Kerem Akça, New York’ta üçüncü kez izlediği ‘The Phantom of the Opera’ müzikalini değerlendirdi
Herkesin bir kültü vardır. Defalarca kez izleyip asla doyamadığı, bütün eksiklerine karşın toz konduramadığı… Benim de kültüm ‘The Phantom of the Opera’nın (Operadaki Hayalet) müzikal tiyatrosu. Daha önce iki kere izlediğim bu çok boyutlu gösteriyi, New York’ta 20’yi aşkın yıldır sahnelendiği salonda geçen hafta üçüncü kez deneyimledim. İşin ilginci eskimeyen aşk hikayesi, sınıfsal mücadeleye dair unutulmaz alt metinleri, akılda yer eden ezgileri, Broadway sahnesini aşan görkemi, ikiyüzlülük üzerinden kurduğu canavar yorumu ve doyulmaz koreografileri ile halen zamanının ilerisinde olmayı sürdürüyor. Lafın özü Gaston Leroux’nun aristokrasi-proletarya çekişmesini ‘öteki’ kaynaklı anlatan romanından Andrew Lloyd Webber’in 1986’da yarattığı müzikal halen içine katılma isteği uyandırıyor. Üçüncü kez de olsa, elli üçüncü kez de olsa aynı zevkle kendini izlettirmeyi başarıyor. Yoksa sadece ben mi öyle düşünüyorum? O da mümkün!<br /> <br /> keremakca@haberturk.com<br /> <br /> Gaston Leroux’nun sanayi devriminin hemen ardından belki de ‘ağıt’ ya da ‘alegori’ amaçlı yazdığı hafif gotik romanı Operadaki Hayalet (The Phantom of the Opera), kendine sinemada da çokça temsil bulmuş bir ürün. Yayınlandığı 1909 yılının ardından 1925 tarihli Lon Chaney’li uyarlama ile meşhur oldu işin doğrusu. Zira bu yapıt, o dönemde gerçek anlamda canavar ihtiyacı duyan ve vampir, frankenstein, kurt adam gibilerini kullanan stüdyoların ‘korku’ açığını kapatmaya yaramıştı.<br /> <br /> <br /> <br /> Bir Broadway müzikalinde olması gereken her şey var<br /> <br /> <br /> <br /> Ancak Andrew Lloyd Webber gerçek bir deha. Onun 1986 yılında bu eserden bir Broadway müzikali çıkartması ayakta alkışlanmalı. 25 yıllık Broadway müzikalini son sekiz senede üçüncü kez izlemem de aslında bir şeyleri anlatıyor. Zira bu format belli şeyleri birleştirmeyi şart kılıyor. Birincisi arka plandaki eser sağlam ve dolu olmalı. İkincisi koreografinin de katkısıyla görkem aşılanmalı. Üçüncüsü şarkılar, ezgileri ya da sözleriyle zihinlerde iz bırakmalı.<br /> <br /> <br /> <br /> Webber’in 2004’te Joel Schumacher imzalı bir sinema filmine de uyarlanan eserinde bunların üçü birden var. Zira bu yapıt özünde bir aristokrasi-proletarya mücadelesini, ‘öteki’ kimlikli gerçekliği belli olmayan maskeli bir karakter üzerinden anlatıyor. Bunu yaparken aristokrasinin, o 19. yüzyılın önemli gösteri sanatı tiyatronun üzerinden yürüttüğü güç ve iktidar mücadelesini ti’ye alırken buradan ulaştığı noktaya mitolojik, felsefik ve sosyolojik yollardan gidiyor.<br /> <br /> <br /> <br /> Hikayenin özünde aristokrasinin bastırılmış ikiyüzlülüğünü temsil ederek yeraltında yaşayan hayaletin konumu önemli. Zira yarım maske ile dolaşan bu karakter böylece ‘yapmalık-çirkinlik’ arasında kalan mizacının yarattığı ‘yüz şekli’yle önemli bir araca dönüşüyor. Bu da 19. yüzyıldan bir sınıfsal omurgayı harekete geçirmeye yarıyor.<br /> <br /> <br /> <br /> Müziğin meleği kim?<br /> <br /> <br /> <br /> Halihazırdaki eserin bu dönemsel motivasyonu arkasına aldıktan sonra ‘hayalet’, ‘Christine’, ‘Carlotta’ ve ‘Raoul’ karakterleri arasında geçen farklı bir Güzel ve Çirkin hikayesi anlattığı kesin. Bunu yaparken tiyatronun başkası tarafından satın alınması ve gerçek müziğin ya da sesin öne çıkarılmasının dayatılması, ‘sanatsal eleştiri’nin öne çıkmasını sağlamış. Christine de zaten ‘operadaki hayalet’in gizemine, oryantalizmine, hitabetine ve cesaretine tutuluyor.<br /> <br /> <br /> <br /> O imgenin çirkin veya yüzsüz olması çok da önemli değil. Zira bu ikilinin birbirlerine ‘müziğin meleği’ diye hitap etmeleri bu durumun bir kanıdı. ‘Operadaki Hayalet’ eseri proletaryayı temsil ederek ‘öteki’leştirilen ve aristokrasinin ‘alt’ında yaşamaya mecbur bırakılan bir bireyin mücadelesine odaklanıyor.<br /> <br /> <br /> <br /> Mitolojik bir aşk hikayesi<br /> <br /> <br /> <br /> Webber, Leroux’nun romanının kaynağındaki eski usul heyecanlı aşk macerasını canlandırmak istiyor. Böylece bir devrin bittiğini artık sanayi devriminin insan yaşamına kıydığını anlatmaya çalışıyor. Ancak sistemin, ‘büyüğün büyüğü aldığı, küçüğün saf dışı kaldığı’ dişlilerini de sapına kadar hissettirmekten geri durmuyor. Bu derinlikli yapının yanında ikinci sözünü ettiğimiz öğe olan ‘görkem’ de ‘hayalet’in Christine’i mitolojide Hades’e giden Styx Nehri’ndeymiş gibi kayıkla yeraltındaki kanalizasyona götürmesi ile aşılanıyor.<br /> <br /> <br /> <br /> Orada ‘mum’ ağırlıklı bir potre çizilmesi normal. Zira hayalet, hem o zamanın frankenstein tiplemesi gibi bir şeyler yaratarak düzene karşı çıkmayı hedefliyor, hem de aristokrasinin yeraltına bastırıp yok ettiğini sandığı güdüleri harekete geçiriyor. Karakterimizin Christine’in kopyasını yapması da bu ilk şıkkın bir sonucu adeta. Başta bu ‘labirent’ kısmı olmak üzere gerçek bir ‘aşağısı-yukarısı’ ayrımı müzikalin ruhuna sinmiş durumda. Adeta bastırılmış ikiyüzlülük ile gözükmeyen ikiyüzlülük arasındaki ‘somut’ ayrım da böylece devreye giriyor.<br /> <br /> <br /> <br /> Aşağıdakiler-yukarıdakiler ayrımını görkem kurallı yapıyor<br /> <br /> <br /> <br /> Bu ‘sinema’sal sahnede karakterlerin sarayın içindeki aynalı odadan başladıkları yolculuklarında sahnenin altında ve üstünde gözüktükten sonra nasıl kayıkla yeraltına indiklerini anlamak mümkün değil. Neredeyse gerçek bir uyum kesmesinin beyaz perde karşılığı mevcut. Dev ahizenin konumu ve açılışta gelecek zamandan şimdiki zamana dönüşte yaptığı katkı için de aynı şey söylenebilir.<br /> <br /> <br /> <br /> Webber’in dehası da aslında bir bakıma görkemi ele alırken hayaleti bir bölüm dışında Raoul’un altına yerleştirmesiyle ve onun itiraflarını bu ezilmişlikle vurgulamasıyla ortaya çıkıyor. Bu durum da ister istemez Raoul’un Christine ile aşk tazelediği anı ‘çatı’ya taşımış. O kısımda hayaletin dışlanmışlığı sahnenin orta kısmında duran bir görsel araç ile gerçekleşmiş. Yani gerçek anlamda sahnenin her milimetresini kullanan üç boyutlu bir koreografi hakim eserin yapısına.<br /> <br /> <br /> <br /> Şarkılar o kadar kalıcı ki 53 kere bile izlenebilir<br /> <br /> <br /> <br /> Bunlara da ‘Angel of Music’, ‘Think of Me’, ‘The Phantom of the Opera’, ‘The Music of the Night’, ‘Masquerade’ ve ‘Prima Donna’ gibi nakarat halinde tekrar eden ve akıllardan çıkmayan müzikler eklemlenmiş. Birini müziğin meleği, ‘düşün beni’ motivasyonu ve geceye ışık veren müzik olarak gören, işitsel açıdan dopdolu bir sanat buluşması gerçekleşmiş adeta.<br /> <br /> <br /> <br /> Böylece salonu; her daim sınıfsal mücadelenin nasıl olacağına dair mesajlarla, destansı-ölümsüz bir duygusal etkileşimle, sanata saygıyla ve iz bırakan sayısız ezgi ile terkediyorsunuz. Hikayeyi aktif halen getiren ahize de yanınıza kar kalıyor. Operadaki Hayalet bir sanat eserinin en iyi aşk canlandırmalarından birini sunuyor kuşkusuz. Üç kere de olsa, 53 kere de olsa yeniden izlenmeyi hak ediyor. ‘Üç olsun son olmasın’ diyelim.<br />
Üçüncü kez ‘Operadaki Hayalet’
04
Nis