TARİKAT

  1. Esk. Meslek, yol. —2. Aynı dinin içinde, tasavvufa dayanan ve kimi ilkelerle birbirinden ayrılan, Tanrı’ya ulaşma yollarından her biri. —isi. İslam sufilerinin izledikleri ve kendilerini Tanrı’ya ulaştıracağına inandıkları yol; bu amaçla bir tasavvuf büyüğünün önderliğinde oluşturulan kurum. |J Tarikat cihazı, tarikata girenlerin giydikleri; biçimleri ve renkleri çeşitli tarikatlara göre değişen giysi, başlık, külah, ayakkabı; taşıdıkları asa vb. eşyaya verilen genel ad. || Tarikatın köçeği, mevlevilerde tarikatçı adı verilen görevlinin hizmetinde bulunan can. —Tar Şövalye tarikatları, genellikle dini ve askeri nitelikte cemaatler. (Bk. ansikl. böl.) —ANSİKL. Müslümanlıkta VIII. yy.’ın sonlarına kadar tarikat ve tasavvuf adlı herhangi bir kurum yoktu. Dinin gelişip yaygınlaşmasıyla birlikte çeşitli iç ve dış etkenlere bağlı olarak bazı sahabe ve tabiilerin önderliğinde Tanrı’ya bağlılık, ahret korkusu, ibadete düşkünlük, mal ve makam tutkusunu yenme, dünya ve dünya nimetlerine sırt çevirme gibi dinsel ve ahlaksal ilkelere dayanan özel bir yaşam biçimi belirdi ve buna VIII. yy.’ın sonu ya da IX. yy.’ın başlarında tasavvuf denildi. ( -* TASAVVUF.) Ancak, ilk dönemlerde tarikat düzenli bir tasavvuf birliğinin adı olmayıp, ahreti kazanmak için dünyadan yüz çevirme, ruhsal güçleri Tanrı buyruklarına göre eğitme, nefsi dizginleme gibi kişisel çabalar için ve çok seyrek olarak kullanıldı. X. yy.’dan sonra tasavvufta giderek yerleşmiş İslam hükümlerine ek olarak bir dizi özel kurallar gelişti; önceleri sufinin isteğine, dinsel ve tasavvuf alanındaki erdemine göre değişen gönüllü ibadet, evrad ve zikirler artık biçimsel ve sayısal bakımdan belirlenip kurallara bağlanmaya, bunun sonucu olarak tasavvufta şeyh, mürşit, rehber gibi adlarla anılan manevi makamlar ve işlevleri yüce sayılan gruplar oluşmaya başladı ve böylece tarikatlar doğdu. Önceleri kendi başlarına zahitlik ve sufilik yaşamı sürdürenler salık ve mürit olmak için bir şeyhe bağlanmak gereğini duydular. XI. yy.’dan sonra veli sayılan tasavvuf ulularının türbelerinin yakınlarında zaviye, ribat, hankâh, tekke, dergâh adlarıyla anılan tarikat merkezleri kuruldu. Buralarda belli zamanlarda “uzlet”e çekilen mürit, şeyhinin manevi gücüne ve kendi kişisel yeteneklerine göre değişen ibadet, zikir, riyazet ve mücahede ile velilik düzeyine kadar varabilen yetkinleşme becerisi gösterebildi. XIII. yy.’dan sonra tarikat ve bir tekkeye bağlı müritlere ihvan (ahiler; kardeşler) denilmeye başlandı. Bunların ortak yaşamı geceleri uyumamak, namaz kılmak, oruç tutmak, virdler okumak (örn. yüz ya da bin kez “Ya Latif” demek), özellikle kandillerde zikir törenleri düzenlemek gibi dinsel ve tasavvufi uğraşlar oldu. Tarikatların sey- rü sülük denilen tasavvufi uğraş ve eylemleri ibadet, zikir, dua, ayin ve töreleri hem sayısal hem de biçimsel yönden birbirinden az çok farklı olmakla birlikte hepsinin amacı insanı Tanrı’ya yaklaştırmak, dinsel ve ahlaksal erdemlerle bezemek, onun Yaratan ve yaratılanlarla barışık olmasını sağlamak biçiminde belirlendi. Yine XIII. yy.’ın başlarından sonra bir tarikatta bütün gerekli uğraşları tarikatın ilke ve törelerine uygun olarak tamamlayan ve irşat etme yetkisine ulaşmış olanlara şeyh tarafından icazetname ya da hilafet- name denilen mühürlü bir belge verilmeye başlandı. Böylesi bir belgeyi alan sufi- lerden bazıları çeşitli yerlerde şeyhlerinin ardılı (halifesi) olarak bağlandıkları tarikatları yayarlarken, bazıları da kendi adlarına yeni tarikatlar kurdular. Tarikatlar, evrad ve zikirleri bakımından olduğu gibi şeyh ve müritlerinin giyim ve
    kuşamları bakımından da değişiklikler gösterirler. Bektaşi tarikatında On iki imam’ı simgelemesi için on iki dilimli taç, mevlevilikte düz ve uzun, sikke denilen başlık giyilir. Fjifailer ise taçlarına siyah tülbent sararlar. İslam dünyasında bütün tarikatların kendilerini ilk dört halifeden biri aracılığıyla Hz. Muhammet’e bağlamaları değişmez bir gelenektir. Buna göre, Hz. Muhammet dört halifeye ayrı ayrı zikirler öğretmiştir. Bir tarikat, bunlardan birini sürdürmesine göre, halifenin adından ya da lakabından esinlenilerek sıddıkiye (bekriye), ömeriye, Osmaniye, aleviye (haydari- ye) adlarından birini alır. Tarikatların giderek sayılarının artması ise, bunları kuran şeyhlerin çokluğuna dayanır. Genellikle bir şeyhe bağlananların oluşturduğu tarikat o şeyhin adıyla anılır (Mevlana’dan mevleviye, Hacı Bektaş’tan bektaşiye gibi). Yozlaşmamış bir tarikatın tekkesi aynı zamanda çok yönlü bir eğitim kurumu niteliğindeydi. Buralarda müritler çeşitli din bilimleri, sanat ve meslek eğitimi, iş ahlakı, görgü kuralları gibi konularda eğitilirlerdi. Temel islami kimliği koruyan tekke ve tarikatlar yaşamın güçlüğünü hiçe sayma, özveri, dayanışma, hoşgörü, geniş kapsamlı bir insan ve varlık sevgisi, sanat ve edebiyat beğenisi, hareketli ve rakslı sema ayinleri gibi yüksek erdem, duygu ve eylemleri, uygulamaları, din ve ibadet temalarıyla bütünleşerek kitleleri kendilerine çeken kurumlar olmuşlardır. Ancak, daha çok XVI. yy. ve sonrasında yabancı kültürlerin etkisiyle İslam tasavvufunun dinsel ve ahlaksal özünden uzaklaşan bazı tarikatlar da ortaya çıktı. Sözde ermişlik, abdallık, melamet (nefsin gururunu kırmak için olduğundan kötü görünmek) gibi adlar altında ibahi (anarşik) düşünce ve «yaşama biçimini benimseyen bu tarikatların tekkeleri içki ve uyuşturucu âlemlerine kadar varan kötülüklerin işlendiği batakhane ve bilgisizlik yuvaları durumuna geldi. Bununla birlikte, bu tür tarikatlar hiçbir zaman ılımlı sünni tarikatlar kadar güçlü, etkili ve yaygın olamadı. İslam dünyasında sayıları yüzleri bulan ve çoğu çeşitli kollara ayrılmış olan tarikatların en etkili ve yaygın olanları şunlardır: ahmediye (bedeviye), bayramiye, bekriye, bektaşiye, celvetiye, cüziliye, gülşe- niye, halvetiye, kadiriye, mevlevilik, nakşi- bendiye, rifaiye, senusiye, şazeliye. Bu tarikatlar türkçede arapça “iye” ekinin yerine “lık, -lik” ekiyle (bektaşilik, mevlevilik vb.) anılır. ( -* Kayn.) —Tar. Şövalye tarikatları. Dini ve askeri nitelikteki ilk şövalye tarikatları Avrupa’da derebeylik döneminde kuruldu; üyeleri yeminli asker keşişlerdi. Bu tarikatların kuruluş nedenleri Kutsal yerler’e ziyarete giden hacıları tedavi etmek ya da Asya’da, Avrupa’daki müslümanlara karşı savaşmaktı. Kimileri, örneğin Templier ya da Tö- ton şövalyeleri başlı başına bir güç olacak kadar gelişmişti. Daha sonraları hükümdarlar, özellikle de ulusal buhranlar sırasında, uyrukları arasında en seçkin saydıkları kişileri dini bir yeminle kendilerine bağlamayı denediler: örneğin Fransa’daki Saint-Esprit tarikatını, kral Henri III Din savaşlarında destek bulmak için kurmuştu. Zamanla bu tarikatlar dağıldılar ya da cemiyetlere dönüştüler (örn. Fransa’da LĞgion d’honneur cemiyeti).
Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*