wiki

Anemas Kulesi

ekran-alintisi

Anemas Kulesi Isaac Burcu’na bitişiktir. Tokmaktepe’ye bakan cephesinde tuğla kemerli tek bir penceresi vardır. Burcun yapımı esnasında taşlar arasına yuvarlak mermer sütunlar yerleştirilmiştir. Bu mermerlerin ne maksatla yerleştirildiği bilinemiyorsa da, surların ara yerlerinde, özellikle Marmara tarafında, Çatladıkapı’da, Yedikule taraflarında duvarlar arasında bu tarz mermerler pek çoktur. Anemas Kulesi’nin, Isaac Burcu’na nazaran sonradan yapıldığı, inşa tarzından, taş tuğlaların vaziyetinden ve Isaac Burcu’yla tek parça bir bina teşkil etmeyip, aralarında ayırıcı bir çizginin bulunmasından anlaşılıyor. Bu iki kule, daha sonraları birleştirilmiştir. Kulenin zemine yakın kısmı, dayak şeklinde dışarı doğru çıkmış olup, düzenli surette yontulmuş mermerlerden başka bir temel duvarı vardır. Ayvansaray ve Eğrikapı cephesini çeviren bu duvar, kuleyi bir kat daha sağlamlaştırmak amacıyla yapılmış olsa gerek. Kulenin üstünde de vaktiyle küçük burçlar varmış. Eğrikapı Caddesi’ne bakan cephesinde birçok dayak vardır. 1881 yılında yapılmış bir resminde dayakların sayısı sekizdir. Bugün kısmen harap olmuştur. Bu kuleyi yirmi beş yıl önce de gezmiştim. Fakat çoğu yerinde kemerleri yıkılmış, delikler açılmış olduğundan gezmekte zorluk çekiliyor. Hapishanelere, Anemas Kulesi’nin Ayvansaray tarafına bakan, şimdiki zemine yakın kemerli küçük bir girişten girilir. Yaklaşık dokuz on metre uzunluğunda, dar ve alçak bir yoldan geçilerek üstü kemerli, küçük ve karanlık bir sofaya ulaşılır. Küçük bir kapıdan sağa girilince yukarıdan biraz aydınlık alan kemerli bir odaya daha geçilir. Orada oldukça derin bir kuyu görülür, hâlâ suyu vardır. Karşı tarafta diğer bir yol, sağa doğru başka bir koridora ulaştırır. Kulenin üst katına taş bir merdivenle çıkılır. Orası on metre genişliğinde, on iki metre uzunluğunda ve yedi metre yüksekliğinde bir odadır. Kemerli, dar bir pencereden aydınlık alır. Bu merdiven, kulenin tepesine kadar çıkar. Girişteki odanın sol tarafında küçük bir delikten hapishane hücrelerine girilir. Bugün altmış metre kadar uzunluğunda olan bu önemli bina pek harap bir hâldedir. Vaktiyle burasının iki katlı olduğu bazı resimlerde görülür. Her katta 1.75 metre eninde bir koridor üstüne bir sıra küçük hücreler vardı. Kulenin içerisinde on iki yüksek ve dar oda vardır. Yer altındaki bu odaları keşfeden, burada incelemelerde bulunan ve plânını düzenleyen Doktor Paspati’dir. Bu odalarla Blacherna Sarayı arasında yer altı yolları vardı. Belirtileri ve kalıntıları hâlâ görülmektedir. Bu yollardan biri, büyük despot394 Ayos Nicolas ve Priscus Kilisesi’ne (bugün Toklu İbrahim Dede Türbesi, Ebû Şeybet el-Hudrî ve Hamdullah el-Ensarî Türbeleri) ulaştırır ve orada biterdi. Anemas Kulesi’yle ilgili olarak Anna Comnene, on ikinci kitabında şunları söylüyor: “Blacherna Sarayı civarında, Anemas Kulesi adıyla bilinen bir kule vardı. Bu kulenin bu adla isimlendirilmesine sebep, oraya ilk hapsedilen kişinin Anema isminde biri olmasındandır. Bu adam, orada uzun müddet kalmıştır.” Kostantiniad, bugün Ayvansaray denilen semtte Blacherna Sarayı, Blacherna Şatosu, Anemas Kulesi ve Isaac Kulesi’nin bulunduğunu yazıyor; fakat Anemas Hapishanesi’nden bahsetmiyor. Hâlbuki İstanbul’un Kara Cihetindeki Surlarının Arkeoloji Plânı’nda (Caratheodory ve Demetriadis Efendilerin eseri, İstanbul baskısı 1881395) adı geçen semtte Isaac Angelos ve Anemas Kuleleri, Anemas Hapishanesi’nin yerleri ve resimleri gösteriliyor. Hazırladığımız 1 numaralı plânda yeri işaret edilmiştir.
Anemas Hapishanesi hakkındaki gözlemlerim: Bu hapishaneyi vaktiyle gezdiğim gibi, İstanbul’daki eski eserleri ve abideleri karış karış inceleme ve harita üzerinde tespit etme göreviyle daha sonra da (H. 28 Mayıs 1334) gezdim, inceledim. Bu hapishane, İvaz Efendi Camii’ne bitişik, Yıldız’da eskiden hafızıkütüp olup, bugün Bahariye’de ambar memuru olarak çalışan Haydar Efendi’nin evinin bahçesi altındadır. Mordtmann’ın eserinde anılan kule bu zatın bahçesinde, taş ve tuğla ile yapılmış, dikdörtgen şeklinde bir binadan, daha doğrusu bir odadan ibarettir. Bahçenin iki yerinde kuyu39< ağzı gibi delikler vardır. Hapishanenin sarnıçlarından su çekmek için bu delikler sonradan açılmıştır. Hapishanenin çeşitli yerlerinde kemerli yollar vardır. Bu yollardan bazısının yan duvarlarını sonradan delerek sarnıçlara buralardan yol açılmıştır. Bu sarnıçların duvarları hâlâ eski sağlamlık ve düzenlerini korumaktadır. Sıvaları çimento gibi gayet sert ve pek düzgündür. Sanki sıvacılar içlerinden bugün çıkmış… Duvarlarının hiçbir yerinde çatlak ve yarık yoktur. Vaktiyle, hapishanenin içerisinde birçok koridor varken zaman içinde sık sık meydana gelen depremler sebebiyle bu koridorların çoğunun içerisine moloz, taş yığılmıştır. Bu suretle gidiş yönleri ve çıkışları belirsizdir. Bu koridorlardan birinin kapısı, adı geçen bahçenin bitişiğinde Hacı Rıfat Efendi’nin evinin bahçesindedir. Koridorlardan birinin Ayasofya’ya ulaştığını civardaki Hançerli Hamam’ın bitişiğinde oturan Doğramacı Hacı Lazar’dan bizzat öğrendim. Bu adam koridorların içerisine girmiş, bir hayli gitmiş, fakat mumu söndüğünden korkarak geri dönmüş. Bunu caminin imamı da doğruladı. Bu koridorun içerisinden tek atlı bir arabanın da rahatlıkla geçebildiğini söylediler. Koridor kemerlerinden birinin çapını ölçtüm, 1.65 cm. olduğunu anladım. Daha önce adı geçen Hamdi Efendi’nin evinin önünden doğruca Ayos Nicolas ve Priscus Kilisesi’ne inilir ki, burası ‘Bölgeler Bahsi’nde anlattığım Toklu İbrahim Dede Türbesi’dir; Ebû Şeybet el-Hudrî ile Hamdullah el-Ensarî Hazretleri burada medfundurlar. Synnaxaristis adlı eserin beyânına göre, birçok Ayos Nicolas Kilisesi olup Toklu İbrahim Dede Türbesi’nin hangi Nicolas’a ait olduğu kestirilemiyor. Tamamlayıcı bilgi olarak şunu da söyleyeyim ki, ‘Bölgeler Bahsi’nde ayrıntılarıyla anlatılan Ayos Nicolas ve Priscus Kilisesi’nin inşa tarzından bahseden Procopius, Binalar (De Aedificiis) ismindeki eserinde diyor ki: “Justinianus’un mimarları, Ayos Nicolas ve Priscus Kilisesi’ni yeniden inşa ederlerken denizin dalgalarıyla mücadeleye mecbur oldular.” Bu ifadeye göre adı geçen kilisenin, İmparator Justinianus zamanında deniz kenarında olması gerekiyor. Bununla beraber zamanla seller ve yağmurlarla Edirnekapı’dan, Otakçılar’dan sürüklenip gelen moloz, toprak ve çakıl parçalarıyla kilisenin önünde bir arazi oluşmuş olması muhtemeldir. Diğer bir bakış açısına göre de Procopius’un ‘dalgalarla mücadele’ tabirinden maksadı, temellerin kazılması sırasında içerisine hücum eden sulardan kinaye olmasın!.. Blacherna Şatosu (Chateau des Blaquernes): Bu şatoya gelince; birçok meşhur kişinin, meselâ Hunia- di’nin ifadesine göre, zalim Andranikos Comnene, gaddarcasına taç ve tahtından mahrum edilip herkesin önünde çeşitli hakaretlere ve işkencelere uğratıldıktan sonra zincire bağlanarak buraya hapsedildiği gibi (12 Eylül 1185), meşhur Grand Dük Syrijiani de buraya atılmıştı. Bu maharetli ve hilekâr asi daha sonra Bizans ordularının başkumandanı loannes Kantakuzenos’un isteği üzerine karısı ve çocuklarıyla, tahammülü daha da yıpratan bir zindan olduğu için Anemas Kulesi’ne götürülüp hapsedilmiş, fakat bir müddet sonra ölmüştü.
Kantakuzenos’un kayınbiraderi olan loannes Paleologos,397 Sultan Murad Han’ın emirlerine uyarak öz evlâdı Andronikos’u gözlerine mil çektirdikten sonra karısı ve çocuğuyla birlikte buraya hapsetmişti.398 Andronikos bu hapishanede on yıl kaldıktan sonra o zaman Galata’da oturan Lâtinlerin yardımıyla kaçmayı başarmıştı. Canını kurtarınca babasına karşı isyan edip onu mağlûp etmişti. Sonunda, yıllarca elem ve azaba maruz kaldığı bu hapishaneye kardeşleriyle beraber (babasını da) atarak intikam almıştı.
İstanbul’un Osmanlılar tarafından son kuşatıIışında baş vekil Notaras (Büyük Amiral unvanına sahip
ti), Kostantin Paleologos’un emriyle maiyetinde beş yüz asker bulunduğu hâlde, bugün Balat Kapısı (Ba
lata) denilen Kral Kapısı ile deniz tarafındaki surları savunmaya memur edildiğinden karısı ile çocukla
rını emniyet altında bulundurmak için Anemas Kulesi’ne ve bir rivayete göre Isaac Burcu’na kapamıştı. Hangisi doğrudur, bilinemiyor. Zira tarihçilerden Michel Ducas, bu olaylardan bahsederken “Kapıyı ko
ruyan Granddük, Türklerin şehre girdiklerini görünce yanında birkaç kişiyle birlikte evine çekildi…” ve başka bir yerde “Kuleye sığınmış olan kızlarını, evlâdını ve hasta karısını orada buldu. Türklerin şehre
girmelerine karşı çıkmak istediyse de, başaramayarak en sonunda maiyetiyle beraber düşman eline düştü” diyor.
Yine bu kişi, kitabının başka bir yerinde “Bazılarının rivayetine bakılırsa, fetih gününde Granddük,
Fransızların kulesinde rehine olarak bulundurulan, Osmanlı hanedanından Orhan isminde bir şehzadenin yanına gitmiş, orada teslim olmuştur” şeklinde durumu beyân ediyor.399 Fakat bu rivayet doğru de
ğildir. Zira bu kule o tarihte surların dışında, Cosmidion denilen yerde (surlardan Eyüp’e kadar olan böl
ge) bulunuyordu.
Bu kuleye ‘Fransızlar Kulesi’ de deniliyordu. Çünkü Kayser Alexios Comnene zamanında Boemond
isminde bir Fransız prensi, Cosmidion’da çadırlar kurmuştu. Alexios tarafından prense Anargyres Manastırı (Defterdar iskelesi yakınlarında) ikametgâh olarak tahsis edilmişti.
Surların Osmanlılar zamanında tamiri: Eski tarih nazarında İstanbul’un yerini yükselten ve adeta bü
tün ilim dünyasının takdir ve hayretini çekmeye sebep olan nedenler arasında İstanbul surlarının büyük
bir payı vardır. Bu surlar, azim ve gayretin, uzun çalışmaların ve ileri görüşlülüğün ne gibi harikalar vü
cuda getirebileceğine en büyük örnektir. Surlar yalnız güçlükle yerine getirilen çalışmaların delili olmakla kalmayıp, bedenlerin karşı koyuşu, kuvvetlerin intizamı ve paylaşımı, özellikle de strateji açısından
incelenmeye ve takdire lâyıktır.
Zamanına göre en önemli savunma araçlarından sayılan bu surların, kimler tarafından ne zaman yapıldığını yukarıda anlattık. Surlar yapılış tarihinden itibaren zaman zaman pek çok darbelere uğramış ve
özellikle ara sıra meydana gelen depremler bu sağlam kaleleri bazen yerle bir etmiştir. Bizanslılar zama
nında surların onarımına ve sağlamlaştırılmasına devamlı özen gösterildiği gibi Osmanlılar tarafından da
bu konuda hayli gayret ve himmette bulunulmuştur.
H. 882 tarihinde ‘Ebû’l-Feth ve’l-Megâzî’ Sultan İkinci Mehmed Han’ın özel emriyle Yedikule Surları tamir edildiği gibi, Darüsaade (Saray) havalisinde mevcut surlar yenilenmişti.^00 H. 915 yılında Sultan İkinci Bayezid devrinde, Dersaadet’te meydana gelen büyük depremde surların büyük bir kısmı yıkılmış, burç ve hisarlar alt üst olduğundan padişahın özel izni ve ihtimamıyla tamiri sağlanmıştı. Bu büyük deprem hakkında o zamanın şairleri “Eser-i isyân – H. 915”, “Nişân-ı şirret – H. 915” tarihlerini bulmuşlardı. Silivrikapı bahsinde bu depremle ilgili bazı bilgiler verilmişti. Ayrıca Sultan İbrahim devrinde, H. 1050 yılı Cemaziyelevvelinde; Sultan Üçüncü Murad devrinde (H. 1001) ve Sultan Üçüncü Mehmed zamanında (H. 1010) büyük depremler sonucu surlarda yer yer yıkılma belirtileri görülünce bunların sağlamlaştırılmasına çalışılmıştı. Bağdat fatihi Sultan Dördüncü Murad’ın hilâfeti zamanında Sadrazam Bayram Paşa da surların sağlamlaştırılmasına çalışarak Sarayburnu’ndan Yedi- kule’ye kadar kalenin önüne geniş bir rıhtım yaptırmıştı. Bu konuda Ravzatü’l-Ebrâr (s. 588) diyor ki: “Kaymakam Bayram Paşa surun tamiri bahanesiyle sur içi ve dışı çevresinde olan emlâk sahiplerinin ve vakıf mütevellilerinin mallarına el koymaya başlayıp sayısız dirhem ve dinar biriktirdi.” Bayram Paşa’nın bu hizmet ve himmetini Evliya Çelebi şu şekilde anlatıyor: “Evvelâ bu kusurlu, zavallı (Evliya Çelebi H. N.), dostlarıyla İstanbul’u gezdiğimiz yerde, H. 1044 tarihinde Sultan Dördüncü Murad Van Seferi’ne çıktığında Koca Bayram Paşa İstanbul’da kaymakam olup rahmetli babamla adı geçen paşa sohbet ederken söz sırasında ‘İstanbul’u kuran acaba kimdir?’ diye sorunca babam*»01 hemen cevap verir: “Sultanım! İstanbul dokuz kere mamur ve dokuz kere harap olmuştur.^02 Ama asla zamanımızdaki kadar harap olmamıştır ki, her ne tarafından olursa olsun, dost düşman kapı ve duvarının yıkık yerlerinden araba ile girip çıkarlar. Padişahına hasret olan bu şehrin bu hâlde kalması ve surunun kararmış olması uygun değildir. İslâmiyetin gayreti ve Osmanlı ailesinin büyüklüğü adına şunun tamir ve sağlamlaştırılmasına çalışılmasını buyurun! Padişahımız inşallah zafer kazanmış bir şekilde dönmektedir. Sizin bu çalışmalarınızı beğenirse, cömertlik gösterir. Kıyamete kadar adınızı baki kılarsınız” deyince orada hazır bulunanlar bunu makul buldular ve babam derhâl bu niyete ‘fatiha’ dedi ve Fatiha Suresi okundu. Derhâl İstanbul, Eyüp, Galata ve Üsküdar mollaları toplanıp mimarbaşına, yeniçeri ocağı sorumlusuna, şehremanetine fermanlar gönderilip İstanbul’un bütün dört bin yedi yüz mahallesinin imamlarına tembih edilip kale ve sur tamiri için yardım istendi. Ameleler ve ustalar çağrılarak padişah Revan Seferi’nden gelinceye kadar bir yıl içinde İstanbul ve Galata kaleleri, bütün selatin camileri tamir ettirildi. Beyaz renk ile İstanbul sanki büyük bir inci olup halkın üzerine sinen kasvet gitti. Kaymakam Bayram Paşa tarafından İstanbul surlarının tamir tarihi:
Duâ edip dedim târîhin ey dâniş bu mebnânın Zemîn durdukça dursun bu binâ-yı âsumân-âsâ4°3 1044
O sırada Van’ın fethedildiği müjdesi geldi; cümle halkın geceleri Miraç Gecesi, gündüzleri Kurban Bayramı olup yedi gün yedi gece Hüseyin Baykara fasılları oldu. O mahallede Sarayburnu’ndan ta Ye- dikule’ye kadar deniz kenarında kalenin temeli önüne yirmi zirâ’ genişliğinde bir set yapıldı ve kaleden dışarı büyük bir anayol açıldı. Gemiciler, gemileri oradan ısparçana alt iplerle sürükleye sürükleye çekip Sarayburnu’ndan içeri giriyorlardı. Kalenin içinde ve dışında, kale üzerinde ve kaleye bitişik ne kadar ileri gelenlere ait ev varsa, hepsi istimlâk edilip yıkılarak kalenin etrafı çepeçevre büyük yollarla doldu. Bayram Paşa tamir sırasında surların uzunluğunun zirâ’-ı mimarî* üzere hesaplanmasını isteyince hepsi seksen yedi bin zirâ’ olarak hesap edilmiştir.” Evliya Çelebi’nin sözleri burada bitiyor. Bayram Paşa’nın, surların tamiri, etraflarını çevreleyen, daraltan ve genel manzarasını örten ev ve binaların istimlâki, özellikle de Marmara sahilinde Sarayburnu’ndan Yedikule’ye kadar geniş bir cadde oluşturması işindeki gayret ve himmeti muhakkak övgüye ve takdire lâyıktır. Demek ki, bugün surları örtüp daraltan kötü manzaralı binaların ve barakaların yapılışı o tarihten sonradır. Bu eserleri sahipsiz, meydanı geniş gören halk, surları ve civarını istedikleri gibi kullana kullana bugünkü gibi teessüfe lâyık bir hâle koymuşlardır!.. Sultan Üçüncü Ahmed’in damadı ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa, memleketin fikrî gelişimine hizmet eden birçok icraatının yanı sıra, şehrin bayındırlığıyla ilgili konuları da ihmal etmeyerek surları mükemmel surette tamir ettirip sağlamlaştırmıştı. Yalıköşkü’nden Narlıkapı’ya kadar kalenin bu tamirini anlatan mermer kitabe, odun ambarı civarında bulunarak Müze-i Hümayun dairelerinden Çinili Köşk’e nakledilmişti. Aynı mealdeki başka bir kitabe Ahırkapı üzerinde hâlâ duruyor:
Pâdişâh-ı heft-kişver kim Hudâ Zât-ı pâkin masdar-ı dâd eyledi
Yâni Sultân Ahmed-i âlî-himem Ser-keşânı emre münkâd eyledi
Devr-i hükmünde cihân ma’mûrdur Bu harâb-âbâdı âbâd eyledi
Burc-ı devletde mekîn etsin Hudâ Bu duâyı âlem evrâd eyledi
Bâhusûs İstanbul’un sûrun dahi Yapmak ile halkı dil-şâd eyledi
Sâdır oldu hat vezîr-i a’zama Kal’a termîmini îcâd eyledi
Âsaf İbrâhim Paşâdır o zât Şâh-ı âlem onu dâmâd eyledi
Emr edip matbah emîni kuluna Hizmet-i ta’mîr ile şâd eyledi
Ka’be yaptı san Halîl-i Âzer’i Sa’yini tâ öyle müzdâd eyledi
Yalıköşkü’nden Der-i Narlı’ya dek İki yılda reşk-i Bağdâd eyledi
Halk müstağnî idi ebvâbdan Her kişi bir bâb îcâd eyledi
Burç u bârûlar harâb olmuş iken Bî-bedel ta’mîr ü bünyâd eyledi
Beyt-i vâhidde Refîk-i hoş-edâ Böyle bir târîh inşâd eyledi
Hükm-i Sultân Ahmed-i vâlâ-cenâb Hısn-ı İstanbul’u âbâd eyledi
(Hattatı: İsmail Zühdî, sene: H. 1135)
Bu tamiri anlatan diğer bir kitabe de Yedikule Kapısı üzerinde duruyor. Tarih manzumesini yazan, şair Vehbî’dir. Fakat Yedikule bahsinde geçtiği gibi, tarihi H. 1137’dir. Tarihî belgelerin incelenmesinden anlaşıldığına göre en esaslı tamir bu seferki tamir olacak. Sonraları surlar ara sıra tamir edilmişse de, öncekiler kadar anlatmaya değer değildir. Merhum ve mağfur Sultan İkinci Abdülhamid’in devrinde de surların bazı kısımları, meselâ Marmara tarafında, kara istikametindeki duvarlar da -kimisi az, kimisi çok- onarılıp sağlamlaştırılmıştı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir