Alman ve Avusturya Müziği
Orta Avrupa’nın Almanca konuşulan ülkelerinde yaşayan besteciler Ortaçağ’dan XX. yy’ın ortalarına dek,Batı sanatı müzik uygarlığının omurgası sayılan zengin ve çeşitli bir müzik üretmişlerdir. Açıkçası, diğer besteciler de önemli ve kendine özgü besteler yapmışlar ve Alman üslubunu etkilemişlerdir. Örneğin İtalya – müzik etkinliğinin önemli bir merkezi olarak etkisini Ortaçağın sonundan, XVIII.yy’ın sonlarına dek sürdürmüştür- sadece opera alanında değil, enstrümantal sonatlar,konçertolar ve vokal şarkılar alanında da hatırı sayılır bir merkez olmuştur. Fransızlar, bu İtalyan biçimlerin bazılarını kullanmışlar, bunlara saraya özgü bir şıklık vererek yerel motiflerle süslemişler ve Fransa’ya özgü temaları hemen göze çarpacak biçimde kullanmışlardır. İtalyan ve Hollandalı bestecilerle birlikte Fransız müzisyenler polifonik üslupta, bütündeki melodik parçaların kendiliğinden öne çıkmasının temellerini atmışlardır. Almanlar, başlangıçta yabancı ülkelerde meydana gelen bu gelişmelerin pek çoğunu reddettilerse de, kendi bünyelerine uyarladıkları öğeleri seçkinliğin en üst basamaklarına yükselttiler. XIX. yy’ın başlarında Alman ve AvusturyalI besteciler kendilerine ait yeni biçimler ve türler üretmeye başlamışlardı. Klasik üslup modern konser repertuvarının içindeki sanat ve senfonileri
besleyen temasal ve armonik materyalleri organize etmede oranlı bir yakınlaşma -XVIII. yy’ın sonu ve XIX. yy’ın başlarında Alman müzik merkezlerinde, özellikle Viyana’da- geliştirilmiştir. Bu klasisizm, Romantizme dönüştüğünde Almanlar ve Avusturyalılar tarihseli girişim üstünlüğünü ele geçirip, XX.yy’a taşımışlardır. ORTAÇAĞ Bugün Almanya ve Avusturya iki farklı ülke olmakla birlikte, tarihsel olarak tek bir kültürel bölge oluşturur ve müzik tarihi de coğrafi, siyasal ve dinsel gelişmeye ayak uydurur. Bu iki ülkenin Avrupa’nın merkezinde bulunması, kültürel düşüncelerin kavşak yeri haline gelmelerinde etken olmuştur. Kökeninde, Alman müzik geleneği, eski Romalılardan, Macarlardan, Islavlardan ve eski Almanlardan etkilenmiştir. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde, gregoryen şarkılar -ya da tek sesli sade şarkılar-, müzikte dinsel temalı arayışların sürdüğü dönemde esin kaynağı olmuştur. Avusturya’da, V. yy’a kadar inildiğinde, tek sesli sade şarkıların Salzburg’cteki manastırlarda kullanıldığı görülür; diğer yerlerdeyse ancak VIII. yy’da bu şarkılara rastlanmaya başlar. Bu dönemde, daha sonradan Almanya olarak anılacak topraklar Şarlman’ın hükümdarlığındaki Frank İmparatorluğu’nun egemenliği altındaydı. 843’te , Alman toprakları, günümüzdeki Fransa ve İtalya topraklarını karşılayan bölgeden ayrıldı. 962’de Almanların
egemenliğindeki Büyük Roma Germen İmparatorluğu, Otto l’e (Alman krallarının 3.sü) Papa’nın hükümdar tacı giydirmesiyle kuruldu. İlk Alman hükümdarları düzenli olarak saraylarını taşıdıkları için, saray yaşantısının merkezleri (ve müzik geleneği) hemen kök salmadı. Bununla birlikte, Avusturya’da olduğu gibi manastırlar müzik etkinliğinin merkezleri olarak kaldılar. X. ve XI. yy’da Alman keşişler müzikle ilgili bilimsel yapıtlar topluyorlardı; sözkonusu keşişlerin bazıları, konulara sadece felsefi bir açıdan yaklaşırken, diğerleri uygulamalarla ilgileniyorlardı. Yani, Alman keşişler, geleneksel tek sesli sade şarkı formüllerine çeşitlemeler ekliyorlardı. Bu, daha özgür, ilham edilmiş bestelerin doğmasına olanak verdi; bunlara örnek olarak, sıradışı ezgiler, ilahiler ve muhtemelen ilk büyük kadın besteci ve dönemin önde gelen aydınlarından olan Hildegard von Bingen’in (1098-1179) besteleri verilebilir. Çeşitli bestelerin yanısıra ahlaksal içerikli bir oyun ve tıp üzerine, doğa ve kutsal konularda kitaplar kaleme aldı, papalarla, imparatorlarla ve krallarla yazıştı. Manastır kiliseleri ve manastırlar dışında dinsel müzik, yeni bir biçim alıyordu. Almanya’da yavaş yavaş bir halk müziği geleneği doğmaya başladı ve giderek gelişen bu geleneği Alman misyonerler dini amaçlarla kullanmaya başladılar; Latince’den çok kendi yerel dille
rinde söyledikleri dini bir halk müziği doğdu. Saray müziğinde yerel dilde şarkı söyleme geleneği, XI. ve XIV. yy’daki Alman halk şairlerinin etkisi altında doğmuştur. Fransız halk şairlerinden ve epik şairlerinden esinlenen, doğal halk ezgilerini ve hattâ tek sesli şarkıları kullanan Alman halk şarkıcıları monodiktarzda (bir melodi dizisini enstrümantal bir bölümün izlemesi) epik aşk şarkıları yazdılar. Alman halk şarkıcılarının en ünlüleri arasında YValther von der Vogelvveide, Neid- hardt von Reuenthal ve Henrick von Meissen (Frauen- lob adıyla tanınır, 1255-1318) sayılabilir. Halk şarkıcıları genellikle soylu sınıftandı; ama XIV. yy’da «meister- singer»ler – orta ve alt tabakadan şarkıcılar – soylu şarkıcıların yerini aldı. Meistersingerler, kendi bestelerinin ve sanatlarının yayılması için okullar kurdular ve diğer ülkelerin bestecilerini de etkileyen, muhafazakâr, polifoniden uzak bir üslup yarattılar. RÖNESANS VE ERKEN BAROK DÖNEMLERİ Polifoni yani çokseslilik, XV. yy’da Almanya’da HollandalI besteciler Heinrich İssac ve Roland de Lassus (Orlando di Lasso) ve Ludwig Senfl (1490-
1543) gibi Alman besteciler sayesinde Viyana’da ve büyük Alman kentlerinde saray ve kiliselerde ilerleme kaydetti. Enstrümantal müzik de bu dönemde ortaya çıktı; dans müziğiyse evlerde çalınıyordu; klişelerde çalınan org müziği, Avrupa’da en çok Almanya’da gelişmişti. Bu dönemde müzik, salt saraylar ve kiliselerle sınırlı kalmıyordu, uygarlaşma kaygısı güden kent hükümetleri de müzisyenlere iş vermeye başlamıştı. XVI.yy’da Martin Luther’in etkisiyle gelişen Reform hareketi, Alman kentlerindeki müzikte de değişiklikler yarattı.Luther’in reform geçirmiş kilisesinde yapılan ilk müzik, ilahi bestelerdi -basit kutsal bir ilahinin yerel ağızla söylenen çoksesli düzenlemesi-;bunlar yüzyıldan uzun bir süre önemlerini koruduktan sonra, yeni keşfedilen yazılı basın nedeniyle popülerliklerini kaybetmeye başladılar. 1511 ‘de Luhther’in ilahileri basıldı. Avusturya’daysa luthercilik ve kilise müziğinin özü hüküm sürdü; 1600’lerde ilahileri besteleme geleneği so- naerdi. Müziği, ilahileri besteleme geleneğine dayanmayan birkaç Alman’dan biri, dönemin Hollandalı ve İtalyan bestecilerinin gelişimine de yansıyan eserler besteleyen XVII.yy. bestecisi Heinrich Schütz’dür. Sonuç olarak, canlı ve özel ilahi beste düzenlemeleri (genellikle İncil’den bölümler üzerine) bütün Avrupa’da tanınmıştır. Schütz, ayrıca bu tarzın Almanya’da moda olmasından çok önce, 1627’de Dafne adlı, bugün kayıp olan bir opera bestelemiştir. Alman bestecilerden ancak birkaç tanesi sadece hoş tarihsel örnekler olmayan, aynı zamanda aktif repertu- varlarda canlı müzik olarak yaşayan eserler bırakmışlardır. Michael Praetorius, Syntagma Musicum’da döneminde popüler olan dans ve enstrümantal çalışmalara canlı örnekler sunar veJohann Jocab Froberger, Johann Pachelbel Jan Reincken (1623-1722) gibi besteciler ve Dietrich Buxtehude solo klavye yazım sanatına zarafet getirdiler. GEÇ BAROK Bu besteciler, söz konusu bestecilerin eserleri üzerinde çalışan ve muhtemelen bazılarını da çalarken dinleyen Johann Sebastian Bach’ın atalarıydılar. Gelecek nesiller açısından,XVIII. yy’ın ilk yarısında Bach’ın kişiliği baskın çıktı; o dönemde besteciden çok klavye virtüözü olarak değer kazanmıştır, çünkü daha genç bestecilerin -buna kendi oğulları Johann Christian Bach ve Carl Philipp Emanuel Bach da dahildir – klasik döneme giden yolu işaret eden stil galanf ı( seçkin üslup) geliştirdikle
ALMAN VE AVUSTURYA MÜZİĞİ 275
ri bir zamanda o kendini, atalarının şatafatlı bestelerini mükemmelleştirmeye adamıştır. Bugünün bakış açısıyla, Bach’ın müziği, Rönesans’ta başlayan çoksesli üslubun vardığı en yüksek noktadır. Eserleri arasında, dört mükemmel orkestra süiti, keman konçertoları, klavyeler ve çeşitli nefesli enstrümanlar, Brandenburg Konçertoları, yüzlerce koro çalışması (küçük Latince ilahilerden ve şarkılardan , büyük düzenlemelere dek değişen) ve solo keman, çello, org, telli saz ve çimbalo için birçok beste sayılabilir. Bununla birlikte en şaşırtıcı besteleri, Bach’ın sağlığında çalınmayan ve diğerlerine örnek olacak kadar iyi bir grup eserdir. Bunların arasında B Minör, Müzik Armağanı (Das Musikalisches Opfer) ve Bach’ın tamamlayama- dan öldüğü Füg Sanatı (Die Kunst der Fuge) sayılabilir. Georg Frideric Handel ve Georg Philipp5 Telemann, Bach’ın çağdaşları olmakla birlikte ondan çok daha kozmopolit ve ünlüydüler. Handel, Almanya’yı oldukça erken bir yaşta terk ederek önce İtalya’ya gitti (ve burada operaya âşık oldu), sonra Ingiltere’ye yerleşerek en tanınmış orkestra çalışmalarını ve oratoryolarını besteledi. Telemann,Almanya vePolonya’da(bu ülkenin renkli folklor ezgilerinden etkilendi) birçok görevde bulundu, sonunda Hamburg’a yerleşti. Telemann, daha önce sıraladığımız bestecilerden daha çok eser verdi. Çalışmaları arasında, 40 opera, 600 orkestra süiti, 44 tane İsa’nın çarmıha gerilmesini konu alan müzik, 700 şarkı ve sayısız konçerto ve sonat vardır. Telemann, Bach’a ya da Handel’e göre daha basit, daha dolaysız bir üslupla yazdı; bunlar, toplumun, yoğun, ağır bestelerden bıkması olgusuna cevap veren, iyi düzenlenmiş ama hafif dans müziği niteliğinde ve sade -ama duyguları doğrudan etkileyen- kutsal bestelerdi. Yeni üslup da oldukça canlıydı; bireysel hareketler kar- şıttemalarla düzenleniyordu; müziğin basitlik iddiasına rağmen, dikkatli bir dengelem zorunluğuna inanılıyordu. Zevklerdeki bu değişiklik, 30 yıl savaşlarıyla birlikte, müziğin sosyal yapısında da değişikliğe yolaçtı. Alman kentlerinin kaynakları savaş yüzünden kuruyunca, belediyelerin desteklediği loncalar, amatör, ama bir hayli iyi eğitimden geçirilmiş üniversite öğrencilerine ve ancak zaman zaman müzikle uğraşan diğer müzisyenlere elverişli bir ortam hazırladılar.
KLASİK DÖNEM 1740’larda, Berlin, Dresden ve Mannheim, orkestraların (ve orktestra müziğinin) geliştiği merkezler durumundaydı. Berlin’de, Büyük Frederick (Prusya kralı Frederick II) – kendisi de bir besteciydi – aralarında flüt virtüözü C.P.E. Bach, kuramcı Johann Joachim Quantz ve diğer bazı parlak çalgıcıların da bulunduğu bir orkestrayı bir araya getirdi. Aynı zamanda, aynı yerde bir opera binası da kurdu. Mannheim da büyük ve parlak orkestrasıyla tanınıyordu; bestecileri arasında Johann Stamitz ve Franz Xaver Richter’in (1709-87) de bulunduğu bu sanatçılar vardı, dramatik, dinamik kontrastların da kullanıldığı, kendine özgü, senfonik bir üslupla çalıyorlardı. XVIII.yy’ın sonunda müzikteki gelişmenin ağırlığı Avusturya’ya kaydı. 1760’larda Macar Esterhazy ailesi, döneminin en çok saygı gören bestecisi Franz Joseph Haydn’ı koruyuculuğu altına almıştı. Esterhazy prensi Haydn’ın alışılagelmiş biçimlerle özgürce deneyler yapmasına izin verdi; sonuç olarak Haydn, telli kuvar- tet, senfoni ve sonatı modern biçimlere sokabildi; karşıt temaların stil galant kavramı üzerinde araştırmalar yaparak, örneğin sonat biçimini anlatan çalışmalar yazdı: İ!ki,tema;üç bölümlü bakışımlı yapı; birgelişme bölümü
ve bir içerik tekrarı (erken dönem iki bölümlük İtalyan sonat biçiminden oldukça uzaktı). Son yıllarında Haydn, Paris ve Londra’dan büyük, kalabalık heyetlerle besteci olarak çalıştı ve Viyana’da yaşadı. Oda müzikleri, operalar ve oratoryolar da dahil olmak üzere toplam 104 senfoni besteledi. Haydn, Wolfgang Amadeus Mozart daha küçük bir çocukken onun bir müzik dehası olacağını anlamıştı; gerçekten de, genç Mozart müziğin en parlak mucizelerinden biriydi. Babası Leopold’un desteğiyle, klavsen ve keman çalmayı ve beste yapmanın temellerini öğrendi ve 10 yaşına gelmeden Avrupa saraylarını yetenekleriyle fethetti ve ilk senfonilerini besteledi. Sonuç olarak bunların 41 tanesinde(bazı müzikologlar,belli- başlı üvertürlerinin de bu sayıya dahil edilmesini savunarak bestelediği toplam senfoni sayısının 60 olduğunu öne sürerler) yapısal biçimi geliştirerek, parlak bir anlatım biçimine yönelmiştir. Mozart, oda müziğinden, solo piyano sonatlarına, orkestra çalışmalarına ve operaya dek, denediği her tarzda başarılı oldu. Kaleminden, akıl almaz bir hızla akan müzik, dehanın başarılı damgasını taşır. Opera alanında, Mozart çalışmaya, yeni geliştirilen singspiel ile başladı, müzikal interlüdler ve aryalarla komik tiyatronun konuşma diyaloglarını birleştiren bir Almanca biçimi oluşturdu. Saraydan Kız Kaçırma (Die Entführung aus dem Serail, 1782) ve Sihirli Flüt (Die Zauberflöte, 1791) de dahil olmak üzere, eserleri, yalnızca tarzın en büyük örnekleri olmakla kalmaz, gelecek yüzyılda da gelişmeye devam edecek Alman operasına geniş ufuklar açar. Haydn ve Mozart, meyvelerini Ludwig van Beethoven’in çalışmalarında veren bir müzik devrimini başlattılar. Rheinland’da doğan Beethoven, Haydn’la çalışmak için Viyana’ya yerleşti ve ömrünü burada geçirdi. Tam bu dönemde, edebiyat ve sanat alanında romantizm çağı doğuyordu: Siyasal alandaysa,ufukta devrim vardı. Ordudan, özgürlük bildirileri ve aristokrat olmayan kitleler için eşitlik istemleriyle, Almanya’da krallık aleyhtarı fikirlerin tohumları atılıyordu. Beethoven, üstleri Viyana soylu sınıfından olmasına rağmen, bu devrimci ve romantik ortamda yetenekleriyle kendisinin onlarla eşit (hattâ belki daha üstün) olduğunu kabul ettirdi. Soylu arkadaşları ona engel olmadılar. Beethoven’in erken dönem çalışmalarında hem Haydn’ın üslubuna öykünme, hem de klasik üsluba yakınlık görülür. 1804’te (neredeyse tamamen sağır olduğu bir dönemde) “yeni bir biçim” dediği tarz üzerinde çalışmaya başladı ve Beethoven «Eroica» idealinin romantik kavramını yakaladı, Üçüncü Senfoni’yi bu dönemde bestelemiştir. Bundan sonra, çalışmalarının bir çoğu, idealize edilmiş, yüksek fikirlerde ve okuduğu romantik edebiyatın ruhuyla (özellikle de Goethe’nin yapıtları), konularında görülen çelişkileri ve tutkuyu ön plana çıkarabilmek için müzik dilindeki dramatik öğeleri artırdı. Eserleri, Bach, Haydn ya da Mozart’ınkiler- den az sayıdadır. Sadece, 9 senfoni, 5 piyano konçertosu, 1 keman konçertosu, 1 opera (1803 ve 1814 arasında çeşitli defalar sahnelenmiş ve hiçbir zaman tam anlamıyla başarılı olamamıştır), 32 piyano sonatı ve oda müziği yapıtları(16 gerçekten parlak kuvartet de dahil olmak üzere). ROMANTİK ÇAĞ Beethoven’in ardından gelen kuşaklar, onu, yeri hiçbir zaman doldurulamayacak bir müzik devi olarak gördüler. Beethoven’in gölgesinde ilerleyen Alman ve AvusturyalI besteciler, onun, dışavurumcu romantik üslupta ilerlerken mümkün olan her açılımı denediğini görmüş
276 ALMAN VE AVUSTURYA MÜZİĞİ
Erald Kaiser’in 1847’de yaptığı, Robert ve Clara Schumann tablosu. Alman Romantik şiir okulundan esinlenen Schumann ve karısı, seçkinliği ve melodisindeki açıklığıyla tanınan piyano müziği ve vokal şarkılar bestelemişlerdir. Bu dönemde, özellikle şarkı Alman müziğinde gelişmiştir.
lerdir. Viyarıa’da çalışan Franz Schubert, Beetho- ven’ınkinden daha az fırtınalı ama aynı oranda tutkulu müzik besteleri yapmıştır. Schubert, aynı tutkuları yumuşak bir biçimde armonize edilmiş oda müziği, senfoniler ve piyano sonatlarıyla dile getirmiştir, yaklaşık 600 bestesi vardır. Schubert, şiirlerin kendisine verdiği geniş alanlarda yazdı, bu alanların gelişimi hareketle özdeşleştirdi ve şarkısındaki her dizede kendini anlattı. Almanya’da, bu dönemde, Flex Mendelssohn, orkestra, koro ve oda müziği çalışmaları yapıyordu ve bunlar Schubert’in çalışmaları kadar melodikti, ve Robert Schumann, aynı dönemde kendini en başarılı biçimde, piyanoyla anlatıyordu. Schumann, Schubert’e göre daha ilginç bir besteciydi. Yapıtlarının bir çoğu – örneğin, Kelebekler; Senfonik Etüdlerve Karnaval-zeki kıvılcımlar içerir. Schumann’nın eşi, Clara Wieck (1819-96) de önce piyanist olarak çalmasına rağmen aynı zamanda yetenekli bir besteciydi. Schumann, bestelerin yanısıra, müzik eleştirileri yazdı, felsefeyle ilgilendi, atalarının ve çağdaşlarının felsefe ve müzikle ilgili yapıtlarını değerlendirdi. Onu şaşırtan bestecilerden biri, Hamburgiu1 Johannes Brahms’dı; Brahms, geniş alanlı romantik orkestranın tüm avantajlarından yararlanırken, tutucu yanıyla da klasik yapısal modellere sırt çevirmemeyi başarıyordu: Dört senfonisini, Beethoven’in ideali yönünde geliştirir; bunlar, daha küçük ölçülerde olmalarına karşın en iyi yaratılmış oda müziği çalışmalarıdır. Pek çok çağdaşı gibi, Brahms da kendini lirik şarkıcı olarak tanımladı ve eserleri Schu- bert’inkiler kadar etkileyici oldu. ALMAN MÜZİK DRAMASI Brahms XIX.yy. müziğinin tutucu kanadını temsil ederken, Richard Wagner sanatı ilerleten radikal güçlerden biri olmuştur. Wagner, operayla, Carl Maria von We- ber’in çalışmalarıyla gündeme gelen bir biçimde ilgilendi. Der Freischutz\( 1821) ve Euryanthe’de (1823), drama ve hareketliliği tanımlamada orkestraya görülmemiş bir önem vererek, singspiel geleneğinde büyük bir adım attı. Ayrıca, belirli bir karakteri, nesneyi, hareketi ya da tiradı temsil eden müzik temasının (leitmotiv) kullanımına öncülük etti ve temsil ettiği karakteristikleri yükseltti. Bir anlamda, leitmotiv, operaya senfoni ve sanata uygun temasal bir düzen getirdi (sonatın temaları düzenli bir mantıkla sıralanırken.! leitmotiv dramatik bağlam olarak tanımlanmaktadır). Wagner, boş karakterlerinin ve dramanın izin verdiği ölçüde,Heitmotivin kullanımını genişletti. Wagner’in armoni dili, müziğe mistik bir duyum katan kromatizmin
zaptedilemeyen kullanımıyla damgalanmıştır. Olağandan daha büyük orkestralar için operalar bestelediğinden Wagner, güçlü, dramatik sesli, zengin orkestraların önünde söyleyebilecek şarkıcılar aramıştır. Operalarının ¡birçoğu, bölümler, karakterler ve topraklarının insanları çerçevesinde geçen milliyetçi çalışmalardır. Dört bölümlük\Der Ring der Nibelungen (1848-74) çevrimi eski tanrıların mitolojisine dayalı bir epik dramadır. Wagner’in çalışmalarındaki karmaşıklık ve ölçülülük hiçbir !zaman aşılamadıysa ardından gelenler opera sanatının bestelerini ilerletmek için başka yöntemler buldular. Richard Strauss, çalışmaları ve bazı ilk dönem operalarında – Salome ( 1905) ve Elektra ( 1908)-, dinle- yicleri, seçimleriyle ve kullandığı renkli müzikle şaşırttı. Öte yandan, Der Rosenkavalier {1911), Intermezzo (1923) ve Capriccio (1941) gibi çalışmalarında modern tonlama dili ve orkestra yapısı ile seçkinliğin yeniklasik denebilecek duyumu arasında ilginç bir denge kurdu. Strauss’un en son orkestra çalışmaları senfonik şiirlerdir. Operalarına benzer biçimde, bunlar da Till Eu- lenspiegel’in Neşeli Maceraları (1895) gibi hafif olanlar ve Böyle Buyurdu Zerdüşt (Also Sprach Zarathustra, 1896) ve Bir Kahramanın Hayatı (Ein Heldenleben, 1898) gibi daha ciddi olanlar vardır. Diğer besteciler, orkestranın ses tonlarını kullanan ve operanın kaynaklarını daha hafif, daha popüler bir yola çeken çalışmalar yarattılar. Bunların en ünlüleri arasında, renkli orkestra valsleri ve küçük operası Die Fledermaus(*\874) ile tanınan Strauss’un oğlu, orkestra şefi Johann Strauss; kendini, operetlere adayan Alman besteci Albert Lortzing( 1801 -51); Şen Dul (Die Lustige Witwe, 1905) adlı yapıtıyla ünlü Macar kökenli Viyanalı besteci Franz Lehar, operet sanatını XX.yy’a taşıdılar. 20. YÜZYIL Avusturya’da XIX. yy’ın sonunda Anton Bruckner ve Gustav Mahler, senfoniyi Haydn, Beethoven ve Brahms’ın geçtiği yolda ilerletmeye devam ettiler. Fakat, Wagner’in operaya zeki boyutlar getirmesi gibi, Bruckner ve daha başarılı olan Mahler, senfoninin hedefini (Mahler’de orkestrayla eşlik edilen şarkı da vardır) epik boyutlara genişlettiler. XX.yy’ın ilk yıllarında yaşayan Mahler, orkestra virtüözünü benzersiz bir boyuta getirdi. Eserleri, duygusal yoğunluğun ve esinin anlatımıdır ve dışavurumcu romantik üslubun doruk noktasını temsil ederler. Mahler’in izinde yürüyenler, XX.yy’ın başlarında romantizmin devrini doldurduğunu kavradılar. Arnol
Otto Böhler’in yaptığı bu karikatürde XIX. yy. bestecisi Richard Wagner, eleştirmenlerle çevresi sarılan bir dev olarak gösterilmiştir.
ALMANYA 277
Schoenberg, Gurrelieder{\90\^?>)\/eVerklarte Nacht da dahil olmak üzere ilk dönem yapıtlarında Brahms’ın ve Mahler’in romantik estetik anlayışının dışında besteler vermiştir. Bununla birlikte, 1920’de bir dizide 12 nota kullanarak yeni bir yöntem geliştirdi ve bundan sonra bu dizilerin permutasyoniarını kullandı, eserlerindeki tema materyalini bunun üzerine kurdu. Bu tür besjteler (12 nota sistemi ya da dizi müzik olarak adlandırılırlar), her dizi küçük parçalara ayrılabileceği için aslında tahmin edilebileceğinden daha karmaşıktır. Dizi yöntemi, Schoenberg’in de kavradığı, bestecilerin taze materye! bulabileceği, majör ve minörlerin bağlayıcılığından uzak bir yöntemdir. Daha sonra besteciler, sadece perdelerle değil, ritmlerle, nota renkleriyle ve dinamiklerle diziler yaparak, dizi yöntemini uç noktalara taşıdılar.
(Solda) Besteci ve orkestra yönetmeni Gustav Mahler’in, 1890’larda Hamburg’da orkestra yönetmenliği yaparken ve ilk senfonilerini bestelerken yapılmış bir portresi. Bestecinin müziğii, folklor öğeleri ve Alman romantik ruhuyla bezenmiştir.
(Altta) AvusturyalI besteci Arnold Schoenberg atonal müzik üzerinde çalışmaya 1900’¡erin başında girişti. Bu araştırmaları, besteciye, dizi yöntemiyle yapılan müziğin bir biçimi olan 12 nota tekniğinin kurallarını belirleme olanağı verdi. Schoenberg; Avrupa’da ve Amerika’da müzik kuramı dersleri verdi.
Schoenberg, iki öğrencisi Alban Berg ve Anton von Webern’le birlikte, «İkinci Viyana Okulu» adı verilen okulu kurarak Viyana’da çalıştı. Ne var ki bu sanatçıların her biri değişik bir yol seçtiler, ama 12 nota okuluyla yaratılabilecek üslupların çeşitliliğini göstermek için çalışmalarını biraraya getirdiler; Schoenberg, yöntemini geleneksel oda müziği ve orkestra biçimine uyarladı; Webern, toplu halde veciz minyatürler bıraktı; Berg, diğerlerinden daha çalışkan çıktı, iki opera -Wozzeck (1921) ve Lulu (1935), bir romantik keman konçertosu (1935) ve birkaç şarkıyla oda müziği- bıraktı. * Nazilerin iktidara gelmesi, Almanya’nın müzik dünyasındaki egemenliğine son verdi. Schoenberg ve öğrencilerinin müziği “bayağı” olarak nitelendi – daha popüler bir tetral müzik yapan Kurt Weil ve Paul Hinde- mith’in yenibarok ve yeniklasik müziği de aynı damgayı yedi. Schoenberg, Weil ve Hindemith Almanya, Avusturya ve 1930’larda Alman idaresine giren diğer Avrupa ülkelerinden yüzlerce besteci, şarkıcı, yazar ve sanatçının yaptığı gibi Amerika’ya kaçtılar. Bu felaketten sonra Alman beste geleneğinin kendine gelmesi uzun sürdü. Savaşın ardından Almanya yabancı bestecilerden gelen müziğe açık olmasına rağmen, kendi bestecilerinden sadece birkaç ¡tanesi ün kazanabildi. Bunların arasında, elektronik müzik ve elektronik teyp ve konvansi- yonel çalgılarla müzik yaparak etki yaratan besteci Karlheinz Stockhausen ve operalar, senfoniler, oda müziği ile avangard, hattâ yeniromantik olarak tanımlanabilecek Hans Werner Henze sayılabilir.