wiki

Çinli Müslümanların Hac Yolculukları

Çin in Gansu eyâleti Lanzhou şehrinin en büyük câmii
Çin in Gansu eyâleti Lanzhou şehrinin en büyük câmii

Çin in Gansu eyâleti Lanzhou şehrinin en büyük câmii

İslam’ın temel şartlarından biri olan hac, zaman ve mekân husûsiyetleriyle diğer ibâdetlerden daha farklı bir yapıya sahiptir. Sadece Mekke-i Mükerreme’de ve Zilhicce ayının 9-10. günlerinde îfâ edilebilmesi sebebiyle Müslümanlar imkân buldukları takdirde yaşadıkları yerlerin Hicaz’a olan uzaklığına göre Zilhicce’den günler, haftalar; hatta aylar öncesinden yola çıkarlar ve aynı zamanda hac günleri olan Kurban Bayramı’ndan evvel Mekke -i Mükerreme’ye ulaş- maya gayret gösterirlerdi. Yolculuğun ekserisinin karadan ve binek hayvanları ile veya yürüyerek yapıldığı zamanlarda dinin temel kâidesi olan bir ibâdetin sıkıntısız îfâsı her zaman ehemmiyet arz etmiştir. Osmanlı Devleti de başlangıçtan itibaren tebaasından olan Müslümanların huzurlu bir hac yolculuğu yapmaları için gereken tedbirleri almış; hatta siyâsî mesuliyetinde olmamasına rağmen toprakları dışındaki hac yolunun meseleleri ile de meşgul olmuştur’. Yavuz Sultan Selîm Han’ın 1516-1517 tarihlerinde Suriye, Mısır ve Hicaz’ı idâresi altına almasının ardından mukaddes mekânların hâmiliğini üstlenen devlet, bu tarihten itibaren mukaddes şehirlerin îmârı ve oradaki hacıların ağırlanması işlerinin yanı sıra Mekke-¡ Mükerreme ve Medîne-i Münev- vere’de yaşayanların meseleleri İle de alakadâr olmuştur. Aynı şekilde gerek kendi topraklarında bulunan hac yollan ve yolcuları, gerekse kendi toprakları dışından hacca gelenlerin sıkıntılarının halli ile meşgul olmuş, onların rahatları için her türlü tedbiri almış ve bu yolda azamî gayret sarf etmiştir.

Metinde mevzu olan ve Çinli Müslümanların Halîfe hasretleri ve hac yolculuklarını anlatan vesika

Metinde mevzu olan ve Çinli Müslümanların Halîfe hasretleri ve hac yolculuklarını anlatan vesika

Öte yandan; Osmanlı Devleti’nin tebaası olsun olmasın bütün hacı adaylarına gösterdiği bu alâka ve yakınlık, hilâfeti de uhdesinde bulundurmasının tesiri ile uzaktan yakından bütün dünya Müslümanlarının alâkasını celp etmiştir. Yollarını aylarca uzatma pahasına Orta Asya’dan, Karadeniz’in kuzeyinden; hatta Hindistan’dan hacca gitmek için yola koyulan Müslümanlar, önce İstanbul’a uğramışlar, buradan hareket eden büyük hac kervanı ile Mekke-i Mü- kerreme’ye doğru yola çıkmışlardır.

Onların hem halîfeyi görmek hem de hac yolculuklarına İstanbul’dan başlama arzularının önünde birçok manialar vardı. Başta zamanın şartları icabı bütün yolu ya yürüyerek veya binek hayvanlan ile açıkta kat etmek mecburiyetinde idiler. Böyle olunca tabiat ve iklim şartlarının zorlukları haliyle yaşlı ve hasta hacı adaylarını hayli yormuştur. Tabiî sıkıntıların yanında yollarda kendilerine musallat olan eşkıya ve hırsızlar da her zaman karşılaşılabilen menfî hallerden idi. Bu zorlukları maksuda ulaşmak yolunda büyük bir iştiyak ve şevk ile aşan ve İstanbul’a doğru yol alan hacıları, Karadeniz sahillerine ulaştıklarında başka bir zorluk daha beklemekteydi. O da Rus hükümeti ile onun Karadeniz limanlarında vazife yapan memurlarının tavrı idi.

Milletlerarası antlaşmalar gereği kânûnî bir manisi olmayan başka ülke tebaasını resmî muamelelerini yaptıktan sonra istedikleri yere nakletmesi gereken Rusya’nın Karadeniz limanlarındaki vazifelileri, Orta Asya ve Doğu Türkistan’dan gelen hacı adaylarına olmadık zulümler yapmışlardır. Onlara İstanbul’u göstermemek ve Halîfe ikinci Abdülhamîd Han’ı ziyâret ettirmemek için binilen Rus bandıralı gemilerin kaptanlarına İstanbul Boğazı’nda durmadan geçme emri vermişlerdir. İstanbul’u ve halîfeyi görme ateşi ile bu kadar meşakkate katlanan Müslümanlar yine çareyi Sultan İkinci Abdülhamîd Han’a hallerini anlatıp derman bulmasında aramışlardır.

O sırada Çin idâresinde yaşayan Müslümanların yazdıkları iki dilekçe birkaç cihetten oldukça ehemmiyet arz etmektedir. Yazılan dilekçenin başında İstanbul’a gelme niyetlerini: “Farîzatullâh olan hacc-ı şerîfi edâ etmek niyet■¡ hâlisasıyla her sene şedd-i rahl eden binlerce efrâd-ı Müslimînin dînen ve mâddeten merbût bulundukları ma- kâm-ı akdes-i hilâfet-¡ Kübrâ-yı Islâmiyyelerine derkâr olan râbıta-i umûmiye-i islâmiyyelerinin bir kat daha te’yîd ve takviyesi için Deraliyye’ye muvâsalatla dîdâr-ı sâtıhu’l-envâr-ı cenâb-ı halîfe-i a’zamîlerini müşâhede etmek ni’met-i cihân-kıymetine nâiliyeti erkân-ı hacdan tanıyarak ez-cân u dil ârzû etmekteler” şeklinde ifâde eden Doğu Türkistanlıların Osmanlı Hilâfetine dinen ve maddeten bağlılıkları ve halîfeyi görmeyi erkân-ı hacdan saymaları, üzerinde durulması gereken bir husustur. Dilekçelerinden manevî bağlarla bağlı bulundukları İstanbul ve halîfeyi ziyâret edememekten büyük ızdırap duydukları anlaşılan bu Müslümanlar, dilekçenin devamında Rusya’nın yapmış olduğu diğer zulümleri de beyan edip yardım istemektedirler. Buna göre Rusya ile hiçbir siyâsî münâsebetleri olmamasına rağmen Rusya bu kişilerin pasaportlarını vize etmek bahanesiyle ellerinden alıp haftalarca geri vermemekte ve liman şehirlerinde sürünmelerine sebebiyet vermektedir. Gayr-ı insânî ve beynelmilel hukûka ters olan bu durumun giderilmesi ve her hal ve şartta bu hacıların hem gidişte hem dönüşte İstanbul’a uğratılmalarının temin edilmesi için şöyle yazmışlardır: “Merkez-i hilâfet-i muazzama-i islâmiyyelerini ziyâret ve halîfe-i akdes ve a’zam efendimiz hazretlerini müşâhede ve cevâmi’ ve makâmât-ı mübârekeye yüz sürmek ni’met-i uz- mâsından mahrûm bırakılmamaklığımızı niyâz ve pâyitaht-ı hilâfet- i celîle-i Islâmiyyelerinde dahi ahz u i’tâ ve mu’âmelât-ı sâire-i tüccâriyemize âhar taraflardan muhâlefet edilmemesini kemâl-i tazarru’ ile istirhâm ederiz.”

Onların şikâyetleri sadece İstanbul’u görememek ve halîfeyi ziyâret edememekle sınırlı değildi. Sıkıntının başka bir ciheti de Karadeniz limanları hatta Astrahan’dan itibaren hacılara rehberlik etmeyi kendisine iş edinmiş kişilerle alâkalı idi. Arapça, Türkçe ve Rusçayı

Orta Çin'de Xian şehrinde Müslümanların ikâmet ettiği bölgede bir câmi

Orta Çin’de Xian şehrinde Müslümanların ikâmet ettiği bölgede bir câmi

iyi bildiği anlaşılan ve adlarına dellâl denen bu şahıslar yaptıkları işin karşılığını haliyle alıyorlardı. Ancak daha fazla kazanmak arzusu ile muhtemelen de Rusya konsoloslukları ile anlaşarak hem maddî bakımdan hacıları soyuyorlar, hem de onlara olmadık eziyetler çektirerek meşakkatlerini katbekat artırıyorlardı. Bu şahıslar sadece Doğu Türkistan’dan veya Orta Asya’dan gelen hacı adaylarına değil, aynı zamanda Müslüman Rus tebaası olup da hac için yola çıkanlara da aynı eziyeti yapmaktan çekinmem işlerdir. Dilekçelerinden bu mağduriyeti olabildiğince yaşadıkları anlaşılan Doğu Türkistan heyeti hiç olmazsa sonraki yıllarda aynı sıkıntının tekrarlanmaması için Sultan İkinci Abdülhamîd Han’a bir arîza daha yazarak Devlet-i Aliyye’den kendilerine hac işlerinde yardımcı olabilecek bir kethüda tayin etmesini istemişlerdir.

Netice olarak yukarıda izah etmeye gayret ettiğimiz hususlardan hareketle Doğu Türkistan’da yaşayan Müslümanların İstanbul ve halîfeyi ziyâret etmeyi hacin erkânından saymaları oldukça mühimdir. Arizalar hâlâ sıcak bir tartışma mevzuu yapılan Osmanlı hilâfetine onların bakışının çok açık vesikalarıdır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir