Osmanlı Padişahları

Uzakları Gören Hükğmdar

Uzakları Gören Hükğmdar

2

“Fırat ile Dicle’yi, Seyhan ile Ceyhan’ı, Sakarya ile Kızılırmak’ı daha faydalı bir hale getirmek müm kündür. Bütün limanlarım ızı, bilhassa Karadeniz ve Akdeniz limanlarımızı baştanbaşa inşa etmek, Anadolu ve Rum eli demiryollarını çoğaltmak pek zarurîdir. Sizi temin ederim yüzbaşı, bütün saltanat müddetim boyunca hep bunları düşündüm. Bazı im kânlar da aradım . Fakat bu noktada en korktuğum şey, yabancı sermayenin, m evcut kapitülâsyonları daha tahammül edilmez bir hale sokması İhtimali İdi.” 

Sultan ikinci Abdülhamid Han'ın şehzadeliği zamanında çizilmiş bir resmi

Sultan ikinci Abdülhamid Han’ın şehzadeliği zamanında çizilmiş bir resmi

(Sultan İkinci Abdülhamid Han)

Bilindiği üzere Sultan İkinci Abdülhamid Han, 27 Nisan 1909 tarihinde ittihatçılar tarafından tahttan indirilmişti. Daha sonra İstanbul’dan da uzaklaştırılarak Selanik’te bulunan Alatini Köşkü’nde ikamete mecbur tutuldu. Sultanın, Selanik’te bulunduğu sırada koruması Debreli Zünnun Bey’e memleket politikasıyla alakalı anlattıkları onun memleketine ve halkına olan sevgisini ve uzakları görebilme maharetini açıkça göstermektedir.

Memleket Politikası

İşte Abdülhamid Han’ın tespitiyle bazı memleket meseleleri: ” Zünnun Bey, şimdi saltanattan ve günlük dedikodudan uzak, size

Alâtin¡ Köşkü (SELANİK)

Alâtin¡ Köşkü (SELANİK)

düşündüklerimi söyleyeyim. Bizim memleketin malî buhranları yüz yıldan beri devam etmektedir. Giriştiğimiz sonugelmeyen savaşlar, devletin hâzinesini boşaltmış, memleket halkını fakirleştirmiştir. Memleketin gelişmesi için Meşrutiyet idaresini yeniden kurarken, Meclis-i Mebusan’ı tekrar açarken, köyler ve şehirlerimiz için şunları düşünüyordum: Bizim kalkınmamızda ziraatın yanında, hayvancılığın büyük bir rolü olmalıdır. Bu memleket gerek küçükbaş ve büyükbaş, gerek kümes hayvanlarının yetişmesine, gelişmesine müsaittir. Bunun için köylümüzün hayvan yemini teşkil eden maddelerin ziraatına büyük ehemmiyet vermesi lâzım gelir. Sonra hayvanı maddeler olan, süt, sütlü maddeler, yumurta üretimi çok gereklidir. Bu suretle içte gürbüz bir neslin yetişmesine imkân vermiş, dışarıya da bunları ihraç ederek esaslı bir gelir kaynağı elde etmiş oluruz. Bizim mühim bir hususiyetimiz meyve memleketi olmamızdır. Bilhassa bağcılık, sebzecilik ve konservecilik bu yurda büyük bir gelecek vaad etmektedir. İşte ele alınacak mühim mevzular!.. Köylerimizde bal arılarının petekleri de azdır.

Fırat ve Dicle'nin birleşerek döküldüğü Basra Körfezi'ni gösteren bir harita

Fırat ve Dicle’nin birleşerek döküldüğü Basra Körfezi’ni gösteren bir harita

Flâlbuld bu memleket bu sahada iyi bir mahsûl elde edebilir. Diğer taraftan yabanî zeytin ve fındık ağaçlarını da aşılamak, bu iki mühim kaynağımızı geliştirmek icap eder. “Sulama mevzuu da mühimdir. Nehirlerimizi kanallarla birleştirmek ve Mısır’da Asvan’da olduğu gibi birtakım barajlar vücuda getirmek elzemdir. Fırat ile Dicle’yi, Seyhan ile Ceyhan’ı, Sakarya ile Kızılırmak’ı daha faydalı bir hale getirmek mümkündür. Bütün limanlarımızı, bilhassa Karadeniz ve Akdeniz limanlarımızı baştanbaşa inşa etmek, Anadolu ve Rumeli demiryollarını çoğaltmak pek zarurîdir. Sizi temin ederim yüzbaşı, bütün saltanat müddetim boyunca hep bunları düşündüm. Bazı imkânlar da aradım. Fakat bu noktada en korktuğum şey, yabancı sermayenin, mevcut kapitülâsyonları daha tahammül edilmez bir hale sokması ihtimali idi. Esasen düşmanlarımızın malî tazyiki altındayız. Borçlarımız pek fazladır. Yabancı sermaye memleketi bu suretle daha müşkül bir vaziyete sokacaktır. Bir müstemleke haline gelmekten korktum .” Yüzbaşı Zünnun Bey, İkinci Abdülhamid H an’ın bütün bunları, büyük bir ciddiyet ve samimiyet içinde anlattığını söylemektedir. Dışarıdan alınan malî yardımlar, borçlar ve AvrupalIlarla ilgili olarak Abdülhamid H an’ın anlattıklarını ise şu şekilde nakletmektedir:
tahammül edilmez bir hale sokması ihtimali idi. Esasen düşmanlarımızın malî tazyiki altındayız. Borçlarımız pek fazladır. Yabancı sermaye memleketi bu suretle daha müşkül bir vaziyete sokacaktır. Bir müstemleke haline gelmekten korktum .” Yüzbaşı Zünnun Bey, İkinci Abdülhamid H an’ın bütün bunları, büyük bir ciddiyet ve samimiyet içinde anlattığını söylemektedir. Dışarıdan alınan malî yardımlar, borçlar ve AvrupalIlarla ilgili olarak Abdülhamid H an’ın anlattıklarını ise şu şekilde nakletmektedir:

Beyrut Limanı inşaatı - LÜBNAN

Beyrut Limanı inşaatı – LÜBNAN

Yabancılarla Münasebet ve Borçlar

“Saltanatım zamanında aslen Midilli Adası’ndan olup, Fransız tebaalı bir sermâyedara devletin akçe borcunun ödenmemesini, faiz ve taksitlerin hâzineden verilm emesini, Fransa hüküm etinin nasıl bahane ederek M idilli’ye harp gemileri gönderip asker çıkardığını ve adayı nasıl işgal ettiğini hâlâ unutamadım. H atta Frasızların, daha ileri giderek İstanbul limanındaki rıhtım im tiyazının kendilerine ait olmasını isteyerek rıhtıma asker çıkardığını ve bu suretle devletin nasıl tazyik edildiğini pek iyi hatırlıyorum. ” Bu durumu duyunca çok üzüldüm ve hazine-i hâssadan bu borcun altın para olarak derhal ödenmesini emrettim. Böylece Midilli Adası ve İstanbul rıhtımları Fransız işgalinden kurtarıldı. İşte bu misal, yabancı sermayeyi memlekete davetten alıkoymuştu.

Hicaz bölgesinde hac yolunu ve telgraf hattını gösteren bir harita (BOA.HRT, 475

Hicaz bölgesinde hac yolunu ve telgraf hattını gösteren bir harita (BOA.HRT, 475

Hicaz Demiryolu yapılırken Hayfa taraflarında, 110 m uzunluğundaki demir köprünün yük ayaklarından birinin inşası

Hicaz Demiryolu yapılırken Hayfa taraflarında, 110 m uzunluğundaki demir köprünün yük ayaklarından birinin inşası

Dünya Siyaseti

“Birisinin kara orduları bilgisinden, ötekinin deniz kudretinden istifade etmek için, Osmanlı Devleti’nin iki dostu olarak Almanya ile İngiltere’nin aynı seviyede muhafazası lâzımdır. Bu sebeple yıllarca İngiltere ile dostluk mevzubahis olunca Kıb- nslı Kâmil Paşa’yı, Almanya ile ahbaplığı idame ettirmek maksadıyla Avlonyalı Ferid Paşa’yı iki koz olarak daima elimde tuttum. Bu iki devlet dışında Rus Çarlığı bizim için hayati bir ehemmiyete sahipti. Ecdad-ı kiramım, Moskoflarla iki yüz seneden beri savaşmışlardı. Ben saltanatımın başında Ruslarla harp ettim. Buna şiddetle aleyhtar idim. O zamanki kaynaklarımızın bu muharebeyi yürütemeyeceğine kani idim. Fakat Mithat Paşa, gözünü zaferlerin verdiği hayallere dikmişti. Bu işi çok kolay zannediyordu. Meclis-i Mebusan üzerinde tesir icra etti. Harp ettik, mağlup olduk ve Rusları İstanbul kapılarına kadar getirerek, ‘hasta adam’ tabiriyle ifade edilen devletimizi müşkül bir duruma soktuk. Fakat bu bana, bir ders olmuştu. Ondan sonra daima savaştan çekindim. Yalnız Yunanlıların hareketlerine susmak kabil değildi. Dömeke Zaferi’yle Atina kapılarına kadar dayandık. Bu, bizim için bir kuvvet tecrübesi olmuş ve Alman imparatorunu ayağımıza kadar da koşturmuştu. Yunanlılara biraz müsamahakâr davranmakla evvelâ Almanya’yı kazanmış, İngilizleri de bizimle yeni anlaşmalar yapmaya sevk etmiştik. “İttihatçılar, İstanbul üzerine yürüyüşlerinden cesaret alarak bu devleti birtakım feci maceralara sürükleyecekler, belki de Turancılık gayretiyle veya İslamcılık siyasetiyle korkarım ki hem Çarlık Rusya, hem de Büyük Britanya İmparatorluğu ile aynı zamanda harbe gireceklerdir. Allah göstermesin, böyle bir hal vukuunda Osmanlı Devleti ‘nin parçalandığına şahit olacağız, zira İngiltere’nin dâhil olduğu bir harbin kaybedileceğini hiç zannetmiyorum. Çarlık Rusya ise, içi ne kadar köhne olursa olsun, mevcudiyetini muhafaza edebilecektir. Hiç olmazsa millet olarak ayakta kalacaktır.
İnşaaUah, İttihatçılar böyle bir tecrübeye girişmek hevesinde bulunmazlar, zira bu bizim memleket için hakikî bir felâket olacaktır!” Nitekim, Abdülhamid Han’dan idareyi teslim alan yönetim, memleket için büyük felâket ve ziyanlara sebep olmuştur. İtalyanlar 1911’de Trablusgarp’ı işgal etmiş, 1912’de Balkan Harbi yenilgisi olmuştur. İki büyük kıta ile irtibatımız kesilmiş, Afrika’da bir milyon iki yüz bin, Rumeli’de ise, iki yüz elli bin kilometrekare toprak elden gitmiştir. Bundan bir asır evvel, 1909’da bu tesbitleri yapmış olan Sultan İkinci Abdülhamid H an’a uzakları görebilen bir hükümdar demeyip ne diyeceğiz?.. »٤؛ Kaynak: Samih Nafiz Tansu, iki Devrin Perde Arkası, Hilmi Kitabevi, İstanbul 1957, s. 36-39.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir