TERAVİHİN FAZÎLETİ
72—Terâvıh nemâzı kılmanın faziletini, emîrühnü’nmân
hazret-i Alîden “radıyallahü teâlâ anh” sordular. Cevâbında
buyurdu ki, (Her kim Ramezân-ı şerifin birinci gecesiıute terâvîh nemâzı kılsa, Hak teâlâ, o kimsenin bütün günâhlarını
baj^şlar, ikinci gecesini kılan kimsenin ana babasının günâhları afvolunur. Üçüncü gece kılsa, melekler, o kula derier ki:
«Sâna müjdeler olsun, Hak teâlâ hazretleri senin ibâdetini
kabûl buyurdu, istediğin şerefe kavuşdun, günâhlarını afv
et#.’» Dördüncü gece terâvîh nemâzını kılınca, Tevrat, Zebûr,
İndi ve Kur’ân-ı kerîmi hatmetmiş gibi sevâb kendisine ifasân
edteîr. Beşinci gece kılınca, Mescid-i aksâda, Mekkede ve
M&cBnedfikılmış gibi, Hak teâlâ hazretleri sevâb ilisin eder.
Afona gecesi kılsa, Beyt-ül ma’mûru tavâf etmiş gibi, yedinci
gecesi kılsa, Fir’avn ile yapılan gazâda bulunmuş gibi, sekizinci gece kılsa Bedr muhârebesinde Resûlullah «sallallahü
aleyhi ve sellem» ile bulunmuş gibi, dokuzuncu gecesi için
hazret-i Dâvüd aleyhisselâm ile berâber ibâdet etmiş gibi,
onuncu gecesi için, dünyâ selâmet ve se’âdeti ihsân edilir).
Ramezân-ı şerifin sonuna kadar olan bütün gecelerin
böylece ayrı ayrı birer fazîleti ve yüksek derece ve sevâbları vardır. Böylece âdâb ve erkânına riâyet ederek,
orucu tam olarak, bütün a’zâlan ile tutup, terâvîh nemâzlan
kılarak ve harâmlardan sakmarak otuzuncu gecesini ikmâl
edince, Hak teâlâ hazretlerinin emri ile Arş-ı a’lânın altından
bîr sözcü hitâb ederek der ki: Her gece terâvîh kılan kullar
Cehennemden kurtulmuş kullardır. Korkduklan Cehennemden kurtulup arzu etdikleri devlete, Cennet ve cemâl-i İlâhîye
nâil oldular. Hak teâlâ hazretleri azamet-i şâniyle buyurur ki,
izzim ve celâlim hakkı için, bu kullanma afv ile muâmele
eyledim. Bundan sonra, Hak teâlâ hazretleri emreder, o kullara birer berât yazılır. Bütün kadın ve erkeklerden bu şartlar
dâhilinde ibâdetini îfâ ederek cenâb-ı Hakkın bu lûtfûna
muhâtab olanlara, Cehennem azâbından kurtulup sırâtı
— 448 —
kolaylıkla geçmek için, ellerine birer berât verilir.
Öyle ise, hulûs ve i’tikâd üzre Ramezân-ı şerîf orucunu
tutup, kazâ nemâzlarım ve sonra terâvîhleri edâ ederek ve
harâmlardan kaçınarak cenâb-ı Hakkın rahmetine kavuşalım.
73—Kadr gecesinde gâfîl olma! Zîrâ kadr gecesinin hürmeti, bin ay ibâdet etmekden hayrlıdır. Hâlbuki, bu bin ay
ibâdet de, geceleri nâfile ibâdetle, gündüzleri ise, nâfile oruçla
geçmişdir.
74—Ramezân-ı şerifin orucunu ta’zîm ve vakar ile tut.
Her kim Ramezân-ı şerîfi güzelce tutsa, harâmlardan salansa,
kazâ nemâzlarım kılsa, Hak teâlâ hazretleri her gün için, bin
gün nâfile oruç tutmuş gibi sevâb ihsân eyler ve o kimse ile
Cehennem arasına birçok perdeler konur. [Nemâz kılmayanlar da, oruç tutmalıdır. Bunlar, oruç tutmamanın günâhından
kurtulur. Bu günâh, pek büyükdür].
75—Zilhicce ayının da fazîleti çok büyükdür. Rivâyet
edildiğine göre, hazret-i Âdemin tevbesi Muharrem veyâ Zilhicce ayında kabûl buyurulmuşdur. İbni Abbâsın «radıyallahü anhümâ» rivâyet etdiği bir hadîse göre Zilhiccenin
sonuna kadar olan günler de, Ramezân-ı şerifin günleri gibi
ayrı ayrı fazilet ve kıymetleriyle tavsif edilmiş ve onuncu gün
için de şöyle beyân buyurulmuşdur. (Zilhiccenin onuncu gönü
Kurban bayramı günüdür. Her kim, o gün bayram nemâzmdan
gelip kurbanını boğazlayuıcaya kadar birşey yimeyip, kurbanının böbrekleri ile iftâr edip, iki rek’at nemâz kılsa, o kimsenin
kurbanının kanı yere düşmeden, kendi günâhı ve ana-babasının
günâhları, ehl-ü ıyâl, evlâd ve akrabâlannın günâhları sevâba
çevrilir).
Kurban, Zilhicce ayının onuncu günü bayram nemâzından sonra başlayıp, onikinci günü güneş batmcaya kadar
devâm eden üç gün ve aralarındaki iki gecede kesilen koyun
veyâ keçidir. Bir deveyi veyâ sığın yedi kişiye kadar birkaç
kimse ortaklaşa kesebilir. Kadın da, kendi kurbanını ve vekil
olarak başkasının kurbanını kesebilir. Yukarıda bildirilen üç
günden önce veyâ sonra kesilen hayvan kurban olmaz. Kurbanı bayramdan önce satın almak câizdir. Satm alırken, (bayram için veyâ yapdığım adak için kurban satm almağa) niyyet
– etmesi lâzımdır. Bu iki niyyetden hangisini niyyet ederse, o
kurban kesilmiş olur. Satın alman kurbanı diri olarak veyâ
satm almayıp, parasını fakirlere, yardım kuramlarına vermek
— 449 — İslâm Ahlâkı-F: 29
c U z değüdır. Böyle veren kurban kesmiş olmaz. Sadaka v e ı –
ınîş olur. Bu sadakanın sevâbı, onu kurban kesmemek azâbmdan kurtaramaz.
Her kim kurbanından, havâyıc-i asliyyeden mâ’adâ nısâb
mikdârı malı olmayan ve nemâzlannı kılan fukaraya verirse,
kıyâmet günü verdiğinin çok fazlasiyie ikrâm ve ihsân cdılecekdır. Seksendördüncü sahîfeye bakınız’
Her kim Zilhicce-i şerîfln son günü ve Muharremin
bitteri günü oruç tutarsa, o senenin temâmmı oruç tutmuş
gibi fazilete mazhar olur. Her kim, Zilhiccenin on günü içinde
fukâraya yardım etse, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vettesöcıât” ta’zîm etmiş dur. Bu on gün içinde, her kim bir hasta
ziyâret eylese, Hak teâlâ hazretlerinin dostlan olan kullann
hâtınnı sormuş ve ziyâret eylemiş gibi olur. Bu on gün içinde
yapılan her ibâdet, şâir günlerde edâ edilen ibâdetlerden çok
dahâ üstün ve pek fazla sevâba vesile olur.
Bu on gün içinde din ilmi meclisinde bulunan kimse,
Peygamberler “ aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” toplantısında bulunmuş gibi olur. [Din ilmini öğrenmek kadm, erkek
herkese farzdır. Çocuklanna öğretmek, birinci vazifedir].
76—Diğer aylarda da oruç tutmağı kendine âdet edin!
Resûluiah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdular ki, (Her
kin her ayın Perşeü&e ve Pazartesi günleri oruç tutsa, Hak
teâlâ hazretleri, o kuta, yediyüz sene oruç tutmuş gibi sevâb i’tâ
boyanır).
77—Eyyâm-ı beyd günlerinde kudretin kâfi gelirse oruç
tut. Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” her
ayda tutarlardı. Hazret-i Ali “kerremallahü vecheh” rivâyet
buyurdu ki, birgün Resûlullahm “sallallahü aleyhi ve sellem”
yanına gitdim, buyurdular ki: (Yâ Alî! Cebrâil aleyhisselâm
gelip bana dedi ki, yâ Resûlallah «sallallahü aleyhi ve sellem»
her ayda oruç tut! Ben dedim ki, yâ Cebrâil kardeşim, hangi
günlerde tutayım?
Cebrâil aleyhisselâm cevaben buyurdular ki: Her kim beyd
gibıü oruç tutarsa, Hak teâlâ hazretleri, o tutduğu orucun
birinci gününe on yıl, ikinci gününe otuz yıl, üçüncü gününe yüz
yıl oruç tutmuş gibi sevâb lütfeder). [Saymakda olduğumuz
ibâdetlere mukabil va’dedilen bu sayısız eerler, bu ibâdetlerin
kudsiyyetlerine ve şereflerine inanarak, ta’zîm ve i’tikâdla
yapanlara verilecekdir. Gâyet basit görünen bu ibâdetler
hadd-ı zâtında cenâb-ı Hakkın enirlerini ifâ ve bu vesile ile
cepâb-ı Hakka yaklaşmak ve Ona hakîkî kül olmak şerefine
müstenid olduklarından büyük bir kıymet taşırlar. İnsanların
bir ibâdetine mukabil, bire on, bire yediyüz, bire sonsuz ecr
verileceği Kur’ân-ı kerîmde sâbitdir].
Hazret-i Alî sordu, yâ Resûlallah «sallallahü aleyhi ve
sellem» bu günlere niçinJEyyâm-ı beyd dediler? Cevaben
buyurdular ki: (Hazret-i Âdem Cennetden çıkdıklan zeman,
vücûdu birdenbire karardı. Hazret-i Cebrâil gelerek, Âdem aleyhisselâma dedi ki, yâ Âdem! Vücûdünün eskisi gibi beyâz olmasını istersen, her ayın 13, 14 ve 15 inci günlerinde oruç tut.
Hazret-i Âdem, bu tavsiyeyi yerine getirmekle vücûdü tâm olarak, eskisi gibi beyâz olmuşdur).
78—Gücün, kuvvetin yerinde iken oruç tut! Zîrâ kıyâmet
gününde oruç, bir güzel sûret alarak Hak teâlânın hitâbına
mazhar olacak ve Hak teâlâ hazretleri oruca diyecek ki, yâ
oruç, sen memnun olduğun şahslan alarak Cennete gir! Dahâ
sonra, Hak teâlâ soracak, yâ oruç, benden, başka ne arzûn
varsa iste. Oruç ise râzı olduğu kimseler için muhtelif şeref ve
meziyyetleri Hak teâlâdan isteyip almaya da muvaffak olacak
ve böylece oruç tutanlar, kıyâmet gününde yüksek bir şerefe
nâil olacaklardır. Bu meyanda, oruç tutanlar birçok Cehennem ehline şefâ’at edebilme imkânına da kavuşacaklardır.
Bütün bunların mâfevkinde olarak, oruç tutanlar Peygamberimize “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” komşu ve cenâlvı
Hakkın cemâlini görmeğe de nâil olacaklardır.
79—Muharrem ve Aşûre günlerinde de oruç t\ıt!
Muharrem’in dokuzuncu, onuncu ve onbirinci günleri oruç
tutmak da çok faziletlidir. Bu günlerdeki oruca verilecek
sevâb, hâc, şehîd ve meşrık ile mağrib arasında her ne kadar
sevâb işlenirse, o kimse de, bunların aralarında bulunarak
bunlar gibi ve hepsi kadar sevâba nâil olur. Muharrem’in
onuncu günü, yalnız olarak oruç tutulmaz. Zîrâ, yalnız
bugün oruC tutulmasını, Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» nehy eylemişdir. Çünki yehûdîler, o güne hürmet ederler. Yehûdîlere benzememek için, yalnız onuncu günü
tutmayıp, dokuzuncu ve onuncu ve onbirinci günlerini berâber tutmak lâzımdır.
Tenbîh: Görülüyor ki, ibâdetleri yehûdîlerin ve hıristiyanların ibâdetlerine benzetmemek lâzımdır. O hâlde ibâdetlerimizi, câmi’lerimizi ve ezâmmızı, Peygamber «sallallahü
aleyhi ve sellem» efendimizden ve hâlis ve temiz müslimân
olan ecdadımızdan gördüğümüz ve bulduğumuz gibi muhâ-
— 451 —
fam e£ŞBS$£ çalışmalıyız ve bunlarda ufak bir değişikliğe ve
drndüşmanlarann, yenileşdirme, koiaylaşdırma ire güzdleşdirme ismleri takarak yapacakları bozgunluğa ve dinde
reform yapmağa aslâ göz yummamalı ve aldanmamalıyız.
Dostu, düşmanı tanımalıyız!
Har kim bu jsibi kıymetli günlere hürmeten bir yetimin
H»«ım okşasa, Hak teâlâ hazretleri, o yetimin başındaki kıl
sayısmea, o kimseye ni’met lutf eder. O günlerde, bir fakır
kimseye yemek verse, bütün müslimânlara yemek vermiş gibi
ih&ân ve sevâba mazhar olur.
Tenkite Aşûre günü, onuncu gün demekdir. Bugün ibâdet olgfak başka tatlı yapmayıp da, yalnız meşhûr aşûre tatlısını pişirmek ve dağıtmak bid’atdır, günâhdır. O gün, mâtem
tutmak da, günâhdır.
80—Birkaç şey orucıf bozar. Resûl-i ekrem «sallallahü
alç$hi ve sellem» efendimiz buyurdu ki: (Gıybet etmek, söz
gmâiennk, yalan yere yemin etmek, nâ mahremlere şehvetle
bakmak gibi şeyler orucu bozarlar.) Gıybet, hem Allahü telfânaı huzûruada ve han de insanların hakkı olması bakımından
çok büyük mes’ûliyyeti mûcib bir hatâ ve büyük bir günâhdır.
Oiybet edenlerin dili, kıyâmet günü feci* bir manzara arzederek-bütün mahlûkat arasında mahcûb ve rezil olacakdır. Gıybet* Kur’ân-ı kerimde sarâhaten men’ edilmekde ve ölmüş
kardeşinin etini yimek gibidir, denilmekdedir.
Tenbîh: îmâm-ı Gazâlî «rahmetullahi aleyh» Kimyâ-yı
se’âdet kitâbmda, oruç bahsinde buyuruyor ki: Üç dürlü oruç
vardır: Birincisi, avâmın, ya’nî İctihâd makamına yükselmiyenlerin orucudur. Zemanımızdaki bütün hocalarm, imâmlarm, hâfızların, müftîlerin, vâizlerin oruçları bu birinci
derecededir. Bunların oruçları, vücûda bir şey girmekle, ya’nî
gıda veyâ devâ sokmakla ve cinsi mübâşeretle bozulur. İğne
ile ilâç şırmga edince de bozulur. Câhillerin fetvâlarına
aldanmamahdır.
îkinci derece, havâsm ya’nî müctehidlerin orucudur.
Bunların orucu, herhangi bir a’zânın günâh işlemesiyle bozulur. Meselâ, gıybet, yalan, söz taşımak, nâ mahreme bakmak
ile bozulur. Ba’zı âlimler, bunların avâm orucunu da bozacağım bildirmiş ise de, Hanefî mezhebinde, bunlar avâm için
yalnız mekrûhdur. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe rahmetullahi
aleyh [80 yılında tevellüd ve 150 de vefât etdi. Bağdâddadır]
— 452 —
hadîs-i şerîfî (Orucun sevâbmı bozar) ma’nâsına almışdır. Ya’
nî bunlar, orucun sıhhatini değil, kemâlini giderir. Üçüncü
derece de Ehassülhavâs orucudur ki, bunlarm orucu, Allahü
teâlâdan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur.
81—Ma’lûmun olsun ki, Hak teâlâ her şeyden evvel aklı
yaratmışdır. Ve ona ilm, zekâ, hulûs, doğruluk, cömerdlik,
tevekkül, korku, ümmîd hasletleri vermişdir. îşte, bu aklla
müşerref olan kimseler bütün yaradılışındaki gâyeyi, ya’nî
cenâb-ı Hakkın ülûhiyyet ve vahdâniyyetini tasdîk ederek
Onun rızâsına kavuşurlar. En-Nâzi’at sûresi kırkına âyet-i kerîmesinin meâl-i şerîfi, (Cenâb-ı Hakkın huzûrundan korkup nefsini [gayrı meşru’] nefsânî arzulardan men’eden kimselerin varacakları yer muhakkak Cennetdir) dir.
Cenâb-ı Hak akldan sonra, nefsi yaratmışdır. Buna, cehl,
şehvet, tama’kârlık, yalan, harislik, gadab, zulm, murdarlık,
fesâdlık ve şirk gibi aşağı duygular vermişdir.
Bundan evvelki iki âyet-i kerimenin meâl-i şerîfi, (Her kim benim
emrimi tutmayıp nefsine uyarsa, varacağı mahal Cehennemdir.) ve
(Zulm edip, yalnız dünyâ hayâtım seçen kimsenin varacağı yer, Cehennemdir.) dir. Şu hâle göre herkesin, aklına danışıp iş yapması icâbeder.
Şâyed aklına danışmadan iş yaparsa, nefsine uymuş olur ve nihâyet
varacağı ebedî mevki’, Cehennem olmuş olur. Aklı elden
bırakmayıp, nefs ve şehveti terk etmek icâbeder. Çünki, nefs
ve şehvet, insanlar için en büyük düşmandır. Akllan erip tâm
olarak düşünenler, Allahü teâlâya îmân eder. Akl ile
hareket etmeyip, nefsine uyanlar, her zeman dalâletdedirler ve
cenâb-ı Hakka varan yolu hiçbir zeman bulamazlar.
Aklı olup düşünmeyen ve gözü olup Hakkı görmiyenler
ve kulağı olup hakîkati işitmiyenler için cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmin
A’râf sûresi, yüzyetmişdokuzuncu âyetinde meâlen, (Onlar ancak
dört ayaklı hayvanlar gibidir, belki de hayvanlardan dahâ fenâdır)
buyurmakdadır. Müslimân evlâdı olup da, dâimâ nefsinin arzûsuna koşanlar da, böyledir. Bunların yalnız ismi Müslimândır.
ÎMÂN BAHSİ
82—Ey Oğul! îmân, kalb ile inanmak demekdir. Cebrâil
aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem aleyhisselâma
getirdi. Ve dedi ki, (Yâ Âdem! Allahü teâlâ hazretleri selâm
eder, sana getirdiğim şu üç hediyyenin birini kabûl etsin dedi).
Âdem aleyhisselâm aklı kabûl eyledi ve -Cebrâil aleyhisselâm,
îmân ile hayâya, (siz gidin) deyince, îmân dedi ki, (Allahü
— 453 —
teâlâ I m s n s t i m b s m emreyiedi ki, akl nerede ise, sen de
orada ol!) Ondan sonra hayâ da aynı şeklde, Allahü teâlâ
tarafından emr olunduğunu beyân ederek, her ikisi, akl ile
berâber Âdem aieyhisselâmda kaldılar.
Binâenaleyh Allahü teâlâ kime akl verirse, hayâ ile îmân
da onunla berâberdir. Aklı olmıyamn ne hayâsı ve ne de
îmânı bulunmaz.
Birgün Hasen-i Basrîye “rahime-hullahü teâlâ” bir kadın gelerek sordu: (Yâ imâm! Din temizliği nedir? Din cevheri nedir? Din hâzinesi nedir?)
Hasen-i Basrî «rahmetullahi aleyh» cevâben, (Siz söyleyin biz dinleyelim) dedi. Kadm, (Din temizliği abdest almakdır. Din cevheri, Allahü teâlâdan korkmak ve hayâ etmekdir.
Din kuvveti ise, nemâzdır. Çünki, Hak teâlâ hazretleri, hayâ
e<fen kulunu medh eylemişdir. Din hâzinesi ilmdir. Çünki, her
kimin abdesti olmazsa, dini temiz olmaz. Her kimin hayâsı
olmazsa, dînin cevheri olmaz. Kimde Allahü teâlânın korkusu olmazsa, onda dînin cevheri olmaz. Her kimin ilmi olmazsa, dînin hâzinesi olmaz) dedi.
Hasen-i Basrî “rahime-hullahü teâlâ” bu kadının sözüne hayrân olarak, hak söylediğini tasdîk eyledi.
İmâm dört dürlü temsil ederler: îmân beş katlı bir kaleye
benzer. Birinci katı altından, ikinci katı gümüşden, üçüncü
katı demirden, dördüncü katı tunçdan ve beşinci katı ise
bakırdandır.
Bakır dediğimiz kat, edebdir. Bir kimsenin edebi
olmazsa, herhâlde o katdan şeytân geçer. Şâyed edebi olup,
şeytânı o katdan geçirmezse, o kimsenin îmânı kurtulur.
Demir dediğimiz sünnetdir. Tunç tabakası dediğimiz,
farzdır. Gümüş tabakası dediğimiz, ihlâsdır. Altm tabakası
dediğimiz Allahü teâlâ hazretlerine yakınlıkdır. Her kimin
edebi varsa, sünnete yol bulur, ıhlâsı varsa Allahü teâlâ hazretlerine varmağa yol bulmuş olur.
Bir kimse âdâbı gözetmezse, ya’nî edebi olmazsa, sünnete yol bulamaz. Sünneti tutmayan kimse, farza yol bulamaz. Farzı tutmayan da, ihlâsa yol bulamaz.
Her kim verdiğini Allahü teâlâ hazretlerinin rızâsı için
verirse ve sevdiğini de, Allah için severse ve düşmanlığını da,
Allah için yaparsa, o kimsenin îmânı temâm olur. Ahlâkı
güzel olanm da, îmânı kâmil olur. îmânın alâmeti, kâfirleri
kâfir oldukları için sevmemekdir. [îmânı olan kimse, islâm
düşmanlarım, komünistleri, masonları sevmez].
Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» efendimiz buyururlar ki, (Sizin îmânen mükemmel olanınız, ahlâken güzel olup,
insanlara iyilik yapanlardır). Zîrâ Hak teâlâ hazretleri Kur’ân-ı
kerimde buyurur ki: (Muhakkak sen yüksek bir ahlâk üzerindesin). Ya’nî, Allahü teâlâ hazretleri Habîbinin «sallallahü
aleyhi ve sellem» ahlâkını medh eylemişdir. Bir kimsenin
ahlâkı güzel olsa, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” ahlâkı ile ahlâklanmış olur ve onun yolunu tutmuş
olur. Korkduğundan kurtulup, istek ve arzûlarına kavuşur
ve hakîkî mü’min olmuş olur. Bir kimsenin aklına gayri meşru’
bir şey gelse, onun harâm olduğunu bilmek de îmândandır.
Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” sordular: (Yâ Resûlallah! Kalbimize fenâ şeyler gelirse ne yapalım?) Buyurdu ki: (Kalbe iyi şey de gelir; fenâ şey de gelir.
Fenâ şeylerin fenâ olduğunu bilmek ve anlamak da îmândandır).
83—Eğer îmânın kâmil olmasını istersen, kendini müslimânlardan yüksek görme! Peygamberimi2^«sallallahü aleyhi
ve sellem» buyurdular ki: (Bir kişi îmânthm kemâlini isterse,
kendine insâf versin [ya’nî tevâzu’ üzere hareket eylesin] ve
fakir olduğu hâlde sadaka versin! Bu iki huy, îmânı kâmil derecesine yükseltir).
84—Alkollü içkiler harâmdır. Şarâb ile îmân birlikde
durmaz. Hazret-i Osmân «radıyallahü anh» buyurdu ki,
(Allahü teâlâya yemîn ederim ki, hamri eline alıp içerken,
îmân o hamre der ki, ey mel’ûn dur! Ben çıkayım da, ondan sonra sen gir). İnsandan îmân çıkmadan şarâb girmez.
Meğer, Sıdk ile, Tevbe-i nasûh ederse, îmân yine kalbine girer.
85—Ehl-i sünnet âlimleri “ rahime-hümullahü teâlâ”
bildiriyor ki, büyük günâh işlemek küfr değildir. Büyük günâh işlemek îmânı yok etmez. Hadîs-i şerîf, günâh olduğuna
inanmıyanm veyâ günâhı kötü bilmiyenin îmânının gideceğini haber veriyor. Yâhud, büyük günâha devâm eden tevbe
etmezse, son nefesinde îmânı gider dediler.
86—îmânın za’îf olmamasını istersen, ya’nî dâim kendinde kalıp, onunla berâber Allahü teâlânın huzûruna çıkmak istersen, şu düâyı günde kırk defa oku. (Yâ hayyü yâ
kayyûm yâ zelcelâli vel ikrâm, yâ lâ ilâhe illâ ente.)
• Resûlullah «sallallahü aleyhi ve sellem» buyurdular ki:
— 455 —
ve akrl&a ve teaHîikâhma ‘—-
8$~-^eİ8ne4 tevirfdi dilinle çok söyle! Bütün gfit^tfarîettşr. İtesûlnllah «sallallahü aleyhi ve sellem»
^ … ı0fâış»iğitM Hr kişi gdçcdı (MgHnMsB dsfteri
o£^t İK Ur’ «Jefteria sathı göz gördağü kadar geaiydir. Hiç
m m # * * m yahu* Wr parmak kadar, o kimsecin
diteyâda s M keüme-i tevhîd buhıaer. O dotedobaz defter t««zlafc bir kefesine ve Ur keîime-i tevhidi diğer kefesine
koyaıiar. Kettme-i tevhfd tarafı ağır gelir).
9@—Kelinae-i tevhidin sevâb hâssa» çokdur.
Teabft: İmâm-ı Rabbânî müceddid-i elf-i sânı Ahmed
FârûkîSerhendî «kuddise sirruh» hazretleri [971-1034
Hindistan’dadır] (Mektibât) kit âbının ikinci cildinin otuzyedinci mektûbunda Kelime-i tevhidin faziletini uzun bildirmekdedir. Bu mektûbun fârisîden türkçeye tercemesi (Seâdet-i
ebedi yye) ilmihâl kitabında mevcuddur