BAĞIŞIKLIK; Alm. Immunität, Fr. Immunite,
İng. Immunity. Vücudun kendinden olanı yabancı
olandan ayırması ve yabancı madde ve canlılara
karşı kendini savunacak maddeleri yapması.
Bağışık kişide mikroplar veya zehirler vücuda girdiklerinde
özel maddeler vâsıtasıyla hemen etkisizleştirildiklerinden
hastalık meydana getiremezler.
Bağışıklık; “tabiî bağışıklık” ve “sonradan
kazanılan bağışıklık” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Kazanılan bağışıklık da; “aktif bağışıklık”
ve “pasif bağışıklık” olarak yine ikiye
ayrılır.
Tabiî bağışıklık: Doğumdan îtibâren vücudun
hastalıklara karşı belli bir dirence sâhip olmasıdır.
Bu bağışıklık belli hastalıklara karşı hâsıl olmuş
özel bir bağışıklık değildir. Çeşitli faktörler burada
rol oynar. Vücut sıcaklığının belli bir seviyede
tutulması, bâzı mikropların üreme sıcaklığında
olmadığından, bu mikroplara karşı kişi dirençli
olur. Bunun gibi derideki yağ asitleri, bakterilerin
vücuda deri yoluyla girmesine engel olurlar. Dolayısıyla
sıhhatli bir deriden vücuda bakterinin
girip hastalık yapabilmesi mümkün değildir. Tükrük
ve gözyaşının da bakteriler üzerinde öldürücü
tesiri vardır. Bronşlarımızda hâsıl olan balgamın
sâyesinde hava yolundan vücuda giren çeşitli parçacıklar,
tüylü hücrelerin yutağa doğru olan hareketleriyle
dışarı atılır veya yutulur. Mîdenin asit
derecesi o derece fazladır ki, bâzı mikroplar dışında
(aside dayanıklı mikroplar) mîdeye giren mikropları
hemen öldürür.
Kanda bulunan “komplement ve properdin”
maddeleri bakteriler üzerinde öldürücü tesir yaparlar.
Kanda bulunan beyaz hücreler (akyuvarlarken
olan parçalı nüveli hücreler, bakterileri
“yutarak” (fagositoz ile) içlerine alırlar ve granüllerinde
bulunan enzimlerle parçalarlar.
Kazanılmış bağışıklık (Aktif bağışıklık):
Vücudun kendi gayretiyle (aktif çalışmasıyla)
meydana getirdiği maddelerle meydana gelen bağışıklıktır.
Ortaya çıkan maddeler belli mikrop ve
maddelere karşı özel olarak hazırlanmış maddelerdir. Aktif bağışıklık herhangi bir bulaşıcı hastalık
atlatıldıktan sonra gelişebileceği gibi, zayıflatılmış
veya öldürülmüş mikroplar yahut mikrop
maddeleri ile yapılan aşılar verilmek suretiyle de
sun’î olarak ortaya çıkarılabilir. Yine mikropların
yaptıkları zehirlerin (toksinlerin) etkisizleştirilerek
vücuda verilmesiyle de bağışıklık kazanılır. Bu
kazanılan bağışıklık mikroba karşı değil, o mikrobun
zehrine karşıdır. Mikroplar, aşılar veya toksoidlere
(etkisizleştirilmiş zehirlere) karşı vücutta
antikor denilen savunma maddeleri yapılır. Aktif
bağışıklığın müsbet tarafı vücuda uzun zaman,
hattâ bâzı hastalıklardan sonra ömür boyu direnç
sağlamasıdır. Bu tip bağışıklığın menfî olan tarafı
ise etkisinin ancak 10-15 gün sonra başlayabilmesidir.
Aktif bağışıklık sağlayan aşılar bu sebepten
dolayı âcil bir tedbir olarak kullanılamazlar.
Hemen başlayacak bir direnç için pasif bağışıklama
yapmak daha uygundur.
Pasif bağışıklık: Daha önce mikroplar veya
toksinler ile karşılaşmış kişinin serumlarının başka
bir kimseye zerk edilmesi ile olur. Burada serumu
alınan şahıstaki antikorlar, verilen şahısta
belli bir müddet için o hastalığa karşı direnç sağlarlar.
Pasif bağışıklık 2-4 hafta kadar devâm eder.
Başkasının serumu ile verilen antikorları vücut
bu süre zarfında etkisiz hâle getirmektedir. Pasif
bağışıklık hepatitlerde (karaciğer iltihaplarında),
difteri ve tetanos hastalıklarında kullanılmaktadır.
Pasif bağışıklık, annedeki antikorların çocuğa
geçmesi ile de olmaktadır. Sütle geçen bu antikorlar
sâyesinde bebekler hayatlarının ilk devresinde
hastalıklara karşı korunmaktadırlar. Meselâ,
anne daha önce kızamık geçirmişse, annenin antikorları
kızamığa karşı bebeği dört ay boyunca korumaktadır.
Anne sütü ile beslenen bir çocuğun
dört ay kızamığa yakalanması ihtimâli azdır.
Son bilgilere göre aktif bağışıklık şu şekilde
gelişmektedir. Vücuda bir antijen girince Makrofajlar
(katılgan dokunun Histiosit hücreleri ve
kandaki Monositler) bunu tanımakta ve içlerine almaktadırlar.
Bu esnâda Makrofajlar dışarıya birmadde salgılamaktadırlar. Bu maddeye “Antijen
enformasyon maddesi” denilmektedir. Antijen enformasyon
maddesinin Ribonükleik asit (RNA)
olduğu sanılmaktadır. Bu madde olgunlaşmamış
“Retukulum hücreleri” veyahut “B” lenfositleri
tarafından alınmakta ve verilen bilgiye (enformasyona)
göre antikorlar îmâl edilmektedirler.
Antikor îmâl eden hücrelere “immünoblast” adı verilmektedir.
İmmünoblastlar da plasma hücreleri ve
lenfositler olarak ikiye ayrılmaktadırlar.
Plasma hücreleri îmâl ettikleri antikorları (immünoglobülünleri)
katılgan dokuya ve kana boşaltmaktadırlar.
Buna, “Hümoral immün sistem”
denilmektedir. Vücudun antijenle ikinci bir karşılaşmasında
kısa zamanda antijen antikor reaksiyonu
meydana gelmektedir. Allerjik durumlarda bu
reaksiyon daha kısa zamanda ve daha şiddetli olmaktadır.
Lenfosit hücreleri ise antikorları çeperlerinde
(duvarlarında) taşımaktadırlar. Buna da “Hücresel
immün sistem” denilmektedir. Burada antijen-antikor
reaksiyonları daha uzun sürede hâsıl olmaktadır.
Normal olarak vücudun bağışıklık hücreleri
ana karnındaki ceninde 4. aydan îtibâren faâliyete
başlayıp doğumdan sonraki kısa bir devreye
kadar gelişimlerini tamamlamaktadırlar. Bu esnâda,
proteinlerini tanımakta ve antijenlerden vücudun
maddelerini ayırt etmesini öğrenmektedirler.
Bu gelişim devresinde vücuda yabancı bir
madde girerse vücut bunu hoşgörü ile karşılamaktadır.
Otoimmün hastalıklar: Vücudun bağışıklık
hücreleri organizmanın kendi maddelerine karşı antikorlar
yapmaktadır. Ateşli romatizmada mikrobun
maddeleri ile eklemlerdeki bâzı maddeler
benzerlik gösterdiklerinden, eklemler antikorlar tarafından
hastalandırılmaktadır. Otoimmün hastalıklara
örnek olarak Hashimoto Tiroiditi, Lupus ve
Romatoid artrit hastalıkları da gösterilebilir. Bâzan
da anatomik yapıları îcâbı kan dolaşımı ile karşılaşmamış
hücreler kanla temasa geldiklerinde bunlara
karşı antikor oluşmakta ve daha sonra bu dokular
antikorlar tarafından tahrib edilmektedir.
Böyle reaksiyonlar erbezleri (testis) ve tiroid dokusuna
karşı gelişebilmektedir.
BAĞIŞIKLIK
28
Eki