wiki

ABDULLAH BİN SAAD’IN PİŞMANLIĞI VE PEYGAMBERİMİZ TARAFINDAN AF EDİLİŞİ

Müslümanlara vaktiyle etmediklerini bırakmayanlar,
Mekke’nin fethi sırasında kaçacak yer arıyor, ashabın
merhamet ve şefkatine itica etmek için vesileler bulmaya
çalışıyorlardı. İşte bunlardan biri de hayatından bahsedeceğimiz
şu Abdullah bin Saad’dı.
Abdullah bin Saad, önce Müslüman olarak hicret
edip Resûlüllah’ın yakın alâkasına mazhar olmuş, hattâ
vahiy kâtipliğine bile lâyık görülmüştü.
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz onu dâima yanında bulundurur,
gelen âyetleri ona da yazdırırdı. Ne var ki o, âyetin
sonunda gelen (Allah Azîz’dir, Hakîm’dir) kelimelerini değiştirir,
ters yazar, bazan da aksi mânaya gelen kelime ilâ­
ve ederdi. Resûlüllah Hazretleri bu hıyanetini yüzüne vurmayıp
yanlışını düzelterek yazdırmasına rağmen o çıkar,
çevredeki insanların arasında:
– Siz Muhammed’e bakmayın, o ne dediğini bilmiyor,
ben O’nun dediğinin bâzan aksini yazıyorum, haberi bile
olmuyor., diyerek son derece haince konuşmalar yapardı.
Bu sözleriyle İbn-i Saad’ın mürted olduğu kesinleşince
cezası verilmek üzere iken kaçıp Mekke’ye geldi. Aleyhtarlığına
buradan da devam etti. Vahy-i İlâhînin safiyetine
şüphe karıştırmak gibi bir ihanetin fâili oluşundan dolayı
Cenâb-ı Resûlüllah fetih günü: Abdullah bin Saad, Kâbe’nin örtüsüne sarılmış dahi
olsa yakalanıp öldürülecektir, emrini verdi.
Bunu duyan Abdullah, doğruca Hazret-i Osman’a geldi:
– Beni himayene al, yoksa Resûlüllah gözlerimi oyduracak.
Hem ben buna müstehak da oldum, diye yalvardı.
İbn-i Saad, Hazret-i Osman’a, kardeşim diye hitap
ediyor, bununla vaktiyle anasından süt emdiğini hatırlatarak
süt kardeşliği hatırını saydırmak istiyordu.
Nitekim süt kardeşine acıyan Hazret-i Osman:
– Senin afvın için araya gireceğim, korkma, kurtulursun,
şeklinde sözler söyleyerek onu yanına alıp doğruca
Resûlüllah’ın huzuruna çıkardı. Müracaatını da şöyle
yaptı:
– Ya Resûlâllah, malûm olduğu gibi şu Abdullah benim
süt kardeşimdir. Anası beni kucağında gezdirdi, acıktığımda
sütünü emdirdi, çocukluğumda zahmetimi çekti.
Hududsuz merhamet ve şefkatinizden süt anamın oğlunu
da hissedar etmeniz için yalvarıyorum.
Resûlüllah, vahy-i İlâhîye hile karıştırmak gibi büyük
ihanetin sâhibi olan İbn-i Saad’a arzulanan merhameti
duymadı, duymadığı içindir ki, Hazret-i Osman üç defa
aynı sözleri tekrarladığı halde ancak üçüncüde sadece dil
ucuyla afvediyorum, demek zorunda kaldı. Bu kadarcık
bir sözü alabilen Hazret-i Osman, İbn-i Saad’ı alıp oradan
hemen uzaklaştırdı.
Resûlüllah Hazretleri, Abdullah bin Saad’a bir türlü
şefkat duymuyordu. Onun vahy-i İlâhî’ye hile karıştırmak
gibi ihanetini asla afva lâyık görmüyordu. Bu yüzden hazır
bulunan ashaba hitaben:
– İçinizde şu vahy-i İlâhî’ye hile karıştırmak gibi bir
ihanetin sahibini katledecek kimse yok muydu? buyurdu.
Ensâr’dan Ubad bin Beşîr:
– Ya Resûlâllah, göz ucuyla bir işarette bulunsaydınız
onun işi tamamdı. Elim kılıcımın kabzasındaydı, faka
sizden bir işaret alamadığımdan cesaret edemedim, dedi
Resûlüllah:
– Bir Peygambere göz ucuyla işaret yakışmaz, buyur
du.
İşte bundan sonra yeniden İslâm’a giren Abdullah bir
Saad bin Ebî Serh, işlediği geçmiş suçun büyüklüğüm
anladı. İslâm’da ilerledikçe de mazideki hatasının ağırlığ
altında ezilmeye başladı. Bu yüzden Resûlüllah’ı görünce
utancından kaçıyor, çok arzu ettiği halde Fahr-i Kâinatır
yanına yaklaşamıyordu. Süt kardeşi Hazret-i Osman biı
gün gelip durumu arzetti:
– Ya Resûlâllah, Abdullah bin Saad mazideki hatası
nın dehşetini her geçen gün daha da büyütüyor, bu yüzden
huzurunuza gelip de yüzünüze bakma cesareti bula
mıyor.
Merhamet ve şefkat Peygamberi şöyle buyurdu:
– İslâm, geçmişteki hatâları yok kabûl eder. İslâmından
önceki suçuyla uğraşıp durmasın, İslâm’dan sonraki
günlerini tam olarak İslâmî şekilde yaşasın. Bulunduğu
hali düzeltsin.
Hazret-i Osman bu müjdeyi Abdullah bin Saad’a verdiği
an, bayram etmeye başladı. O günden sonra tam biı
tevbe istiğfarla hayatına çekidüzen veren Abdullah, heı
geçen gün ilimde ve amelde ilerledi, fazilet ve iyilikte örnek
hale geldi. Hazret-i Osman onu Mısır valiliğine tayin
ettiği günlerde Allah’tan dilediğini şöyle ifade ediyordu:
– Ya Rab, ben geçmişte kusuru olan bir günahkâr kulum.
Benim ruhumu senin huzurunda ibâdete başladığım
anda al, başka gafil bir ânıma te’hir etme!
Amr bin Âs’ın yerine vali tayin edilen Abdullah bin
Saad Mısır’da teşkil ettiği cihad ordusuyla Müslümanları
harekete geçirdi. Afrika çöllerine doğru İslâm’ın cihad
bayrağını ilerletirken Libya’yı geçip Cebel-i Tarık’a doğru
da yol açtı, Endülüs’ü hedef gösterdi. Abdullah bu valiliği sırasında Mısır’ın hâzinesi öncekine nisbetle iki kat daha
zenginleşmişti, cihad ordularını teçhiz etmekte hiç de
güçlük çekmemişti.
Bütün bunlarla birlikte İbn-i Saad’ın gönlünde bir yara
gibi geçmişteki hareketleri tefekkür ettikçe kanıyor,
acaba Resûlüllah’ın zamanında vahiy esnasında irtikâp
ettiğim kusurumla sonradan kaçtığım Mekke’de Müslü-
manlar aleyhine işlediğim hatalarım beni huzur-u İlâhîde
mahcup kılar mı, diye göz yaşı döküp duruyordu.
Bir sabah namazında Mısır’ın Remle, yahut da (Askalan)’ında
sünneti kılmış, farza başlamış, birinci rek’atta
Fâtiha’dan sonra Âdiyât sûresini, ikinci rek’atta da yine
Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okuyup rükû ve secdesini yapmış,
tahıyyat ve selâvatlan bitirip sağına selam verdikten
sonra soluna selâm verirken kendisinde bir titreme olmuş,
hangi âlemin vecd ve heyecanı içinde olduğunu bilemediğimiz
Mısır valisi Abdullah, namazın bitimiyle birlikte
yeniden secdeye kapanmıştı. Cemaat merak edip
bekleşmişler, ancak birkaç saniye sonra kucakladıklarında
Abdullah’ın ruhunu teslim ettiğini anlamakta güçlük
çekmemişlerdi.
Demek ki, duası kabûl olmuş:
– Yâ Rab, beni gafil zamanımda değil de ibâdet ânında
huzuruna al, niyazı müstecab olmuştu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir