SELÂHADDiN EFENDİ

SELÂHADDiN EFENDİ

Bugün sayılan (on)’u bile geçmiyecek kadar azalmış olan eski medrese mezunu muhterem hocalarımızdan’ bazılarını taninm. Bir kısmı etrafta olup bitenleri seçemiyecek kadar yaşlanmışsa da, henüz sohbetine doyum olmayacak kadar dinç olan lan da vardır. Bunlardan Valide Camii baş imamı Kuzât mezunu Selâhaddin Turlin Efendiyi çok eskiden tanır, cami odalarında okutmakta olduğu talebeleri için vazifesinden atılma tehlikesini bile göze aldığım bildiğim için fedakârlığını takdir ederim. O günlerin zihniyeti karşısında Tefsir, Hadîs, Fıkıh okutmak her Hoca Efendinin kârı değildi Derhal vazifeden atılmakla kalmaz, Arapça okutmak suçundan aylarca hapsedilmek de baihis mevzuu olabilirdi. Nitekim Selâhaddin Efendiyi de Tefsir ve Hadîs okuttuğu için günün eşraflarından bâzılan şikâyet etmişlerdi. Müftünün gönderdiği ihtar kâğıdını yanımda eline tutuşturdular. O günkü Fatih Müftüsünün tezkeresinde şu cümleler yazılıydı: «— Arapça okuttuğunuz istihbar olunmuştur. Bundan sonra bu gibi hareketlerden tevakki etmenizi rica eder günün nezâketini hesaba katmanızı beklerim…» Dersiam olan Selâhaddin Efendi, bu ihtardan yılmadan Kur’an-ı Kerim’in mânâsım izah eden tefsirleri okutmaya imamı bulunduğu camide devam etti. Müftü­ lükten ihtar tezkereleri birbirini takib etmekteydi. Nihayet bir gün şöyle bir cevap gönderdi: «— Cami odalarındaki talebeleri yetiştirmek her din adamının vazifesidir. Benim Tefsir okutmama mâni olmak, bana verilen dersiam maaşının mânâsını anlamamak olur. Ya bu dersiâm maaşını kesersiniz, yahut da ben talebe okutmaya devam ederim!.» Bunun yanında o günün müezzinleri de kendilerine mes’uliyet sıçraması ihtimali ile Hocanın camide ders okutmasını önlemek istemişlerdi. Bunlara, Hoca Efendinin şu ihtarını asla unutmam: «— Bu caminin mihrabında imam olarak gördüğü­ nüz müddetçe ilim âşıkı talebeleri himaye etmeye, onlara muhtaç oldukları İlmî yardımı yapmaya devam edeceğim. Evvelâ beni bu caıçiden attırırsınız-.. Sonra da ilim talibi çocukları buradan kovabilirsiniz!» Hususî namazlarında yetmiş kadar hatim okuduğu nu bildiğim Selâhaddin Efendinin bu celâdeti karşısında tutunamayanlar eriyip gittiler, fakat Selâhaddin Efendi bugün bir kısmı Müftü, Vâiz, îmam olaiı bir çok taiebe yetiştirmeye muvaffak oldu. Medresenin son yadigârlarından olan Selâhaddin Efendiye bir gün açık saçık kıyafetli bir kadın câmi içindö mes’ele sormak üzere gelmişti. Hoca Efendi:, — Evvelâ kıyafetini düzelt, sonra mes’eleni sor, diye çıkıştı. Kadın, çenesi düşük, utanma hissinden mahirim biriymiş ki: — Sen kalp temizliğine bak! Kalbin- temiz olduktan sonra kılık kıyafette bir şey mi sanki., kabilinden bir sü­ rü lâf etmeye başladı. Kuzat -mezunu Selâhaddin Efendi buna: — Ben senin kalbinin temizliğini nereden bilirim? Kalb insanın içindedir. Doktordan başkasının görmesi de mümkün değil. Ben sizin kalbinizin temizliğini ancak işâretleriyle anlarım… Dedikten sonra şöyle devam etti: •— Siz Ainadolu’ya, seyahata çıktığınızda yol kenarında tanımadığınız bir çok köyler görürsünüz. Bu kö- ‘ yün Müslüman köyü mü, Hıristiyan köyü mü öldüğünü nereden bilirsiniz? înce, zarif bir minâre yükseliyorsa, müslümanhğm işâreti, çan kulesi görünüyorsa Hıristiyanlığın âlameti bilirsiniz değü mi? — îşte ben de başı, kolları Kur’amn emrettiği şekilde kapalı bir kadını gördüğümde W işâretlere bakarak Müslüman hanımı der, kalbinin temizliğine bu işâretlerle hükmederim… Cümlenin gerisini keşfetmekte geç kalmayan kadın, Kuzat mezunu Hocanın, sadece Âyet-Hadîs okuyup susacağını zannetmişti. Halbuki Selâhaddin Efendi ontin seviyesinde konuşarak susturmasını bilmişti. Nihayet sualini bile unutan çenesi düşük kadm selâmeti orayı terketmekte buldu.

Selâhaddin Efendi, Bediüzzartıan Hazretlerinin muarızı olan bir arkadaşını alıp Şehzadebaşmdaki o günkü ta lebe odalarından birine götürdüğünü anlatırken der ki: — Alay müftülüğü yapmış olan arkadaşım Naci’yi yanıma alarak itiraz ettiği Bediüzzaman Hazretlerinin huzuruna götürdüm: Daha, evvel tesbit ettiğimiz en zor sualleri sormak kasdıyla iyice hazırlanmıştık. Bediüzzaman Hazretleri bu suallere kitaba bakmadan cevap verebilirse, onun hakkında söylenenlerin hepsinin doğ­ ruluğunu kabul edecektik. İçeri girdiğimiz zaman bizi güler yüzle karşıladı. Yanında hazır bulunan biriyle konuşmaktaydı. Biz daha suallerimizi sormadan konuş­ makta olduğu adama bizim suallerimizin hepsinin cevabım anlattı. Biz de tek kelime konuşamadan mahcubiyet içinde oradan ayrıldık. Ondan sonra itirazcı arkadaşım Naci Erdönmez bir daha Said Nur si Hazretleri aleyhinde tek kelime konuşmadı.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*