Genel

CAĞLAR BOYU BİlİM VE TEKNİK ADAMLARI

Edfu’daki binanın yazılarından altı basamaklı ve 60 m. yükseklikteki ilk piramidin mimarı olduğu anlaşılmaktadır. Şimdi Sakkara denilen eski Menfis’deki bu bina 10 m. yükseklik ve 525 m. uzunluktaki granit taş duvarlarla çevrilidir. Kralı Zoser için yaptığı bu anıtın içinde, İmhotep de gömülüdür. Yapı, mimari yönden anıtsal bir başlangıç olduğu gibi, “ölümden sonra dirilmek” inancının da ilk fi* ziksel simgesidir.

Daha sonra yapılan piramitlere (Keops, Kefren, Mikeri-nos) örnek olan basamaklı piramidin biçimini, İmhotep, doğadaki oluşumlara benzeterek geliştirmişti. Mısır’da esen (özellikle Nil Vadisi’nde) rüzgârlar, ¿evredeki kayahrj Önce

sanr&crarr p(‘ram(‘<

biçimini alıyorlardı. Madem kayalar sonuçta piramit olarak biçimleniyorlardı o halde, Zoser’in arzuladığı mezarın uzun ömürlü olması (dirildiklerinde Tanrı karşısında kendi görü nümleriyle çıkmak istedikleri için ölülerin mumyalarınır
uzun süre bozulmamaları mezarın da ömürlü olmasını gerektirdiğinden), piramit biçimiyle sağlanabilirdi.

Fakat bir yönden gelen rüzgârın kar.;ı yönde yapıyı terk ederken oluşturduğu anaforlar çevredeki kayaların özellikle tepelerini boyun biçiminde oyuyor ve üstte insan başı oluşuyordu. Piramidin sivrilen tepesi, böyle bir biçim oluşmasını önler; fakat hemen alt kesimlerde oyulma beklenebilirdi. O halde, rüzgârın hızı kesilmeli, olabildiğince piramidi etkilemeyecek duruma getirilmeliydi. Rüzgâr perdesi çözüm olabilirdi; fakat piramidin tamamını koruyacak yükseklikte taş duvardan perde yapılamaz, böyle bir önlem ancak tabanı ve gövdeyi koruyacak yükseklikte olabilirdi. İmhotep, perdenin eşitini, rüzgârın etkisini kesebilecek bir başka düzeni aradı. Hız, piramidin yüzeyinde azaltılmalıydı. Böylece, rüzgâr perdesinin eşitini piramit yüzünde rüzgârı akıtan kanal lar olarak buldu. Bunlar basamaklardı. Rüzgâr hızı ile gelen kum tanecikleri, basamaklarda yoğunlaşıyor, yapıdan hızla ayrılıyor ve ters yöndeki anaforlar yapıya zarar vermeyecek uzaklıkta oluşuyordu.

Doğa’dan esinlenen ve benzetme yöntemi kullanan böyle anıtsal bir mimari uygulamayı, yüzyıllar sonra Joseph PAXTON, su zambağı (Victoria amazonica) kullanarak Londra’daki Cam Sarayı (Crystal Palace) 1850 yılında gerçekleştiriyordu.
TALES

MÖ 624-MÖ 546 Ege’li Filozof
Kendinden sonraki kuşaklarca Tales, matematik ve felsefenin kurucusu kabul edilir, hatta her bilim dalı onunla başlatılır. Bunun ne kadarının süsle-meter t>)ûvp\>r>p bt&irmtk
tür.

Genel kanıya göre, Tales’in annesi bir Fenikelidir. Be . de bu durum O’nun, doğu uygarlığı etkisinde kalarak yeüs-tiğinin en belirgin kanıtıdır. Kuşkusuz, Mısır’a gitmiş rt büyük bir olasılıkla Babil’i de görmüştür.

Kendisinden 150 yıl sonra yaşayan tarihçi Heredot’a gö* re, Tales’in ününü yayan ve sağlamlaştıran başarılarından biri, Güneş’in tutulacağını önceden bildirmiş olmasıdır. Bu tahmin, birbirleriyl© savaşmak üzere olan Medleri ve Lİdya-11lan korkutmuş ve barışa zorlayarak, anlaşma imzalayıp ordularım dağıtmalarım sağlamıştır. Günümüz gökbilim araştırmaları, Tales zamanında görülebilecek tek güneş tutulmasının, MÖ 28 Mayıs 585 günü olabileceğini gösterdiği için-söz konusu savaş günü, kesinlikle saptanabilen tarih olaylarının ilki sayılabilir. Tales’den en az 200 yıl önce, Babilli-ler de ay tutulmalarını tahmin eden hesaplamalar yapabiliyorlardı. Güneş tutulmasının gününü değil, yılım tahmin edebilmesi, kuşkusuz Doğu’dan esinlenen bir hesaplamadır. Ay’ın, yansıttığı güneş ışınlarıyla parladığını ilk ileri süren Tales’tir. Bu bile, Babil biliminin etkisini göstermektedir.

Tales, kullandığı Mısır geometrisini de geliştirmiştir. Kum üzerine veya balmumuna çizilen kalınlıklı doğrular yerine, sıfır enli hayali doğrularla uğraşarak geometriyi so-yutlaştırmıştır. Tales, matematik önermelerin bilinenlerden hareket edilerek istenenin, bunların zorunlu sonucu olacağını birbirini izleyen bir dizi çıkarımla ispat edebiliyordu. Başka bir deyişle, 250 yıl sonra Öklit tarafından sistemleştirilerek ileri düzeye ulaştırılan çıkarımsal (dedüktif) matematiği bulmuştu.

“Çap, çemberi iki eşit parçaya bölen”, “Dik açılar eşittirler”, “İkizkenar üçgende taban açıları eşittir,” gibi geometri teoremlerini de bulduğuna inanılır. Uzunluğu bilinen bîr çubuğun gölgesiyle, piramitlerin öğlen gölgesini karşılaştırarak yüksekliklerini hesaplıyor, hatta “köşeleri bir çember üzerinde ve bir kenarı çemberin çapı olan üçgen diktir,” problemini önermelere ayırarak, sonuca çıkarımlarla ulaşabileceğini görünce Tanrılara öküz kurban ediyordu. Adım yaşatan bir teoremi, paralel doğruları kesenlerin ayırdığı parçaların oranlarının eşitliği ile ilgilidir.

Bir kehribar parçasının iyice sürtüldükten sonra küçük cisimleri çektiğini görerek ilk kez manyatizmadan söz ediyordu. Daha da önemlisi “Dünya neden yapılmıştır?” diye soran ve işe Tanrıları ve şeytanı karıştırmadan cevap arayan kişidir. Onun cevabı, Dünya’nın şimdi öğe denilen su teme! maddesine dayandığı ve uçsuz bucaksız bir denizde yuvarlak bir daire biçiminde olduğu idi. Bu cevap, o zamanın en iyilerindendi, çünkü susuz yaşam olamayacağı kesinlikle biliniyordu. Fakat sorulan soru, cevaptan çok daha önemliydi. Daha sonraları aynı bölgede Milet (bugünkü Balak Köyü) yakınlarında yaşayan Anaksimander, Anaksimen ve Heraklit’e esin kaynağı oluyor ve aynı konu üzerinde düşünmelerini özendiriyordu. Bu düşüncelerle ikibin yıllık zorlu çabalardan sonra bugünkü kimya bilimine ulaşılıyordu.
P İ S A G O R

MÖ 582 — MÖ 497 Ege’li Filozof
Pisagor, Mısır ve Doğu’da çok gezmiş olmasıyla ünlüdür. Anaksimander hatta Tales’in öğrencisi olduğu sanılır.

MÖ 529 yılında Samos’tan ayrılıp Güney İtalya’da Kro-ton’a göç etmiştir. Bunun nedeni olarak Samos’un, Polikrat adlı bir zorbanın egemenliğine geçmesi gösterilir.

Pisagor, Kroton’da akılcı akım geleneğinden çıkarak çileye ve gize dayalı bir mezhep kurmuştur. Bu mezhep üyeleri ateşi demir ile karıştırmazlar, fasulye yemez, yünden yapılmış giysi kullanmaz, beyaz horozlara dokunamaz, dağlara çıkamaz ve üzerinde kül lekeleri bulunan tencerelerle yemek pişirmezlerdi.
Matematikte sağlam akıl yürütmeleriyle tanınan Pisagor, ölenlerin ruhlarının ölmeyeceğine ancak bir başka canlıya aktarıldığına inanıyor hatta köpeğe vuran bir adama, köpekte arkadaşının sesini tanıdığım ve hayvanı incitmemesini söylüyordu.

Pisagor ve izleyicileri bütün bu boş inançlarına rağmen gökbilim, müzik ve özellikle matematik, zamanlarım aşan buluşlar yapıyorlardı. Dünya’nın düz değil yuvarlak, dünya çevresinde yer alan (o günkü bilgiye göre) gezegenlerin yörüngelerinin aynı düzlemde değil, birbiriyle açı yapan düzlemler üzerinde oldukları, onların buluşlarıydı.

Bugün bile adıyla anılan teoreminin doğrulanması, o zaman için yeni, hatta günümüzde de geçerli, temel problem çözüm ilkelerini getiriyordu: Aynı şeye eşit iki şey, birbirlerine eşittirler.

£( a + b) kenarlı karenin alanı, (c2) alanı olan kare ile (ab/2) alanlı dört dik üçgen alanı toplamı, birbirlerine eşittirler] ve Mısırlıların, dik kenarları 3 ve 4, hipotenüsü 5 olan üçgen diktir şeklindeki uygulamaya dayanan bilgilerini, “kenarlan arasında (a2 -f b2 = c2) ilişkisi olan her üçgen diktir/’ genellemesine çeviriyordu.

Pisagor da bilginin uygulama yönü ile değil, kendisi için istenmesi gerektiğine inanırdı. Bilgiyi bilgi için arayanları çıkarcılardan ayırmak için, “Bilgi seven” anlamında “Filozof” sözcüğünü ilk kez O kullanıyordu.

Çalışmalarını gözlediği demircilerin çıkardıkları sesleri ilk kez matematik bağıntılar biçiminde ifade eder-* Ses Bilim’in (Akustik) temelini atıyor ve bu düşünceleri on üç yüzyıl sonra Fourier kesin matemetik biçimleriyle (Fonksiyon) göstererek, örneğin keman sesini; Y= 0.06 sin 180-000 t + 0.02 sin 360.000 t + 0.01 sin 540.000 t (Y = hava moleküllerinin yer değiştirme miktarı, cm., ve t = zaman, saniye) yazabiliyordu.

Bu incelemeler Pisagor’a bütün evrenin sayılar ve aralarındaki ilişkilere göre kurulduğu inancını veriyordu. Bu ¿üşünce, daha ileriki yıllarda Galileo ve Newton’u da etkileyecek ve daha sonraları Einstein’), evreni İfadeye yarayan temel ilişkiler araştırmaya zorlayacak etkinlikteydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir