün eşyalarını sırtlarında bir taraftan bir tarafa taşımak zorundaydılar ve başka seçenekleri yoktu.
Kimse yanındakiyle ilgilenmiyordu. Herkesin gözünde bir tek hedef vardı: bütün zenginlik rüyalarının gerçek olabileceği Klondike’a eriş¬mek. Balıkla dolu nehirin — Kızılderililerin dilinde Kloridike bu anlama geliyordu— kıyı¬sındaki Döwson City, bütün zamanların en ünlü altın arayıcı şehri olmuştu. Burada altın bulma mutluluğuna kavuşanlar o kadar bol keseden ve savurganca para harcadılar ki çok geçmeden kazandıkları bütün paralar oyun salonlarının ellerine geçti. Onlar da yeniden elleri ve cepleri boş, kafaları içkiden sersem, sıtmalı ve bataklıktı buz tarlalarına döndüler.
Çok sert iklim güçlükleri yüzünden ve kötü teçhizatlarından dolayı arayıcıların ilk yıllarda elde ettikleri altın pek fazla olmadı: 1900 da bu 12.300 kilogram kadardı. Uzun, sert ve soğuk kış aylarında zemin çalıçırpı yakılarak eritilmek zorunda kalıyordu, zira en fazla zengin altın, kısmen 4,5 metre kalınlığında çakıl ve toprak yataklarının içinde bulunuyordu. Bu yatak 1-9 metre kadar kalınlıkta siyah bir çamur katmanın altında saklı idi ve yilın büyük bir kısmında taş gibi donuyordu. Eğer bu çok derinde ise, şans şövalyeleri, yazın sıcak kısa günlerinde bütün bu pisliğin erimesini bekliyorlardı.
Bu yüzden bu altın şövalyelerinin herhangi altınla ilgili yeni bir haber alır almaz, binlerce kilometre kuzeye göç ettiklerine şaşmamalıdır. Alaskanın en dış ucunda, Seward yarımadası üstünde Behring Boğazında ve Snake river (yılan ırmağı) de yeni yıkama altın yerleri vardı. Yalnız yine bu hedefe varmadan yolda ölen yüzlerce insanın adları bile bilinmiyordu. Kurtlar onlardan hiç bir iz kalmaması için ellerinden geleni yapmışlardı.
Alaska altın sarhoşluğundan bu yana Güney Afrika’da kimyasal süreçler aracılığiyle bulunan altından başka önemli bir buluş olmamıştır. Bugün jeoloji muazzam paralarla çalışan bir teknik olmuştur. Dünyamız topraklarındaki son altın ¡elerini bulmak için Uydu fotoğraflarından bile faydalanılmaktadır. Artık altın madenlerinin
olan Alaska’daki o rş oldu.
hakkında bu kadar İZİ bir tek adama 1897 de Klondike’a m deneyen /’seksen ;ibi o da o öldürücü şU. Altın arayıcıları ¡hetlemişlerdi, çünkü bâr taraftan bir tarafa
i başka seçenekleri
|e«n«Yordu. Herkesin pıfc: bütün zenginlik Klondike’a eriş- Kızılderililerin ma geliyordu — kıyı- n zamanların en ünlü ı. Burada altın bulma kadar bol keseden ve tar ki çok geçmeden lar oyun salonlarının »niden elleri ve cepleri m, sıtmalı ve bataklıktı
Lİeri yüzünden ve kötü arayıcıların ilk yıllarda zla olmadı: 1900 da bu Uzun, sert ve soğuk kış pı yakılarak eritilmek en fazla zengin altın, lığında çakıl ve toprak nuyordu. Bu yatak 1-9 /ah bir çamur katmanın büyük bir kısmında taş j çok derinde ise, şans usa günlerinde bütün bu arlardı.
şövalyelerinin herhangi ber alır almaz, binlerce ettiklerine şaşmamalıdır, ıda, Seward yarımadası nda ve Snake river (yılan altın yerleri vardı. Yalnız dan yolda ölen yüzlerce niyordu. Kurtlar onlardan ı için ellerinden geleni
tuğundan bu yana Güney eçler aracılığiyle bulunan li bir buluş olmamıştır, ım paralarla çalışan bir ramız topraklarındaki son fin Uydu fotoğraflarından r. Artık altın madenlerinin
hemen hemen nerede bulunabilecekleri hakkın¬da bilinecek pek bir şev kalmamış okluğu kanısına varılmıştır.
Fakat geçen yılın Ağustosunda Avustralyanın New South Wales’inde iki çiftçi bunun tam tersim kanıtladılar: Onlar bir ağacın kökü altında buldukları ağır bir topağın içinden 5,4 kilogram^ lık saf alto çıkarmayı başardılar, değeri 2.750.000 TL. ediyordu. Hemen hemen o sıralarda Avustral¬ya’nın en eski yerlilerinden iki kişi Batı Avustral¬ya’da topraktan bir “Kuvars Yumrusu” çıkardı. Götürdükleri bankada onlara bunun 1.250.000 TL. kıymetinde olduğunu söylediler.
Yazdanberi btı gibi haberler gazetelerin sayfalarını doldurdu ve binlerce insan çadırları, arabaları ve özel gezi römorklarıyla Perth’in Kuzey Doğusuna doğru fırladılar. Avukat Bili Harris, Perth’deki yazıhanesini kapadı, iki Avus¬tralya dolarına maden şehri Cue’nun yakınında bir altın arama ehliyeti satın aldı ve işe başladı. Üç ay geçmeden 30.000 dolar kazandı. Genellik¬le orada altın arayanlar haftada 500 dolar kazanıyorlardı, hem de hiç bir vergi ödemeden.
Eski banka memuru Trevor Eyden Nisandan beri 550.ÖÖ0 TL. değerfftde altın bulmuştu. İlk buluşunu tanıdıklarından birini görmeye gittiği bir Kamping yerinde yapmıştı: 5,5-ons, ki bu 50.000 TL. demekti.
Altın arayıcılarının kullandıkları, kürek, sivri uçlu ufak kazma, kepçe ve uzun çizmeler bugüne kadar değişmemiştir, yalnız Avustralya atim arayıcılarının altın arama sırasında bugün kullandıkları en önemli araç madencilerin maden ararken kullandıkları bir arama ayşıtınm geliştiril¬miş, modern şeklidir.
Bu sondenin pahalı modelleri iki kilo