ANADOLU’NUN YURT EDİMLİSİNDE MALAZGİRT ZAFERİ NE KADAR ÖNEMLİYSE MİRYOKEFALON’DAKİ ZAFER DE EN AZ O KADAR MÜHİMDİR. HATTA DİYEBİLİRİZ Kİ BU İKİNCİ KARŞILAŞMA ZAFER DEĞİL DE MAĞLUBİYETLE NETİCELENSEYDİ, MALAZGİRT’TEKİ BAŞARI DA BELKİ HİÇ KAZANILMAMIŞ OLURDU…
Selçuklu askeri, Miryokefalon’dan 1 asır önce Malazgirt’te de Bizans’a karşı destan yazmıştı…
Sultan İkinci Kılıç Arslan, Anadolu Selçuklu tahtına 1155fte geçti.Kısa sürede kuvvet ve kudretini artırdı fakat aynı zamanda düşmanları da artmıştı. Bir zaman geldi ki doğuda Dânişmendliler ve onların hâmisi olan Musul Atabeyi Nureddin Mahmud ile uğraşırken Bizans imparatoru Manuel Komnenos da Balkanlarda meşgul bulunuyor, aradaki anlaşmaya göre de Selçuklu-Bizans ilişkileri dostça sürüyordu. Fakat Bizans sınırlarında, özellikle Eskişehir yörelerinde çoğalan Türkmen kitleleri yurt ve otlak bulmak maksadıyla Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e kadar Bizans memleketlerine akmlarda bulunuyorlardı.
Müstakil hareket eden Türkmenlerin bu yayılması aslında sultanı da memnun ediyordu. İmparator Manuel, bir yandan bu istilâları durdurmak, diğer yandan da çok kuvvetlenen Kılıç Arslan’ı sarsmak maksadıyla Anadolu’ya yeni kuvvetler gönderdi ve sefer hazırlıklarına başladı. Bunu haber alan Kılıç Arslan, imparatora daha önce yapılan barış anlaşmasının yenilenmesini teklif etti. İmparator birtakım şartlar öne sürünce anlaşma olmadı ve Kılıç Arslan, Denizli’ye kadar uzanan Bizans topraklarına akınlar yaptı.
Bizans Darboğazda
Sultan İkinci Kılıç Arslan’m gittikçe artan kudret ve başarıları artık onu Bizans’la hesaplaşmaya yaklaştırıyordu. Bu hesaplaşma Selçuklu^ Bizans mücadelelerinde, Malazgirt’ten sonra ikinci büyük savaş ile gerçekleşecekti. Birincisinde Alp Arslan ve Romanos Diogenes gibi iki kudretli hükümdar karşı karşıya geldiği gibi, şimdi de aynı derecede kudretli iki hükümdar; Kılıç Arslan ve Manuel Komnenos kozlarını paylaşacaktı. İmparator, Selçuklu sultanının kazandığı başarıları ve kuvvetini endişe ile karşılıyor; Kılıç Arslan’ı ezmek ve bu suretle Türkleri Anadolu’dan çıkarmak için bütün imkânlarını seferber ediyordu. Bu maksatla imparator 1176 yılı ilkbaharında büyük bir orduyla İstanbul’dan yola çıktı. Bu büyük orduda Bizans’ın kendi kuvvetlerinin yanında Frank, Macar, Sırp ve Peçenek askerleri de vardı. Daima ihtiyat ve basireti elden bırakmayan Kılıç Arslan, imparatora elçi göndererek barışın yenilenmesini tekrar ettiyse de reddedildi.
Kılıç Arslan, bir meydan savaşma girişmeden önce askerlerinin bir kısmını, düşmanı yıpratmak ve iaşesine mani olmaları için ayırdı. Türkmenler de düşmana yürüyüş yolunda saldırıyor ve Bizans askerlerinin moralini bozuyordu. Bu sırada Bizans ordusunda dizanteri hastalığı başgösterdi.
Bizans ordusu Denizli’den yola devam ederek dar ve sarp bir vadiye girdi ve burada sultanın kurduğu pusuya düştü. 17 Eylül 1176 günü Bizans ordusu, bu dar vadide şiddetli bir saldırıya uğradı. Bir yandan geçit kapatıldı; diğer yandan da arkada bulunan imparatorun bütün ağırlıkları 50.000 Türkmen tarafından basılarak yağma edildi. Silah, makine ve mücevherat gibi sayısız ganimet ele geçirildi. İmparator, geçidi açmak için bizzat saldırıya geçti ise de başarılı olamadı, kalkanı ve miğferi parçalandı. Gece karanlığında da savaş devam etti. Bu sırada savaş alanından kaçmaya uğraşan İmparator Manuel, kendi askerlerinin hakaretine uğradı.
Zafer Selçuklumun
Artık kurtuluş çaresi kalmayan Manuel, Sultan Kılıç Arslan’a barış teklifinde bulundu. Barış müzakerelerinden sonra varılan anlaşmaya göre:
- Bizans İmparatoru Manuel, Selçuklu Devleti’ne 100 bin altın savaş tazminatı ödeyecek,
- Selçuklulara karşı inşa ettirdiği Eskişehir (Dorylaion) ve Homa (Soublaion: Uluborlu’nun doğusunda) istihkamlarını yıktıracaktı.
Böylece Kılıç Arslan, Türklere Malazgirt’ten sonra ikinci büyük zaferi kazandırıp Bizans’a büyük bir darbe indirmiş oldu. Bizans, bu savaşta müthiş bir felakete uğradı. Bizzat Manuel, bu yenilgiyi, Bizans’ın bundan 105 yıl önce Malazgirt’te uğradığı felâket ile mukayese etmiştir.
Miryokefalon Zaferi, Malazgirt’ten sonra Selçuklu ve Bizans tarihlerinde ikinci bir dönüm noktasını teşkil eder. Bizanslılar, Malazgirt Savaşı’nm kendileri için nasıl bir darbe olduğunu iyi kavrayamamışlar ve bu nedenle daima Anadolu’yu geri alma ümit ve gayretlerini sürdürmüşlerdir. Malazgirt’ten bir asır sonra, 1176 tarihinde kazanılan bu büyük zaferden itibaren artık Bizans’ın ümit ve mücadeleleri tamamen kırılmış; Selçuklular karşısında savunmada kalmış ve dolayısıyla üstünlük yeniden Selçuklulara geçmiştir. Manuel, Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa ve İngiliz kralı II. Henri’ye gönderdiği mektuplarda bu feci mağlubiyetini gizlemeye ve hatta onu zafer şeklinde göstermeye çalışmış ise de, daha sonra Kılıç Arslan’m elçileri hakikati anlatmışlardır. Zaferden sonra Sultan Kılıç Arslan, başta Bağdad Abbasî halifesi ekMüstazî Bi’ emrillah olmak üzere, bütün İslâm hükümdarlarına birer fetihnâme göndererek Bizans’a karşı kazandığı bu büyük zaferi müjdelemiştir. Bu zafer İslâm dünyasında, özellikle Bağdad’da büyük sevinç meydana getirmiştir. Manuel Komnenos ise üzüntüsünden kahrolup bir daha sağlığına kavuşamamış, ölümüne kadar da huzur ve neşe bulamamıştır. II
Kaynak: Ali Öngül, Selçuklular Tarihi 2, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2014.
DEĞİŞEBİLİR VE DEĞİŞECEKTİR ANADOLU’DA VARLIK MÜCADELESİNİN VERİLDİĞİ MİRYOKEFALON SAVAŞI’NIN YERİ, KAYNAKLAR IŞIĞINDA KESİNLEŞTİ. PROF. DR. MEHMET AKİF CEYLAN VE YRD. DO؟. DR. ADNAN ESKİKURT İLE YAPTIKLARI KEŞFİ KONUŞTUK…
Pek bilinmese de Anadolu tarihinde Miryokefalon Savaşı’nın yeri çok mühim* 1176ya Bizans ve Selçuklu arasında cereyan eden bu savaşla Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğu kesinleşti ve Bizans bir daha ciddi bir taarruzda bulunamadı. Bu savaş öncesinde Anadolu’da durum nasıldı, buradan alalım isterseniz?• ٠٠
Adnan Eskikurt1096 ؟ Eylülünde başlayan L Haçlı Seferi sonrasında Anadolu’da siyasi dengeler alt üst oluyor* Bu yeni dönemde Bizans, Haçlı seferlerinin ardından Anadolu’da kaybettiği toprakları geri alma yolunda kısmen de olsa bir üstünlük sağlıyor* Biz bu süreçte Selçukluları da Anadolu’da milli birlik için bir gayret içerisinde görüyoruz. Diğer taraftan Bizans ile olan mücadeleleri de devam ediyor. Fakat Danişmendlilerin Anadolu’da bir güç haline gelmesi Bizans’ın istediği bir gelişme. Çünkü Türkler arasında birlik istemiyor. Ve çoğunlukla da zayıf düşeni destekleyerek dengeyi koruyor. Hiçbir tarafın kendisinin karşısında duracak bir güç haline gelmesini istemiyor. Haçlı seferleri sonrasındaki mücadelelerin ana hatları bu.
Savaşın yaşandığı tarihte Bizans imparatoru, Manuel Komnenos ve Selçuklu sultanı, İkinci Kılıç Arslan. Her iki devlet arasında zaman zaman anlaşmalar yapılmış fakat mücadele de bitmemiş. Bizans’ın doğu seferlerinde her halükarda güzergâh Konya’nın güneyinden, yani Selçuklu arazilerinden geçiyor. Fakat Kılıç Arslan’m faaliyetleri ve özellikle Danişmendlileri destekleyen Nureddin Mahmud Zengi’nin vefatı sonrasında Bizans, daha saldırgan bir politika izliyor. Denizli’de Gümüşsü yöresinde Sublion kalesini inşa ediyor. Yine o dönemde Dorylaion adı verilen Eskişehir’deki istihkamları bizzat inşaatına katılarak onartıyor. İmparator bu tedbirleri aldıktan sonra 1176 yılında Konya üzerine büyük bir sefer başlatıyor. Üsküdar’daki Damalis adı verilen limandan başlıyor bu sefer. Sayısız yük hayvanının çektiği arabaları var. Beş bin olduğunu söylüyor Niketas Khoniates veya Kinnamos gibi kaynaklar. Bunlardan Niketas, eserini 1204’teki IV. Haçlı Seferi’nde İstanbul’un işgali sonrası gittiği İznik’te kaleme almış. Yani 1176’daki savaştan bir süre sonra. Belki de emeklilik günlerinde diyebiliriz. Miryokefalon’un arka planı kısaca böyle.
Hocam, İstanbul’dan çok büyük miktarda binek hayvanı ve teçhizatla çıktığı söyleniyor. Bu aslında Türkleri tamamen Anadolu’dan atma düşüncesinde olduklarını gösteriyor. Tam manasıyla bir varlık-yokluk mücadelesi ٠٠
Tabi. Maksatları Türkleri Konya’dan İran’a sürmek. Konya düştükten sonra zaten Selçuklu’nun tutunacak dalı kalmaz açıkçası. Bizanslılar kuşatma aletleri taşıyorlar yanlarında; mancınık, koçbaşı gibi. Hedef, Konya’yı yerle bir etmek. Konya’nın savunması buna dayanamayabilirdi. Çünkü daha evvel Manuel’in 1146’da yaptığı seferi anlatan kroniklerde, sultanın şehirden çıktığı, yakınlardaki bir ormanda mevzilendiği, şehri hanımının savunduğu, düşmanın şehir mezarlıklarını talan edip, ölülerin kemiklerini çıkartarak surlardakileri tahkir ettiği, üzdüğü ve sair bilgiler geçiyor. Ama galebe çalan taraf yok.
Peki, Miryokefalon Savaşanın sonuçları neler oldu? Bu savaş için, yüzyılın başında cereyan eden Haçlı seferlerinin bir rövanşıdır diyebilir miyiz?
Aslında Bizans’ın yaptığı seferleri de Haçlı seferleri içine dâhil edebiliriz. Çünkü onların da nihai hedefinde Kudüs var; orayı yeniden elde etmek adına hareket ediyorlar. Zaten 1147-1149 yılları arasındaki II. Haçlı seferinin düzenlenmesi de Musul atabeği İmâdeddin Zengi’nin 1144’de Urfa’yı fethedip buradaki Haçlı kontluğuna son vermesi ve Küdus ile Antakya’yı ellerinde tutan Haçlıların Batı’dan yardım talep etmeleri ardından gerçekleşmiştir. Haçlılara yardım ederek onlar üzerindeki nüfuzunu güçlendirmek ve Batı’da itibar kazanmak isteyen Bizans da Orta Anadolu’daki Selçuklu varlığını sonlandırmak durumundaydı. Ancak, 1176’daki savaştan sonra Bizans, son hamle üstünlüğünü yitirmiş oldu. Anadolu’nun Türklerin vatanı olduğunu kabullendi. Üstelik ordusunun büyük bir bölümü bu savaşta telef olmuştur. Şunu da unutmayalım ki, Manuel Komnenos zamanında Bizans ordusunun büyük bölümü paralı askerlerden oluşuyordu. Bunların maaşları eyaletlerin vergi gelirleriyle ödeniyordu. Bu yüzden yüksek vergiler söz konusu. Ve halk, yerel idarecilerin, toprak sahiplerinin adeta kölesi durumuna gelmiş. Ticaret geriliyor, vergi gelirleri düşüyor. Ordunun çok uzun süren seferlere çıkması, Macarlarla, İtalyan şehir devletleri ile yapılan savaşlar maddknanevi çok büyük kayıplara sebep oluyor. Son darbeyi de Miryokefalon’da Selçuklular karşısında alarak özellikle Anadolu’nun artık bir Türk yurdu olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Ki zaten Bizans’ın bir daha Selçuklulara karşı veya Anadolu Türklerine karşı bu şiddette, bu büyüklükte bir orduyla sefere çıktığına da şahit olmuyoruz tarihte.
Anadolu’daki Müslümanlık tarihi için böylesine mühim bir savaşın yeri konusu bugüne kadar hep tartışıldı* Siz, yeni çıkan kitabınızda savaşın yeri ile ilgili son noktayı koydunuz. Bu sonuca nasıl vardınız?
Az evvel ismi geçen Kinnamos bir saray görevlisi ve imparatora yakın bir kişi. Dolayısıyla anlatımları birinci elden. Yalnız eseri maalesef tam 1176’da, savaşı anlatmadan bitiyor. Bu bir handikap. Fakat 1146’daki bir seferden bahsediyor. Bu da bize lokasyonun tespitinde önemli bir ipucu oldu.
1176’da imparator, Batı Anadolu’da özellikle Bizans nüfusunun yerleşik olduğu bir güzergâhı takip ederek güneye iniyor. Aslında kestirme yol, Eskişehir üzerinden Konya’ya gider. Diğer yolu tercih etmesi, ani bir baskın düşüncesinden kaynaklanıyor olabilir. Tabi bu güzergâhta daha kolay ve güvenli bir ilerleyiş de söz konusudur. Kaynaklarda Dinar’dan sonra Homa’ya gittiği yer alıyor. Biz bu Homa’yı, Denizli’de olarak değerlendiriyorduk.
Fakat bu yeni çalışma sürecinde baktık ki Beyşehir’de de eskiden Homa adını taşıyan yerleşmeler var. Hatta Çivril diye orada da bir yerleşme bulduk. İmparator buradan hareketle göller yöresini aşıp Beyşehir istikametine ilerliyor. Burada bir boğazdan geçmek isterken Selçukluların kurduğu pusuya düşüp ordusunun büyük bölümünü kaybediyor ve geri dönmek zorunda kalıyor. Kinnamos’un eserinde dikkat çeken husus şuydu; 1146’da Manuel, İzzeddin Mesut tahtta iken yaptığı sefer sırasında Konya civarına ilerliyor ve orada bir ay kadar süren çatışmalardan sonra İkinci Haçlı Seferi’nin yaklaşmakta olduğunu haber alınca çekiliyor. Kinnamos, o çekiliş sırasında imparatorun Tzibritze Boğazı’ndan geçtiğini söylüyor. Ve çıktığı yer Usküles gölüydü diyor. Yani Beyşehir Gölü. Tabii biz bunu görünce Konya ile Beyşehir arasında böyle bir boğaz arayışına girdik. Ve bunun Bağırsak Boğazı olabileceği üzerinde durduk. İmparator, İngiliz kralı II. Henry’ye yazdığı mektubunda “Cybrilcimani (Çivrilcimani) derler Türkler buraya” diyor. Bugün boğazın bulunduğu yerin Osmanlı dönemindeki idari adı Çimeneli veya Çemeneli. Bunlar birbirine çok yakın isimler.
Yörede yaptığımız arazi çalışmasında da topografyanın bitki örtüsüne kadar, kroniklerdeki anlatımlarla örtüştüğünü gözleme fırsatı bulduk. Tabi diğer konu da, yıllardır muamma olan Miryokefalon Kalesi’nin yeriydi. Bu kale özellikle savaştan bahseden doğu kaynaklarından Süryani Michael’de ve Ermeni Simbat Sparapet’de zikrediliyor.
En net bilgiyi aslında Simbat veriyor. “Konya yakınlarında Melidis denilen metruk ve harap bir kalemden bahsediyor. Kesin bir yer veriyor. Bölgeye ait bir tapu tahrir defterinin neşrinde, boğazdaki kale kalıntısı hakkında Hisar-ı Meldos diye bir kayıt var. Yani Osmanlıcadaki bu ifadeyi, aslını bilirseniz Melidis şeklinde okuyabilirsiniz. Ama tahrir defterini yayımlayan hocamız Meldos diye zikretmiş. Dolayısıyla buradan da biz, Miryokefalon denilen kalenin aslında Hisardı Meldos olduğu sonucuna vardık.
Mehmet Akif Ceylan: Meldis Kalesi, bir kaynakta Meldinis diye geçiyor. Bunun İngilizce çevirisi Melitine. Hitit araştırıcısı Çek bilim adamı Bedrich Hroznı bu Melitine kelimesinin bal anlamına geldiğini ifade ediyor. Buradaki bölgeye şu anda da Balkaya Yaylası diyorlar. Bu önemli bir ayrıntı. Meldos Hisarı’mn olduğu yere Asar Tepe, Asar Kale ya da Hisarkale de diyorlar. Kiepert’in haritasında ise Kale Tepe diye geçiyor. Yani Miryokefalon isminde bir kale yok.
Adnan Eskikurt: Bir araştırmacı ekip Asar Kale’de çalıştı. Tespitlerine göre kale geç Roma, erken Bizans çağında kullanılmış. Savaşın olduğu 1176’da terk edilmiş bir yer olması bu bilgiyle örtüşüyor. Erken Bizans çağında İslâmî akınlar var. Bölge Bizans’ın elinden alındıysa bu kalenin terk edilmesi normalleşiyor.
Miryokefalon ismi nereden kaynaklanıyor o halde?
Bu, kroniklerimizden Niketas’m tanımlamasından ileri geliyor. Böyle yıllarca literatürde yer bulmuş. Aslında o da “bu kalenin gerçekte var olup olmadığı şüphelidir” diyor. Kendisi savaşa katılmayıp katılanlardan dinlediklerini yazdığı için, ya diyor “önceden burada kanlı bir çatışma oldu,binlerce kişi öldü yahut bu savaşta ölenler sebebiyle bu ad verildi bu kaleye”. Dolayısıyla açıkça ortaya koymuş oluyor ki savaş sırasında oraya giden askerlerin gördüğü kale, çok önceleri kullanımdan çıkmış bir kale. Neden? Çünkü Bizans muhtemelen İslam akmları sırasında o bölgeden çekilince kale metruk halde kalmış. Artık adını da hatırlayan kalmamış Bizans askerleri arasında. Hatırladıkları kadarıyla “binlerce baş” anlamına gelen Miryokefalon kelimesini zikretmişler.
Savaşın cereyan ettiği yere gelecek olursak, siz gittiniz, bizzat sahada çalışma yaptınız„ Beyşehir’deki Bağırsak Boğazı’nı kesin ve nihai yer olarak tespit etmiş bulunuyorsunuz. Bu tespitteki dayanak noktaları nelerdir ve bu çalışmaya karar verme aşamanız nasıl oldu?
Mehmet Akif Ceylan؟ Adnan Beyle daha önce Kufi Çayı Boğazı’nın Tarihi Coğrafyası isimli bir makale yayımladık. Kufi Çayı ^Denizli’de- benim doktora sahamda kaldığı için defalarca o bölgeye gidip gelmiştim. Boğazı da birkaç defa yürüyerek geçmişimdir. Kaynakları incelediğimizde savaşın orada olduğu söyleniyordu. Adnan Bey de sık sık bu savaştan bahsediyordu. O zaman, yani 98 yılında Çivril’de bir sempozyum düzenlendi bu savaş üzerine. Biz de gittik, arazi çalışmaları yaptık. Çalışmalarımızın başlangıcı böyle oldu. Daha sonra makale olarak yayımladık. Şimdi o dönemde dört tane yerin adı sık geçiyor. Biri Kufi Çayı, en kuvvetli aday orasıydı. İkincisi Karanlık Dere vadisi ya da Akçay vadisi/kanyonu. Bir diğeri Düzbel, bir diğeri de Çardak Geçidi. Düzbel’i birkaç defa gidip gördüm. Hatta W. M. Ramsay ve Feridun Dirimtekin de Düzbel görüşünü ileri sürüyor. Fakat o dönemlerde ben yavaş yavaş tarihî kaynaklan da incelemeye başladım. Ve aynı dönemlerde yine İsparta’da Eğirdir Gölü yöresinde de savaşın yeri ile ilgili çalışmalar vardı. Gelendost ve Yalvaç Belediyeleri de bu konuda yine sempozyumlar yapmıştı. O bölgelere de geziler yaptık. Karamıkbeli var burada, Yalvaç ile Çay arasında, Karakuş Dağları üzerinde bir geçit. Hatta bu konu, Abdülhaluk Çay Bey’in doktora tezi. Onun görüşü burasıdır. Ben buraya birkaç defa gezi yaptım. Sonra Gelendost Ovası’nı söyleyenler var. Burada küçük boğazlar var onları gördüm. Burada yine Kumdanlı diyenler var birkaç yayında. En son Akdağ köyü civarında küçük bir ovanın içerisinde savaşın olduğunu söyleyenler var. Dolayısıyla Türkiye’de sekiz yerin adı geçiyordu.Bu arada, şu ana kadar galiba bu savaşla ilgilenen ilk coğrafyacı da benim.Mesele tabi tartışılmaya müsait. Biz bu savaşla ilgili kaynaklarda geçen bütün coğrafî unsurları teker teker tespit ettik. Denizli yöresi midir, Eğirdir midir, Beyşehir midir… Bütün kaynakları taradığımızda Konya-Beyşehir ile ilgili
ifadeler daha net. Ordu açık alandan, ovadan gelmeyeceğine ve batıdan geldiği de kesin olduğuna göre bu bölgede olması daha doğru. Süryani kaynak Michael diyor ki, Konya’ya bir günlük mesafede oldu savaş… Şimdi bir günlük yürüyüş mesafesi denince 100 kilometre çapında bir alanı düşünmemiz lazım. O gün atla bir günde alınabilecek mesafe bu.
Bir diğer husus da savaşın geçtiği boğazın uzunluğu. Manuel’in mektubunda bu bilgi geçiyor, “Ordu 10 mil yürüyüş kolundaydı” diyor. Yaklaşık 15 kilometre yapar. Yani Bizans ordusu 15 kilometrelik bir kol halinde yürüyor. Dolayısıyla bizim, aşağı yukarı 15 kilometrelik bir boğaz aramamız gerekiyordu. Kaynaklar, yamaçların dikliğinden, Türklerin yukarıdan aşağı doğru Bizans ordusuna saldırdığından bahsediyor. Aynı zamanda bu vadinin içerisinde tepeler var. Yine boğazın öncesinde ve sonrasında arazi nispeten geniş ve düzgün. Bizans ordusu öncü birliği boğazdan çıktıktan sonra yüksek bir tepede karargâh kurmuş. Dolayısıyla boğaz çıkışında çevreye de hâkim, karargah kuracak bir tepenin olması lazım. Yani burada kroniklerde tarif edilen özellikler büyük ölçüde tutuyor.
İmparator Manuel ikazlara rağmen düz ovada gibi, yürüyüş düzenini değiştirmeden ve tedbir almadan boğaza girmiş. Oraya gelene kadar hep tedbirli olan Manuel, oraya gelince cesaretlenmiş ve yaşlı komutanların sözünü hiç dinlememiş. Manuel’in cesaretinden, daha önceki savaşta da buradan geçtiği, en azından bu güzergahı bildiği anlaşılıyor.
Dolayısıyla coğrafyacı olarak tarihî ifadelere baktığımızda savaşın nerede olabileceğini canlandırıyorsunuz. Kafanızda bir maket var savaş yeriyle ilgili. Araziye çıktığımızda, daha kesin bir şekilde “bu bölgede olabilir, bu bölgede olamaz”, “şurada niye olabilir, burada niye olamaz” diye karşılıklı mukayeselerle bir tesbit yaptık. Tabi burada geçidin jeolojik özellikleri çok önemliydi. Sonra akarsu var geçidin içerisinde. Dolayısıyla orasının bir boğaz olduğu belli. Aynı zamanda bütün tarihî kaynaklarda burası bir vadi diyor. Civardaki bitki örtüsü olarak da çok az bir bilgi var. Bir alıç ağacının, ahlat ağacının ismi geçiyor. O bölgede ahlat yaygın. Gerçi Anadolu’da epeyce yaygındır ahlat, Ege’de, Akdeniz’de, İç Anadolu’nun değişik yerlerinde vardır. Fakat burada daha fazla gözlemledik. Bir de kaynaklarda, savaş esnasında kalkan bir toz bulutundan bahsediliyor. Askerlerin ve hayvanların hareketlerinden dolayı vadi içerisinde bir toz bulutu oluşmuş, göz gözü görmüyor. Bu da bize vadinin içerisinde alüvyon birikimlerinin olduğunu gösteriyor. Ülkemiz şartlarında eylül ayı, yeraltı sularının seviyelerinin en aşağı indiği kurak bir dönemdir.
Tabi savaş mahallinin Konya ile Beyşehir arasında bir yer olduğunu düşündükten sonra orada üç güzergah üzerinde durduk. Bir tanesi Beyşehir- Derbent Altınapa barajı ve Konya güzergahı. Bir diğeri Beyşehir’den Karacaören üzerinden Konya’ya giden bir güzergah. Bir diğeri de işte bu savaşın olabileceğini söylediğimiz Bağırsak Boğazı.
O da Beyşehir Yunuslar köyü ve Kızılören köyleri ile Altınapa barajı üzerinden Konya’ya giden bir yol. Bu yolun şöyle bir avantajı söz konusu; batıya doğru devam ediyor. Yani Yunuslar köyü ve Hüyük üzerinden Yalvaç’a giden bir yol bu. Ulu yol olarak da isimlendiriliyor.
Bu Heyhat Sahrası’nda donan buz denizi üzerinde at, insan ve hayvanın gitmesi imkânsız olduğundan Moskov kavmi kâfirleri bir çeşit kızaktan gemiler yapıp kızakların altındaki kalın kiriş ağaçlara hınzır dişleri, sığır kemikleri ve sığır boynuzları çakıp kızaklar buz üzerinde güçlükle durur. Hemen zerre kadar bahaneyle kızak gemileri uçmaya bakar.
Bütün kızakların ikişer ve birer yerinde, çam direklerinde sazdan ve kamıştan örülmüş hasırdan yelkenleri var. Her kızak gemide yirmişer otuzar at bağlayacak ahırlar, tahtadan çatılmış ocaklı odalar, mutfaklar ve ayakyolları bulunmaktadır. Ama buz denizi üzerinde olmakla bu gemilerin ne dümeni, ne kürekleri ve ne kürekçileri var, ancak hasırdan yelkenleri kullanmak için gemisine göre beşer onar adet yelkenci kâfirleri var.
Her geminin ileri başı olan kayalığı üzerinde ikişer kefere iskemle gibi tahtalar üzere oturur, ikisinin de ellerinde uzun sırıklar ucunda demir temrenli mızrak gibi harbeleri var. Gemileri hasır yelkenler ile yıldırım gibi şakıyıp giderken havaya göre gemilerin başlarını döndürmek için bu iki gemileri hasır yelkenden daha hızlı kuş gibi uçar. Zira gemilerin altlarına tamamen hınzır dişleri dizilmiştir ki altı billur gibi buz deryasında gemi durabilir mi?
Bütün asker, elçi ve hakir; bütün adamlarımız ve malzemelerimizle bu gemi kızakları içinde oturup ateşler başında kebaplar çevirdik. Kâfirler horilka, pivo ve med suları içtiler. Gemiler sancaklarla bezenip toplar ve tüfenkler atıp şenlikler ederek o billur gibi buz deryası üzerinde yaydan ok çıkar gibi giderdik.
Huda’ya hamdolsun benim gemim yıldırım gibi giderdi, ama Kalmık şahmın verdiği koyun, sığır ve arabaların yüklü olduğu gemiler biraz geri kalırdı.
Kaynaklar: Evliya Çelebi, Seyâhatnâme (VII. ve VIII. Cilt), İndeksli Tıpkıbasım, 4. Cilt, Yay. Haz.: Seyit Ali Kahraman, Ankara 2014; Evliyâ Çelebi b. Derviş Mehemmed Zıllî, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 308 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu – Dizini, 7. Kitap, Haz: Yücel Dağlı – Seyit Ali Kahraman – Robert Dankoff, İstanbul 2000; Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi: Eğri – Hatvan – Yanık
- Viyana – Çanad – Eflak – Bogdan – Bükreş – Ukrayna – Kırım
- Bahçesaray – Çerkezistan – Dağıstan – Ejderhan – Kalmukistan
- Saray – Moskova, Haz: Seyit Ali Kahraman, 7. Kitap Cilt, İstanbul 2011.
Tarihî bir haritada Kırım Yarımadası ve hemen üstünde Heyhat Sahrası bugün bile. Savaştan kısa bir süre sonra bu yolun üzerinde bir kervansaray yaptırılıyor, 1206 yılında. Bu da yolun, yalnızca Bizans değil Selçuklular döneminde de önemli olduğunu gösteriyor. Yine Kiepert haritasında bu yola işaret ediyor. Hatta, daha batıdaki Selki köyünde Roma döneminin (kilometreyi gösteren) mil taşı bulunuyor. Dolayısıyla bu boğaz, eskiden beri önemli bir güzergah.
Bölgede kalıntılar var mı peki ve bu aşamadan sonra neler yapılmalı?
Kale kalıntısı var tabi. Kalenin duvar izleri, merdivenleri ve sarnıcı mevcut. Ama zaten Miryokefalon kelimesi tek kaynakta geçiyor. Bu savaştan sonra, savaşın vehametini gösteren bir isimdir. Yoksa öyle bir yer adı yok. Şimdi bundan sonra ne yapılması lazım? Büyük ölçüde tespit edildi ama yüzde bir de olsa başka ihtimaller var. Tabi o bölgede savaş döneminden kalan herhangi bir şey, meselâ bir mızrak veya ok ucu veya madenî paralar bulunabilir. Bundan sonra yapılacak olan şey, o bölgede ayrıntılı yüzey araştırmaları yapmak ve maddi kalıntılara ulaşmak. Şimdi araştırmalarımızı o yöne yoğunlaştıracağız.
Hocam, her ikinize de verdiğiniz bilgilerden dolayı teşekkür ederiz* İnşaallah bu çalışmalarınızla Anadolu tarihinin önemli bir dönüm noktası olan Miryokefalon Savaşanın yeri konusu aydınlanmış, savaşa dair bilgiler güncellenmiş ve yenilenmiş olacak?
Bizler de teşekkür ederiz. Çamlıca Basım Yayın ve Yedikıta Dergisi’ne de çalışmalarımıza verdikleri desteklerden dolayı ayrıca teşekkür ederiz. 11