Eğer «niçin tıb ve fıkıh ilimlerini yolcunun binit ve azığına benzettin)»
dersen; bilmiş ol ki: Allahu Teâlâ’ya yakınlık için çaiışan beden
değil, kalb’diı*. Kalb derken, yürek dediğimiz et parçasını kasdetmiyorum,
belki benim mevzûum olan kalb, hâsselerin [beş duygumuz]
onu aniayamıyacağı Allahu Teâlâ’nm sırlarından bir sır ve İlâhi bir
ietâfettir. Bâzan buna rııh-i insani, bâzan «nefs-i ınutmainne» denir
Şerî’atte ise buna «kalb» denir. Çünkü, hissin idrâk1 edemediği bu şey
sırrın ilk binitidir. Bunun vâsıtasiyle beden o lâtifeye binit ve âlet
eldu. O sırrın perdesini kaldırmak mükâşefe ilmine âittir. Halbuki
mükâşefe ilmi bu husûsda bahil davranmış ve o sırrı açıklamasına mü
sâade edilmemiştir. Bu mevzû’da en son söylenebilecek: «O, şu görü
len varlıklardan yüce, kıymetli bir cevher ve bir emr-i İlâhîdir.» demekten
ibârettir. Nitekim Allahu Teâlâ K ur’âıı-ı Kerîm ’de :
•f. S 0S O f i*,* ‘t ¿■’ı-* ‘ ‘ ‘ O S S
<(L5^ j ü î e-*-‘ J * ])
«Sana rıılıdan da sorarlar; de ki lûh, Rabbiıuin emıi (cümlesi)ildendir.»
(17-İsrâ: 85)
Buyurmuştur. Gerçi bütün varlıklar, Allahu Teâlâ’ya nisbet edilir.
Fakat bu rûh’un nisbeti, diğer a‘zâların Allah’a nisbetinden daha
şereflidir. «Halk» [yaratm ak], emr Ltedbîr ve idâre], hepsi Allah’ındır.
Ama tedbîr ve idâre demek olan enir daha yücedir.
Yer ve göklerin kabül’e cesâret edemedikleri, Allahu Teâlâ’nın
emânetini yüklenen ve bu sâyede yer ve göklerden üstün rütbeyi kazanan
bu kıymetli cevher «Emr» âl emindendir. Bu sözümüzden de
rûh’un kıdemi anlaşılmasın. Zîra rûh’un kıdemine kâil olan î’eiâsife
ve onîara uyanlar söylediklerini bilmeyen aldanmış kimselerdir. Bu
mevzû, saded dışı olduğu için bu söz’ü burada keselim de dâvamıza
gelelim. Bütün bunlardan gâye, işte bu lâtifedir ki, rabbinin emrinden
olduğu için rabbine gitmeği kasd eder.”Ondan geldi ona gider..Beden ise onun biniti ve vâsıtasıdır. Allah yolunda o rûh’a beden,
hacc yolunda hacı’ya deve, veyâhûd bedenin muhtâç olduğu suyu taşıyan
kova gibidir. (Yâni suyu kova taşıdığı gibi, rûhu da beden taşır.)
Her ilim ki, gâyesi bedenin sağlığını korumaktır, o ilim bu binitin
ihtiyaçlarını sağlar. Tıb ilminin böyle olduğunda şüphe yok.
Çünkü tıb ilmine bedenin sağlığı için ihtiyâç vardır. Tek bir inşân
olsa da tabâbete muhtâçtır. Fakat fıkıh tıb’dan ayrılır, çünkü tek başına
yaşıyan bir inşân olsa fıkhın bir çok mes’elelerine ihtiyâcı
olmazdı. Ne çâre ki, inşân oğlu yalnız barmamıyacak
bir hâlde yaradılmıştır.. Zîra tek başına yemek, giymek, mesken ve
bunlar için âlât ve edevâtı sağlamasına imkân yoktur. Bu sebeple bir
araya toplanmağa ve yardımlaşmağa muhtâçtır. Nezamân ki, insânlar
bir araya toplandı ve şehvetleri sebebiyle münâzaalar, kavgalar
oldu, iç -mizaçlarının bozulması ve bedenî hastalıkları kendi helaklerine
sebeb olduğu gibi, hâriçten gelen dedikoduların te’sîri ile de birbirini
öldürmeğe başladılar. İç bozuklukları tabâbet düzelttiği gibi,
dış düzensizlikleri de adâlet ve siyâset düzeltir. İnsânlann sağlıkları
nı bildiren ilme tıb, muamele ve işlerinde de düzeni sağlayan ilme
fıkıh adı verilir ki her ikisi de rûhun biniti olan bedeni korumak
içindir. Kalbini ıslâh etmeden ahlâkını düzeltmeden yalnız tıb ve
fıkıh ilimleriyle uğraşan kimse binitinin [devesinin] suyunu, yiyeceğini
satın alıp da yalnız onlarla meşgûl olan ve hacc yoluna girmeyen
kimsenin hâline benzer. Ömrünü, fıkıh mücâdeleleri arasında kelimeleri
incelemek ile geçiren kimse, hacc için götüreceği su tulumunu
sağlamlaştırmak için onu dikmeğe yarayan ipleri hâzırlamakla uğraşan
kimseye benzer.
Bu gibi fıkıhcılar ile, miikâşefe ilmine îsâl eden ıslâh-ı kalb ile
uğraşanlar arasındaki fark, yalnız deve, kova gibi şeyleri satın almak
ile uğraşan kimse ile, hacc yoluna giren ve hattâ haccm bâzı erkânı
nı ifâ eden kimse arasındaki fark gibidir.
İşte önce bunu düşün ve sonra da avâm ve havass’m muhalefetlerine
rağmen çok gayretler neticesi bu mertebeye ulaşan kişinin nasihatim
kabül et.
İlim tâiiblerinin vazifelerine dâir bu kadarı kâfidir.
KALBE DÂİR BİR SÖZ
05
Şub