OSMANLI’DA KADIN
Osmanlı kadını çocuk bakımı ve terbiyesinde, çokfertli ailenin en etkin kişisidir. Şemseddin Sami, kadının toplum içindeki ehemmiyetini şöyle dile getirir: “Kadın, cemiyet-i beşeriyenin esası, ahlâk-ı umumiyenin rüknü, aile denilen ve insanı canavarlıktan çıkarıp medenileştiren bir mukaddes bağın ukdesi, insaniyetin bir bahçesidir.”
Klasik dönem Osmanlı cemiyetinde aile, içtimâi hayatın temelidir. Hatta devlet ricali, her türlü idare fonksiyonunu konaklarından yürütmekteydi. Bu yüzden ayrı devlet binaları yoktu. Genellikle bir avluda ailenin üç kuşağa mensup fertlerinin yaşadığı haneler, aynı zamanda ekonomik bir bağ ve gücün de alt yapısını oluşturmaktaydı. Buna aynı mahallede oturan yakın akraba ve kardeşlerin ailelerinden meydana gelen daha geniş bir topluluğun da dâhil olduğunu düşünürsek, aile yapısının büyüklüğü ve bağların kuvvetiyle ilgili bir fikir sahibi olabiliriz. Böylece ekonomik gücün yanında birbirinin zincirleme keyifli olan insanlardan müteşekkil sosyal bir toluluk meydana gelmekteydi.
Aileye İlk Adım
Âşıkpaşazade’nin “Bu âlemde maksud olan birkaç şeydir: Oğul evlendirmek, kız çıkarmak ve dünyadan ahrete iman ile gitmek” sözleri, ebeveynlerin evlatlarına iyi bir evlilik yaptırmasının, ailevî mesuliyetlerin en mühimlerinden olduğunun güzel bir ifadesidir. Elbette burada İslâmiyet’in anne-baba-çocuk hakları ve nikâhla ilgili hükümleri, evliliğe ilk adımda mühim rol oynar. Bu, eş seçimi ve kız istemeyle başlayıp, nişan, düğün merasimi, geçimin temini, çocuğun dünyaya gelmesi, yetiştirilmesi ve mürüvvetini dımda mühim rol oynar. Bu, eş seçimi ve kız istemeyle başlayıp, nişan, düğün merasimi, geçimin temini, çocuğun dünyaya gelmesi, yetiştirilmesi ve mürüvvetini görmekle hayat boyu devam eden bir yoldur. Bu büyük hayat yolu birçok âdetin yanında, esas itibarıyla dinî hükümlerin etrafında şekillenmiştir.
Osmanlı’da Erkekler Çok Eşli miydi?
Osmanlı ailesi bir İslam ailesi örneği olarak, dörde kadar evlilik dinen serbest olmasına rağmen, genellikle tek eşli bir mahiyet taşır. Gerek arşiv kaynakları, gerek seyahatnameler aynı anda birden fazla esle yapılan evliliklerin çok olmadığını göstermektedir. Klasik dönem için özellikle tereke defterleri üzerinde yapılan araştırmalara göre birden fazla evlilik oranları % 5-12 arasındadır.köylerde çok eşlilikoranı %0,3’e kadar düşmektdir.Bu oranlardan anlaşılmaktadırki dört evlilik istisnai durumlarda, üç evlilik ise çok az görülmekteydi. Yine yapılan araştırmalar göstermiştir ki zannedilenin aksine birden fazla evlilik yapan kişilerin maddî durumu diğerlerine göre yüksek olanlar değildir. Mal varlığı, birden fazla evliliğin temel sebebi değildir. Asıl sebep ya hiç çocuğu olmaması veya kız çocuğunun olmasına rağmen erkek çocuğu özlemidir. Hiç çocuğu olmayan ailelerin iki veya üç eşli olması durumu daha fazla görülmüştür.
Osmanlı’da Evliliğin Resmî Şartları Nasıl Yerine Getirilirdi?
1 – Evlenecek gelin ve damat adayı, evlenmelerine mâni bir halin olmadığına dair mahalle ihtiyar heyetinden bir ilmühaber kâğıdı alırlar.
2- Bu ilmühaber kâğıdıyla kadıya müracaat ederler. Kadı ve iki şahidin huzurunda geline verilecek mehr-i muaccel ve mehr-i müeccel tespit edilir. Genellikle yapılan akit ve tespit edilen meblağ şer’i mahkeme sicillerine kaydedilir.
3- Kadı tarafından evlenecek gelin ve damat adayları ile tespit edilen mehirleri, “izinnâme-i bikr” (bekârlar için izin kâğıdı) veya “izinnâme-i seyyip” (dullar için izin kâğıdı) adı verilen kâğıtlara yazılır, izinnameler, tarafların evlenmelerine izin verildiğini gösterir. Mahalle veya köy imamlarına hitaben yazılmakta olan bu kâğıdın özenle saklanması, ileride bilhassa mehir konusunda çıkabilecek anlaşmazlıkların giderilmesi bakımından önemlidir.
4- İzinname kâğıdı ile mahalle imamına giden çiftler, burada yapılan dinî merasimle, nikâh işlerini tamamlamış olurlar.
Osmanlı Kadını
Günümüz popüler kültürü Osmanlı kadınına ne yazık ki spekülatif ve önyargılı bilgilerle yaklaşmaktadır. Bu durum, bilgi edinmeden fikir ve kanaat sahibi olma eğiliminin bir yansımasıdır. Diğer taraftan, değil Osmanlı evinin haremini, selamlığını bile görme imkânı bulamayan Batılı seyyahların hiçbir mesnedi olmayan hayallerini seyahatnamelerine yansıtmalarının da tesiri büyüktür.
Ev İdaresi İlmi
Osmanlı’da ailenin nasıl idare edilmesi gerektiği, aile fertleri arasındaki görev ve sorumlulukları anlatan ahlâk bilgisine “Ilmü tedbîri’l-menzil” yani “Ev idaresi ilmi” denmiştir. Bu konuda kitaplar da yazılmıştır. Kmalızâde Ali Çelebi Ahlak-ı Alâi adlı eserinde Ev idaresi Ilmi’nden şöyle bahsetmektedir: “Ilmü tedbîri’l-menzil, öyle bir ilimdir ki onunla hane halkı arasındaki düzen ve tertip ile uygun şekilde geçinmenin yollan bilinir. Aile, evde (menzil) kan koca, çoluk çocuk bir arada yaşarlar, işte bu topluluk birtakım usul ve kurallar, kanunlar çerçevesinde yaşamalıdır ki dünyada huzur ve refah, ahrette de saâdet içinde İbrahim Paşa Sarayı’na dert olsun. Bunun için bu ilim herkese gerekli ve faydalıdır.”
Bugünün, Osmanlı ailesi ve kadını hakkında en büyük önyargısı olarak şunları söyleyebiliriz: Osmanlı kadını aşırı derecede baskı altındaydı. Kadınlar, önce ailesinin, sonra eşinin malı, mülkiyet hakkı bulunmayan, mirastan mahrum bırakılmış, kanunlar karşısında savunma hakkı olmayan, eşya gibi satılan kimselerdi.
Bütün bu önyargılar ve benzeri yanlış bilgiler tamamen hayal ürünü ve uydurma senaryolardan ibarettir. En baştan başlayalım. Bir defa Osmanlı kadını sıbyan mektebi eğitimiyle ilkokul derecesinde eğitim görmüş ev hanımı idi ve bu en alt seviye Osmanlı hanımının genel özelliğidir.
Çocuk bakımı ve terbiyesinde, çok fertli Osmanlı ailesinin en tesirli kişisi kadındır. Şemseddin Sâmi, kadının cemiyet içindeki ehemmiyetini şöyle dile getirir: “Kadın, cemiyet-i beşeriyenin esası, ahlâk-ı umumiyenin rüknü, aile denilen ve insanı canavarlıktan çıkarıp medenileştiren bir mukaddes bağın ukdesi, insaniyetin bir bahçesidir.”
Batıda kadın yaşlanıp çocuk sahibi oldukça kıymeti azalırken, Osmanlı kadınının aile içinde ve cemiyetteki mevkii, çocuklarının sayısı ve yaşı arttıkça yükselmekteydi.
Maddî manada eşine bağımlı olan hanım, evin idaresinden mesul ve evde en az eşi kadar söz sahibidir. Kendi mülkiyeti ve bu mülkü tasarruf hakkı bulunmaktadır. Bunun en mühim delillerinden biri tereke defterlerinde kadınların mallarına ait kayıtların bulunmasıdır. Bu kayıtlar, kadınların mirastan mahrum olmadıklarını da göstermektedir. Mülkiyetle ilgili başka bir delilse kadınlar tarafından yaptırılan vakıflardır. Başta hastane, câmi, mektep, çeşme gibi vakıf eserleri inşa ettirmenin yanı sıra, bağının bahçesinin gelirlerini hibe etmek suretiyle hayır işleyenleri örnek olarak gösterebiliriz. Ayrıca bu vakıfların kuruluş gayeleri arasında yetim ve fakirleri, yolda kalmışları, hatta hayvanları koruma ve barındırma düşüncesinin de yer aldığı göz önünde tutulursa, Müslüman kadınların ne derece şefkat ve merhamet hisleriyle dolu olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde karıştırılan meselelerden biri de başlık parası ve mehirdir. Bu konuda maalesef İslâmiyet’e de dil uzatılmaktadır. İslâmî kâideler üzerine evlilik akdi esnasında kadına mehr-i muaccel veya mehr-i müeccel adıyla bir meblağ veriliyordu. Bu para bir bakıma kadının ekonomik güvencesiydi ve yukarıda da belirttiğimiz üzere tasarrufu tamamen kendisine aitti. Bunun en önemli deliliyse Şer’iyye Sicilleri’ndeki mehirle ilgili uygulamalardır. “Başlık” ise Osmanlı- Islam toplumuna mahsus bir uygulama olmayıp dünyanın çeşitli yerlerinde görülen bir vakıadır. Osmanlı idaresi başlık veya buna benzer paraların alınmaması yönünde gayret göstermiştir. Arşiv belgelerinde, başlık, ağırlık, nişan namıyla damat adaylarından para almayı yasaklayan ilan ve bildirilermahkeme kararıyla yer almaktadır.
18. yüzyılda eşinin vazifesi dolayısıyla İstanbul’da bulunmuş Lady Montagu, evlerin haremlerine girip Osmanlı kadınını yakından tanıyabilmiş biridir. Bu açıdan verdiği bilgiler dikkate şayandır. Bir mektubunda Osmanlı kadınından imrenerek bahsetmektedir: “Kadınların Türkiye’deki kadar bir serbestlik ve imtiyaza sahip, bütün kınamalardan beri olduğu başka bir ülke gördüğümü sanmıyorum… Türklerin biz kadınlara yönelik davranışları bütün milletlere örnek olmalıdır. Sanıyorum onlar, kendi hayat tarzları içerisinde yaşayan, dünyanın en mutlu kadınları.”
Elbette bu serbestlik birtakım sınır ve ölçüler dâhilindeydi. Nitekim dinî esasların ve geleneklerin icabı kadının iffet ve namusu çok değerlidir. Bundan birinci derecede koca sorumludur. Avusturya Sefiri Busbecq, Seyahatname’sinde bunu şu şekilde dile getirmiştir: “Kanlarının iffeti, Türkler için o kadar önemlidir ki hiçbir başka millette ona bu derece önem verildiğini göremezsiniz.”
Bir diğer önemli konuysa kadınların kânûnî haklarıdır. Şer’iyye Sicilleri’ne baktığımızda Osmanlı kadınlarının, kendi iradeleri ile mahkemeye başvurduklannı, bizzat mahkemede bulunup veya vekil aracılığıyla dava açtıklanm, aleyhlerine açılan davalara karşı kendilerini savunduklarını görmekteyiz. Yanlış inanışlara ve önyargılann haksızlığına maruz kalmış olsa da; disiplinli, otorite sahibi, edebe-adaba riayet eden hanımlar için “Osmanlı hanımı” veya “eski toprak” tabirlerinin kullanılması, aslında Osmanlı kadınının günümüze kadar süren mükemmel imajının da bir ifadesidir.
Kaynaklar: Ayşe ÖzdemirKızılkan, Bir Şer’iyye Sicilinin Işığında İstanbul Kadınlarının Hak Arayışları, Uluslararası-Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi, 05-07 Mart 2009, Kongre Bildirileri III. Sakarya 2009; Abdurrahman Kurt, “Osmanlı’da Kadının Sosyo-Ekonomik Konumu”, Yeni Türkiye Osmanlı Özel Sayısı, yıl: 6, sayı: 32, Mart-Nisan 2000; Semseddin Sami, Kadınlar, İstanbul 1331; Mary Mortley Montagu, Türkiye Mektupları, Hazırlayan: Ayşe Kurutluoğlu, İstanbul ts.; Ogier Ghiselin De Busbecg, Türkiye’yi Böyle Gördüm, Hazırlayan: Aysel Kurutluoğlu, İstanbul ts.; Ahmet Tabakoğlu, “Osmanlı Toplumunda Aile”, Sosyokültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi 1, Ankara 1992; Ömer Demirel, Adnan Gürbüz, Muhiddin Taş, “OsmanlIlarda Ailenin Demografik Yapısı”, Sosyokültürel Değişme Sürecinde Türk Ailesi I, Ankara 1992; Aşıkpaşazade Tarihi, Hazırlayan: Nihal Atsız, İstanbul 1970; İlber Ortaylı, Osmanlı Toplumunda Aile, İstanbul 2002; Kınalızâde Ali Efendi, Ahlak-ı Alai, İstanbul 1844.