CAĞLAR BOYU BİLİM VE TEKNİK ADAMLARI
Hazırlayan ve Resimleyen: Erdoğan SAKMAN
UREY, Harold Clayton
1893-1981 Amerikalı Kimyacı
Döteryum adı verilen ağır hidrojen buluşuyla ünlüdür. Babası ilkokul öğretmeniydi ve gereken zamanlarda çevredeki insanlara papazlık yapıyordu. Daha çok küçük yaşında babasından disiplinli çalışmayı öğrendi. 6 yaşında babasını kaybetmekle birlikte küçük yaşlarda öğrendiklerinin ileriki eğitiminde çok yararını gördü. Bunu annesinin evlendiği üvey babasının da papaz olması destekledi.
Daha sonraları Montana Üniversitesi’ne giderek zooloji bölümünü pekiyi derece ile bitirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında patlayıcı maddelerle uğraşırken kimyaya merak sardı. Savaştan sonra bir burs sağlayıp Kaliforniya Llniversitesl’nde eğitim gördü ve 30 yaşında doktorasını tamamladı. Burada Levvis’ten çok şey öğrendi ve onun yardımıyla Kopenhag’a giderek bir yıl N.Bohr ile çalışma olanağı buldu.
0 zamanlar Soddy, izotoplar kuramını yeni açıklamıştı ve bilim adamları bilinen hidrojenden 2 kez daha ağır kütleli bir izotop olacağından söz ediyorlardı. Böylece, Urey’in araştırma yapacağı problem hazır ve düzenlenmiş olarak karşısına çıkmıştı: Ağır hidrojeni bulmak. Bu problemin çözümündeki temel güçlük, yeterli miktarda ağır hidrojenin elde sdllme- siydi. Hidrojen atomu kütlesi üzerinde yapılan duyarlı ölçmele., böyle bir izotop varsa bile, miktarının çalışmalar için yetersiz olacağını gösteriyordu.
iki farklı izotop varsa bunların buhar basınçları da farklı olmalıydı. Urey, hafif hidrojen buharı basıncının daha büyük olacağı varsayımını benimsiyordu. Eğer bu doğru ise, sıvı hidrojen buharlaştırdığında hafif nid- rojen atomu daha kolay uzaklaşır ve geriye kalan sıvı ağır hidrojen bakımından zenginleşmiş olurdu. Çekirdekleri daha büyük kütleli ağır hidrojen atomlarının elektronlarının enerji düzeyleri de farklı olmalıydı. Bunun da anlamı, tayf çizgilerinin dalga boylarının değişik olmasıydı. Eğer sıvı hidrojen buharlaştırılırsa ağır hidrojen atomları birikeceğinden bunları tayf- landırma ile saptamak mümkün olabilirdi.
Bu akıl yürütmelere göre hareket eden Urey, sıvı hidrojeni, miktar bir santimetreküp kalıncaya kadar ağır ağır ve çeşitli aşamalarla buharlaştırdı. Kalan miktarın tayfını incelediğinde daha keskin hafif hidrojen tayfının yanı başında umduğu çizgileri silik biçimleriyle saptadı. Böylece bulduğu ağır hidrojene “Döteryum” adı verildi.
izotopun varlığı gösterildikten sonra daha çok döteryum içeren ve “ağır su” denilen sıvının hazırlanması, özellikle Levvis’in katkılarıyla, kolaylaştı. Bunun yararlı sonuçlarından biri, biyokimya bakımından önemli bileşiklerin hidrojen yerine döteryum ile hazırlanması ve Schoenheimer’- in öncü çalışmalarıyla gösterdiği gibi, canlı dokulardaki kimyasal tepkimelerin karmaşık oluşumunun izlenebilmesiydi.
Urey, bu çalışmalarından dolayı 1934 yılı Nobel Kimya Ödülü aldı. Bundan hemen sonra diğer elementlerin izotoplarını ayırmakta kullanılabilecek yöntemler bulmaya yöneldi. Bu çalışmalarıyla vardığı en önemli sonuç, ağır izotopların hafiflerden daha yavaş tepkimelere girdikleriydi.
Bundan ve tepkimeye girme hızını çok daha belirginleştirecek diğer yöntemlerden yararlanarak karbon -13 ve azot -15 gibi yüksek yoğunluklu izotoplar hazırlamayı başardı. Schoenheimer bu buluşlardan yararlanarak biyokimya alanında çok yararlı çalışmalar yaptı.
izotopların ayrılması yöntemleri ve çalışmaların sağladığı bilgi birikiminin yararı 1940 yıllarında daha iyi anlaşıldı. Çünkü atom bombası için gerekli Uranyum. 235 izotopu çok enderdi ve bunun, daha yaygın Uranyum-238’den elde edilmesi gerekiyordu, ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra hidrojen-2’nin yani Urey’in döteryumunun çok daha tahripkâr ve korkunç hidrojen bombasının geliştirilmesi için vazgeçilmez bir element olduğu görüldü.
Bir hayat boyu süren izotoplar üzerindeki bu araştırma ve buluşlarının, insanlık için son derece tehlikeli silahlara dönüştürülmüş olması Urey’i çok üzdü. Bu alanı bırakıp, insanların silah yapımında kullanamayacakları bilgileri içeren Jeofiziğe yöneldi. Fakat burada da izotoplar onu bırakmadılar. izotopların tepkimelere göre hızları sıcaklıkla değişiyordu. Bir midye veya istiridye kabuğundaki oksijen izotopunun oranı. Kabuğun oluştuğu zamanki deniz sıcaklığına bağlı kalıyordu. Fosilleşmiş kabuklar üzerinde yaptığı çalışmalardan uzun jeolojik devirlerde okyanusların sıcaklıklarının nasıl değiştiğini saptamak mümkün oldu.
Bundan sonraki çalışmalarını gezegenlerin oluşumlarını incelemeye yöneltti. Düşüncelerinin temelini Weizsaecker’in görüşleri oluşturuyordu. Yani gezegenlerin, küçük maddelerin biraraya gelmelerinden oluştuğunu kabul ediyordu. Gezegenlerin oluşumlarının başlangıcında düş düşük sıcaklıkların söz konusu olduğunu öne sürüyor ve Otto Struve gibi hayatın yalnız Dünya’da değil evrende birçok yerde olduğuna inanıyordu. Daha ilginci, Dünya atmosferinin hidrojen, amonyak ve metandan oluştuğunu ileri sürüyor ve 1953 yılında kendi deneyliğinde Miller, sözü edilen koşullar altında hayatın nasıl başladığını gösteren şaşırtıcı deneylerini yapıyordu.
HEYMANS, Corneille Jean François
1892-1968
Belçikalı Fizyolog
Kan dolaşımı ve solunum düzeninin işleyişi üzerindeki aydınlatıcı araştırmalarıyla tanınır.
Farmakoloji Profesörü J.F.Heymans’ın oğludur. Çok iyi bir eğitim gördü ve bilim adamlarından oluşan bir çevrede yetişti. Babasını örnek alarak tıp tahsil etti ve 28 yaşında hekim oldu. Daha çok tıp biliminin araştırma kesiminde çalışmak istediğinden, bütün çabasını fakülteye kabul edilmeye yöneltti ve 31 yaşında öğretim üyeliği görevine başladı.
Kan dolaşımı üzerinde duruyor çeşitli deneyler yapıyordu. Solunum ile kan dolaşımı arasında ilişki olduğu biliniyordu. Daha önceki araştırmacılar, yüksek damar basınçlarının (hipertansiyon) solunumu zorlaştırdığını ve düşük damar basıncının (hipotansiyon) solunumu kolaylaştırdığını bulmuşlardı. Fakat bu güçlük ve kolaylığın nasıl oluştuğu açıklanamamıştı. Heymans, bu durumu bir araştırma problemi olarak ele alıp çalışmaya koyuldu.
Köpeklerin başlarını gövdelerinden ayırarak yalnız kalbe giden sinir uçlarına dokunmadı. Başı ayrılan köpeklerin kalplerini yapay solunumla çalıştırdı ve beyinlerine kanı bir başka köpekten sağladı. Bu durumda bile hipotansiyon solunum hızını artırıyor fakat hipertansiyon yavaşlatıyordu. O halde, bu durumun nedeni kan basıncının solunum merkezi üzerindeki etkisi olamazdı. Bunlar, sinir düzeninin denetiminde bulunmalıydı.
Aortun temel dallarından boyun atardamarının (şahdamarı) çatallan- dığı noktada, şahdamarı sinüsünün iç duvarında artlarda dizili duyu organları saptadı. Bunlara “şahdamarı cisimciği” deniliyordu. Bunlar, atardamar basıncını ayarlıyor ve kalbin çalışma hızı ile solunum biçiminin düzenlenmesine yardım ediyorlardı. Ayrıca, aort yayının tabanında yer alan ve kandaki oksijen miktarını ayarlayıp solunumun düzenlenmesine etkili kimyasal uyarıcılar buldu