PANORAMA
r a
Yai(up Kadri Karaosmanoğlu, birinci, ikinci ciltlerini
1953 — 54 yıllarında yayımladığı Panorama1 nın üçüncü
cildini hazırlamadadır. Merakla bejlenen üçüncü ciltlen
bir parçayı sunuyoruz.
BÜYÜK BAŞIN DERDİ
Tahincizade Hacı Emin Efendi, bundan beş altı yıl önce bıraktığı
mız yerde, evinin orta katındaki merdiven altında, suratını asmış, oturuyordu.
Gene beş altı yıl önce olduğu gibi, bir yanında avukatı Hafız
Necati, öbür yanında kahveci ismayil Kalfa vardı. Hafız Necati, ona,
kazandıkları yeni bir arazi dâvasının müjdesile gelmişti, ismayil Kalfa
ise. her vakit olduğu gibi, şehrin bütün dedikodularını allayıp pullayıp
önüne seriyordu. Ama, bunların hiçbiri onda ne bir memnunluk, ne de
bir ilgi uyandırabiliyordu.
Hacı Emin Efendi, gözleri yarı kapalı, alt dudağı sarkık, kara kara
düşüncelere dalmış gibiydi. Oysa, 1950 Mayıs ayı seçim zaferinden beri
keyfi ne kadar yerinde idi. Her istediği olmuş, her işi yoluna girmişti.
Allah kabul etsin, hemen her yıl Hacca gidip geliyordu. Beş Selâ vakti
minarelerden gürül gürül okunan Arapça ezan seslerini dinleyebiliyordu.
Er kişiler şapka veya kasket belâsından kurtulup, başlarına inadiye,
takke, külâh, ne dilerse giymek serbestliğine kavuşmuş; hatun kişiler
arasında ise, hamdolsun, sımsıkı örtünmeden sokağa çıkamıyanlann sayısı
çoğaldıkça çoğalmıştı. Bu sayede melmekete göze çarparcasına bir
betbereket geldiğini kim inkâr edebilirdi? Bizzat, Hacı Emin Efendi ile
oğullarının dört beş yıl önce birkaç yüzbin lira tahmin olunan serveti,
şimdi onbeş yirmi milyona varmış bulunmaktadır. Vaktile hububat alım
satımından başka iş yapmayan ticarethaneleri, bugün, ilin bütün kazanç
kaynaklarını inhisarı altına alan bir aile tröstü haline girmiştir. Motorlu
ziraat makinalanndan tutun da, elektrikle işler ev âletlerine kadar
ithalât malı olarak ne varsa, hep Tahinciler firmasının elinden ge
çerek satılıp dağılmaktadır. Tahinciler aynı zamanda ilin içinde ve iller
arasında kamyon ve otobüs de işletmektedirler. Bunun içindir ki, yazı
hanelerinin duvarına, tam kasanın bulunduğu yer hizasına bir (Elkâsib
Habibollah) levhası asmayı unutmamışlardır.
Hacı Emin Efendi’nin, ayrıca, memleketin idare ve adalet cihazlarından
da memnun olması lâzımgelirdi. Eskiden, aylarca ve hattâ yılI
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU
larca sürüncemede kalan ve çok defa sarpa saran iş ve dâvaları şimdi,
yağdan kıl çekilircesine bir kolaylık ve çabuklukla çözümleniveriyordu.
Atikler köyü ile kendi arazisi dahilinde bulunan Koçaş köyü arasındaki
müzmin mer’a dâvâsı bu suretle halledilmiş; yâni her iki köyün ahalisini
iki düşman safa ayıran ve arasıra kanlı hâdiselere yol açan bir
duruma münazaa konusu olan mer’anuı Tahincizade çiftliğine katılmasıyla
son verilmişti.
Nitekim, biraz önce Hacı Emin Efendiye, avukatı Hafız Necati,
buna benzer bir yeni dâvanın kazanıldığı müjdesini getirmiş bulunuyordu.
Fakat bu gibi iyi haberleri alınca ağzı daima kulaklarına varan
ve gözlerinin içi pırıldayan adam, bu sefer, her nedense, hiçbir hoşnutluk
eseri göstermiyordu. ^
Acaba buna sebep neydi? Oğullarından birine mi kızmıştı? Son
zamanlarda bazı ahvali birtakım şüpheler uyandıran genç karısı hakkında
bir dedikodu mu işitip kuşkulanmış veya bir suç delili elde edip
de evini barkını yıkmaya mı karar vermişti? Gerek Hafız Necati, gerek
îsmayil Kalfa için bu ihtimallerin her ikisi de vârit olabilirdi. Zira,
Hacı Emin Efendinin ikinci evlenişinden sonra, üst üste iki oğlan çocuk
babası oluşu üzerine, büyük oğullarıyla, arasına bir soğukluk girdiğini,
bu soğukluğun bazı çekişmelere de sebebiyet verdiğini hemen
bütün ilde bilmeyen yoktu. Genç karısı Fatma Hanımın ahvaline gelince;
gerçi, bu husustaki söylentiler henüz pek kesin değildi ama, pek
de yabana atılamazdı. Bunlara evvelâ, Hacı Emin Efendinin büyük oğulları
tarafından üvey anaları üstüne atılan kuru iftiralar nazarile bakılmıştı.
Fakat, sonradan onlar susup, yakın komşular ve eve sık sık
girip çıkanlar konuşmağa başlayınca, akan sular durdu ve hemen herkes
Fatma Hanıma – şu eski besleme Fatma’ya – dair dolaşan rivayetlere
inanır oldu.
Bu rivayetler, şimdiye kadar, yalnız Hacı Emin Efendinin kulağına
değmemişti. Değse de, belki hiçbirine inanmıyacaktı. G-enç karısına gü
veninden değil, fakat ona âşıkdaşlık ettiği söylenen şoförü Bekir Efendiye
karsı beslediği itimad ve emniyet dolayısıyla inanmıyacaktı. Bü
tün günleri otomobili ile namaz seccadesinin arasında geçen; geceleri
takatten kesilip uyuyuncaya kadar elinden teşbihini, dilinden zikrini bı
rakmayan ve besmelesiz hiçbir adım att’ğı, hiçbir işe el sürdüğü görülmeyen
Bekir Efendi gibi bir Tarikat ehlinin, böylesine bir cehennemlik
haram yoluna sanacağı nasıl akla gelebilir? Hangi iman ve insaf sahibinin
vicdanına sığardı ?
Evet, Hacı Emin Efendi, o rivayetler kulağına değmiş olsa bile,
mutlaka böyle düşünürdü. Şu halde, neydi bu kızgm ve kuşkulu duru
şunun sebebi? Hafız Necati ile ismayil Kalfa bunu anlamakta gecik miyeceklerdi. Tahincizade, birkaç defa derin derin içini çektikten sonra
kendi kendine söylenir gibi şöyle homurdanacaktı:
“— Sıdkım sıyrıldı bunlardan da… Nerede kaldı bize verdikleri
sözler, nerede şu yaptıkları işler? Hani, Şer-i Şerif yerine getirilecek,
medreseler, tekkeler yeniden açılacak ve inkılâp, lâyiklik lâfları ortadan
kalkacaktı? Hepsi unutuldu ve hepsinin yerine bir “kalkınma” tevatü
rüdür aldı yürüdü. Neyi kalkındırma? Bir kalkınan varsa, o da kendileridir.
ümmeti Muhammedi çocuk yerine koymuşlar, boş sözlerle aldatıp
dururlar. Orada bir cami, burada bir mescit kurarlar. Bunların içinde
imam, kayyum olmadıktan kelli neye yarar sanki? Mekteplerde din
dersleri veriyoruz, diyorlar; işit de inanma. Geçen gün bizim torunlardan
birinin İlmihâl kitabını gördüm de şaşırdım kaldım. Hiç, Gâvur
harflerile yazılmış İlmihâl kitabı olur mu? Çocuğa, “Al, oku bakayım,
ne yazıyor?” dedim. Okudu, okudu amma, ne o okuduğundan bir mânâ
çıkarabildi, ne de ben dinlediğimden…”
Tahincizade Hacı Emin Efendi, derin bir göğüs daha geçirdikten
sonra ilâve etti:
“— Şimdi de tutmuşlar, bir vakitler o kadar aleyhinde göründükleri
“İinkılâpları Koruma Kanunu” çıkarmışlar. O perhiz neydi, bu lâ-
hana turşusu ne? Daha düne kadar “irtica yok” diyen Başvekil, şimdi
her yanda irtica tehlikesi görmeye başladı. Rüfai diyor, atıyor içeriye.
Kaditi diyor, atıyor içeriye. Geçende, şu bizim zavallı Bekir Efendiyi
bile Emniyete çağırmışlar. “Sen Nakşibendi misin?” diye sorguya çekmişler.
Mübarek adam sesini çıkarmıyor amma, biraz da tartaklamışlar
sanırım. Müdüriyetten dönerken gördüm, beti benzi kül gibiydi. Oğlum
Tahir’e söyledim, bundan sonra onu rahatsız etmesinler diye. Fakat,
– sözde parti başkanı olacak – hiç tınmadı. Demek oluyor ki, Ümmeti
Muhammedin işi gene Allaha kaldı, sizin anlıyacağımz…”
İsmayil Kalfa hemen söze atıldı:
“— Sen merak etme, Hacı Bey, dedi; o mesele tamamile kapanmıştır.
Bundan böyle Bekir Efendinin kılma dokunamazlar. Benim verdiğim
malûmat sayesinde, şimdi, herkes biliyor ki, geçen seçimlerde
olduğu gibi, önümüzdeki seçimlerde de Demokrat Parti …… il teşkilâtının
onsuz kazanma ihtimali pek zayıftır.”
Bu sözler üzerine, Hacı Emin Efendinin neşesi yerine gelir gibi oldu:
“— Amma da yaptın ha!… O neden öyle? Anlat bakayım!” dedi.
İsmayil Kalfa kurnaz kurnaz gülümseyerek başını salladı:
“— Sen ne sanıyorsun Bekir Efendiyi, Hacı Bey? diye söylendi.
Bugüne bugün Bekir Efendi, Teftani aşiretinin reisi Şeyh Abdullahın
baş mürididir.”
Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
BÜYÜK BAŞIN DERDİ
09
Haz