Genel

ALİ ŞİR NEVAÎ

ALİ ŞİR NEVAÎALİ ŞİR NEVAÎ

ALİ ŞİR NEVAÎ
MUIIAKEMETÜ ’L-LÜGATEY N ’den :
Zâhid ışkın dese ki kılgay faş Yığlamsmur u közige kilmes yaş
Söz bir incidir ki onun denizi gönüldür ve gönül bütün anlamlsJ kendisinde toplayan bir şeydir. Nitekim denizden gevherler dalgıç elîl le meydana çıkar; onlara cevahirciler katında değer biçilir. Gönülde! de söz incileri söylenme şerefine bu işin uzmanlan diliyle ererler; onli rm ağızlarında canlanırlar ve oranlarına göre yayılırlar, ün alırlar. İndî nin değer dereceleri pek çoktur; bir paradan binlerce liraya kadar yül selirler. 1
Sözü anlamlandırma işinde Türk, Fars’ı geride bırakır. Türk kernj öz dilinde öyle incelikler, öyle güzellikler, öyle sanatlar göstermiştir u yerinde Tanrı dilerse anlatılacak. . 1

… Türk şairlerinin bırçotkları Fars diliyle bir Fars gibi güzel, yük sek, derin ve değerli şiirler yazarlar. Halbuki Farslardan biç biri Türljj çe konuşamazlar. Şöyle böyle (konuşanlardan en bilginleri bile Türkçİ sözlerin anlamlarındaki inceliklere eremezler. Yüzde, binde biri Türkçâ yi öğrenip de konuşmağa dursa onun Türk olmadığı ilk sözlerinden bd li olur ve kendi idiliyle kendisini gülünç bir duruma sokar. İ

… Fars dili derin ve yüksek konular anlatımında geridir. Çünkl Türkçenin konuşuşunda ve konularında pek çok incelikler ve özgünlük ler düşünülmüştür; en ufak farklar, en uçucu anlamlar için birçok kq limeler yaratılmıştır ki, bilgili kimseler tarafından açıklanmadıkça an laşılamaz. .
Şiir gönül işidir. O evrilir, çevrilir, sevgiye, aşka varır. Âşıklıkta a| layıp inlemekten daha çok bir şey bulunmaz. Ağlamak türlü türlü oluı Yığlamsmmak kavramını anlamak için Türk şöyle demiştir;
(Softa aşkını anlatmaya kalksa ağlar gibi görünür ama gözündeı

Deyit

İstesem devr ehildin ışkınğnı piııhan eylemek Kiceler geh inğremekdür âdetim geh sinğremek
(Aşkmı herkesten gizlemek isterim; onun için işim geceleri için için ..tmtk ve inlemektir.)

Fars dilinde bu konuyu anlatan bir söz bulunmazsa şair ne yapar. Ilımak sözü ki aşırı ağlamak demektir; Türk; şöyle anlatır:

Deyit

Ol ay ki küle küle kırağlattı mini Yığlattı mini demey ki sıktattı mini

(0 sevgili güle güle saçlarımı ağarttı; beni yalnız ağlatmadı, sık-.Ilı.)

Yüksek sesle ağlamak demek olan ökürmek sözü için de şu doğak »rdır:

Deyit

İşim tağ üzre her yan eşk seylâbini sürmekdiir Firak âşubidin her dem bulut yanğlığ ökürmekdür

(tşim dağ başlarında göz yaşımı her yana sel gibi akıtmak ve ayrılık derdiyle bulutlar gibi hüngür hüngür ağlamaktır.)

Farsçada bu sözlerin karşılığı yoktur. O dille yazan şair bu çeşit özgün ve ince konuların yoksuludur. Gene bu ağlamanın ökürmek derecesine karşıt olarak inçkirmek sözü de vardır. înce sesle ağlamak demektir. Türk anlatımında şu yolda söylenir:

Deyit

Çerh zulmidaki boğzumnu kırıp yığlarmin İkirür çerh urur inçkirip yığlar min

(Feleğin zulmünden boynumu bükerek iniltilerle kıvrana kıvran a hıçkırır ağlarım.)

Durmadan ağlamak manasına gelen hay hay yığlamak sözündeki lıay hay sözcüğünü Farslar da Türkler gibi kullanırlar amma bu söz-ı iiğiin aslı Türkçedir. Benim şu kesitim meşhurdur

(Nt’VÛl d gül için bu kadar hay hay ağlama; çünkü ha deyince ne; gül ttğncı, no gönce, ne de gül var.)

Türk’ün bilgisiz ve zavallı gençleri, güzel sanarak, Farsça şnr soy-: İçmeğe özeniyorlar. Bir insan etraflı ve iyi düşünse Türkçede bu kadar genişlikler, incelikler, derinlikler ve zenginlikler durup dururken bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay, daha beğenilir olacağını anlar. Türk dilinin olgunluğu ve yüksekliği bu kadar tanıklarla meydana çıkarıldı. Gerekti ki bu halk arasında yetişen şairler, sanat sahipleri sanatlarını öz dilleri dururken özge dil ile meydana koymamalıydılar ve böyle bir işe girişmemeliydiler. Eğer iki dilde şiir söyleme ğe, yazmağa uzlukları yetişiyor idiyse, öz dillerinde, özge dille söyledik lerinden daha çok söyleyip yazmalıydılar.

Türk gençleri bunların dilleriyle yazmaik zorunda kalıyorlar, böyle Farsça yazmağa uğraşa uğraşa sonunda onlardan oluyorlar. Nitekim bugün Öyle olmuştur.

(Muhakemetü’l-Lügateyn: Bugünkü dile çev. Ishak Refet Işıtman. T.D.K.. yayınlan, 1941) *

Muhakemetü’l-Lügateyn (iki dilin karşılaştırılması, akla vurulması), Ali Şir Nevaî’nin, ulusçu bir görüşle kaleme aldığı bir yapıttır. Bu sözlük, Kâşgarlı Mahmut’un Divanü Lügat-it Türk’ünden sonra, Türk dili için yazılmış ikinci önemli sözlüktür. Nevaî, bu yapıtında, Türkçenin Farsçaya üstünlüğünü ömelder vererek savunur.

Yazar, çağının Farsça yazmaya hevesli Türk yazarlarından da yakınmaktadır. Kitabında, onlan uyarmak; kendi ana dillerinin güzelliğine, inceliğine, anlatım gücüne onlann bakışlarım çekmek ister.

1 — Yazar, Türk dilinin, duygulan anlatmadaki üstünlü-Metin Üzerinde ğü, inceliği üzerinde duruyor. Okuduğunuz metinde «ağla-İnceleme- ma»nm, derecesine göre, değişik fiilleri verilmiş. Bunları -—–J inceleyiniz ve aralarındaki anlam değişikliklerini söyleyiniz.

2— Son iki paragrafta şair kimlerden, niçin söz ediyor? Türk şairlerini nasıl bir göreve çağırıyor?

3 — Bir ulusu, ulus yapmada, kendi bütünlüğünü’ bilinçli olarak korumada Dil’in rolü nedir? Bu konuyu aranızda tartısınız.

4 — Son paragraftaki düşünceyi, Ziya Gökalp’m aşağıdaki sözleriyle karşılaştırınız:
Türklüğün vicdanı bir.
Yardımcı

Bilgiler:

1 — Muhakemetü’l-Lügateyn’den alman metindeki beyitlerde örneğini gördüğünüz Çağatay lehçesi, Ali Şir Nevaî’-de en güzel ve en klasik, biçimim bulmuştur. Doğu Türk-çesi, XV. yüzyılda, Hakaniye lehçesinin uzantısı olarak, Ça-
ALİ ŞİR NEVAÎ (1441 – 1501)
Herat’ta ‘doğmuştur. Babası Kiçkine Bahşi, Uygur kabilesinden gelme zengin ve ünlü bir beydi. İyi bir öğrenim görmüştür. Süt kardeşi ve okul arkadaşı Hüseyin Baykara, Horasan hükümdarı olunca, Nevaî, ilk önce onun Nişancısı; sonulları Divan Beyi ve nedimi oldu, ona naiplik etti; onunla birlikte birçok savaşlara katıldı. Edebiyat ve bilim alanında olduğu kadar, devlet işlerinde de yur-ilıına unutulmaz hizmetlerde bulundu.

Nevaî, şnr yazmaya genç yaşta başladı. Çağının ve çevresinin etkisiyle ilk manzumelerini Farsça spylemiştir. Türk dilinin güzelliğine, inceliğine, anlatım gürüne erince, yapıtlarını Türkçe yazdı ve Orta Asya Türk edebiyatının en büyük ■■anatçısı oldu. Türk dilinin zenginliğini göstermek için yazdığı «Muhakemetü’l-Lü-K:ıteyn»iyle Nevaî, Kâşgarlı Mahmut’la birlikte, Türk ulusçuluğunun önderlerin-di iıdir. Altmış yıllık yaşamı içinde verdiği otuz kadar yapıtla, Iran edebiyatı ve diline karşı, Türk dilini, Türk edebiyatım çıkarmış; Çağatay lehçesini, bir bilim ve edebiyat dili düzeyine getirmiş ve bu gücünü yetiniz Orta Asya’da değil, bütün Türk ülkelerinde duyurmuştur. Başta Fuzulî olmak üzere birçok Divan şairleri ti/erinde etkisi görülür.
BAŞLICA YAPITLARI
Dil:
lehçesinde gelişmesini sürdürür. Bu lehçenin, Batı lehçesine (Türkiye Türk-f#Nİ) göre değişik söyleyişleri vardır.

Buraya alınan metinlerde gördüğünüz gibi:

a) İsimlerin -den hali, Çağatay lehçesinde -din, -din olarak görünür: Ehlidil» («İllinden).

b) İsimlerin -i hali, bu lehçede, -ni, -m, -nu, -nü biçimini alır: Işkmğnı (aşla-Hl), boğzumnu (boynumu).

2 — Öbür değişmeler:

a) m-b değişmesi: sözcük başlarındaki kimi m’ler, Türkiye Türkçesinde b »isine çevrilir: Mini (beni).

b) k-g değişmesi: Sözcük başlarındaki kimi k’lar, Türkiye Türkçesinde g olur: Ktce (gece), küle küle (güle güle).

c) t-d değişmesi: Sözcük başlarındaki kimi t’ler, Türkiye Türkçesinde d olur: Tuğ (dağ).

ç) b-v değişmesi: Sözcük başlarındaki kimi b’ler, Türkiye Türkçesinde v olur: Bur (var).

d) s-z değişmesi: Sözcük sonlarındaki kimi s’ler, Türkiye Türkçesinde z olur: Kllmes (gelmez).

Bu değişiklikleri metinde bulunuz ve bu söyleyişlerin Dede Korkut’ta benzerleri olup olmadığını araştırınız.

adım verdiği şiirlerini dört kitapta toplamıştır: Garaibü’s-Sıgar (küçüklüğün garibeleri), Nevadirü’-ş Şebab (gençliğin az bulunur değerleri), Bedaylül-Vasat (orta yaşın güzellikleri), Fevaidü’l-Kibar (yaşlılığın faydalan). Farsça şiirlerini ayrı bir kitapta toplamıştır.

Hamsesi:

Bu kitapta şu öyküleri (mesnevi) vardır: Hayretü’l-Ebrar (hayır ve erdem sahiplerinin hayreti), Ferhat ve Şirin, Leylâ ve Mecnun, Seb’a-i Seyyare (yedi gezegen), Sedd-i İskender (İskender Şeddi).

1 Mecalisü’n-Nefais (güzellikler meclisi): Türk edebiyatının ilk «Şairler tezki-

I resi»dir .

* Mlzanü’l-Evzan (vezinler ölçümü).

Muhakeme t ü ’l -Lüga t ey n (iki dilin karşılaştırılması) vb.

I «TERKİB İ BENT»ten :

Menem ki kafile- sâlâr-ı kârbân-ı gamen Misâfir-i reh-i sahra-yı mihnet ü elemem Hakîr bakma bana kimseden sağınma kemem Fakîr-i pâdişâh âsâ gedâ-yi muhteşemem Sirişk taht-ı revandır bana vü âh alem Belâ vü dert mülâzım cefa vü cevr haşem

Ne mülk ü mâl bana çerh verse memnûnem Ne mülk ü mâlden âvâre kılsa mahzûnem Eğerçi müflis ü pest ü muhakkak ü dûnem Demadem öyle hayâl eylerem ki Karûn’em
FUZULİ
Ölçüsü : Mefâîlün feilâtün mefâîlün feilün (fa’lün)

—.–/ -■–/ -•–/ —

(Bugünün diliyle:

Ben, gam kervanının kafile başkanıyım. Sıkıntı ve acılar sahrasına giden yolun yolcusu, konuğuyum. Bana hor bakma, kimseden aşağı olduğumu sanma. Par dişah gibi fakirim; muhteşem bir yoksulum. Göz yaşı, taht-ı revanımdır; ah, san-lağım; belâ ve dert, maiyetim; çevir ve cefa uyruğumdur benim.

[Şair, yaşam yolunu, göz yaşı selinden oluşmuş bir taht-ı revan üzerinde geçliğini söylemekle çektiği acıları belirtmiş oluyor. Burada güçlü bir hayalle ve sembollerle anlatılmış bir dünyası var Fuzûlî’nin: Çektiği ah, ağzından bir alev gibi yükseliyor ve bu alev kızıl bir sancak gibi başının üstünde dalga dalga uçuşuyor. Bu, onun, yaşam boyunca kendisinden ayrılmayan acılarının simgesidir; sancaktan duyulan gurur gibi, o da acılarının verdiği gurur ve yücelik içindedir. Burada ah’la sancak arasındaki ilgi, dikkat çekicidir. Şair, kendini bir hükümdar !’ibi tasarlamış: Hükümdarın uyruğu (maiyeti), ordusu gibi, onu da dertler, acılar, felâketler, belâlar izliyor. Onların başkanı olduğuna göre, şair, onları sevmekte, korumaktadır. Kendi iç dünyasında bu kadar zengin, bu kadar görkemli ulan Fuzûlî’nin, dünyanın maddesel zenginliğini önemsemediği görülüyor. Aşağıdaki satırlarda bunu belirtmektedir.]

Dünya, bana ne mal mülk verse memnunum; ne de mal ve mülkten beni ■’im kılsa üzülürüm. Her ne kadar parasız, aşağı durumda, hakir isem de, zaman /auıaıı öyle düşler kuranın ki Karun olurum.

Okuduğumuz manzume bir «Terkib-I Bent»tir. Terkib-i bentler, beyit birimiyle yazılan ve birbirine bağlı bölümlerden meydana gelen, Divan edebiyatının nazım biçimlerindendir. Her höliim. kaside trihi uvaklanır: buna «terkinhane»
■ Yardımcı Bilgiler:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir