BEDİR harbinden sonraki günlerde Mekke müşriklerini
büyük bir kin ve intikam duygusu istilâ etmişti. Bedir’de
öldürülen adamlarının, hâtıralarını tekrar ederek
kin ve gazaplarını her geçen gün şiddetlendirirlerdi. Nitekim
amca çocukları olan Umeyr bin Veheb ile Safvan bin
Ümeyye de bunlardandı. Yine bir gün Kâbe’nin yanındaki
Hicir’de oturmuş, Bedir’de ölen yakınlarının hâtıralarını
konuşup dururlarken, Safvan duyduğu kinin derecesini
şu cümlelerle ifade etti:
– Biz Bedir’e kadar gittik, orada Muhammed’e iman
edenleri bir hamlede öldürüp kanlarını içecektik. Ne yazık
ki, tam aksi oldu. Onlar bizim kahramanlarımızı öldürdü
ler, bahadırlarımızı katlettiler. Bedir’de öldürülen cengâ-
verlerimizi hâtırladıkça kahroluyor, yaşamak istemiyorum.
Onların intikamını almadan yaşamak bana zehir
oluyor!
Umeyr hemen ilave etti:
– Vallahi, ben de aynı şekilde düşünüyorum. Bedir’in
intikamını almadan yaşamak bana da çok ağır geliyor.
Eğer ödenecek borçlarım, bakılacak âile efradım olmasa
vallahi ben gider Muhammed’i bir ziyarette öldürürüm.
Hem Medine’ye gitmem için sebeb de vardır. Oğlum Veheb
de Bedir’den bu yana onlarda esir beklemektedir. Esir
olan oğlumu istemek için geldim, der, bu bahane ile Muhammed’in
yanına girer, zehirli kılıcımla öldürürüm. Kureyş’in şeytan adamları diye tarif edilen bu iki kin
ve intikam adamının konuşması birbirlerini tahrike kâfi
gelmişti. Safvan hemen atıldı:
– Sen bu niyet ve azimde olduktan sonra bu iş bitmiş
sayılır. Ben senin borçlarını da ödeyeceğim, âile efradına
da bakacağım. Vallahi senin borcun benim borcumdur.
Senin çocukların da benim çocuklarımdır. Kat’iyyen dü
şünme, hepsini de bana bırak.
Umeyr buna çok sevindi. Hemen keskin bir kılıç buldular.
Ucuna sürecekleri zehiri de bir kutuya koyarak
Umeyr’in devesindeki azık çantasının içine koyup Mekke’nin
dışında vedalaştılar.
Anlaşmalarındaki bir madde şöyleydi:
– Muhammed’i öldürdüğümün haberi Mekke’ye gelmedikçe
bunu kimse bilmeyecektir. Aksi halde hem maksat
hasıl olmaz, hem de Umeyr’in hayatı yok olur.
Umeyr çoluk çocuğunu emin bir ele bırakıp borçları
nı da ödemiş olmak gibi bir neticenin verdiği sevinçle günlerce
tozlu yollarda mesafe alıp çöllerde kum tepti ve nihayet
bir hafta gibi bir yolculuktan sonra Medine’ye erişip
Resûlüllah’ın mescidi önünde devesini oturttu. Tam o sı
rada mescidde bulunan Hazret-i Ömer, Bedir’de şehid
olan ashabın faziletlerini konuşuyor, mütecaviz müşriklere
karşı müdafaa-i nefs durumunda kaldıklarını anlatı
yordu. Ansızın mescidin kapısında Bedir’de müşrikleri
kendilerine karşı tahrik edip savaşı kızıştıran Umeyr’i görmesiyle
yerinden fırlaması bir oldu:
-Y a Resûlâllah, bu adam Bedir’de müşrikleri ashabın
üzerine yürütüp kardeşlerimizin şehid olmasına sebeb
olan tahrikçi Umeyr’dir. Bu adamın niyetinin kötülüğü kı
lıcının yanında oluşundan bellidir, dedi.
Hazret-i Ömer’in heyecanını tebessümle seyreden Resûlüllah:
– Ya Ömer, onu içeri al, gelsin, buyurdu.
Umeyr’in yanma gelen Hazret-i Ömer, onu diğer sahabelerle abluka içine alarak Resûlüllah’ın huzuruna getirdi.
Umeyr’in ilk sözü şöyle oldu:
– Hayırlı sabahlar, ya Muhammedi
Hazret-i Resûlüllah ikaz etti:
– Ey Umeyr, bu cahiliyye selâmıdır. Allah bize bundan
hayırlı bir selâm emretti. Bu da Esselâmü aleyküm.. cümlesidir.
Umeyr özür dilercesine karşılık verdi:
– Yemin ederim ki, ben bu selâmı hiç duymadım. İlk
defa şimdi sizden işitiyorum.
Mevzuu dağıtmadan Resûlüllah Hazretleri sordu:
– Ey Umeyr, buraya niçin geldin, söyler misin?
– Elinizdeki esir için geldim. Ona kolaylık sağlamayı
diliyorum.
– Peki, boynunda ipi görülen bu kılıç ne geziyor yanında?
– Allah bütün kılıçların belâsını versin. Kılıçtan bir
hayır mı geldi sanki? Bedir’de gördük işte.
Resûlüllah Hazretleri ısrar etti:
– Doğru söyle ey Umeyr, buraya niçin geldin?
– Söyledim ya, esir oğlum için.
Umeyr’in inadım gören Resûlüllah ikaz etti:
– Şimdi senin buraya niçin geldiğini sana haber vereyim
mi?
– Ver de göreyim.
– Dinle öyle ise., buyuran Resûlüllah Hazretleri şöyle
devam etti:
– Kâbe’nin yanındaki Hicir’de oturup Safvan ile anlaş
tınız. Safvan senin borcunu ödeyecek, çocuklarına bakacak,
sen de ucu zehirli kılıcınla beni öldüreceksin. Aranızda
böyle karar vermiş, bunu da kimsenin duymamasını
kararlaştırmıştınız değil mi? İşte görüyorsun ki, Allah seninle
benim arama mania koydu, senin niyetini ifşa etti!
Ayakta dimdik bekleyen Umeyr kaskatı kesildi, ne di
yeceğini, ne söyleyeceğini şaşırarak titremeye başladı. Ne
den sonra kendisine gelince titreyen dudaklanndan şı
cümlelerin döküldüğü duyuldu:
– Vallahi, biz bunu herkesten gizlemiştik. Kimsenir
haberi yoktu. Demek seni Peygamber olarak gönderen Al
lah, bizim bu niyetimizi sana haber verdi…
Sözünü burada bitiren Umeyr’in başında müthiş biı
uğultu başlamıştı. Âdeta dünyası başına yıkılıyor, başın
da taşıdığı putperestlik inancı güldür güldür yere dökülü
yordu. Az sonra sanki yıkıntının arasından kurtulan biı
ruh haleti içinde ilk hidâyete eriş cümlesini kalbinin derinliğinden
gelen bir feryatla söylemekten kendini alamamıştı:
– Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühû ve Resûlühû.
Şehadet cümlesi biter bitmez, dehşetli bir gazapla bakan
Ömer’in yüzünde tatlı bir tebessüm dikkati çekti. Sebebi
sorulunca da şöyle cevap verdi:
– Ne yalan söyleyeyim. Umeyr kapıda kılıncıyla görü
nünce onu domuz görmüş gibi oldum. Ama şehadet kelimesini
getirdikten sonra öz evlâdımdan daha yakın bir
şefkatle bağrıma basmak istedim.
Mescidin içinde artık bayram havası başlamış, Umeyr
ashabla sarmaş dolaş olmuştu. Zehirli kılıcım kimseye
zarar lvermesin diye çıkarıp zehirini yıkayarak tehlikesiz
hale getirdiler.
Medine’de bu mes’ud hâdise cereyan ederken Mekke’de
Safvan’m müşriklere, üzeri kapalı şekilde konuştuğu
sözler şöyleydi:
– Ey Kureyş ileri gelenleri, size Bedir vak’asını unutturacak
kadar güzel bir fetihten bahsedeceğim. Bunun
için zaman çok az kaldı, bekleyin!
Bu sebeble ümidle bekleyen Safvan, Medine’den gelen
her insanın yanına varıyor, ne türlü bir haber işittiğini
soruyor, amcası oğlu Umeyr’in kahramanlık ve iyiliğinden
bahsedip duruyordu.
Nihayet bir gün Medine’den gelen bir haberi Safvan’a
şöyle duyurdular:
– Senin amcan oğlu Umeyr Medine’de Müslüman olmuş,
sonra da demiş ki, yâ Resûlâllah, şimdiye kadar
müşriklerin tarafında bulunup İslâm’a büyük zararlar
verdim. Şimdi ise hidayete erişip Hakk’a kavuştum. İzin
verin de verdiğim zarar kadar fayda sağlayayım da hatalarımı
dengeleyeyim!
Bu haberi duyan Safvan’ın vücudu sanki felç gelmiş
gibi oldu. Duyduğu derin teessür yüzünden bundan sonra
kimseyle konuşmayacağına dâir yemin etti. Ve köşesine
çekilip feleğe kahretti.
Daha sonra esir olan oğluyla Mekke’ye dönen Umeyr,
karşılaştığı her müşrike artık İslâm’ın güzelliğini anlatı
yor, bir çok kimsenin hidayetine sebeb oluyordu. Ancak
Safvan bir daha kendisiyle karşılaşmamak için büyük
gayret gösteriyor, gizlenmekten başka çare düşünemiyordu.
Nihayet bir gün Umeyr, Safvan’ı çok az çıktığı Hicir’de
gördü. Hemen yaklaşıp konuştu:
– Safvan! Herkes biliyor ki, sen bizim ileri gelenlerimizden
birisin. Sözün sağlamı ile çürüğünü ayırt edecek
durumdasın. Böyle bir insanın taşlara ibâdet etmesini,
kurban kesmesini nasıl izah ediyorsun? Taşa, toprağa
ibâdet etmek, kurban kesmek din olur mu? Gel şu gerçeği
sen de düşün. Allah birdir, Muhammed Aleyhisselâm
da O bir olan Allah’ın Resûlüdür.
Ne yazık ki, taştan cevap geliyor, Safvan’dan gelmiyordu.
Demek ki, henüz vakit saat gelmemişti. Hâdiseler kemâle
erince o da olacak, hikmet-i İlâhî muhakkak yerini
bulacaktı. Şimdilik anlayışlı bir sabır gerekti ve Umeyr bu
sabrı Mekke’nin fethine kadar gösterdi.