H azreti M uhamm ed’in vücut yapısı ve yüzü sevimli idi.
Boyu, ortadan biraz daha yüksek, başı büyücek idi. Alm genişti.
Saçları ve sakalı siyahtı, ne düz, ne kıvırcıktı, ikisi ortasıydı
dalgalıydı. K aşları kalındı, kirpikleri uzundu. Zekâ ile
parlıyan iri siyah gözleri lütuf, kerem ve iyilik ifadesile dolu
ve cazibeli idi. Teni pembe beyazdı. Boynu uzun ve güzeldi.
— 42 —
O m uzları genişti. Cüssesi orta idi. Sür’atli adım larla yürür ve
bu esnada öne doğru biraz eğilirdi. Yüzünün hatları derin dü
şünceli olduğunu gösterir, bakışları hürm et telkin ederdi.
H azreti M uham m ed’in m anevî vasıfları da, tıpkı maddî gö
rünüşü gibi, H atice’nin kalbinde ona karşı sevgi uyandırm ıştı.
Hatice onunla evlenm ek istiyor, fakat ona bundan bahsetm
eğe cesaret edemiyordu. H azreti M uhamm ed’e gelince kervanını
sevk ve idare ettiği dul kadın hoşuna gidiyor idiyse de,
onunla evlenmeği hatırına getirm iyordu. Çünkü «Tahire» lâkabiyle
anılan Hatice, hem çok zengin idi, hem de K ureyş’in
— kendini alm ak istiyen — bir çok ileri gelenlerini reddetm işti.
Hatice, H azreti M uham m ed’e karşı duyduğu hissiyatı, kendini
ona doğru çeken ve günden güne artan meylini arkadaşı
Nefise’ye açtı. Nefise birgün Hazreti M uhamm ed’e giderek, evlenm
eyi düşünüp düşünm ediğini sordu. O da, böyle bir tasavvurun
fiil m evkiine konm asının sadece kendi elinde olmadığı
cevabını verdi. Nefise: «O halde,» dedi, «tereddüde mahal yok.
Faziletli, güzel, zengin olduktan başka, aynı zamanda senin dengin
olan bir kadın ile evlenmek istemez mi idin?» Hazreti Muhammed,
bunun kim ve ismi ne olduğunu öğrenmek isteyip de,
Nefise «Hatice» deyince, hayretler içinde kaldı.
H atice’nin amcası Am r ibni Esed onları evlendirdi.
Hatice’nin babasının bu evlenm eye m uhalif olduğu ve ancak
sarhoş edildikten sonra m uvafakatinin alınabildiği hakkındaki
rivayet tam am ile yanlıştır: H atice’nin babası bu tarihten
senelerce evvel vukua gelmiş olan Ficar m uharebesi esnasında
ölmüştü.
Bu suretle Hazreti M uham m ed’in hayatında yeni bir devre,
evlilik ve babalık devresi başladı. Evlilik hayatı, vakıa, pek
mes’ud bir hayat olduysa da Hazreti M uhammed çocukluğunda
ana ve babasının kaybıyla yetim lik acısını tattığı gibi bu sefer
de evlâtlarını kaybetm enin acısını duydu.
Rivayete göre, Resul-i Ekrem, evlendiği sırada, 25 yaşında
idi, karısı ondan 15 yaş büyüktü. H atice’nin yaşı hakkm daki rivayet
um um iyetle kabul ve teslim edilmiş olmakla beraber,
nazar-ı dikkate alınmağa değer bir itiraz beyanından kendim izi
alamıyoruz:
Hatice ile evlenm esinden H azreti M uham m ed’in dört kızı
ve üç oğlu dünyaya geldi. K ızların en küçüğü, ilk vahiy senesinde
yani evlenm eden 15 yıl sonra doğdu. Şu halde Hatice 55
veya 56 yaşında iken bir kız doğurm uş oluyor.
İşte bu hâdise, bizi H atice’m in — kocasından yaşlı olm akla
b erab er— evlendiği sırada 40 yaşında olmadığı kanaatine
götürm ektedir.
Bu ilk karısından doğan çocukların en büyüğü olan Kasım
doğduktan sonra H azreti M uham m ed’e Eb’ül-Kasım (Kasım ’m
babası) lâkabı verilm işti. Ne yazık ki, bu zavallı daha çocukluk
çağında iken ölmüş, kardeşleri Tahir ve Tayyib de ayni
suretle hayata gözlerini yum m uşlardır. Resul-i Ekrem ’in yalnız
kızları İslâm iyetin zuhurunu görm üşler ve en sadık taraftarı
olm uşlardır.
Arablar, ahlâkları ve İçtim aî durum ları itibarile, h er tü rlü
inzibata ve her tü rlü otoriteye karşı isyankâr davranıyorlardı.
H er nevi terakki tahakkuk edemez gibi görünüyordu. A rdı arkası
kesilmez m uharebeler, kabilelerin ve âilelerin biribirlerine
karşı yaptıkları m erham etsizce intikam kavgaları putperestlik
ve fısk-u fücur içinde bulunan bu m em leketi kana boyam akta
idi. Bu m anzaranın çirkinliği karşısında teessür duyan ve bu
derece büyük bir kötülüğe çâre bulam ıyan H azreti M uhammed,
en ücra yerlere çekilmeği ve orada derin düşüncelere dalarak,
ruhuna hâkim olan tefekkür ve ibadetle vakit geçirmeği itiyat
edinmişti.
Sabahleyin, tanyeri ağarırken, şurasında burasında çiğ billû
rları parlıyan yeri hafif ve erguvanî renkte bir tü l kaplardı.
Bu tü l doğan güneşin ilk şualarıyla kayboluyor ve kıym etli taş
lar âdi çakıllara dönüyordu. Güneş, semti re’se (en yüksek noktasına)
geldiği vakit, yeryüzü mecalsiz ve hareketsiz gibi oluyordu.
Sonra, batarken de dünyaya veda edişinin hüzünlerini
ilham için, bol bol altın huzm eler saçıyordu. N ihayet gökte — ay,
— 44 —
güm üş dalgalarile ortalığa hâkim olmadığı zam anlar— binlerce
ve binlerce yıldızlar peyda oluyordu.
Fırtınalı zam anlarda çöl, seller kusan kara bulutların hü
cum u ile bir takım korkunç kum hortum ları hasıl ediyordu.
Çöle çekilmek, Hazreti M uhammed için en büyük bir mü-
rebbi olm uştur; kalbini her tü rlü m addî m eşgalelerden temizlem
iştir. Bu sebepten dolayıdır ki ona Safa-us-Safa unvanı
verilm iştir.
İşte, sonsuzluk ile olan bu tam visal halinde iken, Hazreti
M uhammed, A llah’ın kudretiyle yazılmış olan tabiat kitabını
okum ağa çalışıyordu. İnsanların m ukadderatına hâkim
olan Yüce Zat, yaratm ış olduğu eşyanın ağzından ona hitabetler
gibi idi.
H azreti M uham m ed’in, zengin ve işlerini bizzat idare e tm
eğe alışkın bir kadın ile evlenmesi, kendisine düşüncelerile
tek başına kalm ak ihtiyacını duyduğu zam anlar çölün tenhalığına
sığınm ak im kânını verm iştir.
Bazı m üsteşrikler, Hazreti M uham m ed’in ileride m eydana
koyacağı eseri tertip etm ek ve teferruatını hazırlam ak için bu
inzivadan faydalandığı nazariyesini ileri sürm üşlerdir. Hattâ
içlerinden bazıları K u r’anı bile baştan başa orada telif ettiğini
telm ih eyliyecek dereceye varm ışlardır. Öyle görünüyor ki
İslâm ın bu m ukaddes kitabında evvelden düşünülm üş bir plân
(bir tertip) m evcut olmadığını, sûrelerden her birinin, yirmi
yılı aşkın bir m üddet içinde, vuku bulan ve evvelden keşfi
m üm kün olmıyan hâdiselere taallûk ettiğini nazarı dikkate alm
am ışlardır.
H azreti M uhammed inzivasında düşünüyor, fakat bir şeye
asla k arar verem iyordu.
Bundan başka, hal ve vaziyetinden m üteheyyiç ve m üteessir
olan ve m em leketin içine battığı sosyal durum u ıslâh etm
ek lüzum unu düşünen iyi niyet sahipleri çoktu. Fakat, bü
yük ıslâhatçılarm gayretini tazelendiren m ukaddes alevder
m ahrum oldukları için, tahakkuk edemiyecek zannettikleri biı
-işe girişmek kudretini kendilerinde bulam ıyorlardı.
— 45 —
İçlerinden, K âbe’nin duvarına dayanarak: «Allahım, sana
ibadetin sence en makbul şekli ne olduğunu bilseydim, sana öylece
ibadet ederdim. Ne çare ki bilmiyorum.» diye bağıran A m r
ibni Zeyd gibi bazıları, ecdatlarının dinini terketm ekle yetinmişler;
öte taraftan, İncilin bazı parçalarını arabçaya çeviren
V araka bin Nevfel ve Bizans’a kaçmış olan H uveyris ibni
Osman gibi bazıları Hıristiyan; nihayet bir takım ları da Yahudi
dinine girm işlerdir.
M emleketin aydınları arasında ataları H azreti İbrahim ’in,
asırlardanberi uğradığı kaba tahriflerden tem izlenmiş tevhit
dinine (Monothéisme) girm ek istiyenler çoktu.
İşte bu devrededir ki, Hazreti M uhamm ed’e ilk vahiy
nazil olmuştur.
Bu vak’aya m üteallik tafsilâta girişmeden önce, ne gibi bir
ruhî halette bulunduğunu Resûl-i Ekrem ’in ağzından dinlem ek
faydalıdır: İlk vahye tekaddüm eden on ay zarfında,» diyor,
«uykum, şafak ışıklarını andıran bir takım aydınlıklarla bö
lündü; evlerden uzaklaştığım zaman, bana Yâ Muhammedi
diye hitap eden bir takım sesler duyardım. Döner, arkama
— önce sağa, sonra sola— bakardım; lâkin çalı çırpıdan ve
taşlardan başka bir şey görmezdim. O zaman kendimi dehşetli
bir sıkıntı içinde hissederdim. Büyücülere ve falcılara karşı
nefret duyardım, haberim olmaksızın arzum hilâfına onlardan
biri olurum diye korkardım. Cansız eşyadan çıkıyor gibi görü
nen bu sesler acaba orada saklanan cinlerden, göklere ait işler
hakkında büyücülerle falcılara haberler veren ve töhmetli
san’atlarını yapmaları için onlara yardım eden cinlerden gelmiyor
muydu?»
M ekke’den takriben beş kilom etre mesafede ve A rafat yolunun
sol tarafında bulunan Cebeli N ur = Nur Dağı’nın kırm ı
zı granitten bir cidarında Hıra m ağarası vardır. H azreti Muhammed,
her sene bir ay m üddetle çekilip, gece ve gündüz tamamile
inziva halinde kalm ak için, bu m ağarayı seçmişti. Yanma
bir m iktar azık alırdı. Bu erzak bitince bir m iktar daha
tedarikine m ecbur olurdu; fakat bu tedarikini görür görmez
— 46 —
V
hemen m ağaraya dönerdi. Çünkü derin düşüncelerine ara verm
ek onu m ânevi bir sıkıntıya düşürürdü.
611 M ilâdî senesi Ramazan ayında idi. Bir kaç gün sonra,
Hazreti M uhamm ed kırk yaşına basacaktı. Tarihin seyrini de
ğiştiren ve dünya üzerinde görülen en büyük sosyal inkılâbın
vukuunu haber veren hâdise, Ramazan ayının «tek rakam lı son
üç gününün birinde» vâki olmuştu.
H azreti M uhamm ed keyfiyeti şu suretle anlatıyor: Hıyra
m ağarasındayken Melek Cebrail bana göründü. Gözümün önü
ne, üzerinde bir takım harfler işlenmiş uzun bir atlas sererek
«Oku!» dedi. Cevap verdim: O kuyanlardan değilim.» Bunun
üzerine vücudüm ü bu atlasın kıvrım ları arasına alarak o kadar
şiddetle sıktı ki nefesim kesildi ve öleceğim sandım.»
«Sonra, beni koyuvererek, tekrarladı: «Oku!» Yine «Okuyanlardan
değilim!» cevabını verdim. Tekrar sıktı. Bu defa
göğsümden son nefesim çıkacak sandım.
«Nihayet bağını gevşetti ve, üçüncü defa olarak, tek rarladı:
«Oku!» Üçüncü defa sıkıştırır korkusu ile «Ne okuyayım?»
diye sordum çünkü bu defa artık nefesim taham m ül edemiyecekti.»
«O zaman Cebrail dedi ki: «Yaratan Rabbinin adıyla oku.
O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz
kerem sahibidir. Ki kalem le öğreten O’dur. İnsana bilmediğini
bildiren O’dur.» (Sûre 96; âyet 1-5)
Bu sözleri ben de onu takiben söyledim, Cebrail kayboldu.
Birdenbire kendim e gelip fırladım. Bütün bir kitabın kalbime
nakşedilmiş bulunduğu intibaını hissettim.
«Zihnimi toparlam ak maksadile m ağaradan çıktım, yolun
ortasına geldiğim vakit bir ses duydum: «Ya M uhammed, sen
A llah’ın Resûlüsün, ben de Cebrail’im!»
Hazreti M uhammed, dehşetli bir sıkıntı içinde evine koş
tu. Kapıdan içeri girer girmez Hatice’ye dönerek: «Beni örtün!
Beni örtün!» diye bağırdı.
Etrafını aldılar ve heyecanı sükûn buluncıya kadar onu
örtüler altında bıraktılar. Sonra olanlardan şaşkına dönen Ha
— 47 —
tice sordu: «Ya Eb’el-Kasım, Allah için söyle, nerede idin, sana
ne oldu?»
Resûl-i Ekrem, başından geçeni ona anlattı ve, «Ah!» dedi,
«Ölüyorum zannettim!» Gördüğü şeylerin m ahiyetini düşünerek
onları endîşe verici buluyordu.
Hatice bu düşüncesini bertaraf etti: «Olamaz,» dedi, «şüphe
yok ki Allah sana fenalık etmek istememiştir. Çünkü sen
ailene karşı çok iyisin, zayıflara karşı merhametli, fakirlere
karşı âlicenabsın, zulme uğrıyanların hepsine yardım etmeği
seversin. Bana getirdiğin haber, iyi bir haberdir. Hatice’nin
kalbini elinde tutan Zatı Kibriya namına yemin ederim ki, o
müjdeyi ben bekliyordum. Hiç şüphe yok, sen kavmimizin
peygamberi olacaksm.»
Hatice kocasının en büyük inayete m azhar olduğuna kaniydi.
K eyfiyetten haberdar etm ek üzere, amcası oğlu V araka
bin Nevfel’e koştu.
H ıristiyan dinini — bildiğimiz veçhile — kabul etmiş olan
Varaka, M ekke’de m ukaddes kitapları en iyi bilen bir adamdı
ve, tıpkı Suriye rahipleri gibi, Arab diyarından çıkacak bir
peygam berin zuhurunu beklem ekte idi. Hatice’nin söylediklerini
dinledikten sonra gözlerinden hasret yaşları aktığı halde,
«Kuddus! Kuddus! Aziz olan Allah!» diye bağırdı, «Yâ Hatice,
dediğin doğru ise, kocanı ziyarete gelen, Peygamberimiz
Musa’yı ziyaret eden Melektir. Muhammed, milletimizin peygamberi
olacaktır. Bundan şüphen olmasın. Söylediklerimi
ona da söyle, ta ki o da müsterih ve emin olsun.»
H azreti M uhammed, her inzivayı m üteakip yaptığı gibi, bu
hâdiseden sonra K âbe’yi tavaf ederken, Varaka, yaşı çok ilermiş
olmasına ve fazla okum aktan gözleri kör olmuş bulunm asına
rağm en, başına geleni doğrudan doğruya ağzından dinlem
ek üzere, H azreti M uhamm ed’in yanm a gitti. Ona ayni
kehanetleri söyledikten sonra dedi ki: «Ah, hemşehrilerin seni
bu memleketten çıkarırlarken hayatta bulunmağı ne kadar arzu
ederdim!» Resûl-i Ekrem haykırdı: «Ne demek, beni yurdumdan
çıkaracaklar mı?» — «Evet», dedi V araka bin Nevfel;
«seni sürecekler. Çünkü, hiç kimse yoktur ki, en şiddetli eziyete
uğramaksızın senin getirdiğini getirsin. Ah, Allah o güne
kadar ömrümü uzatırsa, muzaffer olman için sana bütün kuvvetim
le yardım ederim.»
Hazreti M uhamm ed’in bütün şüpheleri zail oldu. Bir şim
şek gibi parlıyan vahiy, bütün şuur altındaki em ellerini canlandırm
ış ve on beş yıldır devam eden derin tefekkürat ile
ruhunda toplanmış olan bütün gizli kuvvetleri harekete getirm
işti.
HAZRETİ MUHAMMEDİN EVLENMESİ VE İLK VAHİY
22
Kas