wiki

Tanzimat edebiyatı

Türkiye’de ürünlerini 1860-1895 yıllarında veren, divan* edebiyatı geleneği yerine batı kültürü ve düşüncesiyle beslenen, batı edebiyatındaki türleri ve biçimleri örnek alan edebiyat. Tanzimat fermanı’nın (1839) öngördüğü düzenlemeler toplumsal kurumlar ve toplumsal yaşam üzerinde etkisini gösterirken düşüncede, kültürde, sanat ve edebiyatta da değişmeler, yenilikler meydana geldi. Bu yenilikler büyük ölçüde batı uygarlığına, batı örneklerine dayanıyordu. Edebiyattaki yenileşme üzerinde batılı yazarların önemli etkisi görüldü. Tanzimat edebiyatının öncüsü Şinasi* (1826-1871) batı şairlerinden (Racine, La Fontaine, La- martine vd.) ilk manzum çevirileri yayımlarken (TercCıme-i manzume [1859]), aydınlanma çağı fransız düşünürlerinden (Voltaire, Fânelon vd.) ilk çeviriler de meydana getiriliyordu (Muhaverat-i hikemiye [Münif Paşa, çev. 1859]). Türkçedeki ilk roman çevirisi olan Terceme-i Telemak (Yusuf Kâmil Paşa, çev. 1862), dil ve anlatım bakımından eski düzyazı geleneğini sürdürmesine, geleneksel ahlak ilkelerini savunmasına karşın türk okuruna yeni bir dünyanın (yunan mitolojisi) kahramanlarını tanıtmış oldu. Bu yayını izleyen dönemde batı romanından birçok çeviri yapılması (serüven romanları: Tercüme-i hikâye-i Robenson [Daniel Defoe’dan, 1864], Monte Kristo Kontu, Alexandre Du- mas’dan Teodor Kasap, 1871-1873]; aşk romanları; Pol ve Virjini [Bernardin de Saint-Pierre’den Sıddık, 1873], Daphnis ile Khloe’nin hikâye-i taaşşukları [Longos’tan Kâmil, 1873]; cinayet-polis romanları: Ge
ce yolculuğu [Ponson du Terrail’dan Süleyman Vehbi-Manuk Gümüşciyan, 1873], Esrar-ı Hind [Xavier de Montepin’den S. Vehbi – M. Gümüşciyan, 1875], Esrar-ı Paris [Eugâne Sue’den Paşayan, 1875] vd.) gittikçe genişleyen bir okur topluluğu oluştururken o örneklere uygun yerli yapıtların kaleme alınmasına da ortam hazırladı. Şinasi’nin Agâh Efendi’yle birlikte 1860’ta çıkarmaya başladığı türkçe ilk özel gazete TercCıman-ı ahval, Şinasi’nin 1862′ de çıkarmaya başladığı kendi gazetesi Tasvir-i efkâr, 1865’te yayımlanmaya başlayan ilk yerel gazete Tuna, 1862’de çıkmaya başlayan ilk bilim dergisi Mecmua -i fünun, aynı yıl çıkan ilk resimli dergi Mi- rat vd., okur sayısının yükselmesine, okurların yeni bilgiler edinmesine, yazı ve edebiyat dilinin sadeleşmesine yardımcı oldu; siyasal, toplumsal sorunların okurlar önünde tartışılmasına olanak yarattı. Hukuk, millet, vatan, vicdan hürriyeti gibi kavramlar bu yayınların ve edebiyat yapıtlarının konusu oldu. Bu ortam içinde, uzun bir geleneği olan şiir türünde köklü değişiklikler meydana getirildi; tiyatro, hikâye -roman, eleştiri gibi türlerde batı edebiyatını öı,.ek alan ilk ürünler verildi. • Şiir. Farklı içeriğiyle dikkati çeken yeni şiir, geleneksel vezinle (aruz) yazılmıştı. Hece vezninin zaman zaman savunulmasına, bu vezinle denemeler yapılmasına (Destan, Ethem Pertev Paşa [1824-1873]: “Milletimizin öz dilinin şive ve-edasıyla vezin ve kafiyesine uygun olarak yazılacak şeyler cümleye yarayacağı gibi manası da havas ve avamca anlaşılabilir”, 1871) karşın geleneksel vezin ve geleneksel biçimler (kaside, gazel vd.), yaygınlığını sürdürdü. Daha önce divan geleneğine uygun ürünler veren genç Namık Kemal, Şina- si’nin biçim bakımından eski yolda bir şiirini (Münacat) okuyarak etkisinde kalmış ve yenilik yolunu benimsemişti. Bu şiir, eski tevhitlerdeki dogmalardan, basmakalıp telmihlerden, benzetmelerden aynlmış, Tanrı’nın ululuğunu usa dayanan nedenlerle belirleme yolunu tutmuştu. Ûte yandan tanzimat şiiri sınırlı temalar yerine toplum sorunlarını, günlük yaşamın olay, duygu ve düşüncelerini ele alıyor, bunları divan edebiyatında olduğu gibi kalıplaşmış manzumlarla değil, düz bir anlatımla ya da kişisel mecazlarla dile getiriyordu. Toplumsal temaları işleyen Şinasi, Namık Kemal (1840-1888), Ziya Paşa (1825-1880) gibi şairlerin yapıtları biçimden çok içeriğiyle yenilik taşıyordu. Ancak bu içeriğin güzellik yerine anlama önem veren, tek tek ustalıklı beyitler kurma yerine bütünlüğü gözeten bir şiir yapısına bağlı oluşu da önemli bir yenilikti. Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914), Abdülhak Hamit Tar- han (1852-1937) gibi toplumsal sorunlar yerine daha çok metafizik konuları (varlık -yokluk, dünya-ahret, ölüm vb.) işleyen, aşkı, doğayı anlatan şairler biçimsel yeniliklere daha çok yer verdiler (“ikinci fasıldaki manzume [Tenaggum], osmanlı edebiyatında benzeri bulunmayan Batı yolundadır. Maksadım o yoldaki nazmın türkçede hâsıl olacağını denemektir”, A. H. Tarhan, Duhter-i Hindu, 1875). Yeni şiirin yanı sıra eski anlayışı sürdüren bir şair topluluğu da vardı. Bu topluluğun öncüsü Muallim Naci (1850-1893) ise öz ve biçim bakımından batı anlayışına bağlı şiirlerin de sahibiydi. • Oyun. Şinasi’nin batı sahne tekniğine dayanan oyunu Şair” evlenmesi (1860) or- taoyunundan yararlanması, günlük yaşamdan izler taşıması, gelenek-görenek- leri yansıtması bakımından yerli bir yapıttı. Halkın konuşma diliyle kaleme alınmış bu komedi aynı yolda başka yapıtlara da öncülük etti. Ahmet Vefik Paşa’nın (1823 -1891) Moliöre uyarlamaları, canlı yerel renkler yansıtıyordu. Moliöre’den uyarlayarak Ayyar Hamza’yı (1873) yazan Âli Bey (1844-1899) Misafiri istiskal (1872), Geveze berber (1873) oyunlarıyla da halk komedisi geleneğini yaşattı. Ahmet Mithat (1844-1913) Açıkbaş (1875); Feraizcizade
Şakir (1852-1911) Evhamı (1885) vb. gibi yapıtlarında aynı çığırı sürdürdü. Namık Kemal’in Vatan” yahutSilistre (1873) oyunu vatanseverlik, kahramanlık, özgürlük gibi temaları işleyen yapıtlara öncülük etti. Bu dönemde tiyatro bir eğlence olduğu kadar halk için eğitim aracı sayıldı (“Tiyatro eğlencedir, fakat eğlencelerin en faydalısıdır. Tiyatrolar eğlencelik mahiyetinden ayrılmamakla beraber medeni memleketlerin inkılaplarına ve terakkilerine hepsinden ziyade hizmetler eylemiştir”, Namık Kemal). 1869’dan başlayarak birkaç yıl içinde sayıları 200’e ulaşan tiyatro kitapları sade dille yazıldıkları, kolay kavrandıkları için bu işlevi büyük ölçüde yerine getirdiler. Bu dönemde günlük yaşam, ahlak sorunları, toplumsal bozukluklar, imparatorluk içindeki farklı topluluklar yer yer sahne yapıtlarına yansıdı: Namık Kemal: Zavallı çocuk (1873), GCılnihal (1875); Şemsettin Sami (1850-1904): 0e- sa (1875); Ebüzziya Tevfik (1848-1913): Ecel-i kaza (1872); Ahmet Mithat (1844 -1912): Çerkez özdenleri (1883); Manastırlı Rifat (1851-1907): Görenek (1873) vd. Tarihsel olayları, kahramanları (Namık Kemal: Celalettin Harzemşah [1885]; A. H. Tarhan: Tarık” [1880], Eşber [1880] vd.), tutkuları (A. H. Tarhan: Finten‘ [yayımla- nışı 1918]) konu edinen trajediler yazıldı. Komedilerdeki yalın, sade sahne diline karşın bu yapıtlarda daha süslü, abartmalı bir dil ve anlatım görüldü. Manzum tiyatro (A. H. Tarhan) ise aruz vezninden kurtulmak yolundaki bazı denemelere karşı yapay bir uygulama olmaktan kurtulamadı. • Hikâye-roman. Şemsettin Sami’nin günlük yaşamdan yola çıkan, gelenek-göre- nekleri eleştiren, kişileri canlandırırken şive taklidinden yararlanan Taaşşuk”-i Talat ve Fitnat’ı (1872) ilk türk romanıydı. Tanzimat edebiyatında birçok yeniliğin uygulayıcısı olan Namık Kemal bu türde de ürünler verdi (İntibah [1876], Cezmi [1880]). Namık Kemal batı edebiyatındaki roman örneklerini masallar ve halk hikâyelerinden büyük ölçüde farklı bir yaratma ürünü sayıyor, bu yerli türleri kıyasıya eleştiriyordu: “Bizim hikâyeler tılsım ile define bulmak, bir yerde denize batıp yazarın hokkasından çıkmak, ah ile yanmak, külünk ile dağ yarmak gibi bütün bütün doğa ve gerçeğin dışında birer konuya dayalı … olduğu için, roman değil, kocakarı masalı türündendir”, 1885). İlk romanlar gerçeği yansıttıkları ölçüde bu eleştiriyi doğrularlar. Ancak özellikle Ahmet Mithat, romanlarında anlatım bakımından halk hikâyesi, meddah gibi anlatı türlerinden büyük ölçüde yararlanmış görünür; bu yoldan geniş okur kitlesiyle rahat ilişkiler kurmuştur. Onun romanları içerik bakımından dönemin batı öykün- meciliğini taşlar (Felatun Bey ile Rakım Efendi [1876]), okurların serüven duygularını okşar (Haşan Mellah [1875]), yerel renkler yansıtır (Dürdane Hanım [1882]); okuru eğlendirirken boş inançlarından kurtarmaya, onu bilgilendirmeye çalışır. Samipaşazade Sezai (1860-1936; Sergüzeşt” [1889]), Recaizade Mahmut Ekrem (Araba sevdası [1889]), Nabizade Nâzım (1862-1893; Karabibik [1890]) gibi yazarlar türün gözleme geniş yer veren, toplumsal sorunlar üzerinde geniş ölçüde duran temsilcileridir. • Eleştiri-anı. Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Ali Suavi (1839-1878) gibi Tanzimat yazarları toplum sorunlarıyla, siyasetle yakından ilgilendiler. Birçoğu baskı yönetimine karşı yurtta ve yurtdışın- da basın yoluyla savaşım verdiler; bu konularla ilgili makaleler, tartışma yazıları yayımladılar. Edebiyatın geniş kütlelere seslenmesi, gerçekleri yansıtması, toplum hizmetinde olmasını amaçlayan görüşleri dile getirdiler. Namık Kemal’in makaleleri (Lisan-ı osmaninin edebiyatı hakkında bazı mülahazatı şamildir, 1866), kitaplarının önsözleri (Bahar-ı daniş [1873], İntibah [1876], Mukaddeme-i Celal [1885]),kaynaktan gelen birçok düşünceyi paylaşmakla birlikte, tapınma görenekleri ve doğa karşısında konfuçiusçuluk’un salt ahlaksal ve toplumsal tavırlarıyla çelişen metafizik ve kişisel tavırlarıyla ondan ayrılır. Tao’nun tutum ve öğreti kuralı olan izlenecek yol konusundaki felsefe görüşü, insan ve doğa arasındaki eksiksiz bir dayanışmayı simgeleyen ve “Tanrı’nın yolu”nu (Tien dao) taklit eden “Kral’ın yolu”nu (Vang Tao ya da vang dao) temel olarak alır, insan bedeni kosmosun düzeyini yinelediği için, makrokosmosa tastamam karşılık düşen bir mikrokosmostur. Taocu ayini gerçekleştiren filozoflar, simyacılar ve hekimler, kademeli bir biçimde düzenlenmiş olan ve insandan evrene uzanan bu sistem üzerinde önemle dururlar. Çünkü insan ve evren arasında ortak olan şey, onların tözü, yani dayanakları olan taodur. Varolmaya başlayan her şey, kaynağını ta- odan alır ve gene taoya döner. Duyularla fark edilemeyen tao, evrene durmadan biçim verir; yin ve yang’ın etkisinden doğan sürekli dönüşüm, taonun dış görünümünden başka bir şey değildir. Doğayı saymak ve ona uymak gerekir, insanın gerçek ereği budur. Bu nedenle Cuangzi, “Tann tarafından yapılan” ve insanın “dalavereci icatları” olan toplumsal kuralları tanımayan doğaya ve topluma karşıt olarak “insan tarafından yapılan” doğayı ve toplumu reddediyordu. Buna koşut olarak, toplumun bütün katmanları tarafından paylaşılan, mutluluk vermeye ya da felaketler yaratmaya yönelik gizli uygulamalar ve boş inançlar içeren bir tür “halk taoculuğu” (Şın Ciao) da her zaman varlığını sürdürdü. Buna göre her nesnenin, her yaşam etkinliğinin, ya- tıştırılması bir tanrıya bağlı olduğu kabul ediliyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir