TÂRİK, -ki sıf. (fars. târik). Esk. Karanlık: Şeb-i târik (karanlık gece). TÂRİK, -kİ sıf. (ar. terk’ten tSrik). Esk. 1. Bırakan, bırakıp giden, vazgeçen. —2. Tarik-i dünya, dünya işlerinden elini eteğini çekmiş olan kimse. || Tarik-i masiva, dünya ile ilgili şeylerden vazgeçen: “Hâmid de dergâh-ı muhabbetde öyle bir târik-i mâ-sivâdır” (Cenap Şahabettin). Tarik, Tanzimat ve ikinci meşrutiyet dönemlerinde yayımlanmış bazı gazetelerin ortak adı. — Ermeni asıllı gazetecilerden Filip Efendi tarafından 1884’te İstanbul’ da yayımlanmaya başlayan günlük gazete. 1899 ortalarına değin yayımını sürdürdü. Yazarları arasında Hüseyin Cahit’in de (Yalçın) bulunduğu gazeteye bazı Servet -i fünuncu yazarların yanı sıra Tevfik Fikret de “Haftai edebi” başlığıyla edebiyat sohbetleri yazmıştı. — Şatırzade Haşan Hicabi Bey tarafından Trabzon’da çıkarılan haftalık gazete. 1910-1911 yıllarında 70 sayfckadar çıktığı tahmin edilen gazetenin başlığı altında “Hakka hadim hür bir gazetedir” ifadesi yer alıyordu. — Muslihit- tin Adil’in kurucusu ve başyazarı olduğu günlük gazete. 1919’da İstanbul’da yayımlanan gazete, 115 sayı çıktıktan sonra kapandı.
TARİKA a. (ar. tarilfa). Esk. Tarikat. —Müz. Peşrevden önce bu biçimdeki ya-, pıtlara verilen ad. TARİKAT, -tı a. (ar. tarikat, yol’dan). 1. Esk. Meslek, yol. —2. Aynı dinin içinde, tasavvufa dayanan ve kimi ilkelerle birbirinden ayrılan, Tanrı’ya ulaşma yollarından her biri. —isi. İslam sufilerinin izledikleri ve kendilerini Tanrı’ya ulaştıracağına inandıkları yol; bu amaçla bir tasavvuf büyüğünün önderliğinde oluşturulan kurum. |J Tarikat cihazı, tarikata girenlerin giydikleri; biçimleri ve renkleri çeşitli tarikatlara göre değişen giysi, başlık, külah, ayakkabı; taşıdıkları asa vb. eşyaya verilen genel ad. || Tarikatın köçeği, mevlevilerde tarikatçı adı verilen görevlinin hizmetinde bulunan can. —Tar Şövalye tarikatları, genellikle dini ve askeri nitelikte cemaatler. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Müslümanlıkta VIII. yy.’ın sonlarına kadar tarikat ve tasavvuf adlı herhangi bir kurum yoktu. Dinin gelişip yaygınlaşmasıyla birlikte çeşitli iç ve dış etkenlere bağlı olarak bazı sahabe ve tabiilerin önderliğinde Tanrı’ya bağlılık, ahret korkusu, ibadete düşkünlük, mal ve makam tutkusunu yenme, dünya ve dünya nimetlerine sırt çevirme gibi dinsel ve ahlaksal ilkelere dayanan özel bir yaşam biçimi belirdi ve buna VIII. yy.’ın sonu ya da IX. yy.’ın başlarında tasavvuf denildi. ( -* TASAVVUF.) Ancak, ilk dönemlerde tarikat düzenli bir tasavvuf birliğinin adı olmayıp, ahreti kazanmak için dünyadan yüz çevirme, ruhsal güçleri Tanrı buyruklarına göre eğitme, nefsi dizginleme gibi kişisel çabalar için ve çok seyrek olarak kullanıldı. X. yy.’dan sonra tasavvufta giderek yerleşmiş İslam hükümlerine ek olarak bir dizi özel kurallar gelişti; önceleri sufinin isteğine, dinsel ve tasavvuf alanındaki erdemine göre değişen gönüllü ibadet, evrad ve zikirler artık biçimsel ve sayısal bakımdan belirlenip kurallara bağlanmaya, bunun sonucu olarak tasavvufta şeyh, mürşit, rehber gibi adlarla anılan manevi makamlar ve işlevleri yüce sayılan gruplar oluşmaya başladı ve böylece tarikatlar doğdu. Önceleri kendi başlarına zahitlik ve sufilik yaşamı sürdürenler salık ve mürit olmak için bir şeyhe bağlanmak gereğini duydular. XI. yy.’dan sonra veli sayılan tasavvuf ulularının türbelerinin yakınlarında zaviye, ribat, hankâh, tekke, dergâh adlarıyla anılan tarikat merkezleri kuruldu. Buralarda belli zamanlarda “uzlet”e çekilen mürit, şeyhinin manevi gücüne ve kendi kişisel yeteneklerine göre değişen ibadet, zikir, riyazet ve mücahede ile velilik düzeyine kadar varabilen yetkinleşme becerisi gösterebildi. XIII. yy.’dan sonra tarikat ve bir tekkeye bağlı müritlere ihvan (ahiler; kardeşler) denilmeye başlandı. Bunların ortak yaşamı geceleri uyumamak, namaz kılmak, oruç tutmak, virdler okumak (örn. yüz ya da bin kez “Ya Latif” demek), özellikle kandillerde zikir törenleri düzenlemek gibi dinsel ve tasavvufi uğraşlar oldu. Tarikatların sey- rü sülük denilen tasavvufi uğraş ve eylemleri ibadet, zikir, dua, ayin ve töreleri hem sayısal hem de biçimsel yönden birbirinden az çok farklı olmakla birlikte hepsinin amacı insanı Tanrı’ya yaklaştırmak, dinsel ve ahlaksal erdemlerle bezemek, onun Yaratan ve yaratılanlarla barışık olmasını sağlamak biçiminde belirlendi. Yine XIII. yy.’ın başlarından sonra bir tarikatta bütün gerekli uğraşları tarikatın ilke ve törelerine uygun olarak tamamlayan ve irşat etme yetkisine ulaşmış olanlara şeyh tarafından icazetname ya da hilafet- name denilen mühürlü bir belge verilmeye başlandı. Böylesi bir belgeyi alan sufi- lerden bazıları çeşitli yerlerde şeyhlerinin ardılı (halifesi) olarak bağlandıkları tarikatları yayarlarken, bazıları da kendi adlarına yeni tarikatlar kurdular. Tarikatlar, evrad ve
TARİK-İ MÜKAYENE
24
Ara