Onüçüncü yüzyıl tasavvuf şairi.
Hayaü ve kimliği hakkında kesin malumat yoktur. Şiirleri
asırlar boyunca zevkle ve hayranlıkla okunmuş,
yalnız bizde değil birçok ülkelerde de alâka uyandırmış
bulunan müstesna bir şahsiyettir.
Bazı kayıtlardan ve şiirlerinden 1240 yıllarında doğ
duğu, 80 sene civarında yaşadığı, Bolu’lu olduğu,
Eskişehir-Sanköy’de (Bugünkü ;smi Yunus Emre) vefât
ettiği ve buraya defn edildiği anlaşılmaktadır. bir defasında döşenen rayların
sökülüp sekiz metre geriye atıldığı görüldü. Bunun üzerine
Yunus Emre için bir türbe yapılıp bedeninin oraya
nakline karar verildi. Yunus Emre’nin yeni kabri eskisinden
100 m. kadar ilerideki bir tepecikte yapıldı. Yeni
kabrine taşıyacak beş kişilik heyet, kimseye haber vermeden
ve hiçbir merasim yapmadan çalışacaktı. Karar
verildiği üzere hareket edildi. Yalnız ertesi gün Yunus
Emre’nin çevresine davetsiz, ilansız otuzbindan fazla
insan kalabalığı toplandı.
Yunus Emre’nin kabri itina ile açıldı. Bedeni 700
seneden beri hiç bozulmamış bir halde, bir eli yüzünde,
bir eli kalbinin üstünde, rahat bir şekilde uzanmış yatı
yor görüldü. Mübarek bedeni oradan alındı, tabuta
kondu ve kalabalığın elleri üzerinde 100 metrelik mesafe
tam üç saatte katedildi. Yeni mezarına defnedildi.
Yunus Emre’nin vasiyeti şu idi:
“Beni Hoca’mm türbesinde, giriş yolu üzerine
gömsünler!” Bundan muradı şeyhini ziyarete’gelenler,
kendisini çiğneyip de geçsinler. Bu Hocasına ne ölçüde
bağlı olduğunu göstermektedir.
Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri zamanında
yaşamış, orttınla sohbet etmiştir. Taptuk Emre’
nin talebesidir. Otuz seneden fazla onun hizmetinde
bulunmuş ve ondan feyz almıştır. Hatta bazı kaynaklar,
Taptuk Emre’nin kızını, Yunus Emre’ye verdiğini hem
talebesi, hem de damadı olduğunu kaydeder.
Yunus Emre, Taptuk Emre’nin hizmetinde bulunurken
kendisinin manevi âleminden bir ilerleme olmadığını
zannederek, üzüntüsünden dağlara, kırlara
düştü. Yolculuğunda bir gün iki kimseye rastgeldi.
Onlarla arkadaş oldu. Her öğün bunlardan biri dua
eder, dualarının bereketi ile bir sofra yemek gelirdi. Dua
sırası Yunus Emre’ye geldi. O da dua etti Duada. “Yarabbi benim yüzümü kara çıkarma.
Arkadaşlarım kimin hürmetine duâ ettiyse, onun hürmetine
duâmı kabul et!” dedi. Duâ bitince iki sofra
yemek geldi. Arkadaşları, “Kimin yüzü suyu hürmetine
duâ ettin? diye sordular. Yunus Emre, “önce siz
söyleyin” dedi. Arkadaşları da:
“Biz Taptuk Emre’nin kapısında hizmet eden
Yunus’un hürmetine diye dua ettik” dediler. Bunun
üzerine Yunus Emre durumunu anlayıp, tekrar Taptuk
Emre’nin yanına dönüp ona hizmetine devam etti.
Senelerce hocasına dağdan odun taşıdı. Getirdiği
odunlar ip gibi düzgün idi. Hocası buyurdu ki: “ Ey
Yunus, bu ne iştir? Hiç eğri odun görmedim.”
– “ Efendim, bu kapıya eğri odun yakışmaz” cevabını
verdi.
Anadolu halkı tarafından Yunus Emre öylesine
sevilmiştir ki, bu sevgi, saygı ve hayranlık zenginliği için
bir başka misal göstermek zordur. Her bakımdan milletimizi
birbirine bağlayan manevi ibrişim olmuştur.
Onda toplumumuzun iç yapısındaki aynı hisler, duygular
ve değer yargıları vardır. Onu unutturmayan sebep
budur. Yunus Emre’nin divanının bulunmadığı, ilahilerinin
okunmadığı ev yok gibidir.
Yunus Emre şiirlerini arûzla ve daha çok hece vezniyle
yazmıştır. Şiirleri açık, derin mânâlı, samimi ve
heyecanlıdır. İlâhi aşk, varlık yokluk, hayat, ölüm meseleleri
ve bunlara bağlı olarak, dünyanın faniliği gibi
meseleleri çok güzel bir şekilde şiirle anlatmıştır.
* Yunus Emre’den başka bu ismi kullanan birkaç şair
daha görülmüştür. Bunlardan bilinenlerden ikisi, “Aşık
Yunus” ve “ Derviş Yunus” tur. Bunların şiirleri de
yanlışlıkla Yunus Emre’ye mâl edilmiştir.
Bazıları, Yunus Emre’nin tahsil görmediği, ümmî
olduğunu iddia etmekte ise de, şiirlerinden Arapçayı,
Farsçayı, İslâm ilimlerini, İslâm tarihini kısaca zamanı
nın bütüh ilimlerini iyi bildiği ve bir Hak âşığı olduğu
anlaşılmaktadır.
Yunus Emre’de günü birlik konulara rastlamayız;
geçim endişesi, aile sıkıntısı, evlât acısı, yakınlarının
şahsi ve ailevi meselelerine hemen hemen hiç yer vermez.
O, insanlığın umumî kader çizgisi üzerinde durmuştur.
Bunlar: Kabir, ömrün geçişi, ölüm, vahdet-i
vücut, dünyalık, Allahü teâlâya iman ve yalvarma, dini
esaslar, insanın yalnızlığı, aşk ve mavera, nasihatlar ve
hayatın gayesi, gibi insanlığa has meselelerdir.
İslâm dininde üzerinde durmaktan çekinilen birçok
meseleler karşısında Yunus Emre, her dilin söyleyemiyeceği
bir kolaylıkla terennüm etmiştir. Meselâ, Yaratı
cıyı güllerde koklayan bir insan hazzıyle söylediği
mısralar, Allah’a karşı sevgi dolu bir inanışın,
Salınır Tûbâ dalları
Kur’ân okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri
Kokar Allah deyû deyû
gibi sade, basit fakat söylenilmesi güç mısralardır.
Her yerde, her seste, her renkte Allah’ın varlığını
bulan şair, bu dilsiz varlıklann büyük tanıtışındaki gizli
dil’in hayranıdır.
Altındandır direkleri,
Gümüştendir yaprakları
Uzadıkça budakları
Biter Allah deyû deyû
gibi mısralarla bize önce bulutsuz bir günün ışıklarıyla
aydınlanmış bir ağaç gösterir, biz bu altın tablo karşı
sında hayran hayran bakınırken, o ağacın dış güzelliğinden
iç güzelliğine akarak, budaklarının uzayışındaki
sırrı anlatır. Varlıkların her zerresinde yaratıcıyı aramakla
uğraşır. Bütün Allah aşıklan gibi sevgilisine
kavuşamama endişesini taşır.
Murâdıma, maksûduma ermezsem
Hayıf bana, yazık bana, vah bana
Kadir Mevlâm cemâlini görmezsem
Hayıf bana, yazık bana, vah bana,
diye feryat edişi bundandır, Allah’tan uzak kaldıkça,
kalabalıklar içinde dahi kimsesiz olan insanın sonsuz
garipliğini, şiir dolu Türkçe bir söyleyiş haline getirmek
için, Yunus’un şöyle bir düşüncesi yeter.
Acep şu yerde var m’ola- Şöyle garip bencileyin
Bağrı başlı gözü yaşlı- Şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüş diyeler- Uç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar- Şöyle garip bencileyin
Yunus Emre’nin:
“Bâd-ı Sabâya sorsunlar
Cânan illeri kandedür
Görenler haber versinler
Canan illeri kandedür” diye diyar diyar aradığı
Allah sevgisine erdiğine, O’na yaklaştığını anlayınca:
Canlar canını buldum
Bu canım yağma olsun,
Ballar balını buldum,
Kovanım yağma olsun!
diyerek sevincini coşkun bir şevk ile dile getirmiştir.
Onun, hiç bir yapmacığa sapmadan, bir sanat kaygı
sına düşmeden söylediği sade, külfetsiz fakat güzel şiirlerine
bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler
bulmak kolay değildir. Şiirlerinde, tasavvufun söylenmesi
şüç fikir ve heyecanlan, berrak bir su içindeymiş
gibi hemen görülür.
Yımus’un şiirlerinde İslâmi bir duyuş ve düşünüş
sistemi olan tasavvuf ilmi hâkimdir. Fakat geri kalan
her şey dil, vezin, nazım şekli hemen hemen tamamıyla
millidir. Şiirleri tasavvuf! olduğu için yanlış mânâlara bile
çekilmiştir. Yunus Emre böyle şiirleri için diyor ki:
Yunus bir söz söyledi,
Hiç bir söze benzemez
Cahillerin içinde,
Örter mânâ yüzünü.
Çok incelikler sezilen Yunus Emre’nin şiirleri okundukça,
insana yeniden okuma ve bir kere daha okumahevesi verir. Çünkü tatlı bir söyleyiş, ferahlık verici bir
anlam ve kolay anlaşılır nasihatları vardır. Temas ettikleri
konular hemen hemen her insanı ilgilendirir. Yunus
Emre’nin çok şiirleri atasözü halini almıştır. Milletin
ağzında çok yaygın olan şiirlerden:
Dünya faniliği hakkında:
Mal sahibi, Mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi,
Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen
oyalan,
Birçok şiirlerinde gönül kırmamağa dikkat edilmesini
dile getirmiştir.
Durmuş kazan ye, yedir.
Bir gönül ele getir.
Yüz ka’beden yeğrektir,
Bir gönül ziyareti…
İnsan gönlüne ve insanlara yakın olma , onlara
hizmet etme duygusuna böyle yakındır.
İslâm alimlerine uyulmasını tavsiye eden başka bir
şiiri de şöyle:
Bu yol gayet uzaktır.
Dünya ona tuzaktır.
Bu tuzağa uğrayan
Komaya kılavuzun.
İlimden, okumaktan maksadın hakkı bilmek olduğunu
da şöyle anlatır:
Okumaktan maksat
Hakkı bilmektir.
Okuyup bilmezsen
Nasıl okumaktır.
İlim, ilim bilmektir.
İlim kendini bilmektir.
Sen kendini bilmezsen,
Bu nice okumaktır.
Verenin-alanın yalnız Allahü teâlâ olduğunu, takdire
rıza gösterilmesini şöyle anlatır:
Ne varlığa sevinirim.
Ne yokluğa yerinirim.
Aşk ile avunurum.
Bana seni gerek seni.
Çok konuşmayı da şöyle özetlemiştir.
Az lâf erin yüküdür, çok lâf hayvan yüküdür.
Yunus Emre’de aşk gerçek insanlık yoludur.
“ Bu dünyada öldür beni, vanp orda ölmiyeyim birden
aşksız olmıyayım” diye niyazda bulunur.
Velhasıl çileli yoldan geçmedikçe Allahü teâlâya kavuşamıyacağım
anlamıştır. Çünkü huzura çıkış ve bağış
lanmada kesin bir emniyet yok, ümit ve korku paralel
yürüyor. Ayrıca kitap, peygamber, ka’be gibi imân bilgileri
şiirlerinde büyük bir yer tutuyor. Hepsinin başında
ehl-i sünnet inancına uygun bir peygamber imanı,
Muhammed (s.a.v.)’ın sevgisi vardır.
“Allahü teâlâ, âlemi Muhammed aleyhisselâm’ın
aşkma yaratmıştır. Hadis-i Kudsi’yi şiirleştirirken,
Araya araya bulsam izini,
İzinin tozuna sürsem yüzümü,
Hak nasip etse görsem yüzünü,
Ya Muhammed canım arzular seni,
gibi samimi deyişlerinin yanında salevat-i şerifin mânâ
ve ahenk bakımından türkçemizde karşılığı olan “Adı
güzel kendi güzel Muhammed” gibi veciz anlatımlar
vardır. “ Güzel Kâbetullah”da kıblegahımız için söylenmiş
nefis bir şiirdir.
Muhteva yönünden, Yunus Emre’nin şiirleri,
âhenk, mânâ, mecaz, duygu, düşünce zenginliği ile yüklüdür.
Bir kitap dolduracak derinliği ve genişliği olan
fikirleri kolaylıkla söylemek Yunus Emre’de görülür.
“Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm” gibi.
Yunus Emre, şiirlerinde duran, oturan, tasarlayan
değil de, daima düşünen gezen, konuşan, seyreden çalı
şan hareketli bir insan olarak görünmektedir. Yunus
Emre yepyeni bir mecaz örgüsü kurmuştur. Bu yoldaki
bilgilerini, hislerini, müşahhas eşya ve tabiata ait unsurlarla canlı bir hale koymaktır. Bu teşbih, istiare ve tasvir
unsurlarını herkesin çok iyi tanıdığı hemencecik gözö-
nüne getireceği bahçe, ev araçlarından, onlara ait isim
ve sıfatlardan seçmiştir. Tarla, ekin, ağaç, çiçek, meşe,
çadır, yağ, balık, arı, kova…” gibi yalnız tabiatı bir
vasıta olarak kullanır. Yeşil dünyası ve sembol ve ibretlerle
doludur.
Mutasavvıf büyüklerinden Niyazi Mısrî, Yunus
Emre’nin ünlü şahsiyeti üstünde sekiz ay düşünüp
çalıştığı, hatta rüyasında Yunus Emre’yi görerek, onunla
konuştuktan sonra bu şiiri tefsir edebildiğini söylemiştir.
Allah katında bir ermiş kul olan Yunus Emre’yi
milletimiz menkıbelerin kucağında gerçekten bir hayat
ile yaşatmıştır. Hayatının her dönemine ait menkıbelerle
edebiyat tarihinin boşluklarını doldurmuştur.
Yunus Emre, üç bin kadar şiir söylemiş, bunlar bir
divan halinde toplanmıştır. Bu divan molla Kasım’ın
eline geçtiğinde bir su kenarında okur. Dine uygun
bulmadıklarını yırtıp yırtıp suya atar. Böylece iki bin
tane kadarını imha etmişti ki, şu beyitle karşılaştı:
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme,
Seni sîgâya çeken bir Molla Kasım gelür,
Bu beyti okur okumaz. Yunus’un keramet ehli erenlerden
olduğunu anlar, divanı öpüp başına koyar. Fakat
ne çare ki elde bin şiir kalmıştır.
Nazar eyle ilerü,
Pazar eyle götürü,
Yaradılanı hoş görür,
Yaradandan ötürü,
İlim meclislerinde aradım kıldım talep
İlim geride kaldı ille edep, ille edep.
Ana rahminden geldik pazara,
Bir kefen aldık döndük mezara,
Yunus Emre, Hazret-i Peygamber aleyhisselam ile
bütün yakınlarının, Dört Halifenin, Hazret-i Peygamberin
soyundan gelenlerin, bütün İslâm âlimlerinin ezelî
asıkıdır. Hiçbir bâtıl cereyanlara kapılmadığı gibi onlar
karşısında ahlâkı nizamı, din sevgisini ve gerçek tasavvufu
koruyan kültür ve sanat şeddi olmuştur. Nefsine
tapan ve sadece azap korkusu ile ibadet eden, veya
ahirette mükafat bekledikleri için sevap işlemek yerine
ihlâs ile, herşeyi Allah rızası için yapmayı, yani
İslâm’ın esasını her zaman söylemiştir. Yunus Emre için
“dervişlik” herkese faydalı olmak ülküsüdür. Şiirlerinde
tembelliği, tufeyli ve faydasız olmayı kınamıştır. Daima
Hakikat’a yani Allah sevgisine kavuşmaya;
Şeriat, tarikat yoludur varana.
Hakikat, marifet ondan içerü” diye hakiki tasavvufu
terennüm etmiştir. “Yaradılmışı hoş göryaradandan
ötürü” diyen Yunus Emre, bütün insanlar, hatta
bütün canlı ve cansızlar Allahü teâlâ’nın yaratığı ve
mazharı olduklarına göre, soy, millet, renk, mevki ve
refah farkı gözetmeksizin onlan sevmek gerekir. Tasavvufun
ve İslâmın bu yüce ilmini Yunus Emre çok işlemiş,
bu yüzden bütün çağlara ve milletlere hitap eden
bir lisan haline gelmiştir.
1408 yılında Osmanlı Türklerine esir düşen ve
Anadolu’da 20 yıl kadar kalmış olan Transilvanyalı
Mülbacher isimli AvusturyalI bir yabancı Yunus Emre’ye ait şiirleri, ilahileri duymuş, öğrenmiş ve ilgisini uyandırmıştır.
Memleketine döndüğünde Yunus Emre’nin
şahsiyetinde İslam’ı anlatmış, kitaplar yayınlamış, yazı
lar yazmıştır. 1530 yılında büyük ün sahibi AvusturyalI
tarihçi Hammer’de Yunus Emre’ye ait şiirler ve ilahilere
yer vermiş bundan sonra da Batı ülkelerinde Yunus ismi
çok yaygınlaşmıştır.
Eserleri:
Yunus Emre’nin bilinen iki eseri vardır:
1. Risalet ün Nushiyye: Mesnevi şeklinde, arün(Fâilâtün
Fâilatün Failün) vezniyle yazılmış tasavvufı,
ahlakî, dinî bir eserdir.
2. Divan: Yunus Emre Divan’nm birçok yazma
nüshaları vardır. Fakat bu divandaki bütün şiirlerin
Yunus Emre’nin olduğu söylenemez. Yunus tarzında
söylenen daha sonraki şairlerin şiirleri de karışmıştır. Taş
basması nüshaları da vardır.
Yunus Emre’nin şiirlerinden:
DOLAP
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş Çalap
Derdim vardır inilerim.
Ben bir dağın ağacıyım
Ne tatlıyım ne acıyım
Ben Mevlâya duâcıyım
Derdim vardır inilerim
Beni bir dağda buldular
Kolum kanadım yoldular.
Dolaba lâyık gördüler
Derdim vardır inilerim
Dağdan kestiler bezenim
Bozuldu türlü düzenim
Ben bir usanmaz ozanım
Derdim vardır inilerim
Şol dülgerler beni yondu
Her azam yerine kondu
Bu iniltim Hakdan geldi
Derdim vardır inilerim
Suyum alçaktan çekerim
Dönüp yükseğe dökerim
Görün beni neler çekerim
Derdim vardır inilerim
Sular dibinde mâhiyle
Sahralarda âhû ile
Abdal olup yâhû ile
Çağırayım Mevlâm Seni.
Gökyüzünde İsa ile,
Tür Dağında Musa ile,
Elindeki asâ ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
Yunus okur diller ile,
Ol kumru bülbüller ile,
Hakkı seven kullar ile,
Çağırayım Mevlâm seni.
★★★
Canlar canını buldum,
Bu canım yağma olsun,
Assı ziyandan geçtim,
Dükkanım yağma olsun.
Ben benliğimden geçtim,
Gözüm hicabına açtım,
Dost vaslına eriştim,
Gümamm yağma olsun.
İkilikten usandım,
Birlik hanma kandım,
Derd-i şarabın içtim,
Dermanım yağma olsun.
Yunus bund% gelen gülmez Varlık çün sefer kıldı.
Kişi muradına ermez
Bu fânide kimse kalmaz
Derdim vardır inilerim.
★★★
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Seherde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Dost ondan bize geldi.
Virân gönül nur doldu.
Cihânım yağma olsun.
Yunus ne hoş demişsin,
Bâl-ü şeker yemişsin,
Ballar balını buldum,
Kovanım yağma olsun.
Aşk imamdır bize gönül cemaat
Dost yüzü kıbledir, daimdir salât,
Dost yüzün görecek şirk yağmalandı,
Onunçün kapuda kaldı şeriat.
Kimsenin dinine hilaf demeyiz
Din tamam olunca doğar muhabbet
Yunus öyle esirdir ol kapıda
Diler ki olmaya ebedi azâd
**-¥■
Kılalım seyrân, edelim Cevlân
Mest olup hayran şeyh eşiğinde
Nice bir ülfet, edelim uzlet
Çekelim havlet şeyh eşiğinde
Bıraktım ân, istedim yâr-ı
Kestim zünnârı şeyh eşiğinde
Aldım himmeti, geçtim zulmeti
Buldum hayatı şeyh eşiğinde
Yunus’um elhak Didar’a müştak
Eriştim aşka şeyh eşiğinde
Bilirim seni, yalan dünyasın,
Evliyaları alan dünyasın.
Kaçan kurtulsa, kuş kurtulaydı,
Şahin kanadın kıran dünyasın.
Sevdiğim aldın, beni ağlattın,
Dönüp yüzüme gülen dünyasın,
Süleyman tahtın sen viran kıldın,
Masumlar boynunu buran dünyasın,
Severim ben seni candan içerû
Yolum vardır bu erkandan içerü
Şeriat, tarikat yoldur varana,
Hakikat marifet andan içerü
Beni bende demem bende değilim,
Bir ben vardır bende, benden içerü,
Süleyman kuş dilin bilur dediler.
Süleyman var Süleymandan içerü.
Tecelliden nasib erdi kimine,
Kiminin maksudu bundan içerü.
Senin aşkın beni benden aluptur
Ne şirin derd bu dermandan içerü
Miskin Yunus gözü tuş oldu sana
Kapunda bir kuldur senden içerü
YUNUS EMRE,
23
Oca