Soruyorsunuz: Kim yaratıyor bütün bu sanat eserlerini

yaratilis-sirriSoruyorsunuz: Kim yaratıyor bütün bu sanat eserlerini

İnsana bakın! Başlangıçta bir damla su. Zamanı gelince kan pıhtısı oluyor, kemik oluyor bu damla. Vakit tamam olunca da bir bebek kazanıyor dünya. Gören gözler, işiten kulaklar, koku alafı burun, tutan el, yürüyen ayak, hisseden kalb, düşünen beyin… Yavaş yavaş oluyor bütün bunlar. Öyle bir an geliyor ki, o bir damla su misafiri olduğu dünyanın seyrini değiştirebiliyor.

Kâinatta olup biten harikulâde işler, saymakla bitecek gibi değil.

Bakıyorsunuz, her iş büyük bir nizam ve intizam içinde yapılıyor. Her faaliyette bir fayda ve hikmet gözetiliyor. Şuurlu bir ölçüyle yaratılıyor her şey. Hiç bir şey başıboş değil; hiç bir mahlûk kendi haline bırakılmamış.

Soruyorsunuz: Kim yaratıyor bütün bu sanat eserlerini? Bu faaliyetleri yürüten, yıldızları çarptırmadan döndüren, dünyayı canlılara beşik yapan, milyarlarca canlıya vakti vaktine rızık veren kim? Kimdir o yaratıcı ki, toplu iğne başı kadar bir tohumdan dev gibi bir ağaç, bir damla sudan insan çıkartıyor?

“Tabiat” diyor bazı kimseler; uydurulmuş şekliyle “Doğa” “Televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde, hatta ders kitaplarında zaman zaman Taslıyorsunuz bu kelimeye.
Sormak lâzım böyle diyenlere: Tabiat nedir? En kısa tarifiyle “Canlı ve cansızların hepsi” diyecekler. ‘ .

Halbuki cansızların kendi başlarına’ bir şey yapamayacakları apaçık bir gerçek değil mi? Çekici, çiviyi, tahtayı koyun bir odaya, milyon sene bekleyin, şuurlu bir usta bunları kullanmadığı sürece bir sehpa bile yapılamayacaktır.

Toprak, hava, su ve güneş ışığı, elbette çekiçten, çividen ve tahtadan daha şuurlu değildir. Oysa, bir kar tanesi bile bir sehpadan daha mükemmeldir.

. Hâl böyle olunca, cansız, akılsız, şuursuz, kuvvetten, iradeden mahrum tabiatın basit bir canlıyı bile yapamayacağı açıkça ortaya çıkmıyor mu?

Gelelim canlılara. Bunların da en şuurlusu insandır. İnsan ise, bu kainatı ve içindekileri yapmak şöyle dursun, minnacık bir yaprağı bile yapmaktan âcizdir. Üstelik de kendini yaratanı aramakla meşgûldür.

Tabiat, canlılarla cansızlardan meydana geldiğine ve bunların da hiçbir şeyi yaratamayacakları kesin olduğuna göre, bu kâinatı ve kâinattaki bütün sanat eserlerini sonsuz ilim, irâde ve kudret sahibi olan Allah’ın yarattığı açıkça görülebilir.

“Tabiat kanunları” veya “Doğa yasaları” ifadelerini sık sık kullanan ta-biatçılara sormak lazım: “Bu kanunlar akıllı, şuurlu, gören, işiten, karar verme kabiliyetine sahip, her şeyi bilen şeyler mi?” Cevap “Hayır” olacaktır. Çünkü bu soruya evet cevabını vermek, aklı inkâr etmekten farksızdır. Oysa, yukarıda saydığımız vasıflara sahip olamayan yaratıcı da olamaz.

Kaldı ki, tabiat kanunları Allah’ın varlığına delildir. Neden mi? Çünkü kanun varsa, onu koyan biri vardır. Hiç bir kanun kendi kendine ortaya çıkamaz. İnsanların yaptığı kanunlar da bile bunu açıkça görüyoruz. Ayrıca: Kanunların uygulanması için bir hâkime ihtiyaç vardır. Hâkim yoksa, hiç bir kanun kendi başına suçluyu yargılayamaz. Bunun en güzel örneğini, yine insanların icraatında görmek mümkündür.

Tabiatın yaratıcı olduğunu iddia edenlere şunu da sormak gerek: “Kâinatı ve tabiat kanunlarını kim yarattı?” Bu suale, mecburen “tabiat” diye cevap verecektir. “Tabiat nelerden ibaret?” diye ikinci bir soru daha sorulursa. “Kâinattan ve tabiat kanunlarından ibarettir.” cevabını verecektir. İşte bu durumda tabiatçı, kâinatın kendi kendini yarattığını iddia edecek’kadar gülünç bir duruma düşmektedir. Evet bu durum gerçekten gülünçtür. Çünkü, “Yazıyı yazan yazıdır.” “Sehpayı yapan sehpadır” demekten farkı yoktur bunun.

Tabiatçıları, saplanmış oldukları ba taklıkta bırakarak yüzümüzü, gerçeğe döndürelim.

Dikkatle bakan görür ki, tabiat da harikulâde bir sanat eseridir. Kendisini yoktan var eden, binlerce nakışlarla süsleyen çeşit çeşit renklerle donatan Yaratıcı’sını gösterir. Tabiat, yuka rıda tasvir ettiğimiz mahlûkattan meydana gelen eşsiz bir tablodur ki, hâl diliyle “Benim sanatkârım sonsuz ilim, irâde ve kudret sahibi olan Allah’tır (c.c.)!” diye haykırmakta, bu gerçeği kâinattaki âhengin mûsikisiyle ilân etmektedir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*