Bilmiş ol ki, servet kazanmakta olduğu gibi, ilimde de inşânın
dört hâli vardır. Mal sahibinin, istifâde hâli var, bu hâli ile servet
kazanır. Tutumluluğu hâli var, bununla zâtını ihtiyâcdan kurtarır,
kendini bakması hâli var, bununla da kazancından faydalanmış
140 İHYÂU ‘ULÛMİ’D – DÎN — C ilt: 1 — RUB’U’L – İBÂDAT
olur, başkalarına infâkı var, bununla da cömert ve fazilet sahibi olur ki,
en şerefli hâli budur. İlim de, mâl gibi elde edilir. İlmi aramak ve kazanmak
hâli var, ilme sâhip olma hâli var, bu sâyede başkasına sormaktan
kurtarır, aydınlanma hâli var, ki bununla öğrendiklerini dü
şünür ve onlardan fâidelenir. Bir de başkasını öğretme hâli var, bu da
en şereflisidir. Kim, öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve başkalarını
öğretirse, mânevi âlemde saygı ile anılır. Bunlar: Güneş gibidir, hem
kendisi nûrludur ve hem başkalarını aydınlatır, misk gibidir kendisi
de güzel kokar başkalaşma da güzel koku saçar. Bildiği ile amel
etmeyenler: (Sahifeteri ilimle dolu) defter gibidir. Başkasına kârı
var fakat kendisi bir şey‘ anlamaz. Bileği-taşı gibidir. Bıçağı biletir
fakat kendisi, kesmez. İğne gibidir. Başkasını giydirir fakat kendisi
dâima çıplak durur, lâmba iitili gibidir başkasına ışık verir fakat kendisi
yanar.
Nitekim ilminden istifâde etmeyip başkalarına faydası dokunan
kimse hakkında ş â ir:
«O ancak lâmba fitilidir, kendisi yanarken başkasını aydınlatır.»
demiştir.
(Kendisini ilimle kemâle eriştirdikten sonra) öğreticilikle meşgûl
olmağa başi ayınca büyük bir işi boynuna aldığını ve şerefli işe giriş
tiğini bilmeli ve bunun için de muallimliğe uygun olan edeb ve nezâ
kete riâyet etmelidir. Binâenaleyh muallimin riâyet, edeceği yedi vazife
vardır.
1 — Babanın evlâdına olan şefkati gibi, öğrencileri esirgemektir.
Nitekim Peygamber Efendimiz bir mübârek sözünde şöyle buyuruyorlar.
*
«Ben, sizin için, çocuğuna karşı bir baba gibiyim.» (123)
{Anne baba çocuğunu dünyâ ateşinden koruduğu gibi) Peygamber
Efendimiz de ümmetini âhiret ateşinden korur. Âhiret ateşinden
korumak ise, daha mühimdir. Bu sebeptendir ki, muallimin hakkı anne
baba hakkından üstündür. Anne baba geçici olan şu hayâtın varlığına,
muallim ise ebedî saâdetin te’mînine vesiledir. Hoca olmayaydı
babasından elde ettiği, ebedî yokluğa mahkûm idi. Âhirette ebedî
hayâtı kazandıracak olan ancak muallimdir. Muallim demekle âhiret
ilimlerini, veyâ dünyâlık için değil de âhiret için dünyâ ilimlerini öğreteni kasdediyorum.. (Allah için insanlığa bir hizmet gayesi
olmayıp da beşeriyeti tahakküm altına almak ve) Dünyalık için okutmak
hem kendisini hem de okuyanı helake sürüklemek demektir. Bu
gibi ilimden Allah’a sığınırım.
Bir ailenin çocukları karşılıklı güven, sevgi ve saygı içinde maksada
doğru ilerleyecekleri gibi, bir hocanın talebeleri de böyle karşı
lıklı sevgi ve saygı içinde olmalıdırlar. Eğer gâyeleri âhiret ise, zâten
başka şekil olamaz. Eğer gâyeleri dünyâlık ise, aralarında kin ve çekememezlikten
başka bir şey bulunmaz. Zira gerçek âlimler ve âhiret
çocukları dünyâ’dan Allah’a giden yolda Allah’a doğru yolculuk hâ-
lindedirler, dünyâ’nın yıl ve ayları yol üzerindeki misâfirhâneler mesâbeşindedir.
Şehir ve köyler arası yolculukta arkadaşlık, dostluk ve
sevgi vesîlçsi olunca, ya Firdevs-i Â’lâ’ya ICennetin en yüce katma]
yolculuk edenler arasında sevgi saygı nasıl olmasın? Halbuki âhiret
saâdetinde aslâ darlık yok, bu sebeptendir ki âhiret yolcuları arasında
nizâ‘ olmaz. Bilgileriyle rivâset umanlar Hak Teâlâ’nın :
* y . “ t 0 J* a* ^
(l o ü y * – * U jI ®
«Mü’minler ancak kardeştir.» (49 – Hucurat: 10)
Âyet-i çelilesi gereğinin dışında kalıp :
«Buradaki dostlar, o gün, yek diğerine düşmandır, ancak müttekiler
değil.» (43-Zuhruf: 67)
Âyet-i çelilesi şümulüne girerler.
2 — Ta’lim ve ifâdelerinde Sâhib-i şerî’at Peygamber Efendimize
uymaktır. Öğretme karşılığı ücret istememeli, talebeden mükâ
fat ve hattâ teşekkür bile beklememelidir. Öğrettiğini ancak Allah
için öğretmeli ve gâyesi Allahu Teâlâ’ya ulaşmak olmalıdır. Her nekadar
öğrencilerin minnettar olmaları gerekirse de, kendisine böyle
bir hak tanımamalı, belki kalblerine ilim tohumunu ekmekle Allah’a
yaklaşmak için gönüllerini tamâmiyle kendisine bağladıklarından fazilet
ve minneti öğrencilerde bilmelidir. Onların bu hâli, ekip biçmek
için tarlasını sana âriyet olarak veren kimseye benzer. Tohumu
eken tarla sâhibinden daha kârlı olduğu gibi çocukların kalblerine
ilim aşılıyanlar da onlardan daha kârlıdır. Hâl böyle iken daha öğreticiliği nasıl minnet sayarsın; halbuki muallimin alacağı mükâfat
öğrencinin sevabından üstündür. Eğer öğrenci olmazsa sen bu mükâ
fatı alamazdın. Mükâfatım Allah’dan iste. Nitekim Allahu Teâlâ :
« «¿I J 1$y r ‘ j j VU jÜ Ü ÎI-ÎV »
«De ki ben bunun (ıisalcti tebliğ) üzerine sizden ücıet istemem;
benim ccrim ancak Allah üzerinedir.» (11-Hûd: 29)
Buyurmuştur. Çünkü mâl ve dünyâ varlıkları bedene hizmet
eder. Beden de nefsin binitidir. Halbuki hizmet olunan İlimdir. Çünkü
nefsin yüceliği ilim sâyesindedir. İlim ile mâl isteyen nâlinlerinin
altını kendi yüzüyle temizleyen gibidir ki, hizmet olunanı hizmetçi,
hizmetçiyi de hizmet olunanın yerine koymuş olur. Bu ise kafayı
aşağı ayaklan yukarı çevirmektir. Böylece bilgi ile dünyâlık sağlamak
isteyenler kıyamet günü suçlular ile Allah huzûrunda başları
eğik olan kimselerdir. Hülâsa gerçekte fazilet ve minnet muallim
içindir.
Şimdi bak! Dîn idâresi nasıl kimseler eline geçti. Kendilerine dâimi
bir gelir sağlamak ve bir mevki elde etmek için sultânların hizmetine
koşar, paralar harcar ve her türlü zillete katlanırlar. Bunu
yaparken de gâyelerinin ‘Allah’a yaklaşmak olduğunu zannederler.
Eğer böyle yapmasalar taraflarına bakan olmazdı. Bundan sonra da
muallim öğrenciden her türlü yardımı, hattâ haklı haksız, dostuna
dost, düşmânma düşmân olmağı, her hâlinde kendisine açık bir hizmetçi
ve bütün işlerinde emrine âmâde bulunmasını ister. Eğer ilim
talibi bunlardan birini yerine getirmezse onu yerer ve en büyük bir
düşmân tanır. Bir âlim için en büyük alçaklık bu dereceye düşmesi
bununla öğüıımesi ve sonra utanmadan benim okutmaktaki gâyem,
ilmi yaymakla, dîne yardım ve Allah’a yaklaşmaktır, demesidir. Şu
aldanmışların fena niyetlerine delâlet eden bu alâmetlere bak da ibret
al.
3 – Muallim, talebeye nasihatte kusûr etmemeli, en ince teferruatına
kadar her şeyi olduğu gibi bildirmelidir. Meselâ: Henüz ehli
olmadığı bir mevkie tâlip olmamak, ilimlerin zâhir mânâlarını anlamadan
ince ve gizli mânâlariyle meşgul olmamayı anlatmak… gibi.
Sonra bilgi edinmekten gâye kemâle ermek ve bu sâyede Allah’a yaklaşmak
olup, benlik, mücâdele ve mevki elde etmek olmadığını aşılamak
ve imkân nisbetinde bu gibi hâllerin çirkin olduklarını talebenin
kafasına yerleştirmek gibi. Fena kalbli bir âlimin düzelttiği, boz-•duğundan fazla olamaz. Eğer talebenin gayesi ilmi yalnız dünyâlık
ve enaniyet için elde etmek olup okuduğu ilimler, fıkıh ilminin furû –
daki ihtilaflı mes’eleleri, kelâmdaki fırkaların mücâdeleleri, muâmelâtdaki
fetvâ mes’eleleri ise, hemen talebeyi bu ilimlerden men’etmeiidir.
Zîra bu saydığım bilgiler ne âhiret ilmi ne de: «Biz ilmi başka
maksatla okuduk, fakat ilim Allah’dan başkası için olmağı kabûl etmedi.»
denen ilimlerdendir. Böyle olan ilimler, tefsir, hadîs ve ilk .zâtların
meşgul oldukları âhiret ilmi, nefsin ahlâkını bildiren ve ıslâh
eden ilimlerdir. Bu ilimleri başka maksatla okumakta da beis yoktur.
Gerçi bunları va’zetmek ve iıısânlan ardına takmak için okur. Fakat
bu ilimleri okurken veyâ okuduktan sonra düzelmek ihtimâli vardır.
Çünkü bunlarda Allah’ın azabından korkutan, dünyâyı küçültüp âhireti
yücelten bilgileri öğrenmek vardır. Bu bilgilerin okuyanın niyetini
düzeltme ihtimâli kuvvetlidir. Hattâ insânlara va‘z ettiği meselelerden
kendisi de ders alabilir ve imânların, kendisini beğenip mevki
kazanmağı sevmesi kuş tuzağının efrâdına atılan tânelere benzer
o tâneleri alacağım diye kafese düşen kuş gibi, bir vâiz de bu hakikatleri
başkasına anlatırken neticede kendisi de ayılabilir.
Allahu Teâlâ insânlara, neslin devâmı için şehvet verdi. İlmin
yaşamasına sebep olsun diye de mâkarn sevgisi verdi
İşte bu nizâm şu saydığımız ilimlerde bulunur:
Yalnız kelâmdaki mücâdele fıkıh mes’elelerinin incelikleri ve
bunlardaki mııhâlefet ile uğraşmak gaflet, kalb kasveti sapıklıkta devâm
ve mevkî arzûsundan başka bir şeyi sağlamaz. Ne ola ki Allahu
Teâlâ’nm rahmeti ulaşa veyâ diğer dînî ilimlerden biri bunlara eklene,
bunun en büyük delîli tecrübe ve müşâhededir. Gez gör ve bugünkü
âlimleri tetkik et bunu kolaylıkla anlarsın; Allah yardımcımız
olsun.
S ü f y â n – ı S e v r î’ yi (R.A.) mahzûn gören arkadaşları sebebini
sorduklarında: «Biz insânlara ticâret vâsıtası olduk. Gelir biri
bizden okur da gider, kadı, vâli veyâ ünlü bir kahraman olur. İşte
üzüldüğüm cihet budur.» diye cevâb vermiştir.
4 — Muallimliğin ince husûsiyetlerinden biri sayılan bu vâzîfesi
de. doğrudan doğruya ve tahkir mâhiyetinde olmayıp, îmâ ve şefkat yoluyla
öğrenciyi kötü hûylardan men’etmektir. Çünkü kusûru açıkça
söylemek hayâ perdesini yırtar, sâhibine fenâlık cesâreti verir ve
kendisini bulunduğu hâlde isrâr etmeğe teşvik eder. Bütün muallimlerin
mürşidi olan Peygamber Efendimiz:Eğcı- insânlar deve kığını parçalamaktan men’cdilse, bunda,
mutlaka bir şey var deyip herkes onu kırmağa kalkışırdı.» (124)
Buyurdu. Âdem ve Havva kıssaları bunun açık delilidir. Zâten bu
kıssanın bildirilmesi, kıssayı anlatmak için değil, ondan ibret almak
içindir. Aynı zamânda imâ yoluyla ikaz, kâmil vicdânları, zekî zihinleri
zekâlarından bir şey kaçırmamak hevesile, bu imâdan mânâlar
çıkarmağa sevkeder de bunu anladığına sevinir ve icâbını yapar.
5 — İlmin bâzı şûbelerinde ihtisâsı olana yakışan, dîğer ilimleri
yermemektir. Meselâ lügat ilmiyle uğraşanın fıkıh ilmini, fıkh okutanın
hadîs ve tefsiri yermesi gibi. Bu ilimleri yermek için «onlar hep
nakle dayanır, kocakarı işleridir. Çünkü kafayı çalıştıracak bir tarafları
yok» derler. Bunun gibi kelâm okutanlar da, fıkıh ile uğraşmayı
yerer de derler ki: «Fıkıh fürû’ kelâm ise asildir; kadınların aybaşı
âdetlerini anlatan bir ilim ile, Rahmân’ın [Allahu Teâlâ] sıfatlarından
bahseden ilim denk olur mu?» İşte bu görüş muallimlerin
kaçınmaları gerekli, yerilen hüylarmdandır. Uygun olan, bir ilmin hocası
öğrencilerine, dîğer ilimleri de öğrenmek için kolaylık göstermesidir.
Eğer bir kaç fenni okutacaksa sıraya koymalı ve tertibe riâ
yet etmelidir.
6 — Talebeye kâbiliyeti nisbetinde hitâb etmektir. Aklının kavrayamıyacağı
ve nihâyet nefretle şaşırıp kalacağı incelikleri açmamalı
ve Peygamber Efendimizin:
«Biz Peygamberler, herkese seviyesine göre muâmele yapmak ve
anlayabileceği şekilde hitâb etmekle emr olunduk.» (125)Düstûruna uymalıdır. Eğer anlayışı tamâm ise, o zamân her gerçeği
açıklamalıdır.
Diğer bir hadîs’de Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
,*• c \ f
-L>ı_> U j S Jj>-1 U 8
? my s
o . ‘ ’T” I.-‘0 .
* ÜT ^
«İnsanlara akil erdiremedikleri bir hadîs i anlatmak bazıları için
fitne olur.»
Hazret-i Ali (RA.) göğsüne işaret ederek: «Burada istediğin
kadar bilgi var, anlayıp taşıyabilecek birisi bulunsa.» buyurmuş
tur. Hazret-i Ali doğru söyledi. İyilerin kalbleri, gizli şeylerin kabirleridir.
Âlimin, her bildiğini herkese açıklaması doğru olamaz.
Söylediğini anladığı hâlde ondan faydalanmağa selâhiyetli olmayan
talebeler hakkında hüküm böyle olunca, söyleneni anlayamayan kimseler
hakkında ise, elbette daha mühimdir. İsâ aleyhi’s-selâm:
«Cevher gibi kıymetli taşları, âdi hayvanların [domuzların] boynuna
takmayın» buyurmuştur. Hikmetin kıymetli taşlardan daha üstün
olduğunda şüphe yok, binâenaleyh hükmünü çirkin görüp cndaıı hoş-
lanmayanlar o âdi hayvanlar [domuz]’dan fenâdırlar. Bu sebepten
şöyle denilmiştir: Herkesi kendi akimın ayâriyle ölç ve kendi bilgisinin
terâzisiyle tart ki, sen ondan selâmet bulasın, o da senden istifâde
etsin. Eğer böyle hareket etmezsen herkesin âyârı ayrı olduğundan
dâimâ inkâr ile karşılaşırsın.
Âlim’in birine bir şey soruldu, cevâp vermedi. Sonra adam «Sen
Peygamber Efendimizin:
« j ü ¿¡A ç U JL 1>ÇX\ J-J *■t>- l^iû Lojp ^ya ))
«Faydalı ilmi gizleyen, kıyamet günü (boynuna) ateşten bir gem
vurularak (mahşer yerine) gelir.»
Buyurduğunu duymadın mı?» Âlim: «Gemi bırak da git, eğer
anlayan bir adam sorar da söylemezsem o zaman bana gem’i vurursun.»
dedi. Zira Allahû Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde:«Aklı olmayanlara mâlınızı vermeyin.» (4 – Nisâ: 5)
Buyurmuştur. Mâida hüküm böyle olunca ilimde de yapılacak
şeyin böyle olduğunda şübhe kalmaz. Selâhiyettar olmadığı için kendisine
zararı dokunacak, hâlini bozacak kimselere ilmi vermektense
vermemek daha iyidir. Hakkı, sâhibine vermemek ne kadar zulüm ise
hakkı olmadığı şeyi vermek de en az onun kadar zulümdür. Nitekim
şâir meâlen şöyle diyor :
‘.Hayvanların boynuna inci takamam, incinin kıymetini bilmedikleri
için onların önüne inci saçmak, çobanı zengin eder. Eğer Allahu
Teâlâ lütfeder de ilimde hikmete elverişli olanı bulursam sevgi
ile ona öğretirim, aksi takdirde bildiğim bende kalır. Zîra ehlinden
ilmi saklamak zulüm olduğu gibi, ehli olmayana vermek de ilmi kaybetmek
demektir.»
7 — Kabiliyetsiz talebelere ancak anlayabileceklerini anlatmak
ve burada senin anlıyamıyacağm daha nice mes’eleler var demekle
kendisinden saklanmış incelikleri açıklamamak gerekir. Çünkü bu hâl
onun anlayabileceği şeylerde de hevesini kırai’, zihnini kurcalar. Herkes
Allahu Teâlâ’nın kendisine verdiği akla râzı, hattâ aklı en zayıf
ahmaklar akıllarını en ziyâde beğenen kimseler olduklanndan, herkes
kendisini ilmin inceliklerini anlamağa selâhiyettar zannederek
hocasının kendisini kıskandığı kanâatma varır. Bunun içindir ki,
avam tabakasından, seri’atın hükümlerini kabûl edip seleften anlatıldığı
gibi, te’vîlsiz bir îmâna sâhip ve hâli düzgün olan ve fazlasını anlamağa
gücü yetmeyen kimseye (kelâm mes’elelerini açıp) i‘tikadını
sarsmak doğru olamaz. Belki en doğrusu onu kendi hâline bırakmaktır.
Çünkü ona o ihtilâflar delilleriyle anlatılırsa avâmlıktan çıkar.
Bununla berâber anlayamadığı için havâss zümresine de giremez.
Bu sefer isyan ile kendi arasındaki perde kalkar ve iyi bir inşân iken
muannid bir şeytân olur da, hem kendisini hem de başkalarını sapıtır.
Binâenaleyh avâm tabakasiyle bilginlerin ince gerçeklerine dalmak
doğru olmaz. Şu doğrusu, onlara ibâdet kısımlarını bildirmek ve uğ
raştığı işin mâhiyetini ve bu husûsta emâneti nasıl koruyacağını öğ
renmek ile iktifâ etmek, Kur’ân’ın haber verdiği gibi kendilerine Cennet
hevesi ve Cehennem korkusu aşılamaktır. Onlara şübhe uyandı
racak hiç bir açıklamada bulunmamalıdır. Çok kere kalbine takılır,
onu çeviremez, fenâlığa yönelir ve helâk olur.Hülâsa: Avâm tabakasına mübâhese kapısını açmak doğru değildir.
Çünkü bu onları insânların maişetine medâr olacak çalış
malarından alıkor.
8 — Hocanın bildiği ve öğrettiği ile amel etmesi lâzımdır. İşi, sö
zünü yalanlamamalıdır. Zira bir kimsedeki ilim, ancak basiret ehli
tarafından anlaşılabilir. Amel ise gözle görülebilen bir hâl olduğundan
insânların dikkatini daha çok çeker. Amel, bilgiden ayrılırsa
kendisinden güven kaybolur. Kendisinin yediği şey: «Öldürücü zehirdir»
diye insânları bundan men’etmek isteyen kimse ile, insânlar
eğlenir ve o şeye hevesleri artarak derler ki, eğer bu, iyi ve tatlı bir
şey olmasaydı bu adam böyle yapmazdı.
Mürşid nakış, öğrenci ise nakış yeridir. Nakış olmadan nakş edilemez.
Diğer bir benzetme ile hoca ağaç, talebe ise gölge gibidir.
Ağaç eğri olunca gölge doğru çıkar mı? Bu sebepten denmiştir ki:
«Sakın kendin yaptığın işten başkasını men’etme! Böyle yapmakla
büyük hatâ işlemiş olursun.» Bu hâli zemm etmek üzere Allahu
Teâlâ da Kur’ân-ı Kerîm’de:
‘ /
3
> >A
Ü jj* U l »
«Kendinizi unutur da başkalarına mı iyiliği emredersiniz?» (2 •
Bakara: 44)
Buyurmuştur. Bu sebeptendir ki âlimin giinâhdaki cezası câhilin
cezâsmdan daha çoktur. Çünkü âlimin sürçmesiyle âlem sürçer. «Fenâ
bir âdeti ıcâd edene, kendi günâhı yazıldığı gibi, (örnek olduğu
için) ona uyanların günâhı gibi de günâh yükletilir. Bu sebepten
Hazret-i Ali (R.A.) buyuruyor ki: «Benim belimi kıran iki kişidir
: Birincisi âşikâre isyân eden âlim, İkincisi, ibâdete sarılan câ
hildir.» Câhil, ibâdetiyle insânları sapıttığı gibi âlim de isyâniyle sapıtır.
Her şeyi Allah bilir.
İRŞÂD EDİCİ MUALLİMİN VAZİFELERİ
05
Şub