wiki

UHUD MAĞLUBİYETİNİN NETİCELERİ

Uhud, K ureyşlilerin itibarını arttırm ış ve İslâm dininin
düşm anlarına yeniden entrikalar çevirmek fırsatını verm işti.
Yahudilerle «münafıklar» bu hezim etin Hazreti M uham m ed’-
in risâletini zayıflattığından bahisle, tehlikeli propagandalarına
kuvvet verm işlerdi. A bdullah ibni Ubeyy bu hususta o
kadar kaba davranm ıştı ki, m üm inler kendisini câmiden kovm
uşlar; hakkında şiddet gösterilmesine m âni olmak için Resul-i
Ekrem m üdahaleye m ecbur olmuştur. Bedeviler, M üslü­
m anların yakın zamanda m ahvolacaklarını düşünerek, onlara
karşı hasmane bir vaziyet takınm ışlardı. H attâ H azreti Muham
m ed’e taraftar olmuş olan kabileler dahi, K ureyşlilerin intikam
ına m aruz kalacaklarından korkarak, ondan yüz çevirmeğe
başladılar.
Bütün Arabistan, M ekke’nin nüfuzu dairesine giriyordu.
M üslüm anların durum u neticesiz görünüyordu. Fakat, Uhud
m ağlûbiyetinin ferdasından itibaren, galiplerin arkasına bir ta ­
kip müfrezesi gönderm ek suretiyle, birçok cesurâne k ararlar
almış olan Hazreti M uhammed, cesaretinden hiç bir şey
kaybetm edi. M edine’de nüfuzunu her tü rlü halelden vikayeye
karar vererek: «Hazreti İbrahim Mekke havalisini nasıl mukaddes
addetmiş ise ben de Harra çölünün iki parçası arasında
kâin Medine arazisini mukaddes ve tecavüzden masun ad
ve ilân eylerim» dem iştir. (*)
[*] Harra bir bazalt çölüdür. «Parçalanmış siyah taşlarla kaplı ve ateş­
te kızdırılmış gibi sıcak bir toprak».
Ordusunu yeniden tensik ve, süvarisini kuvvetlendirm ek
için at tedarik etm ek maksadıyla, katır beslenmesini m enetti.
Düşm anlarım yormağa ve, kuvvetlerini toplam aktan m en için,
soluk alamıyacak hale koymağa başladı.
Henüz iki ay geçmişti ki, K ureyşlilerin m üttefiki olan Beni
Esed adındaki kuvvetli kabilenin toplanm akta olduğu şâ-
yiaları dolaşmağa başladı. Haber bir çok kaynaklardan teyid
edilmiş olduğundan, Hazret-i M uhammed, Ebu Selem e’ye, 150
m uharibin başına geçip Beni Esedlere hücum ederek onları
dağıtm ak em rini verdi. Bu müfreze, düşmanı gaflet içinde yakalam
ak için, gündüzleri saklanarak ve geceleri yürüyerek,
dolaşıklı, sapa bir yol takip edecekti. Yapılan m anevra tam amile
m uvaffak oldu ve Beni Esedler bir çok deve ile bir hayli
ganim et m alları bırakarak kaçtılar.
Bir kaç hafta sonra Lihyan kabilesinden Beni Huzeyl şeyhi
Sufyan ibni Halid’in Medine üzerine yürüm eğe hazırlandı­
ğı haberi geldi.
Hazret-i Muhammed, A bdullah ibni Uneys’i vaziyeti anlam
ak üzere Beni Huzeyl’in sakin bulunduğu U rna’ya gönderdi.
Düşman k ıt’alarınm yola çıkm ak üzere olduğunu gören İb~
ni Uneys, aralarına girmeğe m uvaffak olmuş ve İbni H alid’ı
öldürerek kaçmıştır. Beni Huzeyl’in tasm im ettiği hareket bu
yüzden akim kalm ıştır.
Devlet reisi sıfatıyla, m illetinin selâm etini sağlam ak üzere
lâzım gelen tedbirlerin hepsini alm akla beraber, Hazret-i
M uhammed, nübüvvete m üteallik vazifelerini aslâ ihm al etm iyordu.
Yeni dinin hüküm lerini tebliğ ile onları tenvir etm ek
için bazı sahabeleri m uhtelif kabileler nezdine göndererek, İslâm
dinini yaym ağa çalışıyordu. Bunlardan hâinâne bir surette
öldürülenler ve dini yaym ak uğrunda hayatlarını feda edenler
nâdir değildi.
H icretin dördüncü senesi Mayıs ayında idi (625). Lihyan
kabilesine mensup Beni Adal ve Beni Kare, Hazret-i Resul-i
E krem ’in nezdine heyetler gönderm işler: «İçimizde İslâm dinine
sevgi duyan ve İslâm dininin esaslarını öğrenmek istiyen
kimseler vardır. Bizi tenvir ve Kur’anın kıraatini tâlim için
bize ashabınızdan birini gönderiniz» ricasında bulunm uşlardı.
Bu arzuyu yerine getirm ekten kendini alam ıyan Hazret-i Muhammed,
aralarında Zeyd ile Hubeyb dahi bulunan on kişi ile
beraber, Asım ibni Sâbit’i gönderdi.
M ekke’ye on konak mesafede olan Er-raci’e vasıl oldukları
zaman, Beni-Lihyan’lar tarafından hıyanetkârane bir surette
saldırıya uğradılar. Arablar, M üslüm anları pusuya düşürmek
için böyle bir harb hilesine başvurm uşlardı. M üslümanlardan
sekiz kişi, kahram ancasına savaşarak, öldüler. Kaçmağa
m uvaffak olan birisi, yolun kenarındaki kayalıklar üzerinden
düşm anların yuvarladıkları büyük ve ağır bir taş altında ezildi.
H eyetten hayatta kalan iki kişi, Hubeyb ile Zeyd, her tü rlü
m ukavem etin faydasız olduğunu gördüler ve hayatlarına
dokunulm ıyacağı hakkm daki vaade inanarak teslim oldular
Düşm anlar bunları köle sıfatıyla M ekke’ye götürüp, Bedr’de
m aktûl düşen Kureyş reislerinden ikisinin m irasçılarına sattılar.
Satın alanlar onları haram ayların sonuna kadar alıkoydular,
haram ayların sonunda iki bîçâreyi, M ekke’nin haricinde
Tan’im m evkiine götürdüler. Orada, katletm ek tehdidiyle,
İslâm dinini terketm eğe dâvet eylediler. Onlar bu teklifi nefretle
reddettiler.
Zeyd, idam m evkiine götürüldüğü sırada, Ebu Sufyan şu
suali tevcih etti: «Senin yerine Muhammed’in bizim elimize
esir düşmesini tercih etmez miydin?»
Zeyd cevap verdi : — «Aslâ! Hayatımı kurtarmak için,
Hazret-i Peygamber’in eline bir dikenin bile batmasına razı
değilim!»
Bu sözler üzerine Ebu Sufyan: «Gerçekten, hiç bir adam
arkadaşları tarafından Muhammed kadar sevilmemiştir!» diye
bağırm aktan kendini alamadı.
Zeyd’in şehit edilmesinden sonra H ubeyb’e sıra geldi. Asılmak
suretile idam olunacağını haber alınca bir teessür göstermedi,
yalnız iki rekât namaz kılm asına m üsaade edilmesini rica
etti.
Namazını kıldıktan sonra, cellâtlara dedi ki: «Ölüm korkusunun
bana namazımı uzattırdığı zehabına düşmemeniz için
acele ettim. Yoksa daha uzun uzadıya ibadet etmek isterdim.»
İşte Er-raci’ seferinin son sağ kalan adamı da bu suretle ölü­
me doğru yürüdü.
Dinini inkâr etm ektense ölmeği tercih edecek m ertebede
A llah’a m uhabbeti sâliklerine telkin edebilen bir din şüphesiz
m uvaffak olacaktı.
Ayni devirde daha kanlı bir vak’a Bi’r-i M auna’da vukua
geldi.
Beni  m ir ile kom şuları Beni Suleym Necid’in en büyük
kabilesi Havazin’lere mensup idiler. Reisleri Ebu Bera’ ile
Âm ir ibni Tuheyl idi.
Yaşı ilerlem iş olmak sebebile Beni  m irlerin emir ve idaresini
fiilen  m ir ibni Tufeyl’e tevdi etmiş olan Ebu Bera’ Medine’ye,
Hazret-i M uhammed’in nezdine geldi, Peygam ber’e
hediye olmak üzere iki at ve iki binek devesi takdim etti. «Onları
kabul edemem», dedi, Resul-i Ekrem, «çünkü Necid’de oturan
kabileler, Kureyşlilerin müttefikidirler.» Ebu B era’ kendine
tâbi kim selerin M üslüm anlara karşı iyi hisler beslediklerini
söyliyerek onları m azur göstermek istedi. Hazret-i Muhamm
ed’e teveccühle: «Sahabelerinden bazılarım, İslâm dinini tâ­
lim için onlara gönderirsen, kuvvetle ümit ederim ki, içlerinden
bir çokları senin dinin kabul edeceklerdir» sözlerini ilâve
etti. Necid ahalisinin hâin tabiatlarını bildiği için, Hazret-i Muhamm
ed bu talebe, ancak Ebu Bera’ Â m ir tarafından Müslü­
m anların hayatı hakkında bizzat tem inat verildikten sonra m uvafakat
gösterdi. İşte bu suretledir ki, M unzir ibni Âmir, Hazreti
Peygam ber’in Beni  m ir’e hitaben yazdığı nâmeyi hâmil
olduğu halde, Necid’e hareket etti. Buna kırk kadar m ümin daha
iltihak etmiş idi ki, aralarında, hicret sırasında Hazret-i
Peygam ber ile Ebu Bekir’e refakat etmiş olan Ebu Bekir’in
azadlısı İbni Fuheyre de vardı.
Dört gün yürüdükten sonra, M üslüm anlar Beni Âm irlerin
ülkesi ile Beni Suleym ler sahrası arasında kâin bir mevki
olan Bi’r-i M auna’ya vasıl oldular. M unzir ibni Âm ir karargâ­
hım orada kurarak Hiram ibni M ulhan’ı Hazreti M uham m ed’in
nâmesiyle Âmir ibni Tufeyl’in nezdine gönderdi. İbni Tufeyl,
nâm eyi okumaksızm, H iram ’ı katlettirdi ve Beni  m irleri
M üslüm anları öldürm ek için arkasından gelmeğe teşvik etti.
Beni Âm irler, Ebu  m ir tarafından Hazret-i M uhamm ed’e verilmiş
olan tem inatı ihlâl etm ek istem iyerek bu teşviklere kulak
asmadılar. Â m ir bin Tufeyl, bunun üzerine, bazılarının akrabaları
Bedr m uharebesinde m aktûl düşmüş olan Beni Suleym
lere m üracaat etti.
M üslümanlar, Hazret-i Peygam berin nâmesini götüren habercinin
dönmesini huzur ve sükûn içinde beklerken Beni Suleym
lerin apansız taarruzlarına uğradılar ve kılıçtan geçirildiler.
Yalnız K â’b ibni Zeyd yaralanm ış, fakat m aktûl zannıyla
m a’reke [savaş] m eydanında bırakılmış; tecavüz vuku bulduğu
sırada m era’daki develeri bekliyen Amr ibni Umeyye de,
bu yüzden ölümden kurtulm uştu.
Kâ’b ibni Zeyd oradan uzaklaşmağa m uvaffak olmuş, Amr
ibni Umeyye ise, anası öldüğü’gün bir köle azad etmeği nezretm
iş olan İbni Tufeyl tarafından serbest bırakılm ış idi. Avdet
esnasında İbni Umeyye Necd ahalisinden iki bedeviye rastgeldi,
bunları düşman sanarak, alçakçasına öldürülen arkadaş­
larının intikam ını alm ak m aksadıyla öldürdü. Fakat sonra
bunların Beni  m ir kabilesine mensup oldukları ve Hazreti
Peygam ber’i ziyaretten avdet etm ekte bulundukları anlaşıldı.
Bu müessif hâdise, Er-raci’ ile Bi’r-i M auna kıtallerinin
pek ziyade üzdüğü Hazret-i M uhammed’i kızdırdı; İbni U m eyye’yi
şiddetle azarladı ve m aktullerin akrabasına «diyet» verilm
esini em retti.
M üminler derin bir hüzün ve keder içinde iken Yahudiler
ile m ünafıklar M üslüm anların üzerine çöken felâketlerden
dolayı seviniyorlardı. Vaziyetlerinden anlaşılıyordu ki, Medine’ye
karşı bir tecavüz vaki olduğunda, kendileri Hazret-i Muham
m ed’in kudret ve nüfuzu aleyhine kıyam edecekler, bu suretle
M üslüm anların durum unu tehlikeye düşüreceklerdi. Va­
ziyeti tenvir için, Resul-i Ekrem, Y ahudilerin m askelerini dü­
şürm ek kararını verdi. Bunun üzerine, sahabelerinden Ebu
Bekir, Ömer ve Ali’yi alarak, Beni N adirlerin Medine civarında
kâin m ahallelerine gitti.
Beni N adirler Beni  m irlerin m üttefiki oldukları ve öte
yandan, M üslüm anlarla bir de uzlaşma imzalamış bulundukları
cihetle, Hazret-i M uhammed onlara diyet’e iştirâk etm elerini
teklif etti. Yahudi reisleri Resul-i Ekrem ’e karşı nezaket
göstererek, teklifini kabul eder gibi göründüler. Kendisi için
hazırlanm akta olan* yemek hazır edilinciye kadar bir evin duvarı
dibinde oturm ağa dâvet ettiler. Biraz sonra Hazret-i Muhammed,
yerini terk ile arkadaşlarından uzaklaştı. Gaybubeti
uzadığı için Ebu Bekir, Ömer ve Ali şüphelenmeğe başladı­
lar. Kalkıp sıra ile Resul-i Ekrem ’i aram ağa koyuldular. Medin
e’ye götüren yolu takiben giderlerken, şehirden gelm ekte olan
bir adama rastgeldiler. Bu adam, Hazret-i M uhamm ed’i mescide
girerken gördüğünü söyledi. Resul-i Ekrem ’e yetişm ek ve
içtim ai birdenbire terketm esi sebebini sorup öğrenmek için,
yem ek yem ekten vaz geçerek, yollarına devam ettiler. Hazret-i
M uhammed, Beni N adirlerin hayatına kastetm ek tasavvurunda
olduklarının farkına vardığını anlattı. Hakikaten Resul-i
Ekrem, arkasını bir evin duvarına dayıyarak, gölgede oturm akta
iken Y ahudilerin o evin dam ından üzerine atm ak suretiyle
kendisini öldürm ek için iri taşlar taşıdıklarının farkına varmıştı.
Bu cihet tesbit olununca, Beni Nadirlere, on gün zarfında
m em leketi terketm eleri em rinin tebliği kararlaştırıldı. Beni
N adirler hicret için hazırlam rlarken m ünafıkların reisi Abdullah
ibni Ubeyy iki elçi göndererek, onlara şu tenbihte bulundu:
«Yurdlarınızı asla bırakmayınız. Evleriniz sağlam ve
iyice müstahkemdir. Taraftarlarımdan iki bin kişi ile imdadı­
nıza geleceğim. Bize iltihak edecek başka Arablar da var. Müslümanlar
size tecavüz etmeğe cesaret edemiyeceklerdir. Eğer
böyle bir cür’et gösterirlerse onları mahvedeceğiz.» Bunun
üzerine, Y ahudiler ne yapacaklarını kararlaştırm ak üzere meclis
halinde toplandılar. İçlerinden bazıları, Beni K aynuka’lara
karşı ayni vaadlerde bulunduktan sonra, son dakikada sözünü
tutm ayıp geri çekilen İbni Ubeyy’in vaadlerine itim at edilmemesi
ve Hazret-i M uhamm ed’le bir itilâf m ukavelesi imzalamış
olan Beni Kureyza Yahudilerine de güvenilmemesi lâzım geldiğini
söylediler. Ve, eğer H ayber’deki yahut daha yakın bir
yerdeki dindaşlarım ızın yanm a gider yerleşirsek, her vakit hasat
mevsiminde gelip hurm alarım ızı toplıyabiliriz ve tâm iri kabil
olmıyan zararlara da uğram ayız sözlerini ilâve ediyorlardı.
Fakat, kabilenin en büyük reisi olan Huyye ibni Ahtab, bu
düşüncelere ehem m iyet verm iyerek, dedi ki: «Hayır, Mulıammed’e
göstereceğim ki, biz yurdlarımızı ve mallarımızı terketmiyeceğiz.
Hakikî birer kale olan evlerimizde kendimizi mü­
dafaa edeceğiz; sokaklarımızda barikatlar yapacağız. Bütün bir
sene bizi geçindirecek kadar yiyeceğimiz var. Sularımız da kesilemez.
Bundan başka, Müslümanlar bizi bütün bir yıl muhasara
edemezler.»
Resul-i Ekrem kuvvete m üracaat etmeğe m ecbur oldu.
Yirmi gün sokaktan sokağa, evden eve — ardı, arası kesilmed
e n — harb devam etti. Bir sokak zabtolununca Yahudiler baş­
ka bir sokakta toplanıyorlardı; bir ev yıkılınca ondan sonra
gelene taarruz ediliyordu. Yahudiler İbni Ubeyy tarafından
vaadolunan yardım ı beyhude yere beklediler. M ukavem eti kırm
ak ve Y ahudilere kavgaya devamda hiç bir m enfaatları olamıyacağım
gösterm ek için, Hazret-i M uhamm ed onların h u rm
alarını ve m eyva bahçelerini tahrip edeceğini söyliyerek
tehditte bulundu. Bütün servetlerinin mahvolacağını gören
Yahudiler, hayatlarına dokunulm am ak ve nakli kabil emval
ve eşyalarının hepsini götürm elerine m üsaade edilmek şartile
teslim olmağı teklif ettiler. Resul-i Ekrem, silâhların istisnasız
olarak kendisine teslim i şartıyla bunu kabul etti. Götürm ek istedikleri
m allarla erzakın nakli için, her üç kişinin bir deve
almağa hakkı olacaktı.
Beni N adirler, altı yüz deveye kadınlarım , çocuklarını,,
bütün eşyalarını, hattâ evlerinin enkazını yükliyerek, yola dü­
züldüler. En iyi esvaplarını giymiş, en güzel ziynetlerini tak ­
mış olan genç kızlar çalman tram pet ve neylerin seslerine ayak
uydurarak oynuyorlar, kervanı yayan olarak takip ediyorlar,
kendileri için vatan olm aktan çıkmış bir m em leketi terketm ekten
aslâ m üteessir olmadıkları zannını verm ek istiyorlardı. Beni
N adirler işte bu veçhile Medine sokaklarından geçerek şim
âl yolunu tuttular. Bazıları, reisleri Huyey ile K enane’nitı
idaresi altında olarak, Hayber vahasını işgal eden dindaşları
nezdine gittiler; diğerleri yollarına devam ile daha şimale, F ilistin’e
hicret ettiler ve E rika’da yerleştiler.
Beni N adirler gittikten sonra, onların bıraktıkları hurm alıklarla
m eyva bahçelerini ve tarlalarını tevzi etm ek cihetini
düşünm ek lâzım geliyordu. Hazret-i M uhammed ensarı yanı­
na çağırarak, dedi ki: «Eğer mâlik olduğunuz şeyleri, kardeş­
leriniz olan muhacirlerle, eskisi gibi paylaşmakta devam etmek
istiyorsanız, Yahudiler tarafından terkedilmiş olan emlâk
ve araziden size bir hisse ayırmağa hazırım. Lâkin mâlik olduğunuz
şeylerden kayıtsız ve şartsız olarak istifade etmeği
tercih eylerseniz ve muhacirlere karşı olan taahhüdünüzden
kurtulmak isterseniz, ganaimi onlara dağıtmak ve sizin yükü­
nüzü hafifletmek isterim.»
Ensar cevap olarak: — «Yâ Resulallah! Muhacirlere yalnız
ganaimi tevzi etmek değil, belki, arzu edersen, onlara kendi
mallarımızın da bir kısmını verebilirsin», dediler. Yahudilerin
bıraktıkları em lâk ve arazi bu suretle M uhacirlere tevzi
olundu. Beni N adirlerin teslime m ecbur oldukları 50 miğfer,
50 zırhlı gömlek ve 360 kılıca gelince, bunlar da silâhtan m ahrum
olan m uhariplere verildi.
Y ahudilerin koğulması Hazret-i M uhamm ed’in nüfuzunu
kuvvetlendirdi. Yaz ve güz m evsim leri sükûnetle geçti. Fakat
kış yaklaşınca, B edr’e gidip, Uhud m uharebesi akabinde Ebu
Sufyan’m m eydan okuyuşuna cevap verm ek için hazırlanm ak
iktiza etti.
H icretin 4 üncü senesinde, büyük kuraklık sebebiyle, bü­
tün A rabistan ve hususiyle Mekke havalisi kıtlık tehlikesine
m aruz idi. O rdusunu beslemenin, imkânsız değilse bile, çok
m üşkil olacağım gören Ebu Sufyan, m uharebeyi daha elveriş-
li bir mevsime bırakm ak istiyordu. Fakat kendisinin m uharebeden
vazgeçmesi U hud’da kazanılan itibarı bozacaktı. Onun
için tarafsız bir kabileye m ensup olan Nuaym nam ında bir bedeviyi,
K ureyşlilerin sözde tedariklerini Hazret-i M uham m ed’e
bildirm ek ve o tedarikleri Peygam berin cesaretini kırarak seferden
vaz geçirecek surette m übalâğalı m übalâğalı anlattırm ak
m aksadıyla M edine’ye gönderdi. Ebu Sufyan, M üslüm anları
aldatm ak ve elçisinin sözlerini gûya teyit eylemek için, 2000
kişi ile birlikte M ekke’den çıktı. Fakat iki gün sonra geri dönm
eğe m ecbur oldu. Bu hile hiç bir iyi netice verm edi. Resul-i
Ekrem , Abdullah ibni Revaha’yı — kendisine vekâlet etm ek
ü z e re — M edine’de bırakarak, 1500 m uharipten m ürekkep bir
ordunun başında olduğu halde, Bedr’e doğru yola çıktı. Y anınd
a çok m iktarda yiyecek ve satılacak şeyler vardı. Bu sefer,
Bedr panayırının kurulduğu mevsime tesadüf ediyordu. Müslüm
anlar orada karargâhlarını kurarak, bir hafta m üddetle
K ureyş ordusunu beyhude yere beklediler. Bundan istifade
ederek, beraber getirdikleri m alları sattılar.
K ur’an Bedr-i Suğra = Küçük Bedr diye anılan bu sefere
telm ih ile diyor ki:
«Kendilerine yara isâbet ettikten sonra yine
Allahın ve peygamberin davetine icâbet edenler,
[hele] içlerinden iyilik yapanlar ve [kö­
tülükten] sakınanlar için pek büyük mükâfat
vardır.»
«Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine:
«[Düşmanlarınız olan] insanlar size karşı ordu
hazırladılar, o halde onlardan korkun», dedi
de bu [söz] onların îmanını artırdı ve: «Allah
bize yeter. O, ne güzel vekildir» dediler.»
«Bunun üzerine kendilerine hiçbir fenâlık dokunmadan,
Allahtan bir ni’met [âfiyet ve
selâmet] ve fazl [u ticaret] ile geri geldiler.
[Bu suretle] Allahın rızasına da uymuş bulundular.
Allah çok büyük lutf u inâyet sahibidir.»
(Âli İm ran sûresi, 172-174)
İkinci Bedr seferi, bizzat m eydan okudukları halde şim di
m übareze m eydanından kaçan K ureyşlileri utandırm ıştı; şöhret
ve itibarları bundan m üteessir olmuştu. K aybettikleri itibarı
iade maksadıyla, gelecek kış için, o güne kadar A rabistan
’da görülmemiş derecede büyük çapta bir m uharebe hazırlam
ağı kararlaştırdılar.
Hicretin beşinci senesi başlam ak üzere idi, Hazret-i Muham
m ed kendisine bırakılan m ühletten istifade ederek, Hayber
Yahudilerinin teşvik ve iğfaline kapılarak, M edine’ye hü­
cum için toplanan Necid kabilelerinden Beni G atfan aleyhine
yürüm eğe karar verdi. Yahudiler, tarlalarıyla bahçelerinin bir
yıllık m ahsulünü kâmilen onlara vermeği vadetm işlerdi.
M üslümanlar, düşmanı Zatü’r-Raka’ mevkiinde bastırarak
dağıttılar ve iki hafta içinde M edine’ye döndüler, bir m iktar
esir ve biraz da ganim et m alı getirdiler.
İşte Salatü’I-havf = korku namazı bu sefer esnasında emr
olundu.
Bu namaz için M üslüm anlar iki saf oluyorlardı. Biri, elde
silâh, diğeri secdeye vardığı esnada nöbet bekliyordu; sonra
bu vazifeyi öteki ifa ediyor, namaz tam am lanıncaya kadar bu
m inval üzere devam ediliyordu. Sonra hepsi birden teşehhüde
oturuyorlardı. M üslüm anlar kıbleye yönelerek namaz kılacaklarına,
hal ve şartların icaplarına uyarak, düşmanı görebilecekleri
tarafa yönelirlerdi.
«Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman eğer kâ­
firlerin size fenâlık yapacağından endîşe ederseniz
namazdan kısaltmanızda üzerinize bir
vebâl yoktur. Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık
düşmanmızdır.»
«Sen de içlerinde bulunup da kendilerine namaz
kıldırdığın vakit onlardan bir kısmı seninle
birlikte dursun, silâhlarını [yanlarına]
alsınlar. Bu sûretle secde ettikleri zaman da
arka tarafında bulunup düşmana karşı dursun­
lar. [Bundan sonra] henüz namazını kılmamış
olan diğer kısmı gelip seninle beraber namazlarını
kılsınlar ve onlar da ihtiyat tedbirlerini
ve silâhlarını alsınlar…»
(Nisâ sûresi, 101 -102)
Hazret-i Peygam ber haziranın ilk günlerinde, sıcaklar şiddetle
devam ederken, M edine’ye döndü. Bir gün, kabzası gü­
müş oymalı kılıcını astığı bir ağacın gölgesine uzanarak uyudu.
Beni Muharib kabilesine mensup bir bedevi, Peygam beri
hiç bir kim senin — em niyetini tem in en — beklemediğini gö­
rünce, sessiz sedasız ona yaklaşarak kılıcını aldı. Hazret-i Muhamm
ed uyandı ve karşısında: «Ya Muhammed, müsaade et de
kılıcının demirini bir Voklıyayım» diyen bir yabancı gördü. Bu
adam, gûya yoklar gibi, kılıcı eliyle sildikten sonra bağırdı:
«Şimdi seni bana karşı kim m üdafaa edecek?»
Resul-i Ekrem, gözlerini bedeviye dikerek, soğukkanlılıkla:
«Allah!» dedi. Tehlike karşısında onun gösterdiği böyle bir
kayıtsızlıktan dolayı hayretler içinde kalan bedevi, felce uğ­
rar gibi oldu, şakaklarından soğuk terler dökülmeğe başladı.
Kılıcı bırakıverdi. Ayağının dibine düşen kılıcı sükûnetle kaldırıp
eline alan Hazret-i M uhammed de bu sefer bedeviye sordu:
«Ya şimdi seni kim kurtaracak?» Bedevi, inliyerek: «Heyhat!»
dedi, «hiç kimse».
Bunun üzerine Resul-i Ekrem ona: «Allahtan âlicenablığı
öğren», dedi ve İslâm dinine girmesini teklif etmeksizin, gitmesine
m üsaade eyledi. Maksadı, putlara tapanları İslâm âlicenablığm
a alıştırm ak, bu suretle onların kendi kendilerine
ihtida etm elerini tem in etmekti.
Bedevi, Hazret-i M uhamm ed’in başını getireceğini söyliyerek
öğünmüş olduğu kabilesi nezdine avdet edince, onlara: «İnsanların
en mükemmelini gördüm», demiştir. Sonra, Resul-i
Ekrem ’in huzuruna gelerek ihtida etm iştir.
Hazret-i Muhammed, bu hâdiseden bir kaç gün sonra, Beni
M ustalık kabilesinin o zamana kadar M üslüm anlara karşı
uzlaştırıcı bir tavır takm an reisi Hâris ibni Ebi D ırar’m, bü­
yük bir sefer için hazırlık görm ekte olan K ureyşlilere iltihak
etm ek üzere asker toplam akta olduğunu haber aldı. Bu haber,
Resul-i Ekrem ’in haber alm ak için gönderdiği, H âris’in hüsnü
kabulü sâyesinde kabile arasına sokulmağa m uvaffak olan bir
bedevi tarafından teyit olundu.
H er tü rlü hareketsizlik, vaziyeti daha vahim bir hale koyabilirdi.
Resul-i Ekrem teşebbüsü ele alarak, derhal harekete
geçmeğe k arar verdi. İbni Ubeyy ile taraftarlarından bir çok
kim selerin iştirak etmiş oldukları bir ordunun başına geçerek
M edine’den çıktı.
Sekiz günlük yürüyüşten sonra, İslâm ordusu, yakınında
Beni M ustalık kabilesinin ordugâh kurduğu M ureysi kuyusuna
vardı. Develerini sulam akta oldukları sırada M üslüm anların
apansız görünm eleri Beni M ustalık kabilesini çok korkuttu.
Kendilerini m üdafaayı bile denemediler: İslâm okçularının
attıkları ilk oklar üzerine, karılarını, çocuklarını ve sürülerini
bırakarak darm adağınık bir halde kaçtılar. İki yüz âile, iki bin
deve ve beş bin koyun ve keçi M üslüm anların eline düştü.
Bu çarpışm ada Beni M ustalıklardan on kişi m aktul, Müslüm
anlardan da yalnız bir kişi şehit düşm üştür; İslâm ordusu
günlerce El-M ureysi m evkiinde kaldı.
Haddizatında büyük bir ehem m iyeti haiz olmıyan bir
vak’a az kalsın vahim neticeler hasıl edebilecek bir fitneye,
ihtilâle sebep oluyordu.
Ensardan bazıları develerini suvarm ak üzere idiler ki,
Ömer’in atını dizgininden tu tarak götüren Cahcah, kuyuya
yaklaşıp yer alm ak maksadile, Ensardan birini itiverdi. Beriki
yerini terketm edi. A ralarında m ünakaşa çıktı. Cahcah bir
yum rukla hasm ını yere yuvarladı. Ensardan olan zat: «Ey Ensar,
yardıma yetişin!» diye bağırdığı gibi, Öm er’in hizmetçisi
de: «Ey Muhacirler, yetişin!» diye bağırdı. H er iki taraftan
adam lar koştular, kavga edenleri ayırdılar. K avgadan bir netice
çıkmadı, amm a fikirler galeyanda idi. Orada hazır olanlardan
m ünafıkların reisi A bdullah ibni Ubeyy, İslâm lar ara­
sına nifak sokmak için, fırsattan istifade etm ek istedi. Ensara
doğru seslenerek: «Ey Medineliler!» dedi, «şu Muhacirlerin
küstahlığını gördünüz mü? Bizimle kavga etmek istiyorlar ve
misafirperverliğimizi kötüye kullanıyorlar. İşte sizin yürek temizliğinizin
neticesi. Onlara evlerinizi açtınız, mallarınızı onlarla
paylaştınız. Öyle iken size onların yaptıkları budur. Onları
kovmağa karar vermiyecek misiniz?»
Zeyd ibni Erkam bu kötü sözleri Hazret-i M uhamm ed’e
ulaştırdı. O sırada Resul-i Ekrem ’in yanında bulunan Ömer
hiddetle yerinden fırlıyarak: «Yâ Resulallah» dedi, «Müslü-
manlar arasına nifak sokmağa çalışan şu müfteri İbni Ubeyy’i
öldürmeği emretmiyeoek misin?» dedi. Resul-i Ekrem : «Yâ
Ömer, ne cür’etle bu reyde bulunuyorsun?» diye cevap verdi,
«İster misin ki, Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor desinler?»
ve derhal yola çıkılmasını em retti.
Vakit, harekete m üsait değildi. Güneş «semtü’r-re’ste» ve
sıcak pek ziyade idi. Bununla beraber, Resul-i Ekrem devesine
bindi ve hızla sürdü. A skerlerini cebrî yürüyüşle bütün gün,
bütün gece yürüttü. Ertesi günü öğleye doğru tevakkuf ettikleri
vakit yorgunluktan bitkin bir hale gelmiş olan bütün muharipler
kendilerini yere attılar, derin surette uykuya daldı­
lar.
İnsanları sevk ve idareye son derece kabiliyetli, hakikî bir
şef olmak itibarıyla Resul-i Ekrem, askerlerinin kalbinde yatm
akta olan kin ve gayz hislerini, böylelikle daha başlangıçta
iken, susturm ak yolunu bildi.
Askerin başında bu m eziyetleri o derecede hâiz bir kum andan
bulundurm ak ekseriya m üyesser olmadığı cihetle, disiplini
m uhafaza etm ek ve fitnelerin önüne geçmek için, m uharipleri
kötü m eyelânlarına hâkim olacak veçhile terbiye etm
ek iktiza ediyordu. İmdi, bu gayeye erişm ek için, bize Allah’ın
em rine itaat etm eği ve irtikâp ettiğim iz hataları affeylemeği
talim eden nam azdan daha tesirli bir şey yoktur. Beş
vakitte kılınm ası farz olan namaz bu gayeyi tem ine m âtuf idi;
fakat namaz için daha evvel abdest alm ak lâzımdı ve m uharip­
ler, çölde yapılan gazalar esnasında, su olmadığı gerekçesiyle
bu dinî vazifeyi yapmıyorlardı.
M ustalık gazasından dönülürken şu âyetler nâzil oldu:
«… Eğer hasta olur, ya bir sefer üzerinde
bulunursanız, yahut sizden biriniz ayak yolundan
gelirse, yahut da kadınlara dokunup da
bir su da bulamazsanız o vakit temiz bir toprağa
teyemmüm edin; yüzlerinize ve ellerinize
sürün…»
(Nisâ sûresi, 43)
Bu suretle «teyemmüm», yâni susuz tem izlenme usulü ihdas
edilerek, susuzluk yüzünden dinî vazifeyi yapam am a m azereti
bertaraf edilmiş oldu.
Resul-i Ekrem her gazaya çıktıkça hanım larından bir veya
ikisini beraber götürürdü. H anım ları birer mahfe teşkil
eden ve develerin sırtına vurulan tahtırevanlar içinde seyahat
ediyorlardı.
Beni M ustalık gazasından dönüşte, arkasından ağırlıklar,
esirler ve binlerce hayvanlar olduğu halde, ordu yürüyüşüne
devam ederken Âişe m ahfesinden indi ve bir ihtiyacını def
için uzaklaştı. A skerler geçinciye kadar orada beklemeğe mecbur
kaldı. Devesinin yanm a geldiği zaman Yemen akikinden
yapılm ış gerdanlığını düşürm üş olduğunu anladı. Onu aram ak
üzere geri döndü. Bulup da devesini bıraktığı yere gelince orada
kimseyi bulamadı. K aranlık basmağa başlamıştı.
A skerler mahfeyi kapalı görünce, içinde Âişe var sanarak,
devenin sırtına yüklem işler ve hareket etm işlerdi. Âişe zayıf
ve nahifti; m ahfenin hafifliği, bu sebepten dolayı, askerlerin
dikkatini çekmemişti. Âişe seslendi, bağırdı, fakat kimse cevap
verm edi. Mahfede bulunm adığım anlıyacaklarm ı ve kendisini
aram ağa geleceklerini um arak, kederli kederli yere
oturdu. Uyuklam ağa başlam ak üzere iken karşısında, bir deveyi
çekip götüren bir adam gördü.
Bu adam ordunun artçılarından Safvan ibni M utal idi.
Çölde uyum akta olan bir kadını görünce ona yaklaştı ve Hazreti
Peygam ber’in karısı olduğunu tanıdı. Devesine bindirdi ve
deveyi yularından çekerek yola koyuldu. İşte Âişe bu suretle
ertesi günü öğle vakti orduya kavuştu.
M ünafıklar, başlarında A bdullah ibni Ubeyy olduğu halde,
Resul-i Ekrem ’in en çok sevdiği karısına karşı kötü m aksatlı
im alarda bulunm ak için bu hâdiseden istifade ettiler. Abdullah,
alay ederek, «Safvan genç ve yakışıklıdır, Âişe’nin onu
Muhammed’e tercih etmesi şaşılacak bir şey değildir», diyordu.
Hazret-i M uhammed ile Âişe’nin düşm anları hep bir «rezaletten»
bahsetm eğe başladılar. Resul-i Ekrem ’in haysiyet ve şerefine
nakîse getirebilecek bu bühtanları durdurm ak için, Ali
H azret-i Peygam ber’e Âişe’yi boşamağı tavsiye edecek kadar
ileri gitti. Âişe bu yüzden A li’yi aslâ affetmedi; hayatı müddetince
ona dargın kaldı.
İftiranın ağırlığı altında ezilen Âişe hastalandı. Hazret-i
M uhamm ed onu görmeğe gitti ve: «Eğer mâsum isen» dedi,
«Allah bu ar ve zilletten seni temizliyecektir. Eğer vazifeni
yapmamış isen Allah’tan af dile ve ona dön. Hatasını bilip Allah’a
teveccüh edene Allah da bakar ve kusurunu bağışlar.»
Âişe: — «Hakkımda söylenenleri bilirim ve görüyorum ki,
bu dedikodu seni müteessir ediyor. Mâsum olduğumu söylersem
— Allah bilir ki masumum — ihtimal ki, bana inanmıyacaksın.
Ben de: Mütevekkil olmak daha iyidir. İnayeti Allah’­
tan dilerim diyen Yakub gibiyim», cevabını verdi.
Bunu söyledikten sonra babasının yanm a gitm ek istedi.
24 üncü «Nûr» sûresinin aşağıdaki yazılı âyetleri işte bu
sırada nazil oldu:
«Namuslu ve hür kadınlara zinâ isnadıyla iftira
atan, sana [bu bapta] dört şâhit getirmeyen
kimselerin herbirine seksen değnek vurun.
Onların ebediyen şâhitliklerini kabul etmeyin.
Onlar fâsıkların tâ kendileridir.»
(Nûr sûresi, 4)
«Eğer dünyada ve âhirette Allahın fazl ü rahmeti
üstünüzde olmasaydı içine daldığınız
(bu) yaygaradan dolayı sizi her halde çok bü­
yük bir azâp çarpardı.»
«O zaman siz o iftirayı dillerinizle birbirinize
yetiştiriyordunuz, ağızlarınızla hiç bir bilginiz
olmıyan şeyi söylüyordunuz ve bunu kolay
sanıyordunuz. Halbuki bunun günâhı Allah
katında büyüktür.»
«Onu duyduğunuz zaman: «Bunu söylemek
bize yakışmaz. Hâşâ. Bu büyük bir iftiradır»,
demeniz lâzım değil miydi?»
«Eğer siz îman eden kimselerseniz böyle bir
şeye hayatta bulunduğunuz müddetçe bir daha
dönmenizi Allah haram kılıyor.»
(Nûr sûresi, 14 – 17)
Bu vahiyden sonra, Resul-i Ekrem, yatm akta olan karısı­
nın yanına gülüm siyerek gelip ilk söz olarak: «Ya Âişe,» dedi,
«Allah’a hamd ve şükür eyle, çünkü Allah seni temize çıkarmıştır!»
K ızının yanında bulunan Ebu Bekir’in karısı da ona:.
«Kalk Resulullah’a teşekkür et!» dedi. Âişe, «Hayır; kalkıp ona
gitmem, Allah’tan başkasına şükretmem», diye cevap verdi.
Y ukarıdaki yazdığımız âyetleri okuduktan sonra İslâm dininin
kadına karşı gösterdiği hürm eti takdir etm ek lâzım gelir.
K u r’an-ı Kerim e göre, bir kaatili idam a m ahkûm etm ek
için, iki şâhit kifayet ederken, bir kadını zina ile itham için
dört şahide ihtiyaç vardır.
M ureysî seferinde alm an esirler arasında, Cuveyriye namında
genç, güzel ve hoş endam lı bir kadın bulunuyordu. Bu
kadın, Beni M ustalık’m reisi Hâris ibni Ebi-D ırar’ın öz kızıydı.
K abilesinin asillerinden biriyle evli idi. G anim etlerin taksiminde
E nsar’dan Sâbit ibni Kays’ın hissesine düşmüştü. Sâbit,
C uveyriye’yi serbest bırakm ak için, yüksek m evkii ile m ütenasip
bir fidye istedi. Cuveyriye, bu sırada Âişe ile birlikte
oturm akta olan Resul-i Ekrem ’e gitti: «Ben,» dedi, «Hâris’in
kızıyım. Halimi görüyorsun. Hür kalmak istiyorum. Fidyemi
ödemek için bana yardım et.»
Hazreti M uhammed, cevaben: «Bunu ben de arzu ederim,,
hattâ ziyadesile. Fidyeni vereceğim ve, muvafakat edersen, seni
zevce olarak alacağım» dedi.
Cuveyriye m uvafakat etti ve Hazret-i M uhammed onu aldı.
Bu evlenme, büyük ehem m iyeti hâiz siyasî bir hâdise oldu.
Bu hâdiseyi kutlam ak için M üslüm anlar ellerinde bulunan
bütün esirleri şartsız olarak serbest bıraktılar. Y erlerine dö­
nünce bu esirler hem şehrilerinin fikirlerini M üslüm anlar lehine
çevirmeğe çalıştılar. Bunun neticesi olarak Beni M ustalık
arasında ihtidalar çoğaldı.
Bu yüzden, Âişe, Cuveyriye’den bahsederken: «Ömrümde,
kavmine bu kadar hayır ve menfaat temin eden bir kadın
aslâ bilmiyorum» demiştir.
Resul-i Ekrem ’in nüfuzu gitgide arttığı için, m ünafıklarla
Y ahudiler M üslüm anlar a açıktan açığa tecavüze cesaret edem
iyorlardı. Yolda tesadüf ettikleri zaman söz atm ak ve imâli
hareketler yapm ak suretile onların kadınlarına taarruz ediyorlardı.
Bu gibi vak’alara karşı M üslüm anları korum ak için şu
âyet nazil oldu:
«Ey Peygamber, zevcelerine, kızlarına ve mü’-
minlerin kadınlarına dış elbiselerinden üstlerine
giymelerini söyle. Bu onların tanınıp ezâ
edilmemelerine daha uygundur.»
(Ahzâb sûresi, 59)
Nam uskârane giyim adâbına ve m üm inler arasında câri
m ünasebetlere dair başlıca âyetler bu zam anda nâzil olmuş­
tur. Ezcümle:
«Mü’min erkeklere söyle: Gözlerini (haramdan)
sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu,
kendileri için daha temizdir. Şüphesiz ki, Allah,
ne yaparlarsa hakkıyla haberdardır.»
«Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini haramdan
sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zînetlerini
açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı
müstesna. Başörtülerini, yakalarının üstünü
[kapayacak bir sûrette] koysunlar…»
(N ûr sûresi, 30 – 31)
«Ey îman edenler, kendi ev ve odalarınızdan
başka evlere ve odalara sahipleriyle alışkanlık
peyda etmeden [yâni izin istemeden] ve selâm
da vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır.
Olur ki, iyice düşünür [hikmetini
idrâk eder] siniz.»
«Eğer orada [evlerde] bir kimse bulamazsanız
size izin verilinceye kadar içeri girmeyin!
Şâyet size: «Geri dönün denilirse hemen dö­
nüp gidin. Bu, sizin için daha temizdir [hayırlıdır].»
(N ûr sûresi, 27 – 28)
«… Evlere girdiğiniz vakit Allah tarafından
mübarek ve pek güzel bir sağlık dilemiş olmak
üzere kendinize [yâni dînen sizden olan ev
halkına] selâm verin…»
(N ûr sûresi, 61)
İslâm dini imân ve akide prensiplerini talim etm ekle ve
devletin tem ellerini kurm akla beraber, m ensuplarına, m ütekâ­
m il bir toplum un dış câzibesini teşkil eden ferdî m ünasebetlerdeki
adâbı da gösteriyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir