Buyurdu İd “Allahü teâlâya kulluk için yaratılmış olan bir kulun şehvetleri onu ibâdetten alıkoyarsa, o ne kötü bir kuldur.” “Âhıret için yaratılıp, dünyânın kendisini âhıretten alıkoyduğu kul ne kötü bir kuldur. Halbuki dünyâ fânî âhıret ise bâkîdir.” Buyurdu ki, “Her gün ömrünün bir kısmı gitmekte, sen ise buna üzülmüyorsun. Her gün sana yetecek kadar nzık verilmekte, fakat sen, sana verilen şeyleri kâfi görmüyorsun ve seni azgınlaştıracak, Allahü teâlâdan uzaklaştıracak şeyi istiyorsun. Aza kanâat etmiyor, çokla doymuyorsun. Kendine ihsân edilen ve içinde bulunduğu ni’metlere şükretmekten âciz iken, daha fazlasını istemek nasıl uygun olur? İsteğinin fazlalığı seni aldattı. Arzu ve iatekleri dünyâ için olan bir kimse, âhı- ret için nasıl çalışabilir. Hayret edilir, ne kadar çok şaşılıp şu kimseye ki, âhırete inanıyor ve dünyâ için çalışıp ona koşuyor.” Şumeyt (r.a.) az konuşurdu. Bu hususta “Ey Âdemoğlu! Sen sustuğun müddetçe selâmettesin. Konuştuğun zaman sakınmaya (düşünüp, ölçülü ve dikkatli konuşmaya) yapış” buyurmuştur. Bir bayram günü eğlenen bir kalabalığa bakar ve oğlu Ubeydullah’a “Eskimeye mahkûm bir elbise ve bir müddet sonra böceklerin yiyeceği et olan şu insanları görüyor musun?” buyurarak kabre girecek bir insamn gaflet içinde eğlenip oynamasına olan hayretini bildirmiştir. Allahü teâlânın mü’minlere ayrıca bir îmân kuvveti verdiğini bildirmiş ve: “Allahü teâlâ mü’minin kalbine bir kuvvet vermiştir ki, bu kuvveti a’zâlanna vermemiştir. Şu ihtiyarı görüyor musunuz? İhtiyar hâliyle geceleri nasıl ibâdet ediyor, gündüzleri oruç tutuyor. Gençler ise bunu yapmaktan âcizdirler” buyurmuşlardır. Din ilimleriyle uğraşanların, ilimlerini dünyâ kazancına vesile kılmalarını istemezdi. Herkese bunu anlatırdı. Bu hususta: Sizden biriniz Kur’ân-ı kerîm okumayı öğrenir ve ilim tahsil eder. Bu ilimleri öğrenir ve dünyâyı kalbine yerleştirir, dünyâya koşar,. Dünyâyı (taç gibi) başına geçirir. Bunu görenler: “Bu kimse bizden daha âlim. Eğer dünyâyı istemekte bir fayda görmeseydi böyle yapmazdı” derler, sonra dünyâya rağbet ederler, onu toplamağa başlarlar. Buna sebep olan ilim sâhibleri şu âyet-i kerîmede bildirilenlerden olurlar: “Kıyâmet günü kendi günahlarını tamâmen yüklendikten başka, saptırdıkları insanların günâhlarından bir kısmını da yükleneceklerdir” (Nahl sûresi 25). Fâsıklara muhabbet etmez, ûskı hoş kar- şılamazdı. Buyurdu ki: “Kim, fiskdan günahtan râzı olur beğenirse, onu yapanlardan olur. Kim de Allaha isyân edenleri
beğenirse, râzı olursa, Allahü teâlâ onun ibâdetlerini kabûl etmez.” Buyurdu ki: “Şaşılır şu kimseye ki, kalbi âhırete bağlı iken kendisine ufak bir şey te’sir etse veya pire ısırsa, âhıreti hemen unutuverir.” “Şu iki insan dünyâda azâb içindedir: Dünyâ ni’metleri kendisine verilmiş, fakat bunları kâfi görmeyip dünyâ ile devamlı meşgûl olan insan. İkincisi ise; Dünya ni* metlerinden mahrûm olduğu halde devamlı onların hasret ve üzüntüsüyle ve ona kavuşma arzusuyla dolu insan.” “Allaha yemîn ederim kı, bedenleriniz sizi Allahü teâlâya yaklaştıran bineklerdir. O bedenlerinizi Allahü teâlâya itâatte kullanınız ki, Allahü teâlâ o bedenlerinizi mübârek kılsın.” “Allahü teâlânın; baktığı şeyden ibret alan bir göz, fasih bir lisan, hayrı anlayan, inanan ve amel eden bir kalb verdiği kimseler felâh bulur kurtulurlar.” Şumeyt (r. aleyh) insanların üç kısım olduğunu beyân etmiş ve “Birincileri hayırlı amel işleyen, ona devam eden ve ona devâm ettiği halde ölenler. İşte bunlar mukarreb- lerdir. İkincileri; ömürlerini günah ve uzun bir gafletle geçirip, sonra tövbe etmiş olanlar. İşte bunlar Eshâb-ı yemîndirler (Cennet ehlidirler). Üçüncüsü ise; ömürlerini Allahü teâlânın men ettiği şeylerle geçiren, harama günaha devâm eden ve o hâliyle dünyâdan ayrıl anlar. İşte bunlar Eshâb-ı şimâldirler (Cehennemlikdirler). Şumeyt bin Açlan, her hâliyle Islâmi- yete uygun hareket eden bir zât idi. Buyurdu ki: “ölümü düşünen insan, ne dünyânın geçici sıkıntılarına üzülür, ne de gelip geçen nimetlerine sevinir.”
Şumeyt bin Açlan
20
Nis