wiki

Vedâ Haccı

ekran-alintisiVedâ Haccı Hicretin onuncu senesinde Sevgili Peygamberimiz hac için hazırlanıp, Medine’deki Müslümanların da hazırlanmalarını emir buyurdu. Medine dışında bulunan Müslümanlara da haber gönderdi. Bu haber üzerine binlerce Müslüman Medine’de toplandı. Hazırlıklar tamamlanınca Peygamberimiz Zilka’de ayının 25. günü 40 bin kişilik bir kâfile ile öğle namazından sonra Medine’den hareket etti. 100 kurbanlık deve götürdü. 10 gün süren yolculuktan sonra Zilhicce ayının 4. günü Mekke’ye vardılar. Yemen’den ve diğer beldelerden hac yapmak üzere gelenlerin de katılmasıyla Müslümanların sayısı 124 bine ulaştı. Peygamberimiz zilhiccenin 8. günü Mina’ya, 9.günü (arefe günü) Arafat’a gitti. Arafat Vâdisinin layan, Fâtımâ’ya; “Ağlama, zîrâ benim/ehlimortasmda öğleden sonra Kusvâ adlı devesinin üs- den bana ilk kavuşan seiı olacaksın.” buyurdu, tünde Vedâ Hutbesifni okudu. Cebrâil aleyhisşeİâm Peygamber efendimize Sevgili Peygamberimiz bu hutbesinde kan dâ- her sene o zamana kâdar nazil olan âyetleri okumak vâlan, fâiz, kumar, her türlü zulüm gibi câhiliyye üzere’seneâ^Sp’kere/gelirdi. Vefât edeceğLşene iki devrine âit bütün kötülüklerin kaldırıldığını bildir- kere gelip Kur’âüg.^eçlı^i iki defa baştan sona di ve insan haklarını anlattı. Allahü teâlânın emir- okudu. N i ~ lerini ve yasaklarını, erkeklerin kadınlar ve kadın- Resûlullah salİallahü aleyhi ve sdİem vefât et lann da erkekler üzerindeki haklarını, Müslüman- meden ^bır müddet önce akî mezarlığında ve lann kardeş olduğunu ve daha birçok husûsu bil- Uhud’/i^ kabrim ziyaret dirdi. Eshâb-ı kirâmla vedâlaştı. (Bkz. Veda Hutbesi)Peygamber efendimiz Vedâ Hutbesi’ni oku- Jkfem^ Ebû duğiı gün; “Bu gün sizin dîninizi kemâle erdir- Müv^yfiiîj’ejdön^ dim. Üzerinize nimetimi tamamladım. Size din dünyâ hazîneleriyle âhiiret nimetlerini seçmede olarak İslâm dînini seçtim.” (Mâide sûresi: 3) serbest bırakıldım. İstersen dünyada bakî ol, meâİindeki âyet nâzil oldul Peygamberimiz bu sonra Cennet’e git, istersen likâullah (Allah’a kaâyet-i kerîmeyi Eshâb-ı kirâma okuyunca hazret- vuşmak) hâsıl olup Cennet’e* gir dediler. Ben lii Ebû Bekr ağlamaya başladı. Eshâb-ı kirâm ağla- kâullahı ve sonra Cennet’i seçtim.” buyurdu, masının sebebini sorunca; “Bu âyet, Resûlullah’m Sevgili Peygamberimiz vefâtmdan önce humvefâtımn yakın olduğuna delâlet ediyor, onun için ma hastalığına tutuldu. Bu hastalık 13 gün sürdü. ‘ ağlıyorum.” buyurdu. Bu müddetin son 8 gününü hazret-i Âişe’riinodaPeygamber efendimiz Mekke’de 10 gün kalıp sında geçirdi. Hastalığının ilk günlerinde ve ateşi Vedâ Haccını yaptı ve vedâ tavâfı yaparak Medi- düştüğü sıralarda mescide çıkıp Eshâbma namaz ne’ye döndü. Vedâ Haccından sonra Eshâb-ı kirâm kıldırıyordu. Resûlullah efendimizin bildirdiği ve emrettiği şey- Hastalığının ikinci günü hazret-i Ali ve Fazl . leri gittikleri yerlerde anlattılar. bin Abbâs kollarına girerek mescidi teşrif etti. Hicretin onuncu yılında vukû bulan bir hâdi- Minbere oturup hamd ve senâdan sonra; “Ey Esse de Peygamberlik iddiasında bulunan yalancıların hâbım, bilmiş olunuz ki aranızdan ayrılmam ortaya çıkmasıdır. Bunlardan birisi Yemen’de or- yaklaştı. Kimin bende hakkı varsa benden is- taya çıkan Esved-i Ansî’dir. Şanlı Peygamberimi- tesin. Benim yanımda sevgili olan benden hak-:
zin emri üzerine Esved-i Ansî Yemen’deki Müs- kını istesin veya helâl etsin ki Rabbime ve rah- lümanlar tarafından evinde öldürüldü. Diğeri de metine bunları ödemiş olarak kavuşayım.” bu- . Müseylemet-ül Kezzâb’dır. Peygamber efendimi- yurdu. Sonra minberden inip, öğle namazını kıl- zin vefâtmdan sonra Ebû Bekr radıyallahü anh dırdı. Namazdan sonra tekrar minbere çıkıp na- Müseyleme üzerine Hâlid bin Velîd kumandasın- mazdan önce buyurduğunu tekrar etti. Bunun üze- da bir ordu gönderdi. Müseyleme de öldürüldü. rine Eshâbdan biri kalkıp üç dirhem alacağı oldu- Peygamberimiz hicretin on birinci yılında has- ğunu söyleyince hemen ödedi. , talânıp, vefâtmdan kısa bir zaman önce Müslü- Peygamber efendimizin hastalığının arttığı manlar için büyük bir tehlike olan Bizans üzerine günlerde Eshâb-ı kirâma yaptığı vasiyetlerden bi- gönderilmek üzere Üsâme bin Zeyd komutasında bir ri de şöyledir: ” Müşrikleri Arabistan’dan çıka- ordu hazırladı. Ordu hareket etmek üzereydi, fakat rınız. Size gelen elçilere benim yaptığım gibi Resûlullah’m hastalığı ağırlaşınca hareket etmeıfe^ ikrâm ve ihsânda bulununuz.” Bu ordu daha sonra hazret-i Ebû Bekr’İn hâiîieli?^^ Vefâtmdan beş gün önce hastalığı biraz günlerinde Bizansl|^zerin^gidipr:parlak ‘ ledi ve mescidi teşrif edip, minbere çıkarak EshâbzafWlef:ka^andı,;Sevgili Peyğj|ı kirâma; “Ey Eshâbım, hiçbir peygamber ümmed. ^eyhi^selâmm,y£f|trd£ ou yılda ojclu. meti içinde’ebedî olarak yaşamadı. Biliniz ki, .< ^ ‘ ben de Rabbime kavuşacağım. Muhakkak ki Pd^gaînberimiz Vedâ Haccmda MiM’da bu- * siz de Rabbiıiize kavuşacaksınız. Dünyâda hiç lunduğu şırada; ” Allah’ın yardımı ve zafçfc günü kimse kalmaz. Her şey Allah’ın irâdesine bağgelip insanların Allah’ın dînine akın akın gir- lıdır. Allah’ın takdir buyurduğu zaman,ne öne diklerini görünce, Rabbini överek, tesbîh et! /. alınır, ne de o zamandan’kaçılır. Sizinle bulu: O’ndan |if,dileî Cünkü O, tövbelerUdâiıçâ ka-“^ saçağımız yer, Kevser Havzınm başıdır. Her .
en son- kim benimle Kevser Hayzı kenârında buluş-; Peygamber ef^ncliiniz kızı hazjgjpi^ mak isterse elini ve dilini korusun, günahlardan ^ ,
Fâtıma^ı çağırıp; “Bana kendi vefatım Baber ^sakınsın. E^. Eshâbım! Allah kullarından birir:,.; yerildi.” buyurdu.Bunun üzerine^ kğlamaya başf.‘. ni dünyâ hayâtıyla âhiret hayâtini serbest serbest bıraktı. Fakat bu kul âhiret hayâtını seçti.” buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr Resûlullah efendimizin bu sözleriyle vefâtına işâret buyurduğunu anlayarak ağlamaya başladı. Peygamber efendimiz; “Ağlama yâ Ebâ Bekr!” buyurarak onu teselli etti ve; “Bana her bakımdan en faydalı olanınız Ebû Bekr’dir.” ve “Mescide açılan kapılardan Ebû Bekr’inki hâriç hepsini kapatınız.” buyurdu. Sonra minberden inerek hazreti Âişe’nin odasına döndti. Biraz sonra Eshâb-ı ki- râmıri çok üzülmesi ve endişeleri üzerine hazreti Ali ve Fazl bin Abbâs’m koltuğuna girdiği halde tekrar mescide geldi. Minberin alt basamağına durup Eshâb-ı kirâma son hutbesini okudu ve vasiyetini yaparak şöyle buyurdu: “Ey Muhâcir- ler, size Ensar hakkında hayırlı olmanızı vasiyet ederim. Onlar benim has cemâatimdir. Onlar sizi evlerinde misâfir edip, her hususta sizi nefslerine tercih ettiler. Eshâbım! İlk Muhâ- cirlere de hürmet etmenizi vasiyet ederim. Bütün Muhâcirler birbirlerine hayırlı olsunlar. Her iş Allahü teâlânm izniyle olur. Allahü teâ- lânın irâdesine karşı çıkanlar sonunda mağlup olurlar. Allahü teâlânın emrine uymak istemeyenler, muhakkak aldanırlar.” Daha önce hazreti Ebû Bekr’deri memnûniyetini belirttiği gibi bu hutbede de hazret-i Ömer’den memnuniyetini belirtti ve; “Ömer benimledir, ben de onunlayım. Benden sonra hak Ömer’le berâberdir.” buyurdu. Resûlullah efendimiz bu hutbeden sonra minberden indi ve Eshâbdan ayrılıp odasına çekildi. Vefâtma üç gün kala bir yatsı vaktinde namaz için ezân okunmuştu. Peygamber efendimiz namazın kılınıp kılınmadığını sorunca; “Cemâat sizi bekliyor yâ Resûlallah!” denildi. Resûlullah cemâate gitmek istedi. Cemâate gidecek takat bulamayınca; “Ebû Bekr’e söyleyin namazı kıldırsın.” buyurdu. Resûlullah efendimiz bu emrini üç defâ tekrarladı. Hazret-i Ebû Bekr üç gün cemâate namaz kıldırdı. Sevgili Peygamberimiz vefât ettiği günün sobalı namazı vaktinde mescide açılan odanın kapısındaki perdeyi kaldırdı. Hazret-i Ebû Bekr cemâate sabah namazını kıldırıyordu. Eshâbına bakıp onların namazda saf tutup durduklarını görünce sevinerek tebessüm etti. Sonra da mescide girdi. Resûlullah’m teşrifini fark eden hazret-i Ebû Bekr mihrabdan çekilmek üzereyken Resûlullah eliyle yerinde durması için işâret edip, oturduğu yerde Ebû Bekr’e radıyallahü anh uyarak sabah namazını kıldı. O gün hastalığı hafiflemişti. Namazdan sonra Eshâbri kirâma dönüp; “Ey insanlar! Siz Allahü teâlânın hıfzındasınız ve sizi Allahü teâlâya emânet ettim., Takvâ üzere olun. Âl- lahü teâlâdan korkun. Allahü teâlânın emrini tutun ve itâat edin. Ben bu.dâr-ı dünyâdan ay \

rıhrım.” buyurdu. Sonra mescitten odasına geçti. Bu Eshâb-ı kirâmın Resûlullah efendimizi son görüşü oldu. Resûl-i ekrem efendimiz hazret-i Âişe’nin hüc-, resine girip yattığı sırada, Üsâme bin Zeyd huzûru- na geldi. Resûlullah efendimiz 23 senelik peygamberlik müddetinde son olarak Suriye tarafında Bizans üzerine gidecek bir ordu hazırlamıştı. Bu orduya kumandan tâyin ettiği Üsâme bin Zeyd’e hareket etmesini buyurdu. Bu sırada hastalığı şiddetlenen Peygamber efendimiz kızı hazret-i Fâtımâ’yı çağırıp kulağına birşeyler söyledi. Hazret-i Fâtımâ ağlamaya başladı. Sonra bir şeyler daha söyleyince haz- ret-i Fâtımâ güldü. Resûlullah efendimiz hazret-i Fâtımâ’ya vefât edeceğini söyleyince hazrpt-i Fâtı- ma ağladı. Sonra da; “Sana müjde olsun ki bütün ehlimden önce sen bana kavuşursun.” buyurdu. Bunun üzerine hazret-i Fâtıma sevinip güldü. Resûl-i ekrem efendimiz vefât edeceği sırada hazret-i Ali’ye, hazret-i Âişe’ye vasiyette ve nasî- hatta bulundu. Bu sırada ağlayıp gözyaşı döken hâzret-i Fâtımâ’ya; “Kızım bir miktar sabreyle, ağlama. Zîrâ Hamele-i Arş (melekler) senin ağlaman üzerine ağlaşırlar.” buyurdu. Hazret-i Fâ- tımâ’nın göz yaşını sildi. Teselli verip Allahü teâlâdan sabır vermesini diledi ve; “Eykızım, benim rûhum kabz olacak. (İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn) diyesin. Ey Fâtımâ, gelen her musibete bir karşılık verilir.” buyurdu. Bir müddet mü-, bârek gözlerini kapayıp sonra; “Bundan sonra babana üzüntü ve gussa (keder, tasa) olmaz. Zı- râ fânî âlemden ve mihnet yerinden kurtuluyor.” buyurdu. Sonra hanımlarına nasihat buyurdu. Torunları hazret-i Haşan ve hazret-i Hüseyin’i yanına alıp, onlara şefkatle bakarak almlarmdan öptü. Sonra da hazret-i Ali’yi yanma çağırıp mü- bârek başını onun koluna dayayarak oturup; “Yâ Ali, zimmetimde filan Yahûdînin şu kadar malı vardır. Asker hazırlamak için almıştım. Sakın onu ödemeyi unutma. Elbette zimmetimi kurtarırsın ve Kevser Havzı başında benimle görüşeceklerin birincisi sensin. Benden sonra sana çok zarar gelir, sabır edesin. İnsanlar dünyâyı istedikleri vakit sen âhireti seçesin.” buyurdu. Resûlullah efendimiz vasiyetini tamamladıktan sonra hâli değişti, yatağına yatırdılar. Rebiülevvel ayının on ikisinde Pazartesi günü öğleden evvel Cebrâil aleyhisselâm gelip;. “Yâ Resûlallah! Cennetleri süslediler, Hûri ve Rıdvan donandı. Allahü teâlâ sana hiç kimseye verilmeyen çok şeyler ihsân etti. Kevser Havzı, Makam-ı Mah- mûd ve Şefâat-i ümmet verdi. Kıyâmet gflnü sen râzı oluncaya kadar ümmetini bağışlar. Yâ Reşû- lallah; Melek-ül Mevt kapıda beklemektedir. İçeri girmeye izin ister. Şimdiye kadar kimseden izin istememiştir. Bundan sonra da istemez.Sevgili Peygamberimizin izni üzerine Azrâil aleyhisselâm içeri girip selâm verdi ve sonra; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ beni senin huzûruna gönderdi. Senin emrinden dışarı çıkmamamı buyurdu.; Dilersen şerefli ruhunu kabz edip ulvî âleme yükselteyim, yoksa dönüp gideyim.” dedi. Cebrâil aleyhisselâm; “Ey Habîbullah! Allahü teâlâ sana müştâktır (âşıktır).” dedi. Sonra selâm verip vedâ ederken; “Ey Muhammed; Ey Ahmed! Bundan sonra vahiy için bir daha gelmem ve Hak teâlânm haberini yer yüzüne getirmem. Benim maksûdum ve matlûbum sen idin yâ Resûlallah.” dedi. B,uri- dan sonra Peygamber efendimizin; “Ey Azrâil vazifeni yap.” buyurması üzerine, mübârek rû- hunu kabz etti. Böylece Resûl-i ekrem efendimiz Hicretin ori birinci yılında (Mîlâdî 632) Rebiü- levvel ayınm 12’sinde Pazartesi günü öğleden evvel vefât etti. Vefât ettiğinde Kamerî seneye göre 63, şemsî seneye göre 61 yaşında idi. Eshâb-ı kirâm, Resûlullah efendimizin vefâtı üzerine pekçok üzülüp gözyaşı döktüler. Çoğunun dili tutulup bir müddet konuşamaz oldu. Ebû Bekr radıyallahü anh Resûlullah’m yanma girip mübârek yüzünden örtüyü kaldırarak mübârek alnından öptü. Sonra başını kaldırıp, mübârek alnından tekrâr öpüp; “Âh Sâfi” dedi. Bir daha öpüp, “Âh dost” dedi. Sonra mübârek pazusunu öpüp ağladı. “Anam babam sana fedâ olsun! Dirin ve ölün tayyib, temiz ve ne güzeldir!” dedi. Ve; “Eğer ihtiyarımız elimizde olsaydı canlarımızı yoluna fedâ ederdik. Eğer sen bizi men etmeseydin, gözlerimizden pınarları akıtırdık.” Sonra salâtü selâm okuyup; “Yâ Resûlallah, bizi Rabbinin katında hatırla.” dedi. Sonra dışarı çıktı. Mescitte minbere çıkarak Eshâb-ı kirâma bir hutbe okudu. Allahü teâlâya hamd ve sena etti. Resûl-i ekrem efendimize sallallahü aleyhi ve sellem salât okudu. Sonra şöyle dedi: “Her kim Muhammed’e îmân etmişse bilsin ki, Muhammed aleyhisselâm vefât etti. Herkim Allahü teâlâya tapıyorsa O, Hayy, diri ve Bâkî’dir, ölmez, ebedîdir.” buyurdu ve sonra; “Mfuhammed de kendinden önce geçen Resuller gibi Resûldür. Eğer O vefât eder, yâhut öldürülürse, siz dîninizden, yâhut cihaddan, eski hâlinize dönecek misiniz? Böyle değişen, Allahü teâlâya zarar vermez, kendine zarar eder. İslâm ve sebatta şükredenlere muhakkak mükâfat verecektir.” (Âl-i îmrân sûresi: 144) meâlin- deki âyet-i kerîmeyi okudu. Hazret-i Ebû Bekr Eshâb-ı kirâmı ve Ehl-i beyti teselli etti. İlk anda acı haber üzerine çok şaşıran Ömer radıyalİahü anh,Ebû Bekr’i radıyalla- hü anh dinleyince kendine geldi. Peygamberimizin vefât ettiği gün Eshâb-ı kirâm yapılan umûmî bir biatle frazret-i Ebû Bekr’i halîfe seçtiler. Resûlullâh efendimizin cenâzesi vefât ettiği
günden sonra, salı günü yıkandı ye kefenlendi. Gasl (yıkama) işine bizzat hâzret-i Ali, hazret-i Ab- bâs ve hazret-i Abbâs’m oğullan Fazl ve Kuşem de yardım ettiler. Üsâme ile Şükran Sâlih radıyalia- hü anhümâ da su döktüler. Peygamber efendimiz gömleği üzerinde olduğu halde üç kere yıkanip uç kat yeni beya’z kefene sanldı. Bundan sonra mübârek cesedi sedir üstüne konulup bulunduğu odanın kapısı Eshâb-ı kirâma açıldı. Eshâb-ı kirâm grup grup odaya girip cenâze namazı kıldılar. Salıyı çarşambaya bağlayan gece (çarşamba gecesi) yansı mübârek rûhu alındığı yerde defn olundu. Mübârek ceşedinikab- re Ali, Fadl, Üsâme ve Abdunahmân bin Avf ra- dıyallahü anhüm indirdi,’ Kıyâmet günü kabirden en önce O kalkacaktır. En önce O şefâat edecektir. En önce O’nun şefâati kabul olunacaktır. Cennet kapısını önce O açacaktır. Resûl-i ekrem efendimizin vefâtı üzerine bütün Müslümanların kalpleri yandı, çok üzüldüler. Peygamber efendimiz bizim bilmediğimiz bir hayat ile, şimdi kabrinde hayattadır. Cesedri şerîfi as- lâ çürümez. Kabrinde bir melek durup, ümmetinin söyledikleri salevâtı kendisine haber verir. Minberi ile kabr-i şerîfi arası Cennet bahçesi gibi kıymetlidir, Kabr-i şerifini ziyâret etmek, çok sevab ölari kıymetli bir ibâdettir. “Beni ziyâret edene şefâ- atim vâcib olur.” buyürmuştur. , Hazret-i Fâtıma, babasının vefâtmdan duyduğu üzüntüyü şu mersiye ile dile getirdi: “Benim üzerime öyle musibetler döküldü ki, eğer onlar gündüzlerin üzerine dökülseydi gece olurdu.” Peygamber efendimizin görünüşünün anlatılmasına İslâm terminolojisinde “Hilye-i Saadet” denilmiştir. Peygamberimizin mübârek bedeninin dış görünüşü bütün incelikleriyle bu Hilye-i Saâ- det yazılarında bildirilmiştir, Bunları okuyanlar, Peygamber efendimizin rûhen olduğu gibi bedenen de hiç eksiksiz ve kusursuz, insanların en güzeli ve her bakımdan en üstünü olduğunu anlarlar. İslâm dünyâsında bu konuda pekçok eser yazılmiştır. (Bkz. Hilye-i Saâdet) Peygamber efendimizi medheden on binlerce kitap, kaside ve diğer eserler yazılmıştır. Bunları yazanlar içinde şöhretleri vesanatlân bütün dün^ yâyı ve asırları kaplamış olanları dahi, O’nu met- • hetmekten âciz olduklarını beyan etmişlerdir. Arap, Fars ve Türk edebiyâtında görülen Nât- lar hep O’nün için yazılmıştır. Resûlullah efendimiz günümüzde de bütün dünyâ milletlerinin, ilim adamlârınin, devlet, siyâset ve fikir adamlarının, ediplerin, târihçi ye askerî şahsiyetlerin âlâkasinı çekmekte, bunların herbiri O’nu biraz inceledikten soma Hayranlık ve şaşkınlıklarım, dile getirmektedirler. Müslüman
olmayanlar, Habîb-i ekrem efendimizin sâdece yordu. Ben de iplik eğiriyordum. Mübârek yüzü- idâreciliği, dehâsı, askerî, sosyal ve diğer taraf- ne baktım. Parlak alnından ter damlıyordu. Ter larını görmekte, yalnız bunlara bakarak O’nu ta- damlası, her tarafa nûr saçıyordu. Gözlerimi ka- nımaya çalışmaktadırlar. Gördükleri fevkalâde maştınyordu. Şaşakaldım. Bana doğru bakıp; “Sa- ve hiçbir insanda görülmemiş üstünlükler karşı- na ne oldu ki böyle dalgın duruyorsun?” bu- sında acze düşmekle berâber, O’na peygamber yurdu. “Yâ Resûlallah! Mübârek yüzündeki nûr- gözüyle bakmadıkları için, O’nu tanımaktan ve larm parlaklığına ve mübârek alnındaki ter tâne- anlamaktan çok uzak kalmaktadırlar. Müslü- lerinin saçtıkları ışıklara bakarak kendimden geç- manlar da Peygamber efendimizin güzellik ve tim.” dedim. Resûlullah kalkıp yanıma geldi. Göz- üstünlüklerini ilimleri, ihlâslan ve O’na olan mu- lerimin arasını (alnımı) öptü ve; “Yâ Aişe! Alla- habbetleri kadar derece derece görmekte ve an- hü teâlâ sana iyilikler versin! Beni sevindirdi- layabilmektediler. Bunlardan zâhir âlimleri O’nun ğin gibi, seni sevindiremedim.” buyurdu. Yâni, zâhirî vasıflarını, bâtın âlimleri de bâtmî güzel- senin beni sevindirmen, benim seni sevindir- liklerini görebildikleri kadar dile getirmişlerdir. memden çoktur, dedi.” Hazret-i Âişe’nin mübârek Ulemâ-i râsihîn denilen hem zâhir ve hem de bâ- gözlerinin arasını öpmesi, Resûlullah efendimizi tın bilgilerinde üstâd ve Peygamber efendimize severek, O’nun cemâlini anlayarak gördüğü için vâris olan yüksek İslâm âlimleri ise O’nu bütün âferin ve takdir olmaktadır, güzellikleriyle görmüş ve âşık olmuşlardır. Bun- Resûlullah efendimizin Kurfân-ı kerîm’de ların en başında Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü geçen isimlerinden biri de Kur’ân-ı^kerîm’in kal- anh gelmektedir. O, Resûlullah efendimizdeki bi olan Yâsîn sûresindeki “Yâsîn” kelimesidir, nübüvvet nûrunu görmekte, O’nun üstünlük, gü- Ulemâ-i rasihînin büyüklerinden olan Seyyid Ab zellik ve yüksekliklerini idrâk ederek, O’na âşık dülhakîm-i Arvâsî hazretleri; “Yâsîn, ey benim olmakta öyle ileri gitmiştir ki, başka hiçbir kim- muhabbet deryamın dalgıcı olan habîbim, dese Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh gibi ola- mektir.” buyurmuştur. Bu dery ânın ismini duy anmamıştır. Ebû Bekr-i Sıddîk radıyallahü anh her 1ar, uzaktan görenler, yakınma gelenler, içine gi- an, her baktığı yerde Resûlullah’ı görürdü. Bir ke- rip nasîbi kadar derine inenlerin hepsi, ömürleri- resinde hâlini; “Yâ Resûlallah! Nereye baksam si- nin her safhasında Resûlullah efendimizin aşkı zi görüyorum. Helâda bile, karşımdasınız, uta- ile yanıp tutuşmuşlar, yanık feryâdlar, içli göz- nıyorum.” diye arzetmişti. Bir keresinde de; “Bü- yaşlan ve yakıcı mısralarla bu aşklarını dile ge- tün iyiliklerimi, sizin bir sehvinize (yanılmanıza) tirmişlerdir. Bunların içinde en büyük ve meşhur- değişirim.” demişti. Resûlullah efendimizin gü- larmdan olan ve bu muhabbet deryasından büyük zelliğini eh iyi görüp anlayan ve anlatanlardan bi- pay sahibi olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdadî hazref- ri de zevcât-ı mutahheradan, müminlerin annesi . leri de Sevgili Peygamberimize olan muhabet ve hazret-i Âişe idi. Âişe radıyallahü anhâ âlime, aşkını dile getirdiği kasidelerinden birinde şöyle müctehide, akıllı, zekî ve edibe idi. Gâyet beliğ demektedir: ve fasih konuşurdu. Kur’ân-ı kerîm’in mânâlarını, helâl ve harâmları, Arap şiirlerini ve hesap Server-i âlem, sana âşık olup da, yanarım! ‘ ilmini çok iyi bilirdi. Resûlullah’ı metheden şu iki Her nerede olsam, o güzel cemâlin aranni. .
Kâbe kavseyn tahtının sultânı sen, ben hiçim.; Misafirinim dersem saygısızlık sayarım.
Her şey cihanda senin şerefine bilirim. , Rahmetin yağsa bana herğün olur bahârim. ;;
4 “Eğer Mısır’dakiler, Peygamber efendimizin Herkes Kâbe’yi tavâf için gelir Hicaz’a, yanaklannın güzelliğini işitmiş olsalardı. Güzel- Sana kavuşmak için ben dağlan aşarim. : ; liği dillere destan olan Yûsüf aleyhisselâmm ; zarlığında hiç para vermezlerdi. Bütün mallarını, Seadet tâcına kavuştum ben rüyada. onun yanaklarını görebilmek için saklarlardı. Ze- Ayağın toprağı serpildi yüzüme sakarım. > lîhâ’yı Yûsuf aleyhisselâma âşık oldu diyerekkö- < tüleyen kadınlar Resûlullah’ın parlak alnını gör- Dostunu öven âşıkların bülbülü, ey Gâmî! ia şelerdi ellerinin-yerine-*kalplerini keserlerdi de – Dîvânında şu yazılar, oluyor, tercümanım. – acısını duymazlardı.” ‘ – Yine hazret-i Âişe buyuruyor kîrHBir’ğünR e-‘.^^M sarkmış, şıı^uzkaMş, ü ^ 6irIbpei gibi,” sûlullah mübarek nalınlainnm “kayışlarını çakı- Senin ilısân denizinden bir
beyti Aışe radıyallahü anhâ söylemiştir:
Ve lev semia ehlü Mısra evsâfe haddihî. Lemâ bezelû fî sevmi Yûsüf e min nakdin. Levîmâ Zelîhâ lev reeyne cebînehû Le âseme bilkatil kulûbi alel ey di.Resûlullah’ı sevmek, bütün Müslümanlara farz-ı ayndır, O’nun sevgisi bir gönüle yerleşirse, İslâmiyeti yaşama, îmânın ve islâmın tadına doyulmaz zevkine ermek ne kadar kolay olur. Bu sevgi, iki cihânm efendisine tam uymaya sebeptir. Bu sevgiyle Allahü teâlânın Habîbine ikrâm ettiği sonsuz ve târife sığmaz nîmetlere ve bereketlere kavuşmakla şereflenilir. Küçük, büyük her Müs- lümanı doğrudan doğruya Resûlullah’ın sevgisine götüren Ehl-i sünnet âlimleri ve kitapları bu bereketlerin senetleridir. Muhammed aleyhisselâmm yüksek ahlâkı: Allahü teâlâ, Sevgili Peygamberine verdiği iyilikleri, ihsanları sayarak O’nun mübârek kalbini okşarken, kendisine güzel huylar verdiğini de saymakta; “Sen güzel huylu olarak yaratıldın,”
buyurmaktadır. İkrime radıyallahü anh buyurdu ki: “Abdullah ibni Abbâs’tan işittim; bu âyet-i kerîmedeki, “Huluk-ı azîm” yâni güzel huylar, Kur’ân-ı kerîmin bildirdiği ahlâktır. Âyet-i kerîmede; ”Sen huluk-ı azîm üzeresin.” buyruldu. Huluk-ı azîm demek; Allahü teâlâ ile sır, gizli şeyleri bulunmak, insanlar ile de güzel huylu olmak demektir. .Çok kimselerin İslâm dînine girmesine, Resûlullah’ın güzel ahlâkı sebep oldu.” Muhammed aleyhisselâmm bin mûcizesi göründü, dost düşman herkes de bunu söyledi. Bu kadar mucizelerinin en kıymetlisi, edebli olması ve güzel huyları idi. Ebû Saîd-i Hudrî hazretleri buyurdu ki: “Resûlullah efendimiz, hayvana ot ve
rirdi. Deveyi bağlardı. Evini süpürürdü. Koyunun sütünü sağardı. Ayakkabısının söküğünü dikerdi. Çamaşırını yam^rdı. Hizmetçisi ile birlikte yerdi. Hizmetçisi el değirmeni çekerken yorulunca ona yardım ederdi. Pazardan öte-beri alıp, torba içinde eve getirirdi. Fakirle, zenginle, büyükle, küçükle karşılaşınca, örice selâm verirdi. Bunlarla müsâfeha etmek için, mübârek elini önce uzatırdı. Köleyi, efendiyi, beyi, siyahı ve beyazı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çağrılan yere giderdi. Önüne konulan şeyi, az olsa da, hafif, aşağı görmezdi. Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama yemek bırakmazdı. Güzel huylu idi. İyilik etmesini severdi. Herkesle iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmezdi. Üzüntülü görünürdü. Fakat, çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi. Fakat, alçak tabîatli değildi. Heybetli idi. Yâni saygı ve korku hâsıl ederdi. Fakat, kaba değildi. Nâzik ve cömert idi. Fakat, israf etmez, faydasız yere bir şey vermezdi. Herkese acırdı. Mübârek başı hep önüne eğik idi. Kimseden bir şey beklemezdi. Saâdet, huzur isteyen, O’nun gibi olmalıdır.” Enes bin Mâlik radıyallahü anh buyuruyor ki: “Resûlullah’a on sene hizmetçilik ettim. Bana bir kerre üf demedi. Şunu niçin böyle yaptın, bunu niçin yapmadın buyurmadı”. Yine Mesâbih’de, Enes bin Mâlik diyor ki: “Resûlullah insanların en güzel huylusu idi. Beni bir gün, bir yere gönderdi. “Vallahi gitmem” dedim. Fakat, gidecektim. Emrini yapmak için dışarı çıktım. Çocuklar sokakta
oynuyordu. Onların yanından geçerken arkama baktım. Resûlullah arkamdan geliyordu. Mübarek yüzü gülüyordu; “Yâ Enes! Dediğim yere gittin mi?” buyurdu. “Evet gidiyorum yâ Resûlullah.” dedim.” Ebû Hüreyre diyor ki: “Bir gazâda, kâfirlerin yok olması için duâ buyurmasını söyledik: “Ben,”
lânet etmek için, insanların azâp çekmesi için gönderilmedim. Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzura kavuşması için gönderildim.” buyurdu.” Allahü teâlâ, Enbiyâ sûresinin 107. âyetinde; “Seni, âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik.” buyuruyor. Ebû Saîd-i Hudrî; “Resûlullah’m hayâsı, bâkire İslâm kızlarının hayâlarından daha çoktu.” buyurdu. Enes bin Mâlik radıyallahü anh diyor ki: “Resûlullah bir kimse ile müsâfeha edince, o kimse elini çekmedikçe, mübârek elini ondan ayırmazdı. O kimse, yüzünü çevirmedikçe, mübârek yüzünü ondan çevirmezdi. Bir kimsenin yanında otururken iki diz üzerinde oturur, ona saygılı olmak için mübârek bacağını dikip oturmazdı.” Câbir bin Sümre radıyallahü anh diyor ki; “Resûlullah az konuşurdu. Lüzumlu olduğu zaman veya birşey sorulunca söylerdi.” Bundan anlaşılıyor ki, her Müslümanm faydasız şeyi söylememesi, susması lâzımdır. Peygamber efendimiz gâyet açık ve metodlu konuşur ve kolay anlaşılırdı. Enes bin Mâlik buyuruyor ki: “Resûl aleyhis- selâm hastayı ziyârete gider, cenâze arkasında yürür, çağrılan yere giderdi. Eşeğe de binerdi. Resûl aleyhisselâmı Hayber Gazâsmda gördüm. Yuları bir ip olan eşek üzerinde idi. Resûl aleyhisselâm sabah namazından çıkınca, Medîne çocukları ve işçileri su dolu kablarım önüne getirirler, mübârek parmağını içine sokmasını dilerlerdi. Kış ve soğuk su olsa da, herbirine mübârek parmağını sokar, gönüllerini yapardı.” Yine Enes hazretleri diyor ki: “Bir küçük kız, Resûl aleyhisselâmın elini tutup bir iş için götürseydi, birlikte gider, müşkülünü hallederdi.” Câbir radıyallahü anh diyor¿i: “Resûl aleyhis- selâmdan bir şey istenip de yok dediği işitilmedi.” Enes bin Mâlik radıyallahü anh buyuruyor ki: “Resûl aleyhisselâm ile birlikte gidiyordum. Üzerinde Yemen kumaşından bir palto vardı. Arkadan bir köylü gelip, yakasından öyle çekti ki, paltonun yakası mübârek boynunu çizdi, yeri kaldı. Resûl aleyhisselâm, onun bu hâline güldü. Ona bir şey verilmesi için emir buyurdu.” Resûl aleyhisselâmın komşusu bir ihtiyâr kadın vardı. Kızını Resûl aleyhisselâma gönderdi. Namaz kılmak için örtünecek bir elbisem yok. Bana, namazda örtünecek bir elbise gönder, diye yalvardı. Resûİ aleyhisselâmın o ânda başka elbisesi yoktu. Mübârek arkasındaki*ântâriyi çıkarıp, o kadına gönderdi. Namaz vakti gelince, elbisesiz
Yeni Rehber Ansiklopedisi 312
mescide gidemedi. Eshâb-ı kirâm, bu hâli işitince; “Resûl aleyhisselâm o kadar cömertlik yapıyor ki, gömleksiz kalıp, mescide cemâate gelemiyor. Biz de her şeyimizi fakirlere dağıtalım.” dediler. Allahü teâlâ, hemen İsrâ sûresinin yirmi dokuzuncu âyetini gönderdi. Habîbine, önce meâlen; “Hasislik etme, bir şey vermemezlik yapma.” buyurup, sonra da; “Sıkıntıya düşecek ve namazı kaçırarak, üzülecek kadar da dağıtma! Sadakada ortalama davran.” buyurdu. O gün, namazdan sonra hazret-i Ali Resûlullah’m yanına gelip; “Yâ Resûlaİlah! Bugün, çoluk çocuğuma nafaka yapmak için sekiz dirhem gümüş ödünç almıştim. Bunun yarısını size vereyim: Kendinize entâri alınız.” dedi. Resûl aleyhisselâm çarşıya çıkıp, iki dirhem ile bir entâri satın aldı. Geri kalan iki dirhem ile yiyecek almaya giderken gördü ki, bir âmâ oturmuş; “Allah rızâsı için ve Cennet elbiselerine kavuşmak için, bana kim bir gömlek verir.” diyordu. Almış olduğu entâriyrbu âmâya verdi. Âmâ, entâriyi eline alınca, misk gibi güzel koku duydu. Bunun, Resûl aleyhisselâmın mübârek elinden geldiğini anladı. Çünkü, Resûl aley- hisselâmm bir kere giydiği her şey, eskiyip da- ğılsa bile, parçaları da misk gibi güzel kokardı. Âmâ duâ ederek; “Yâ Rabbî! Bu gömlek hürmetine, benim gözlerimi aç.” dedi. İki gözü hemen açıldı. Resûl aleyhisselâmın ayaklarına kapandı. Resûl aleyhisselâm oradan ayrıldı. Bir dirhem ile bir entâri satın aldı. Bir dirhem ile yiyecek satın almaya giderken, bir hizmetçi kızın ağladığını gördü. “Kızım, niçin böyle ağlıyorsun?” buyurdu. “Bir Ya- hûdînin hizmetçisiyim. Bana bir dirhem verdi. Yarım dirhem ile bir şişe ve yarım dirhem ile de yağ satın al, dedi. Bunları alıp gidiyordum. Elimden düştü. Hem şişe, hem de yağ gitti. Şimdi ne yapacağımı şaşırdım.” dedi. Resûl aleyhisselâm, son dirhemini kıza verdi; “Bununla şişe ve yağ al, evine götür.” buyurdu. Kızcağız, eve geç kaldığım için Yahûdînin beni döğeceğinden korkuyorum dedi. Resûl aleyhisselâm; “Korkma! Seninle birlikte gelir, sana bir şey yapmamasını söylerim.” buyurdu. Eve gelip, kapıyı çaldılar. Yahûdî kapıyı açıp, Resûlullah’ı karşısında görünce şaşırıp kaldı. Yahûdîye, olanı biteni anlatıp, kıza bir şey yapmaması için şefâat buyurdu. Yahûdî, Resûlul- lah’ın ayaklarına kapanıp; “Binlerce insanın baş tâ- cı olan, binlerce arslanm, emrini yapmak için beklediği ey koca Peygamber! Bir hizmetçi kız için, benim gibi bir miskinin kapışım şereflendirdin. Yâ Resûlaİlah! Bu kızı senin şerefine âzâd ettim. Bana îmânı, İslâmî öğret. Huzûründa Müslüman olayım.” dedi. Resûl aleyhisselâm, ona Müslümanlığı öğretti. Müslüman oldu. Evine girdi. Çolüğuna çocuğuna anlattı. Hepsi Müslüman oldu. Bunlar, hep Resûlullah’m güzel huylarının bereketiyle oldu.
Resûl aleyhisselâmın güzel huylan pekçoktur. Her Müslümanın bunları öğrenmesi ve bunlar gibi ahlâklanması lâzımdır. Böylece, dünyâ ve âhi- rette felâketlerden, sıkıntılardan kurtulmak ve o iki cihân efendisinin şefâatine kavuşmak nasip olur. Resûlullah efendimiz şu duâyı çok okurdu: “Âllahümme innî es’elükes-sıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnel-hulkı verridâe bilkade- ri birahmetike yâ erhamerrâhimîn.” Bunun mânâsı; “Yâ Rabbî! Senden, sıhhat, âfiyet ve emânete hıyânet etmemek ve güzel ahlâk ve kaderden râzı olmak istiyorum. Ey merhamet sâhiplerinin en merhametlisi! Merhametin hakkı için, bunları bana ver!”dir. Biz zavallılar da, ulu ve şanlı Peygamberimiz gibi duâ etmeliyiz! Resûl-i ekremin güzel ahlâkından ve âdetlerinden bâzıları: 1. Resûlullah’m ilmi, irfânı, fehmi, yakîni, aklı, zekâsı, cömertliği, tevâzuu, şefkati, sabrı, gayreti, hamiyyeti, sadâkati, emâneti, şecâati, belâgati, fesâhati, fetâneti, melâheti, (güzelliği) verâı, iffeti, keremi, insâfı, hayâsı, zühdü, takvâsı bütün peygamberlerden daha çoktu. Dostundan ve düşmanından gördüğü zararlan, eziyyetleri affederdi. Hiçbirine karşılık vermezdi. Uhûd gazâsında kâfirler yanağını kanatıp, dişlerini kırdıkları zaman,
MUHAMMED ALEYHİSSELÂM
bunu yapanlar için; “Yâ Rabbî! Bunları affet! Câhilliklerine bağışla.” buyurmuştur. 2. Şefkati pekçoktu. Hayvanlara su verir. Su kabını eliyle tutarak doymalarını beklerdi. Bindiği atın yüzünü ve gözünü silerdi. 3. Her çağırana lebbeyk (efendim) diyerek cevap verirdi. Kimsenin yanında ayaklarını uzatmazdı. Diz çöküp otururdu. Hayvan üzerinde giderken, bir yaya görünce, arkasına bindirirdi. 4. Kendisini kimseden üstün tutmazdı. Bir yolculukta, bir koyun kebabı yapılacağı zaman, biri; “Ben keserim” dedi. Bir başkası; “Ben derisini yüzerim.” dedi. Diğeri; “Ben pişiririm.” dedi. Resûlullah da; “Ben odun toplarım.” deyince; “YâRe- sûlallah! Sen istirahat buyur! Biz toplanz.” dediler; “Evet! Sizin her şeyi yapacağınızı biliyorum. Fakat, iş görenlerden ayrılarak oturmak istemem. Allahü teâlâ, arkadaşlarından ayrılıp oturanı sevmez.” buyurdu. Kalkıp odun toplamaya gitti. 5. Eshâbmm oturduklan yere gelince, baş tarafa geçmezdi. Gördüğü aralığa otururdu. Elinde bastonu olarak, bir gün sokağa çıktıkta, görenler ayağa kalktılar; “Başkalarının birbirlerine saygı duruşu yaptıkları gibi, benim için ayağa kalkmayınız! Ben de, sizin gibi bir insanım. Herkes gibi yerim. Yorulunca, otururum.” buyurdu. 6. Çok zaman diz çökerek otururdu. Dizlerini dikip, etrâfma kollarını sararak oturduğu da görülmüştür. Yemekte, giymekte ve her şeyde hizmetçilerini kendinden ayırmazdı. Onların işlerine yardım ederdi. Kimseyi dövdüğü, söndüğü hiç görülmedi. Her zaman hizmetinde bulunan Enes bin Mâlik hazretleri diyor ki: “Resûlullah’a on sene hizmet ettim. O’nun bana yaptığı hizmet, benim O’na yaptığımdan çoktu. Bana incindiğini, sert söylediğini hiç görmedim.” 7. Söküklerini, yırtıklarını kendi de yamar, koyunlarmı kendi de sağar, hayvanlarına kendi de yem verirdi. Çarşıdan satın aldığını eve kendisi götürürdü. Yolculukta hayvanlarına yem verir, bâzan tımar da ederdi. Bunlan bâzan yalnız yapar, bâzan da, hizmetçilerine yardım ederdi. 8. Bâzı kimselerin hizmetçileri gelip kendisini çağırdıklarında, Medine’nin âdetine uyarak, onlarla elele verip yürürdü. 9. Hastaları ziyâret eder, cenâzelerde bulunurdu. Gönül almak için, kâfirlerin ve münâfıkla- rın hastalarını da ziyâret ederdi. 10. Sabah namazlarını kıldırdıktan sonra, cemâate karşı oturup; “Hasta olan kardeşimiz var mı? Ziyâretine gidelim!” derdi. Hasta yoksa; “Cenâzesi olan var mı? Yardıma gidelim!” derdi. Cenâze olursa, yıkanmasında, kefenlenmesin- de yardım eder, namazını kıldırır, kabrine kadar giderdi. Cenâze yoksa; “Rüyâ gören varsa anlatsın! Dinleyelim, tâbir edelim!” derdi.
11. Eshâbından birini uç gün görmese, onu sorardı. Yolculuğa gitmiş ise, hayır duâ eder, şehirde ise, ziyaretine giderdi. 12. Yolda karşılaştığı Müslümana önce kendi selâm verirdi. 13. Misafirlerine, Eshâbma hizmet eder; “Bir topluluğun en üstünü, hizmet edenidir.” buyururdu. 14. Kahkaha ile güldüğü hiç görülmedi. Sessizce tebessüm ederdi. Bâzan gülerken mübârek ön dişleri görünürdü! 15. Hep düşünceli, üzüntülü görünür, az söylerdi. Konuşmağa tebessüm ederek başlardı. 16. Lüzumsuz ye faydasız bir şey söylemezdi. Lâzım olunca, kısa, faydalı ve mânâsı açık olarak söylerdi, İyi anlaşılması için bâzan üç kere tekrar ederdi. 17. Yabancı ve tanıdıklarla, çocuklarla, ihtiyâr kadınlarla ve mahrem kadınlarıyla latife, şaka yapardı. Fakat bunlar, Allahü teâlâyı bir an unut^ masına sebep olmazdı. 18. Heybetinden kimse yüzüne bakamazdı. Birisi gelip mübârek yüzüne bakınca terlerdi; “Sıkılma! Ben melik değilim, zâlim değilin^. Kurumuş et yiyen bir kadıncağızın oğluyum.” derdi. Adamın korkusu gidip, derdini söylemeye başlardı. 19. Bekçileri, kapıcıları yoktu. Herkes kolayca yanına gelip derdini söylerdi. 20. Hay âsi çoktu. Konuştuğu kimsenin yüzü- ne bakmaya utanırdı. 21. Kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı. Kimseden şikâyet etmez, arkasından söylemezdi. Bir kimsenin sözünü veya işini beğenmediği zaman; “Bâzı kimseler, acabâ neden böyle yapıyorlar?” derdi. 22. “İçinizde Allahü teâlâyı en iyi anlayan ve O’ndan en çok korkan benim.” derdi. “Benim gördüğümü görseydiniz, az güler, çok ağlardınız.” der, havada bulut görünce; “Ya Rabbî! Bu bulutla bize azâb gönderme!” derdi. Rüzgâr esince; “Yâ Rabbî! Bize hayıçlı rüzgâr gönder!” derdi. Gök gürleyince; “Yâ Rabbî! Bizi gadabınla öldürme. Azâbınla helâk etme ve bundan önce bize âfiyet ihsan eyle!” derdi. Namaza dururken, ağlayan kimsenin içini çektiği gibi, göğsünden ses işitilirdi. Kur’ân-ı kerîm okurken de böyle olurdu. 23. Kalbinin kuvveti, şecâati şaşılacak kadar çoktu. Huneyn Gazâsmda, Müslümanlar, ganîmet toplamak için dağılıp, üç dört kimse ile kalmıştı. Kâfirler, hemen hücum ettiler. Resûlullah onlara karşı durup geri kaçırdı.Birkaç defa oldu. Aslâ gerilemedi. .24. Kâfirlerden Rügâne. isminde bir çoban çok kuvvetliydi. Resûlullah’ “Güreş edelim, beni ya

tınrsan, îmâna gelirim” dedi. İlk karşılaşmada Rügâne sırt üstü yıkıldı. ’’Yanlışlık oldu, tekrar güreşelim.” dedi. İkinci karşılaşmada yine yıkıldı; Üçüncüde de sırtı yere gelince; “Ben îmân etmeni. Seninle alay etmiştim. Sırtımın yere geleceği hatırımdan bile geçmemişti. Fakat senin kuvvetinin çokluğunu pek beğendim.” diyerek sürüsünü Re- sûlullah’a hediye etti. Resûlullah, sürü ile Mekke’ye doğru giderken, Rügâne koşarak geldi ve; “Yâ Muhammedi Mekkeliler bu sürüyü nerden buldun? derlerse ne cevap verirsin?” dedi. Resûlullah; “Rügâne hediye etti derim.” buyurdu. Rügâne; “Ne için hediye etti derlerse?” diye tekrar sordu. Resûlullah efendimiz; “Onunla güreş ettik. Sırtını yere getirdim. Kuvvetimi beğendi de verdi derim.” buyurdu. Bunun üzerine telâşa kapılan Rügâne; “Aman öyle söylemeÎ Şânım, şerefim yok olur. Sözlerim hoşuna gitti de verdi desen iyi olur.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz; “Hiç yalan söylememek için Rabbime söz verdim.” buyurdu. Bunun üzerine Rügâne; “Öyle ise, sürüyü geri alırım.” dedi. Resûlullah efendimiz de; “Alırsan al! Rabbimin rızâsı için bin sürü fe- dâ olsun.” buyurdu. Rügâne, Resûlullah’m bu îmânına, doğruluğuna âşık olup hemen kelime-i şehâdet söyleyerek Müslüman oldu. 25. Çok cömert idi. Yüzlerle deve ve koyun bağışlar, kendisine bir şey bırakmazdı. Nice katı kalpli kâfirler, bu ihsânlarını görerek îmâna gelmişlerdir. 26. Kendisinden bir şey istenince yok dediği hiç işitilmedi. Var ise verir, yok ise sükût ederdi. 27. Allahü teâlâ; “İste vereyim!” buyurmuşken, dünyâ servetini istemedi. Elenmiş buğday unu ekmeğini hiç yemedi. Hep elenmemiş arpa unu ekmeğini yerdi.. Doyuncaya kadar yediği görülmedi. Ekmeği katıksız olarak veya hurma ile,
sirke ile, meyve ile, çorba ile veya zeytinyağına batırıp yerdi. Tavuk, tavşan, deve, ceylân, balık ve pastırma etleri ve peynir de yerdi. Etin kol tarafını severdi. Elleri ile tutup ısırarak yerdi. Ekseriyâ süt veya hurma yerdi. Evde iki üç ay yemek piş- meyip, ekmek yapılmayıp, yalnız hurma yediği aylar da olmuştur. İki üç gün bir şey yemediği de olurdu. Vefât ettiği zaman, bir demir zırh ceketi, otuz kilo arpa için bir yahûdîde rehin bırakılmış bulundu. 28. Bir yemeği beğenmediği işitilmedi. Beğendiğini yer, beğenmediğini yemez ve bir şey söylemezdi. 29. Günde bir kere yerdi. Bâzan sabah, bâzan akşam yerdi. Eve gelince; “Yiyecek var mı?” der, yok denirse,^>ruç tutardı. Yemek yerken, diz çöker, bir şeye dayanmadan yerdi. Yemeğe besmele okuyarak başlardı. Sağ eli ile yerdi. 30. Zevcelerine ve birkaç hizmetçisine bâzan bir senelik arpa ve hurma ayırır, bundan fakirlere de sadaka verirdi. 31. Yemekler arasında koyun etini, et suyunu, kabağı, tatlıları, balı, hurmayı, sütü, kaymağı, karpuzu, kavunu, üzümü ve hıyarı severdi. 32. Suyu yavaş yavaş, besmele ile başlayarak üç yudumda içer, sonunda “Elhamdülillah” der ve duâ ederdi. 33. Her peygamber gibi, zekât malı ve sadaka almazdı. Hediyeyi kabul ederdi. Ekseriyâ karşılığını verirdi. 34. Giymesi câiz olanlardan her bulduğunu .giyerdi. Kalın kumaştan, dikilmemiş şeylerle örtünür, peştamal sarınır, gömlek ve cübbe de giyerdi. Bunlar pamuktan, yünden veya kıldan dokunmuştu. Ekseriyâ beyaz, bâzan yeşil giyerdi. Dikilmiş elbise giydiği de olurdu. Cumâ ve bayramlarda ve yabancı elçiler geldiğinde ve cenk zamanlarında kıymetli gömlekler, cübbeler, yeşil, kırmızı, siyah da giyerdi. Kollarını bileklerine kadar, mübârek ayaklarını baldırının yarısına kadar örterdi. 35. Ekseriyâ, beyaz, bâzan siyah tülbent başina sarıp, ucunu bir karış kadar arkasına, iki omuzunun arasına sarkıtırdı. Sarığı çok büyük ve pek küçük olmayıp, üç buçuk metre kadar uzüridu. Bâzan ak fitilli takke giyerdi. 36. Arabistan’daki âdete uyarak saçlarını kulaklarının yarısına kadar uzatır, fazlasını kestirirdi. Saçlarına özel olarak hazırlanmış güzel kokulu yağ sürerdi. 37. Ellerine, başına, yüzüne misk veya başka kokular sürer, ud ağacı, kâfurî ile buhurlanırdı.
âlâ her yerde altın ve gümüş yığınları yanımda bulundurur.” buyurdu. Bâzan hasır, tahta, döşek, yünden dokunmuş keçe veya kuru toprak üzerinde yatardı. 39. Her gece gözlerine üç kerre sürme çekerdi. 40. Evinde ayna, tarak, sürme kabı, misvak, makas iğne iplik eksik olmazdı. Yolculukta bunları berâberinde götürürdü. 41. Her işinde sağdan başlamayı, sağ eliyle yapmayı severdi. Yalnız, sol eliyle tahâretlenirdi. 42. Mümkün olduğu kadar her işini tek sayıda yapardı. 43. Yatsıdan sonra gece yansına kadar uyuyup, sonra sabah namazına kadar ibâdet yapardı. Sağ yanma yatar, sağ elini yanağı altına kor, bâzı sûreler okuyup uyurdu. 44. Tefe’ül ederdi. Yâni, ilk gördüğü, birden bire gördüğü şeyleri hayra yorardı. Hiçbir şeyi uğursuz saymazdı. 45. Üzüntülü zamanlarında sakalını tutar, düşünürdü. 46. Üzüldüğü zaman, hemen namaza başlardı. Namazın lezzeti, safâsı ile gamı giderdi. 47. Gıybet edenin, başkasını çekiştirenin sözünü hiç dinlemezdi. Muhammed aleyhisselâmın faziletleri: Muhammed aleyhisselâmın faziletlerini bildiren yüzlerce kitap vardır. Fazilet, üstünlük demektir. Üstünlüklerinden bâzıları aşağıda bildirilmiştir: 1. Mahlûklar içinde ilk olarak Miıhammed aleyhisselâmın rûhu yaratılmıştır. 2. Allahü teâlâ, O’nun ismini arşa, cennetlere ve yedi kat göklere yazmıştır. 3. Muhammed aleyhisselâmın ismini söylemekten başka vazifesi olmayan melekler vardır. 4. Meleklerin hazret-i Âdem’e karşı secde etmeleri için emir olunması, alnında Muhammed aleyhisselâmın nûru bulunduğu için idi. 5. Allahü teâlâ bütün peygamberlere emretti ki, Muhammed aleyhisselâm sizin zamânmızda peygamber olursa, O’na iman etmeleri için ümmetlerinize de emrediniz! 6. Tevrat, İncil ve Zebûr’da Muhammed aley- hisselâmm ve dört halîfesinin ve eshâbmdan ve ümmetinden bâzılarırim güzel sıfatları bildirilmiş ve medh olunmuşlardır. Allahü teâlâ, kendinin Mahmûd isminden Muhammed kelimesini çıkararak Habibine isim koymuştur. Allahü teâlâ, kendi isimlerinden Raûf ve Rahim isimlerini Habîbi- ne de vermiştir. , tf»
– – 38. Yatağı, içi hurma iplikleri ile dolu, da- bağlahmi^ deriden idi. İçi yünle dolmuş bir yatak getiniiklerinde, kabul etmedi ve; “Yâ Âişe! Âİ- lah’a yemîn ederim ki, eğer istesem, Allahü te
7. Dünyâya geleceği zamah^ çok büyük alâ- iiietier görülmüştür. Bunlar târih Ve mevlid kitaplarında yazılıdır. ^ ‘ ’ 8.’Dünyâya gelince, şeytanlar v6 cinler göke Çıkamaz, meleklerden haber çalamaz oldular. *
9. Dünyâya geldiği zaman, yeryüzündeki bütün putlar, tapınılan heykeller yüzüstü devrildiler. 10. Beşiğini melekler sallardı. 11. Beşikte iken konuşmağa başladı. 12. Çocuk iken, açıklarda gezerken, başı hizâ- sında bir bulut, birlikte hareket ederek gölge yapardı. Bu hâl, peygamberliği başlayıncaya kadar devam etti. v 13. Üç yaşında iken, kırk yaşında peygamberliği bildirildiği zaman ve elli iki yaşmda mîrâca götürülürken, melekler göğsünü yardı. Cennet’ten getirdikleri leğen içinde Cennet suyu ile kalbini yıkadı- lar. 14. Her peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardı. Muhammed aleyhisselâmm ise, sırtında, sol kürekteki deri üzerinde kalbi hizâsında idi. 15. Önünden gördüğü gibi, arkasından da görürdü. 16. Aydınlıkta gördüğü gibi, karanlıkta da görürdü. 17. Tükürüğü acı sulan tatlı yaptı. Hastalara şifâ verdi. Bebeklere süt gibi gıda oldu. 18. Gözleri uyurken, kalbi uyanık olurdu. Bütün peygamberler de böyle idi: 19. Ömründe hiç esnemedi. Bütün peygamberler de böyle idi. 20. Teri gül gibi güzel kokardı. Bir fakir kimse, kızını evlendirirken, kendisinden yardım istemişti. O ânda verecek şeyi yoktu. Küçük bir şişeye terinden koyup verdi. O kız, yüzüne, başma sürünce, evi misk gibi kokardı. Evi, güzel kokulu ev adı ile meşhûr oldu. 21. Orta boylu olduğu halde, uzun kimselerin yanında onlardan yüksek görünürdü. 22. Güneş ve ay ışığında yürüyünce, gölgesi yere düşmezdi. 23. Bedenine ve elbisesine sinek, sivri sinek ve başka böcekler konmazdı. 24/ Çamaşırlanm ne kadar çok giyse, hiç kir- lenmezlerdi. 25. Her yürüdüğü zaman, arkasından melekler gelirdi. Bunun için, Eshâbını önden yürütür; “Arkamı meleklere bırakın/’ derdi. 26. Taş üstüne basınca, taşta ayağının izi kalırdı, Kum üstünde giderken hiç iz bırakmazdı. 27. Büyük bir mûcizesi de, mîrâca götürülmesidir. Burak denilen Cennet hayvanı ile Mekke’den Kudüs’e götürüldü. Oradan göklere ve arşa götürüldü. Kendisine acaip şeyler gösterildi. Allahü te- âlâyı baş gözüyle bilinmeyen bir şekilde gördü. (Fakat bu görmesi, madde âleminin dışında yâni âhiret âleminde oldu.) Bir ânda tekrâr evine getirildi. Mî- râc’mûcizesi «başka hiçbir peygambere verilmedi. 28. İnsanlar ve melekler içinde en çok ilim O’na verildi. Ümmî. oldüğu* halde, yâni kimseden bir şey öğrenmemiş iken, Allahü teâlâ O’na her şeyi bildir
miştir. Âdem aieyhisselâma her şeyin ismi bildirildiği gibi, O’na her şeyin ismi ve ilmi bildirilmiştir. 29. Ümmetinin isimleri, cisimleri ve aralarında olacak şeylerin hepsi kendisine bildirildi. 30. Aklı, bütün insanların akimdan daha çoktur. 31. İnsanlarda bulunabilecek bütün iyi huyların hepsi O’na ihsân olundu. Bjiyük şâir Ömer İbnil Fâ- nd’a; “Resûlullah’ı niçin medh etmedin?” dediklerinde; “O’nu medh etmeğe gücüm yetmeyeceğini anladım. O’nu medh edecek kelime bulamadım.” demiştir. 32. Kelime-i şehâdette, ezânda, ikâmette, namazdaki teşehhüdde, birçok duâlarda, bâzı ibâdetlerde ve hutbelerde, nasihat etmekte, sıkıntılı zamanlarda, kabirde, mahşerde, Cennet’te ve her mahlûkun lisanmda Allahü teâlâ, 0’nun ismini kendi isminin yanına koymuştur. 33. Üstünlüklerinin en üstünü, Habîbullah olmasıdır. Allahü teâlâ, O’nu kendisine sevgili, dost yapmıştır. O’nu herkesten, her melekten daha çok sevmiştir. “İbrâhim’i Halil yaptım ise, seni kenr dime Habîb yaptım” buyurmuştur. 34. “Sana, râzı oluncaya kadar, (yeter deyinceye kadar) her dilediğini vereceğim” (Duhâ sûresi: 5) meâlindeki âyet, Allahü teâlânın O’na bütün ilimleri, bütün üstünlükleri, ahkâm-ı İslâmiyyeyi, düş- manlanna karşı yardım ve galebe ve ümmetine fetihler, zaferler ve kıyâmette her türlü şefâat ve tecellîler ihsân edeceğini vâd etmektedir. Bu âyet geldiği zaman, Cebrâil aieyhisselâma bakarak; “Ümmetimden birinin Cehennem’de kalmasına râzı olmam.” buyurdu. 35. Gece, gündüz, uyanık olsun, uykuda olsun, yalnız halde başkalannın yanında, yolculukta, evde ve harpte iken, hattâ gülerken, ağlarken, mübârek kalbi hep Allahü teâlâ ile idi. Bâzı zamanlarda ise, yalnız Allah ile idi. Dünyâdaki vazifelerini yapabilmek ve mübârek kalbini beşeriyyet (insanlık) âlemine döndürmek için, zevcesi Âişe’nin yanma gelip; “Ey Âişe! Biraz benimle konuş.” buyurur, ondan sonra Eshâbına nasihat ve irşâd etmeye giderdi. Sabah namazının sünnetini evinde kılıp, Âişe radıyallahü anhâ ile bir miktar konuştuktan sonra Eshâbma farzı kıldırmak için mescide giderdi. Bu hâl peygamberimizin husûsî hallerindendir. Hazret-i Âişe ile konuşmadan dışan çıksaydı, İlâhî tecellîlerden ve nûrlardan dolayı, yüzüne kimse bakamazdı. 36. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerım’de, her peygamberi kendi ismi ile bildirmiştir. Muhammed aleyhisselâmı ise, ey Resûlüm, ey Peygamberim, ey Habîbiin diyerek zikretmiştir. 37. Gâyet açık, kolay anlaşılır olarak ve Arabî lisanının her lehçesiyle konuşurdu. Çeşitli yerlerden gelip soranlara onlann diliyle cevap verirdi. İşiten-* ler hayrân olurlardı. “Allah beni çok güzel yetiştirdi.” buyurdu, 38. Az kelimeyle çok şey anlatırdı. Yüz binden ziyâde hadîs-i şerifi,’O’nun (Cevâmi-ul kelîm) olduğunu göstermektedir. Bâzı âlimler dediler ki, Muhammed aleyhisselâm, îslâm dîninin dört temelini, dört hadîsle bildirmiştir: ” Ameller niyete göre değerlendirilir/1 ve “Helâl meydandadır, harâm meydandadır.” ve “Dâvâcınuı şâhit göstermesi ve dâvâlının yemin etmesi lâzımdır.” ve “Bir kimse, kendine istediğini, din kardeşi için de istemedikçe, îmânı kâmil olmaz.” Bu dört hadisten birincisi, ibâdet bilgilerinin, İkincisi, mu-, âmelât bilgilerinin, üçüncüsü, husûmât yâni adâ- let işlerinin ve siyâset bilgilerinin, dördüncüsü de âdâb ve ahlâk bilgilerinin temelidir. 39. Muhammed aleyhisselâm mâsûm idi. Bilerek ve bilmeyerek büyük ve küçük, kırk yaşından evvel ve sonra, hiçbir günâh işlememiştir. Çirkin hiçbir hareketi görülmemiştir. 40. Müslümanların namazda otururken; “Es- selâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahıhetullâhi.” okuyarak, Muhammed aleyhisselâma selâm vermeleri emroİundu. Namazda başka bir peygambere ve meleklere karşı söylemek câiz olmadı. 41. Rütbeyi, saltanatı istememiş, peygamberliği, fakirliği dilemiştir. Bir sabah Cebrâil aleyhisselâm ile konuşurken; “Bu gece evimizde yiyecek bir lokmamız yoktu.” buyurdu. O anda, İsrafil aleyhisselâm gelip; “Allahü teâlâ söylediğini işitti ve beni gönderdi. İstersen her elini sürdüğün taş altın olsun, gümüş olsun, zümrüt olsun. İstersen melek olarak peygamberlik yap.” dedi. Re- sûlullah üç kere; “Kul olarak peygamberlik istiyorum.” dedi. 42. Başka peygambeler belli bir zamanda, belli bir memlekette peygamberlik yaptı. Muhammed aleyhisselâm ise, yer yüzündeki bütün insanlara ve cirnıe kıyâmete kadar peygamber olarak gönderilmiştir. Meleklerin, hayvanların, bitkilerin, cansızların, kısaca bütün mahlûkların peygamberi olduğunu bildiren âlimler de vardır. 43. Bütün varlıklara rahmeti, faydası yayılmıştır. Müminlere faydası meydandadır. Başka peygamberlerin zamânmdaki kâfirlere, dünyâda azaplar yapılır, yok edilirlerdi. O’na îmân etmeyenlere dünyâda azap yapılmadı. Bir gün Cebrâil aleyhisselâma; “Allahü teâlâ, benim âlemlere rahmet olduğumu bildirdi. Benim rahmetimden sana da nasîb oldu mu?” dedi. Cebrâil aleyhisselâm; “Allah’ın büyüklüğü, dehşeti karşısında, sonumun nasıl olacağından hep korku içindeydim. Sana, emin olduğumu bildiren âyeti getirince; (Tekvîr sûresi: 20-21) bu medh ile müthiş korkudan kurtuldum. Bundan büyük rahmet olur mu?” dediX **>•» ‘ ‘/ v – – ./ • • * ‘ – 44″ Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmın razı olmasını istemiştir. .v ‘ v.
45. Başka peygamberler, kâfirlerin iftiralarına kendileri cevap vermiştir. Muhammed aleyhisselâma yapılan iftirâlara ise, Allahü teâlâ cevap vererek, O’nun müdâfaasını yapmıştır. 46. Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin sayısı, başka peygamberlerin ümmetlerinin sayılan toplamından daha çoktur. Onlardan daha üstün ve daha şereflidirler. Cennefe gideceklerin üçte ikisinin bu ümmetten olacağı, hadîs-i şeriflerde bildirilmiştir. 47. “Ümmetimin dalâlet üzerinde birletmemelerini Rabbimden diledim. Kabul eyledi.” hadîsi meşhurdur. 48. Resûlullah’a verilecek sevaplar, diğer peygamberlere verilecek sevaplardan kat kat fazladır. 49. Kendisini ismi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak, uzaktan kendisine seslenmek, yolda önüne geçmek haram edilmiştir. Başka peygamberlerin ümmetleri, kendilerini isimleri ile çağırırlardı. 50: İsrafil aleyhisselâm da Muhammed aleyhisselâma çok kerre gelmiştir. Başka peygamberlere yalnız Cebrâil aleyhisselâm gelmiştir. 51. Cebrâil aleyhisselâmı melek şeklinde iki kere görmüştür. Başka hiçbir peygambere melek şeklinde görünmemiştir. ■ / 52. Kendisine Cebrail aleyhisselâm yirmi dört bin kerre gelmiştir. Başka Peygamberlerden en çok Mûsa aleyhisselâma, dört yüz kerre gelmiştir. 53. Allahü teâlâya Muhammed aleyhisselâm ile and vermek câiz olup, başka peygamberlerle ve meleklerle câiz değildir. 54. Muhammed aleyhisselâmdan sonra, zevcelerini başkalarının nikâhla almalan haram edilmiş, bu bakımdan müminlerin anneleri oldukları bildirilmiştir. Başka peygamberlerin zevceleri kendilerine yâ zararlı olmuş veya faydasız olmuşlardır. Muhammed aleyhisselâmın zevceleriyse, dünyâ ve âhiret işlerinde, kendisine yardımcı olmuşlar, fakirliğe sabretmişler, şükretmişler ve İslâmiyeti yaymakta çok hizmet etmişlerdir. 55. Resûlullah’m kızları, zevceleri, dünyâ ka- dınlannm en üstünleridir. Eshâbımn hepsi de, peygamberlerden başka, bütün insanların en üstünleridir. Şehirleri olan Mekke-i mükerreme ve sonra Medîne-i münevvere, yer yüzünün en kıymetli yerleridir. Mescid-i şerifinde kılınan bir rekat namaza, bin rekat sevâbı yazılır. Başka ibâdetler için de böyledir. Kabri ile minberi arası, Cennet bahçesi gibi kıymetlidir. “Öldükten sonra beni ziyâret eden, diri iken etmiş gibidir. Haremeyn’den (Mekkeri mükerreme ,ve Medîne-i münevvere) birinde ölen bir mümin*,.kıyâmet günü büyurdu’56. Herkesin soyu oğlundan ürer. Muhammed aleyhisselâmm soyu ise, kızı Fâtımâ’dandır. ! 57. O’nun her sözü, her işi doğrudur. Her icti- hâdı, Allahü teâlâ tarafından doğrulanır. 58. Ö’nıı sevmek herkese farzdır, “Allah’ı seven, beni sever.” buyurmuştur. O’nu sevmenin alâmeti, dînine, yoluna, sünnetine ve ahlâkına uy- makdır. Kur’ân-ı kerîm’de; “Bana uyarsanız, Allah sizi sever.” demesi emrolundu. 59. O’nun Ehl-i beytini sevmek vâcibdir, “Ehli beytime düşmanlık eden münâfıktır.” buyurmuştur. Ehl-i beyt, zekât alması harâm olan akra- bâsıdır. Bunlar, zevceleri ve dedesi Hâşim’in soyundan olan müminlerdir ki, Ali’nin, Ukayl’in, Câfer Tayyar’ın ve Abbâs’ın soyundan olanlardır. 60. Eshâbının hepsini sevmek vâcibdir, “Benden sonra, Eshâbıma düşmanlık etmeyiniz! Onları sevmek, beni sevmektir. Onlara düşman olmak, bana düşman olmaktır. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciteli de, Allah’ı incitir. Allahü teâlâ, kendisini incitene azap yapar.” buyurdu. 61. Muhammed aleyhisselâmm hadîs-i şerîf- Îerini okumak ibâdettir. Okuyana sevap verilir.’ 62. Mübârek rûhunu almak için, Azrâil aley- hisselâm insan şeklinde geldi. İçeri girmek için izin istedi. 63. Kabirde, bilmediğimiz bir hayatla diridir. Kabirde Kur’ân-ı kerîm okur, namaz kılar. Bütün peygamberler de böyledir. 64. Dünyânın her yerinde Resûlullah’a salevât okuyan Müslümanların selâmlarını işiten melekler, kabrine gelip haber verirler. Kabrini her gün binlerce melek ziyâret eder. 65. Ümmetinin amelleri ve ibâdetleri her sabah ve akşam kendisine gösterilir. Bunları yapanları da görür, günâh işleyenlerin affı için duâ eder. 66. Kabrini ziyâret etmek, kadınlara da müs- tehabdır. Başka kabirleriyse, yalnız tenhâ zamanlarda ve örtülü olarak ziyâret etmeleri câizdir. 67. Diriyken olduğu gibi, vefâtından sonra da, dünyânın her yerinde, her zaman O’na tevessül edenlerin, yâni O’nun hâtırı ve hürmeti için isteyenlerin duâsını Allahü teâlâ kabul eder. 68. Kıyâmet günü kabirden ilk önce Resûlul- lah kalkacaktır. Üzerinde Cennet elbisesi bulunacaktır. Burak üzerinde mahşer (toplantı) yerine gidecektir. Elinde Livâülhamd denilen bayrak olacaktır. Peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracaktır. Hepsi, bin sene beklemekten, çok sıkılacaklardır. Sıra ile önce Âdem, Nûh, İbrahim Ve Kiusâ ve îsâ peygamberlere gidip, hesaba başlahniasi-için şefâat etmelerini dileyeceklerdir. Her biri,, birer’özür bildirerek, Allahü teâ: ladan u î^ d ^ söyleyecekler, şefaat etmeyeceklerdin Sonra, Resûlullah’a gelip
Yeni Rehber Ansiklopedisi 318 ,
yalvaracaklardır. Secde edip, duâ edecek ve şefâ- ati kabul olacaktır. Önce, O’nun ümmetinin hesâ- ıbı görülecek, en önce sırattan geçecekler ve Cen- net’e gireceklerdir. Her gittiği yeri nûrlandıracak- lardır. Hazret-i Fâtımâ sırattan geçerken; “Herkes gözlerini kapasın! Muhammed aleyhisselâmm kızı geliyor” denecektir. 69. Altı yerde şefâat edecektir. Birincisi; “Ma- kâm-ı Mahmûd” denilen şefâatı ile, bütün ihsanlan mahşerde beklemek azâbmdan kurtaracaktır. İkin- cisi, şefâati, çok kimseyi Cennet’e sokacaktır. Üçüncüsü, azap çekmesi lâzım olanları azâptan kurtaracaktır. Dördüncüsü, günâhı çok olan müminleri Cehennem’den çıkaracaktır. Beşincisi, se- vâbı ve günâhı müsâvi olup, Ârâf denilen yerde bekleyenlerin Cennet’e gitmelerine şefâat edecektir. Altmcısı, Cennet’te olanların derecelerinin yükselmesine şefâat edecektir. 1 ‘ 70. Resûlullah’m Cennet’te bulunduğu makâ- mm ismi “Vesîle”dir. Burası Cennet’in en yüksek derecesidir. Cennet’te bulunan herkese birer dalı yetişecek olan sidretülmüntehâ ağacının kökü oradadır. Cennettekilere her nîmet, bu dallardan gelecektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir