DESEN
Toscana Manzarası (1473, Uffizi Müzesi, Floransa), Leonardo da
– ‘nin ilk desenlerinden biridir, e yapılmış olan bu çalışmada kurum kullanılmış, gölgeler suluboyayla belirginleştirilmiştir.
İÇİNDEKİLER
iAZIRLIK NİTELİĞİNDE BİR
;alişma olarak desen KENDİNDE BİR AMAÇ OLARAK DESEN ÜSTÜNE DESEN YAPILAN MALZEMELER ARAÇLAR VE TEKNİKLER DESEN ÖĞRETİMİ DESEN KOLEKSİYONLARI DESENLERİN KORUNMASI DESEN SERGİLERİ
Kelimenin en geniş anlamıyla desen, bir çizginin görüntüsünü veya bir biçimin çevre çizgisini (konturunu) veren, bilerek veya bilmeyerek şöyle bir çekilivermiş bir iz olabilir. Mesela lazerle çizilmiş, anlık bir iz de desen olarak kabul edilebilir. Ama, genel olarak desen, anlatım amacıyla herhangi bir nesnenin yüzeyinde, iz bırakan araç, gereç veya renkli maddeler yardımıyla, belli bir düzen içinde gerçekleştirilmiş her türlü işaretin (çizgiler, noktalar, vb) bir bileşimidir. Bu nedenle mesela Paul Klee «yazı yazmak ve desenyapmak temelde aynıdır», Maurice Deniş de «desen bir yazıdır; insan önce doğru yazmayı öğrenir; sonra da, mümkünse eğer, insanın kendine özgü bir yazısı olur» diyebilmiştir.
Deseni resimden ayırmak için, desenin daha çok monokrom (tekrenkli) olduğu, «kuru» türden markörler (kurşunkalem, füzen vb) yardımıyla düzenlendiği kabul edilir. Bununla birlikte, resim ile desen arasındaki sınırı belirlemek pek kolay değildir; gerçekten de tekniği, ıslak yöntemler (suluboya, guvaş, vb) sınıfına giren her türlü polikrom (çokrenkli) eser, kâğıt üstüne yapıldığında resim alanına olduğu kadar, desen alanına da pekâlâ girebilir; çünkü bilindiği gibi bu gerecin yüzeyine geleneksel olarak desen yapılır.
Desen terimiyle ayrıca bir nesnenin, kesin ve eksiksiz gösterimine karşıt olarak onun «genel» biçimi de belirtilir; yine benzer bir bağlamda, biçimlerin yüzeylerine karşıt olarak, çevre çizgileri (konturları) desen terimiyle karşılanır. Bu anlamlardan hiç kuşkusuz desenin, her şeyden önce bir «eskiz» veya bir «telkin» olduğu ve desen yapmanın da özellikle «bir şeyin kenar çizgisini çizmek», bir başka deyişle de «kontur çizmek» anlamına geldiği sonucu çıkar. Gerçekten de bütün desen tanımlarının temelinde yer alan çizginin, bir bakıma desenin özünü oluştur-
duğu tartışma götürmez. Çizgi, ister sürekli olsun, ister kesintili, taramalar veya noktalı çizgilerle birlikte, her zaman için desen sanatçısının temel anlatım aracıdır. Ancak, tek başına söz konusu sanatın bütün olanaklarını açıklayamaz. Nitekim, Seu-rat’nın tebeşirle yapmış olduğu noktapı çalışmalar da bu durumu hatırlatır.
HAZIRLIK NİTELİĞİNDE BİR ÇALIŞMA OLARAK DESEN
«Eğer tabelamı asmam gerekseydi, üstüne Desen Okulu ibaresini yazardım ve orada ressamlara ders vereceğimi bilirdim» demişti Ingres. Pek çok yaratıcı, bir resmi, bir heykeli veya bir mimarlık ürününü ve uygulamalı sanatlar alanında başka türden yığınla eseri tasarlamak için çoğu zaman desene başvurmuştur; bu durum günümüz için de geçerlidir. Avrupa’da, deseni dikkate değer bir yaratma, çözümleme ve araştırma aracı olarak ilk ortaya koyan ve her türlü iddialı çalışmanın gerçekleşmesinden önce bu aracı metotlu bir biçimde kullanan sanatçılar, Rönesans dönemi İtalyan sanatçıları, özellikleri Toscanalılar, bunlar arasında da daha çok ressamlar oldu. Yine bu sanatçılar tarafından düzenlenmiş olan söz konusu metot, aynı kompozisyon için bir dizi desen yapmaktan ibarettir; alışılmış olan süreçte, ilk düşünceyi (jsriıuc pensiero, schizzo) yansıtan bir kriko evresini, kompozisyonun çarçabuk yerine oturtulması izler, ardından ayrıntılara ilişkin etüdler gelir, sonra modelio, yani değerleri belirten, çoğunlukla resim ağırlıklı desen ve en son olarak da «karton», yani esere, son biçimi verilmeden önceki son evre birbirini izler. Ressamlar XIX. yy’a kadar, büyük boyutlu resim yapmayı amaçladıklarında çoğu zaman bu metoda göre hareket ederlerdi. XX. yy’da da söz konusu metot belli bir biçimde uygulanmaktadır; ancak bu tür çalışma biçimini önceleri benimsemiş olanlar, yani ressamlar, artık bundan uzaklaşmışlardır. Aralarından pek çoğu da, daha önceki yüzyıllar boyunca zaten bu metoda tam olarak uymamışlar, ya hiç ihtiyaç duymamışlar, veya bütün evrelerine uymaya gerek görmemişlerdir; gerçekten de bir tek eskiz, hazırlık niteliğindeki bir tek etüd. kimi durumda bir eserin kesin olarak gerçekleştirilmesinde pekâlâ da yeterli olabilir.
IX. Charles (Conde Müzesi, Chantilly, Fransa), Hanedanı’m sarayında desen sanatçısı olarak görevlendirilmiş olan Françoıs Ciouet (1516-1572) tarafından yapılmış portre
DESEN
«Desen çizin! – Ya sonra? – Desen çizin! – Peki sonra?- Desen çizin!» Tintoretto resim yapmak isteyen bir sanatçıya bunu salık vermişti; gerçekten de çizgi ustalığı sanatın bütün dallarında önemlidir. Desenin tarihi, uygulamaları, biçimleri, teknikleri ve öğretimi en yetkin, en eksiksiz dallardan biri olan grafik anlatımı ortaya koyar. Grafik anlatımsa insan zekâsı ve duyarlığıyla dopdolu olan ince bir sanattır.
:ğu sanıldı; her ne kadar Rönesans döneminden itibaren desen, rekli olarak sanatların temelidir diye tammlandıysa da, bu tu-mla tam çelişki içindeki bir başka tutuma ulaşmak ve kendinde r amaç olarak oluşturulan desenlerin çoğaldığım görebilmek için /III. yy’ı beklemek gerekti; gerçekten de bu yüzyılda tıpkı res-mların ve heykelcilerin eserleri gibi desenler de kendi kendileri-yeterli olabilmek için a p’riori (önsel) olarak kağıt üstüne çizilir-Önceleri sanatçılar ve sanatseverler tarafından ileri derecede iş-ımiş, bitmiş ve önemli eserler arasında iyi bir yere sahip olabi-:ek nitelikte olarak kabul edilen desenler, renk öğesi bakımından oldukça zengindi; insanda neredeyse «resim» oldukları izlemini uyandırıyorlardı: her şeyden önce de pasteller ve suluboya-
■ söz konusuydu. XX. yy’da salt sanatsal anlatım olarak tasarlanış olan desenlerse, tam tersine bu resim biçiminde olmadı. Re-n de kimi kez desene yaklaştığından ve «bitmişlik» veya «eksik-
– olma» ile «bitmemişlik» kavramları bütünüyle yemden ele alı-p düşünülmüş olduğundan, başlı başına ve kesin biçimini almış ünler olarak görülen ve yine hangi resimle olursa olsun boy öl-şebilecek eserler olarak kabul edilen desenlerin de, mesela bir kiz görünümüne bürünebildiği olmuştur; Matisse’in tüyle yap-;ı nüler bunun en mükemmel örneğini oluşturur. XX. yy’da tam Jamıyla özel bir sanatsal desen türü ortaya çıktı. Burada, söz >nusu olan, diğer sanatçıların yanı sıra Sol Lewitt’in çizgiler ve ometrik yapılar üstüne sürdürdüğü araştırmalarla örneklendiril-iş olan, kavramsal nitelikli, ölçekli resim ve onun teknik açıkla-alarıydı. Sol Lewitt’in çizdiği desenler kesinlikle tamamlanmış erlerdir, böylelikle de bir bakıma XVIII. yy’m resim-desenlerine ırşıttırlar. Sol Levvitt’in «duygu bakımından çorak» olarak tanım-dığı bu eserler, yine de «zihinsel açıdan ilgi çekici» olarak tasar-nmış ve öyle görülmüşlerdir. Günümüzde desenin, bağımsız bir d olarak kendini gösterebilmesi için olanakları hem çok sayıda-r, hem de çeşitlilik gösterir. Son olarak, başlı başına bir anlatım çimi haline gelmiş olan desenin, XX. yy’da sanatçı atölyelerin-:n artık dışarı taştığını, büyük boyutlu kağıt üstüne yapılmış derilerin bundan böyle izleyiciye açık sergilerde tuval üstüne yalmış eserlerle aym sıfatla yer alabileceğini belirtmek yerinde ur. Resim sergilerinden ayrı olarak açılan uluslararası çağdaş de-n sergileri, günümüzde artık yaygınlaşmış bir olgudur.
• J ‘ ■ .
mk
USTUNE DESEN YAPILAN MALZEMELER
Desen, çağlar boyunca çok çeşitli malzemeler üstüne yapılmıştır: tarihöncesinde taş ve killi toprak, Antikçağ’da papirüs (Mısır’da sülaleler öncesi dönemden itibaren, daha sonra da Akdeniz Havzası’nda), Antikçağ’m sonu ve bütün Ortaçağ boyunca parşömen, II. yy’dan itibaren de Çin’de, ardından XIV. yy’dan başlayarak Avrupa’da kâğıt, desenin başlıca zeminini oluşturdu. Bu maddelere bir de kumaş eklenebilir. Gerçekten de Çin’de ve Japonya’da özellikle ipek çok erken tarihlerde kullanılmıştır.
Batı dünyasında, Ortaçağ dönemi boyunca desen, özellikle parşömen ve bunun daha ince ve gelişmiş bir biçimi olan tirşe (bu malzemelerin her ikisi de hayvan derilerinin işlenmesi sonucu elde edilmiştir) üzerine yapılırdı. Söz konusu malzemelerin yanı sıra üzeri parşömenle kaplanmış esnek tabletlere de desen çiziliyordu; XIV. ve XV. yy’lardaysa desen hafifçe renklendirilmiş bal-mumuyla veya kemik hamurundan oluşan bir preparatla sıvanmış, düz, parlak şimşir veya incir ağacından yapılma sert tabletler üzerine çizildi. Kâğıdın, Ispanya’da XII. yy’dan itibaren bilinmesine, Toscana’daki atölyelerde de 1300 dolaylarında görülmesine rağmen, sanatçılar tarafından yaygın olarak kullanılması ancak XV. yy’da başladı. Emici, tarazlanmış, tüylü ve iyi yapıştırılmamış olan ilk kâğıtlar, doğrusunu söylemek gerekirse grafik anlatım için pek uygun değildi. Önceleri kâğıt da parşömen gibi ponza taşıyla kazınır veya cilalamrdı; buradaki amaç kâğıdın o dönemde zemin çizilirken çok kullanılan metal ucun hareketine daha elverişli olmasını sağlamaktı. Kâğıda çoğu zaman renkli (kırmızı, yeşil, gri-mavi, vb) bir fon çekilirdi. Yalmzca yüzeyleri değil de, bütünü renklendirilmiş olan kâğıtlarsa XV. yy’ın sonlarına doğru ortaya çıktı, sanatçılar da bu yemlikten hemen yararlanarak çok hoş sonuçlar elde ettiler. Ancak bu tür kâğıtların tek kusuru zamanla soluklaşmalarıydı. XVI. yy’dan başlayarak kâğıdın niteliği, desen çizen sanatçıya genel olarak, aralarında tüy kalemin de bulunduğu, her çeşit aracı kullanma imkânını sundu. O zaman da kağıt, hiç tartışmasız desen çiziminde kullanılan ideal zemin veya taşımalık haline geldi ve bu sanatın özerklik kazanmasını sağladı. Ağaç hamurunun kullanılmaya başladığı 1840’a kadar, pamuk ve keten elyafı kâğıdın hammaddesini oluşturuyordu. Günümüzdeyse, en yaygın kâğıtların temelinde ağaç hamuru vardır, iyi cins kağıtlar ise hep kâğıt paçavralarından üretilir.
ARAÇLAR VE TEKNİKLER
Desen çizimindeki geleneksel teknikler iki büyük sınıfa ayrılabilir; kuru usuller (metal uçlar, füzen, kara taş, sangin, tebeşir, grafit kalem, pastel kullanımı) ve bunlara karşıt olarak yaş usuller (mürekkep, tüy veya fırçayla; lavi; suluboya kullanımı).
Metal uçlar, çoğunlukla gümüş veya kurşundan, ama bazen de altın veya bakırdan yapılmış çubuğumsu uzunca araçlardır; bunlar ancak özel olarak hazırlanmış bir zemin, bir kâğıt üstünde kullanılabilir (kurşun uç bu kurala uymaz) ve söz konusu zemini hafifçe yaran, çok ince ve oldukça soluk bir çizgi bırakırlar. Metal uç kullanımı, Antikçağ’da yaygın olan bir çalışma üslubudur; özellikle
Europa’nın Kaçınlışı (Albertina Grafik Koleksiyonu, Viyana), Albrecht Diirer’in etüdü.
Eşek başı, Rubens’in etüdü.
yumuşak bir maddenin, nemli kil veya balmumunun üstünü kazımada (üstüne yazı yazmada) yararlanılmıştır. Ortaçağ’da metal uçlar, tirşe üstüne, XIV. ve XV. yy’larda da daha başka malzemelerin yanı sıra renkli tozlarla hazırlanan ve İtalyanların cam tinta olarak adlandırdıkları bir tür kâğıt üstüne desen yapmak için kullanılırdı. Rönesans dönemi başlangıcında, bütün uçlar arasında en çok gümüş uç kullanılırdı; ancak XVI. yy’dan itibaren yerini ve en çok sevilen araç olma özelliğini tüye ve kara taşa bıraktı.
Füzen, odunkömürü çubuğundan başka bir şey değildir; gevrektir, çabuk ufalanır, griden siyaha kadar çeşitli tonları vardır. Kolayca silinir, bu nedenle de daha çok desen yapmaya yeni başlayanlara salık verilir. Eski Yunan’dan sonra Roma İmparatorlu-ğu’nda, daha sonra da Ortaçağ’da ve Rönesans döneminde geniş duvar kompozisyonlarının taslağım bir solukta oluşturuvermek için kullanılırdı. Bununla birlikte füzenin desen tarihinde, gerçek anlamda kendini kabul ettirmesi ancak XIX. yy’dan itibaren oldu: Seurat veya Redon gibi verimli desen sanatçıları, kâğıdın beyazıyla güçlü kontrast etkileri yaratan füzenin o hoşgörünümlü siyah çizgilerinin çekiciliğine kapıldılar.
Kara taş, siyahtan griye kadar çeşitli tonlarda silinmez izler bı-rakabilen bir şisttir; aym zamanda «İtalya taşı» olarak da adlandırılır. Uzun süredir bilindiği halde, desen sanatçıları tarafından, ancak XV. yy’ın sonlarına doğru yaygın olarak kullanılmaya başladı. Kara taş veya İtalya taşı sayesinde desen sanatçıları metal ucun gerektirdiği o titizlik isteyen incelikli çalışma biçiminden kurtularak çok daha geniş oylumlu çizgilerle çalışma olanağı buldu. Kara taş kısa süre içinde metal ucun yerini aldı; özellikle hacim ve model araştırmalarına elverişli olduğu için, sanatçılar, daha çok da XVI. yy Italyan sanatçıları (Michelangelo, Raffaello, Carracci) oldukça ilgi çekici anatomik desenler yaptılar.
Sangın, tuğla ktrmızısı renginde, çok ince pürtüklü yapıda olan bu taş, binlerce yıldan beri bilinmektedir. Mısır mezarlarındaki
resimlerin veya Roma fresklerinin konturlarını çizmede kullanılırdı. XV. yy’da kullanımı yaygınlaşmaya başladı, ama Rönesans dönemindeki yaygınlığı kara taşınkinin düzeyine ulaşamadı Sangin, tek başına olduğu gibi kara taş ve beyaz tebeşirle karıştı rılarak da kullanılır. Gevrekliği, kullanımındaki kolaylık ve reng nedeniyle daha çok nü ve portre yapımında yeğlenir.
Kara taş ve sanginin bir arada kullanılması «iki kalemli» deneı desen tekniğini oluşturur. Sangin, ten, özellikle de yüz çizimin daha hissedilir kılar. Bu tekniğin ilk uygulamaları XV. yy’a rastlaı
Kara, kırmızı ve beyaz taşların bir arada kullanılması «üç ka lemli» desen tekniğini oluşturur. Beyaz tebeşir, kullanımı XVI. yy’, kadar uzanan, XVII. yy’da da yaygınlaşan bir desen yapma aracı dır; biçimler üstüne düşen ışık yansımalarını belirtmeyi sağla; Yüzeyleri pek fazla örtme özelliği yoktur, daha çok küçük boyut lu desenlerde, özellikle de başka kalemlerle bir arada kullanılır.
Grafit kalem, karbon bakımından zengin bir maden filizinde elde edilir. Kullammı XVI. yy’a kadar uzansa da (o tarihte eskiz lerde kullanılan kurşun ucun yerini aldı) grafit kalemle yapılmı çok sayıda ve son derece güzel desenlere ancak XIX. yy’dan it baren rasdanır. Nitelikleri (kesinlik, çizgilerde büyük incelik) g£ reği, bazı sanatçılar grafit kalem kullanımını yeğlediler. Bunk arasında özellikle Delacroix ve Ingres sayılabilir; Ingres’in graf kalemle yaptığı çok ilgi çekici portreleri vardır; bunlar «bitmiş: «tamamlanmış» eserler olarak kabul edilirler.
Pasteller, çeşitli renklerde tuz halindeki boyarmaddelerden yı pilmiş, küçük boya çubuklarıdır; pastel aym zamanda bir dese tekniğidir ve çoğunlukla bir tür «kuru resim» olarak kabul edili Gerçekten de pastelde, desendeki o alışılmış çizgiselliğin sağlaı masından çok, renklerin yumuşatılması, birbiri içinde eritilme söz konusu olur. XV. yy’dan itibaren bilinen ve kullanılan paste ancak XVIII. yy’da yaygınlık kazandı: Ouentin de La Tour \ Chardin’in pastel tekniğiyle yapılmış çok hoş ve zarif portrele vardır. XIX. yy’da Toulouse-Lautrec ve Degas gibi sanatçılar d gerçek anlamdaki fesim çalışmalarından bütünüyle bağımsız ol rak pastel tekniğiyle birçok eser oluşturdular.
Tüy kalem ve fırça, Antikçağ’dan günümüze kadar çizimlerı yararlanılan, desen sanatında mürekkep kullanımıyla birlikte vî lığım sürdüren başlıca iki araçtır. Batı dünyasında, IV. yy’a doğ kullammı yaygınlaşan kamış kalemin yerini VI. yy’dan itibare daha yumuşak daha esnek olan kuş tüyleri özellikle de kaz ve k ğu tüylerinden yapılmış kalemler aldı. Ancak bu tüy kalemler çok geçmeden yerlerini metal uçlu kalemlere bıraktılar. Sanatçı, rın çok sayıda mürekkep kullandıkları görüldü; bunlar arasın bitkisel kökenli olan ve zamanla siyahtan kahverengiye dönüş mazı mürekkebi, ayrıca isten yapılan daha sabit Çini mürekl biyle gene kurumdan elde edilen bir başka mürekkep vardır. E sen tarihinde, kaz tüyünden yapılan tüy kalem özellikle diki çeker. Gerçekten de son derece hassas ve en sert çizgileri çekn ğe elverişli olan bu araç, hayalgücünün en ince hareketlerini y; sıtan hızlı çalışmalarda (krokiler, etüdler) olduğu kadar büyük tizlik isteyen tasvirlerde de kullanıldı. Özellikle de XVI. ve X\ yy’larda çok sayıda şaheserin gerçekleştirilmesine imkân veı bunlar arasında, bir sanatçının iç dünyasının kaz tüyünden ya[ ma bir uç kalemle şaşılacak biçimde dışavurulup anlatılabilece ni gösteren Rembrandt’a ait çok sayıda eskiz de yer alır. Kulla mı tüy kalem kadar yaygın olmayan kamış kalemle de, kesin, 1 lirgin ve kontrasdı etkiler yaratan desenler yapıldı; en güzeli arasında Van Gogh’a ait kamış kalem çalışmaları yer alır.
Lavi, sulandırılmış renkli mürekkeplerin yayılmasından iba bir tekniktir. Monokrom (gri, kahverengi vb) veya polikrom c bilir. XVI. yy’dan itibaren Batı dünyasında mimarlık alamnda viden yararlanılarak çok sayıda desen çizildi; ayrıca XVI. yy Carracci, XVII. yy’da da Poussin, Rubens, Rembrandt gibi ı samlar aynı teknikle çok güzel eserler verdiler. Uzakdoğu’da lavi, gerçek bir resim tekniği haline geldi; özellikle Çin sanatu pek çok şaheser gerçekleştirildi. Lavide biçimler lekeler aracılıj la çizilir, şeffaflık etkileri de mürekkebin az veya çok suland masıyla sağlanır.
Suluboya, mineral kökenli boyarmaddeler, su ve arapzamkı karışımından elde edilir; suluboya tekniği özellikle kağıt ve i üstüne uygulanmaya elverişli bir resim tekniğidir; suluboy renkler şeffaftır. Lavi gibi bu teknik de özellikle manzaralar ve marî temaların işlenmesine elverişlidir. Desen tarihinde ilk vs güzel suluboya örnekleri arasında gerçekten de Dürer’in Arco disi (1495’e doğru) gibi çarpıcı manzara etüdleri yer alır. Sulubt uzun süre pek çok desende, hafif ve renkli ışık darbelerinin yer serpiştirilmesinde kullanıldı; XVIII. yy’ın sonundan itib; Ingiltere’de özerk bir tür haline geldi; bir başka deyişle artık
dinsky de gerçekten öğrencilerine deseni şöyle anlatıyordu: «Desen öğretimi, bir nesnenin dış görünüşünün değil de onun oluşturucu öğelerinin (yani belli nesnelerde ve bunların mantıksal yapılarında ortaya çıkanlabilen gerilimlerin) algılanması, doğru bi-*’ çimde gözlemlenmesi ve doğru biçimde temsil edilmesinin eğitimidir. » Yine Bauhaus’ta ders veren Klee ise herkes tarafından bilinen bir eskiz defterinde kendi pedagoji ilkelerini özetledi ve burada çizginin gerçek bir metafiziğine yer verdi. Böylece desen ve buna bağlı kuramlar XX. yy’da yeni fikirlerin getirilmesinde önemli rol oynadı.
Desen el kitapları. Bu tür kitapların yaygınlaşması XVIII. yy’a kadar uzanır. Avrupa’da açılan akademilerin sayısı hızla artarken (Anvers, 1720; Sen-Petersburg, 1724; Stockholm, 1735; Kopenhag, 1738; Londra, 1768) meraklıların desene olan ilgisi de giderek artmaya başladı ve Charles Joubert’in «Ustasız Desen Çizmeyi Öğren-
Silindir Şapkalı Adara Z±ıa
Toulouse-Laufre; – _•
Fransa). Paste –
sertliğim daha üa:e ~ ar — r -1
m-
len çizginin hiçbir yapısal işlev görmediği gerçek anlamda resim veya boyaresim niteliğini kazandı. XIX. yy’da Renoir’dan Gaugu-in’e ve Cezanne’a, XX. yy’da da Kandisnsky’den Klee’ye kadar çok sayıda sanatçının fırçasından son derece başarılı eserler çıktı.
DESEN ÖĞRETİMİ
Kuram. Desene ilişkin ilk kuramsal metinler Rönesans dönemine aittir. Italyan sanatçılarının (XV. yy’da Alberti, Leonardo da Vinci; XVI. yy’da Lomazzo, Zuccari) kaleminden çıkmış olan bu metinler, söz konusu sanatçıların resim üstüne yazdıkları kitaplarda yer alan ve başlıca işlevi öğretmek olan önemli bir malzeme oluşturur. Bu kuramcılar desenin (tasarı anlamında) «zihinsel bir şey olduğu ve onun aracılığıyla bir fikrin tasarlanabileceği ve biçimlenebileceği» olgusu üstünde ısrarla durdular, tik resim ve heykel sanatı akademilerinin bünyesinde, özellikle de Roma Akademisi’nde (1593) desenin sanatsal tasarının ilk anlatımı olduğu, bir başka deyişle sanatların kökü ve temeli olduğu öğretilirdi. Bu bakış açısı XVII. yy’da Kraliyet Resim ve Heykel Akademisi’nde (1648’de Paris’te kuruldu) yeniden ele alındı; burada desen üstüne yapılan ve konferanslarla da desteklenen tartışmalar hızla ilerledi. Gerçekten de bazı üyeleri, Le Brun ve Poussin’in ardı sıra şu düşünceleri ileri sürdüler: resimde bizi bir fikrin anlatımına gerçek anlamda ileten şey yalnızca desendir (yani «çizgidir, «deseni çizilmiş biçimdir»), renk ise sürülmüş bir göz farı veya çekicilikten başka bir şey değildir; belirgin, görünür ve kesin bir desenden yoksun büyük resimler (veya o dönemde en çok değer verilen tür olan tarihsel konulu resimler) var olamaz. Ancak bir süre sonra bu görüşe karşı olan renkçiler veya Rubensçiler (Po-ussincilere karşıt olarak) ortaya çıktı; onlar da «rengi küçümseyen, tabiat yerine daha çok heykelleri, heykelciliği taklit etmek ister» düşüncesini destekliyordu. XVII. yy’ın son çeyreğinde ortaya atılan renk ve desen kavgasının uzantıları XIX. yy’a kadar sürdü. Günümüzde artık güzel sanatlar okullarında rengin desene göre ikinci derece olduğu öğretilmemekte, daha çok Cezan-ne’m şu sözleri hatırlatılmaktadır: «İnsan boya kullanarak resim yaparken desen çizer. Renk ne kadar uyum içinde olursa, desen de o kadar belirgin olur. (…) Nesnelerin biçim ve konturları, onların kendi özel renklerinden kaynaklanan karşıtlık ve kontrastlar aracılığıyla bize aktarılır.» Ancak, desenle ilgili kuramın bölümleri, desenin, boya kullanarak yapılan resimdeki renkle olan ilişkisiyle sınırlı değildir yalnızca. Akademilerle boy ölçüşebilecek gerçek okul olan Bauhaus’ta «analitik desen» dersleri veren Kan-
mek İçin YeniAietot» (la Nouvelle methode pour apprendre â dessi-ner sans maître) gibi el kitaplarının yayımlanmasına yol açtı. En eski desen el kitaplarında çoğunlukla, Rönesans döneminde yavaş yavaş sanatın kendi sistemine katılmaya başlayan «bilgiler»le (Eukleides geometrisi, perspektif, anatomi, orantı) ilgili sunuşlar, resimlemeler eşliğinde bir araya getirilmiştir. Genç sanatçıların akademilerde desen yoluyla az çok kavradıkları bu bilgiler, aslında gerçeği kopya etme sanatının öğrenilmesinde yararlı olur; mesela, mekânın, iki gözle görme yoluyla algılandığı biçimiyle, doğru olarak temsiline yarayan perspektif yasalarının öğrenilmesine ve yine insan bedenini kesin, nesnel gerçekliği içinde temsil etmek amacıyla anatomi ve orantımn öğrenilmesine yardımcı olur. Günümüzde desen çizmeyi öğrenmek isteyenlere seslenen el kitaplarının çoğunda, her şeyden önce, desen sanatçısının yararlandığı
mm
«Lord ve Leydi Cavendist
(Ingres, BonatMüzes S=.r Fransa). Bu iki porire ş-gerçekleştiren sarıt^ -~s: açıklaması vardır i
çizgiden İbaret değ lr e ” iç biçimdir, planı
Palama (1953, özel koleksiyon). Picasso kızının bu portresini, süslemedeki canlılığının seramikten heykelciliğe, desenden resme kadar, bütün sanatına yayılmasına göz yumduğu bir dönemde gerçekleştirmiştir.
araçların kullanılış biçimi üstüne pratik öğütler ve şu veya bu tekniğe göre, bir manzara, nü, portre veya natürmort deseni çizme yolları üstüne bilgiler verirler. Ancak, perspektifle, anatomiyle veya orantıyla ilgili olarak, genellikle çok daha imalı davranmakla yetinilir. Bunun nedeni de XX. yy’da desenin biçimsel öğretiminden büyük ölçüde vazgeçilmesi ve sanatçının, kesin kurallara uyarak gerçek olanı taklit etme yeteneğine değü de, kişisel görüşüne ayrıcalık tamnmasıydı. Gerçekten de zaman artık o, sanatçıya, bir bedene tercihen sekiz baş yerleştirmesinin (klasik orantı kuralı) sık sık salık verildiği ve kimi defa da «derinin altında gizli olan bölümleri iyi bilmeyen bir kimsenin bunları üstten göstermekte güçlük çekeceğinin» ileri sürüldüğü zaman değildir.
Okul. Desen, okullara XIX. yy’a girdi; 1833’ten itibaren Fransa’da, 1851’den itibaren İngiltere’de, 1871’den itibaren de İtalya’da desen öğretimi yaygınlaşmaya başladı. Okullarda öğretilen bu sanatın tarihindeki en önemli olay, 1912’de Dresden’de düzenlenen çocuk resimlerine ayrılmış olan büyük sergidir. Gerçekten de bu sergi uluslararası başarısından dolayı desen öğretiminin ilk ve orta dereceli okullarda geniş ölçüde geliştirilmesine katkıda bulundu. Başlangıçta, bu öğretimin pratik bir amacı vardı: çocuklara özellikle geometrik figürlerle süslemeye ilişkin figürlerin çizilmesi öğretilirdi. Ama kısa süre içinde, çeşitli metotlar önerildi, bunlardan bazılarına şiddetle karşı çıkıldı. Kimi uzmanlar, gündelik yaşamdan alınma sahnelerde çocukların, insan figürünü şematik biçimde çizerek vermelerinin sağlanması gerektiğim ileri sürdüler; diğerleri, tam tersine çocukların biçimin görünüşünü vermelerini, hatta anlatım ve duyguları da yansıtmalarım sağlamak gerektiğini ileri sürdürler. Daha başkaları da desen öğretiminde artık gelenekselleşmiş olan desen halindeki modelin bütünüyle ortadan kaldırılmasını önerdiler ve doğaya bakarak desen çizme yoluyla bir grafik anlatımın öğretilmesini salık verdiler. 1920’li yıllar boyunca birçok Avrupa ülkesinde ve en azından ilkokul düzeyinde doğal, içten geldiği gibi desen çizme fikri kendini kabul ettirdi. Ortaokul düzeyine gelince, öğretim metotlarında desenin aym zamanda hem pratik, hem de sanatsal açıdan ilginçliği bağdaştırılmaya çalışıldı. Günümüzde çocukların boya kullanarak yaptıkları resimlerin, desen terimi altında toplandığı sıkça görülür. Bununla birlikte, pek çok pedagoga göre boyayla resim yapmak ile desen çizmek, birbirinden ayrı tutulması gereken anlatım biçimleridir; doğrusunu söylemek gerekirse, desen grafik bir tekniktir, çizgiye dayamr, resimse plastik bir tekniktir. Desen resmi tamamlayan bir faaliyettir ama ondan bağımsız olarak uygulamr. Desen özellikle başlangıçta, çocuğun, yazı yazmayı öğrenmesinden önce, düşüncesini tesbit edebilecek bir yazı sayılır. Zaten, bir şeyler çiziktirmeye başladığı evrede, resim nitelikli çizgilerle yazı nitelikli çizgiler arasında hiçbir ayrım yoktur. Çocuk, desen çizme olgusu ile yazı yazma olgusunu ancak daha sonraki bir evrede ayırt edebilir. Anaokulunda desen doğal bir anlatımdır ve önceden belirlenmiş hiçbir kurala uymadan gerçekleştirilir. Çocuk, daha somaki bir evrede, ancak yazı yazmayı tam anlamıyla öğrendikten sonra desen (yönlendirilen bir faaliyet çerçevesi içinde) bir gözlem yolu haline gelir. Ancak bu gözlem grafik anlatımın hareket noktası olarak kabul edilmemelidir: çocuğun, kendi yaratım alanının dışında başka dayanaklar aramaya başladığı anda, işin içine karışan gözleme dayalı desen, her zaman ve her şeyden önce serbest anlatıma dayalı desenin tamamlayıcısı olarak kalır.
DESEN KOLEKSİYONLARI
İlk desen koleksiyoncuları sanatçılar olmuştur. Çok erken bir tarihte, kendi gerçekleştirdikleri ürünleri birbirine verme veya ustadan çırağa çeşitli modelleri içeren derlemeleri aktarma alışkanlığım edindiler. Bilinen ilk ve gerçek desen koleksiyonu Giorgio Vasari’ye aittir. Bu XVI. yy Italyan ressamı ve tarihçisi, XIV. yy eserleriyle başlayan ve İtalyan sanatının üçyüz yıllık bir dönemini içine alan bir desenler bütününü topladı. Koleksiyonunda eserleri yer alan büyük desen ustaları, Giotto ve Botticelli’den başlayıp Leonardo da Vinci ve Raffaello’ya kadar uzanır. Güzelden anlayan, en ince ayrıntılara kadar bir estet olan Vasari, desenlerin sunuluş ve çerçeveleniş biçimine büyük önem verirdi. Mesela kendi kaleminden çıkmış olan «Desen Kitabı» (Libro dei Disegni), sekiz ilâ on ciltten oluşur ve « Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykelcilerin Yaşamları …» (Le Vite de’peu Eccellenti Architetti, Pittori, Scultori İtaliani…, 1550) adlı eserine paralel olarak tasarlanmıştır. Bu büyük derlemenin sayfalarında desenlar tarih sırasına göre yer alır; bunlar birbirlerine, hiçbiri diğerine benzemeyen ve hepsi de Vasari tarafından yapılmış olan çerçeveler ve kenar süsleriyle bağlanmıştır. Çoğunlukla her desenin altında, deseni yapan sanatçının adı küçük bir süsleme içinde yer alır.
Arthur Cravan’ın Olduğu Sanılan Portre (özel koleksiyon).
Bu çalışmada suluboya Francis Picabia için, Cravan’ın figürünü mizahtı bir biçimde anımsatma aracı olmuştur; Cravan, dada hareketinin yetkin örneği olarak kabul edilen kaçık, tuhaf bir kişidir.
XVII. yy’da «uzmanlara» ait diğer önemli koleksiyonlar olu turuldu. Bunlar arasında özellikle Malvasia (Bologna), Ridolfi (V nedik), Baldinucci (Floransa), De Dominici (Napoli) gibi başka u raşlarının yanı sıra sanat eleştirisiyle de ilgilenen önemli kişiler ( vardı. Vasari’nin «Desen Kitabı»nm cilderi de işte bu dönem b yunca satışa sunuldu ve ciltlerin yaprakları çeşitli koleksiyonc ların eline geçti; bu koleksiyoncular arasında Arundel kont Prens Leopoldo de Medici, Bankacı Everard Jabach gibi meral kişiler de vardı. Everard Jabach 1671’de koleksiyonunu XIV. Lo is’ye sattı; böylece daha önce Vasari’nin sahip olduğu (günümü de de Louvre Müzesi koleksiyonunun ana bölümlerinden biri oluşturan) çok sayıda desen XIV. Louis’nin eline geçmiş oldu. G ne XVII. yy’da desenler koleksiyonlarda artık derlemeler halim değil de birbirinden ayrı yapraklar halinde ve tek tek montajlar 1 çiminde, kartondan bir fon üstünde korumaya alınmış olarak y almaya başladı. XVIII. yy’da desene beslenen hayranlık özellik Fransa’da iyice belirginleşti; Parisli bankacı Pierre Crozat ve t tamp satıcısı Pierre Jean Mariette şaşırtıcı birer koleksiyon ok turdular. Günümüzde büyük müzelerdeki koleksiyonların ka nağını işte bu XVII. ve XVIII. yy koleksiyonları oluşturmaktad Desenlerin kimlere ait olduğu, notlar halinde konmuş açıklara lar, paraflar, özellikle de koleksiyoncuların, desenin yüzeyine > zilmiş basılmış veya damgalanmış markaları sayesinde öğreni; bu markaların kullanımının XVI. yy sonlarında veya XVII. yy yıllarında yaygın başladığı sanılmaktadır.
KARİKATÜR
Amacı, kişilerin fizikî veya manevî özelliklerini gözler önüne sermek olan karikatürün (İtalyanca caricare’den «yüklemek», Fransızca caricatcıre) etkililiği, belki de çizginin çekilme hızından ve sadeleştirme gücünden kaynaklanır, ilk karikatüre kaçan resimlerin Caracci tarafından yapılmış olmasına rağmen karikatür; bir tür olarak ancak XVIII. yy’da Ingiltere’de biçimlendi ve aym ülkede liberal bir ortamdan destek gördü. Yaygınlaşmasında Aydınlanma Ça-ğı’nın kuşkucu ve itirazcı görüşünün payı oldu. Fransa’da basının ve taşbas-kının (litografi) XIX. yy’da gelişme göstermesiyle, karikatür de daha geniş kitlelere ulaştı ve büyük ölçüde gelişti. Grandville ve Henri Monnier gibi gravür-cülerin yanı sıra, desenleriyle Charivari’yi güçlü bir yıkıcılık aracı haline getiren bir Daumier yetişti: 1835’te de siyasî karikatür İouis-Philippe tarafından yasaklandı. Les editions de la Lime et de I’Honmıe d’aıtjoıırd’hui karikatüre kaçan resimlerin altın çağını belirledi. Gill, «inci avcısı» olarak Bizet’yi nasıl gülünç kılmışsa, aym biçimde III. Napoleon’u da, «Racambole»ün görüntüsüyle çizerek öyle gülünç kıldı. Yüzyılın ortalarında Diogene, le Trombinoscoye, les Con-tenıyorains gibi yeni gazetelerin çıkanlmasıyla karikatür 1870-1871 kışında yeni bir bayağılıkla karşılaştı: ikinci sınıf desen sanatçılarının çıkagelmesiyle yergici basının düzeyinde belli bir düşüş oldu. 1880’e doğru Forain ve Wiilet-te’den Caran d’Ache ve Hermann Paul’e kadar yeni bir karikatürcüler kuşağı yetişti; bu kuşakla karikatür, törelerinhicvedilmesine doğru evrim geçirdi. Sanatçıların büyük bir ölümü la Vie yarisienne ile moda haline gelen açıksaçıklı-ğın ağır bastığı serbest türe kendilerini kaptırdılar, buna karşılık Steinlen ve Robida fantastik türe yöneldiler ve bilimkurgunun yeni mizahını yarattılar. Karikatüre kaçan resim Sem, Toulouse-Lautrec ve bazen de Cappiello ile anlamlılığına yeniden kavuştu; Dreyfus olayı da P’sst ve Sififlet’in yayımlanmasına yol açarak siyasî canlılığa yeni bir hız kazandırdı. 1901’de çıkan l’Assiet-te au beurre’ün hedefi daha çok, Belle Eyoque olarak adlandmlan dönemin gülünç durumlarım ele almaktı, iki dünya savaşı arasındaki dönem boyunca, birkaç haftalık yayın tarafından pet etkili olamayacak biçimde sürdürülen gülünç abartma anlayışı bütün keskinliğim, bütün şiddetini yitirdi. Gerçek karikatürün yerini, niyeti bir çıkar gütmeden yalnızca eğlendirmek olan mizahlı, nükteli desen aldı. XX. yy’ın ortalarından itibaren, bu gelenek birkaç gazete (le Canardenchaî/te, Le Figaro) tarafından sürdürüldü. Bununla birlikte, V. Cumhuriyet döneminde Sme’den sonra, mayıs 1968 etkisinde sol eğilimli ve anarşizm yanlısı bir karikatür anlayışı gelişti {Hnm-Kiri, Charlie Hebdo).
Ingiltere’de XIX. yy’da yergici bir basm doğdu; bu açıkça Monthly Sheets of Carkamre ve Paneli gibi yayımlarla ve diğerlerinin yam sıra Robert Seymour, Richard Doyle, Charles Keene ve Du Maurier tarafından temsil ediliyordu; bu sanatçılann Prens Albert’a karşı bir tutum içinde çizdikleri karikatürler, Fransa’da görülen benzerleri kadar şiddetli olmadı. ABD’nde bu alanda uzmanlaşmış olan gazeteler Amerikan İç Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı; bu yayımlarda özellikle Nast ve Claypole Johnson’ın ün kazandığı görüldü. 1876’da kurulmuş olan Pııck dergisi Koppler ve Gillain’in taşbaskılanm yayımladı. Karikatür sanatı Ingiltere’de veya Fransa’da olduğu kadar ne İtalya’da (Torino’da ît Fiaschietto gazetesinde) beğenildi, ne de Almanya’da (Münih’te çıkan Pıınsk ve Berlin’de çıkan Kladdemdatsch’ta).
Ama gene de XX. yy’da Almanya’da, 1896’da kurulr muş olan Simyltcıssttnus‘•„ dergisiyle desteklendi; •
Birinci Dünya Sava-şı’ndan sonra da en ünlü karikatür sanatçısı olarak Georg Grosz yetişti.
Vieira da Silva (1908-1991): Desen (Jeanne Bucher Galerisi).
DESENLERİN KORUNMASI
Sanatçıların, yüzyıllar boyunca yapıp artlarında bıraktıkları sayısız desen, hem korunması, hem de değerlendirilmesi gereken eşsiz bir sanat ve kültür mirası oluşturur. Çok sayıda uzman, özellikle de sanat tarihçileri büyük müzelerin pek çoğunda bulunan desen koleksiyonlarında bu koruma ve değerlendirme konusunda çalışırlar.
Müzeciler, desenlerin okullara (İtalyan okulu, Fransız okulu vb) göre dökümünü yaparlar ve bu dökümlerde her desen için şu bilgileri verirler: deseni gerçekleştiren sanatçının adı, desenin adı ve yapılma tekniği, müzeye girmeden önce sırasıyla kimlere ait olduğu. Uzun soluklu bir çalışma olan döküm çıkarma işleminden (Louvre Müzesinde 105 000 kadar desen vardır) başka, müze müdürleri sergiler düzenler, bunların kataloglarını hazırlatır, bu kataloglarda sergilenen her parça için ayrıntılı bir açıklayıcı nota yer verilir.
Eski desenler söz konusu olduğunda, açıklayıcı notlar verilirken ürünün kime ait olduğu (XVIII. yy ’ın başlarına kadar, sanatçılar desenlerini ender olarak imzalarlardı), bunun yam sıra desenin neye yönelik olduğu, bir başka deyişle kullanılış amacının ne olduğu (desenler, hangi eserlerin yapılması için gerçekleştirilmişlerse o eserler hakkında değerli bir bilgi kaynağı oluştururlar) konusundaki çeşitli sorunlar çoğunlukla göz önünde bulundurulur.
Günümüzde müzeciler, restorasyon çalışmaları yapan onarımcılarla sıkı işbirliği içindedirler; zarar görmüş değerli eserleri, şaheserleri onlara emanet ederler. Bu durumdaki eserler, çok çeşitli bakım tekniklerine (sıvıya batırma, fırçalama, yapıştırma vb) göre onarılır ve en gelişmiş bilimsel incelemelerden (kızılaltı, morötesi ışınlar vb) geçirilir. d
MaoNixon, Tim tarafından yapılmıştır. Lincoln, Harper’s Weekly’den bir karikatür. Tolstoy, David Levine tarafından yapılmıştır.
Palama (1953, özel koleksiyon). Picasso kızının bu portresini, süslemedeki canlılığının seramikten heykelciliğe, desenden resme kadar, bütün sanatına yayılmasına göz yumduğu bir dönemde gerçekleştirmiştir.
araçların kullanılış biçimi üstüne pratik öğütler ve şu veya bu tekniğe göre, bir manzara, nü, portre veya natürmort deseni çizme yolları üstüne bilgiler verirler. Ancak, perspektifle, anatomiyle veya orantıyla ilgili olarak, genellikle çok daha imalı davranmakla yetinilir. Bunun nedeni de XX. yy’da desenin biçimsel öğretiminden büyük ölçüde vazgeçilmesi ve sanatçının, kesin kurallara uyarak gerçek olanı taklit etme yeteneğine değü de, kişisel görüşüne ayrıcalık tamnmasıydı. Gerçekten de zaman artık o, sanatçıya, bir bedene tercihen sekiz baş yerleştirmesinin (klasik orantı kuralı) sık sık salık verildiği ve kimi defa da «derinin altında gizli olan bölümleri iyi bilmeyen bir kimsenin bunları üstten göstermekte güçlük çekeceğinin» ileri sürüldüğü zaman değildir.
Okul. Desen, okullara XIX. yy’a girdi; 1833’ten itibaren Fransa’da, 1851’den itibaren İngiltere’de, 1871’den itibaren de İtalya’da desen öğretimi yaygınlaşmaya başladı. Okullarda öğretilen bu sanatın tarihindeki en önemli olay, 1912’de Dresden’de düzenlenen çocuk resimlerine ayrılmış olan büyük sergidir. Gerçekten de bu sergi uluslararası başarısından dolayı desen öğretiminin ilk ve orta dereceli okullarda geniş ölçüde geliştirilmesine katkıda bulundu. Başlangıçta, bu öğretimin pratik bir amacı vardı: çocuklara özellikle geometrik figürlerle süslemeye ilişkin figürlerin çizilmesi öğretilirdi. Ama kısa süre içinde, çeşitli metotlar önerildi, bunlardan bazılarına şiddetle karşı çıkıldı. Kimi uzmanlar, gündelik yaşamdan alınma sahnelerde çocukların, insan figürünü şematik biçimde çizerek vermelerinin sağlanması gerektiğim ileri sürdüler; diğerleri, tam tersine çocukların biçimin görünüşünü vermelerini, hatta anlatım ve duyguları da yansıtmalarım sağlamak gerektiğini ileri sürdürler. Daha başkaları da desen öğretiminde artık gelenekselleşmiş olan desen halindeki modelin bütünüyle ortadan kaldırılmasını önerdiler ve doğaya bakarak desen çizme yoluyla bir grafik anlatımın öğretilmesini salık verdiler. 1920’li yıllar boyunca birçok Avrupa ülkesinde ve en azından ilkokul düzeyinde doğal, içten geldiği gibi desen çizme fikri kendini kabul ettirdi. Ortaokul düzeyine gelince, öğretim metotlarında desenin aym zamanda hem pratik, hem de sanatsal açıdan ilginçliği bağdaştırılmaya çalışıldı. Günümüzde çocukların boya kullanarak yaptıkları resimlerin, desen terimi altında toplandığı sıkça görülür. Bununla birlikte, pek çok pedagoga göre boyayla resim yapmak ile desen çizmek, birbirinden ayrı tutulması gereken anlatım biçimleridir; doğrusunu söylemek gerekirse, desen grafik bir tekniktir, çizgiye dayamr, resimse plastik bir tekniktir. Desen resmi tamamlayan bir faaliyettir ama ondan bağımsız olarak uygulamr. Desen özellikle başlangıçta, çocuğun, yazı yazmayı öğrenmesinden önce, düşüncesini tesbit edebilecek bir yazı sayılır. Zaten, bir şeyler çiziktirmeye başladığı evrede, resim nitelikli çizgilerle yazı nitelikli çizgiler arasında hiçbir ayrım yoktur. Çocuk, desen çizme olgusu ile yazı yazma olgusunu ancak daha sonraki bir evrede ayırt edebilir. Anaokulunda desen doğal bir anlatımdır ve önceden belirlenmiş hiçbir kurala uymadan gerçekleştirilir. Çocuk, daha somaki bir evrede, ancak yazı yazmayı tam anlamıyla öğrendikten sonra desen (yönlendirilen bir faaliyet çerçevesi içinde) bir gözlem yolu haline gelir. Ancak bu gözlem grafik anlatımın hareket noktası olarak kabul edilmemelidir: çocuğun, kendi yaratım alanının dışında başka dayanaklar aramaya başladığı anda, işin içine karışan gözleme dayalı desen, her zaman ve her şeyden önce serbest anlatıma dayalı desenin tamamlayıcısı olarak kalır.
DESEN KOLEKSİYONLARI
İlk desen koleksiyoncuları sanatçılar olmuştur. Çok erken bir tarihte, kendi gerçekleştirdikleri ürünleri birbirine verme veya ustadan çırağa çeşitli modelleri içeren derlemeleri aktarma alışkanlığım edindiler. Bilinen ilk ve gerçek desen koleksiyonu Giorgio Vasari’ye aittir. Bu XVI. yy Italyan ressamı ve tarihçisi, XIV. yy eserleriyle başlayan ve İtalyan sanatının üçyüz yıllık bir dönemini içine alan bir desenler bütününü topladı. Koleksiyonunda eserleri yer alan büyük desen ustaları, Giotto ve Botticelli’den başlayıp Leonardo da Vinci ve Raffaello’ya kadar uzanır. Güzelden anlayan, en ince ayrıntılara kadar bir estet olan Vasari, desenlerin sunuluş ve çerçeveleniş biçimine büyük önem verirdi. Mesela kendi kaleminden çıkmış olan «Desen Kitabı» (Libro dei Disegni), sekiz ilâ on ciltten oluşur ve « Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykelcilerin Yaşamları …» (Le Vite de’peu Eccellenti Architetti, Pittori, Scultori İtaliani…, 1550) adlı eserine paralel olarak tasarlanmıştır. Bu büyük derlemenin sayfalarında desenlar tarih sırasına göre yer alır; bunlar birbirlerine, hiçbiri diğerine benzemeyen ve hepsi de Vasari tarafından yapılmış olan çerçeveler ve kenar süsleriyle bağlanmıştır. Çoğunlukla her desenin altında, deseni yapan sanatçının adı küçük bir süsleme içinde yer alır.
Arthur Cravan’ın Olduğu Sanılan Portre (özel koleksiyon).
Bu çalışmada suluboya Francis Picabia için, Cravan’ın figürünü mizahtı bir biçimde anımsatma aracı olmuştur; Cravan, dada hareketinin yetkin örneği olarak kabul edilen kaçık, tuhaf bir kişidir.
XVII. yy’da «uzmanlara» ait diğer önemli koleksiyonlar olu turuldu. Bunlar arasında özellikle Malvasia (Bologna), Ridolfi (V nedik), Baldinucci (Floransa), De Dominici (Napoli) gibi başka u raşlarının yanı sıra sanat eleştirisiyle de ilgilenen önemli kişiler ( vardı. Vasari’nin «Desen Kitabı»nm cilderi de işte bu dönem b yunca satışa sunuldu ve ciltlerin yaprakları çeşitli koleksiyonc ların eline geçti; bu koleksiyoncular arasında Arundel kont Prens Leopoldo de Medici, Bankacı Everard Jabach gibi meral kişiler de vardı. Everard Jabach 1671’de koleksiyonunu XIV. Lo is’ye sattı; böylece daha önce Vasari’nin sahip olduğu (günümü de de Louvre Müzesi koleksiyonunun ana bölümlerinden biri oluşturan) çok sayıda desen XIV. Louis’nin eline geçmiş oldu. G ne XVII. yy’da desenler koleksiyonlarda artık derlemeler halim değil de birbirinden ayrı yapraklar halinde ve tek tek montajlar 1 çiminde, kartondan bir fon üstünde korumaya alınmış olarak y almaya başladı. XVIII. yy’da desene beslenen hayranlık özellik Fransa’da iyice belirginleşti; Parisli bankacı Pierre Crozat ve t tamp satıcısı Pierre Jean Mariette şaşırtıcı birer koleksiyon ok turdular. Günümüzde büyük müzelerdeki koleksiyonların ka nağını işte bu XVII. ve XVIII. yy koleksiyonları oluşturmaktad Desenlerin kimlere ait olduğu, notlar halinde konmuş açıklara lar, paraflar, özellikle de koleksiyoncuların, desenin yüzeyine > zilmiş basılmış veya damgalanmış markaları sayesinde öğreni; bu markaların kullanımının XVI. yy sonlarında veya XVII. yy yıllarında yaygın başladığı sanılmaktadır.
KARİKATÜR
Amacı, kişilerin fizikî veya manevî özelliklerini gözler önüne sermek olan karikatürün (İtalyanca caricare’den «yüklemek», Fransızca caricatcıre) etkililiği, belki de çizginin çekilme hızından ve sadeleştirme gücünden kaynaklanır, ilk karikatüre kaçan resimlerin Caracci tarafından yapılmış olmasına rağmen karikatür; bir tür olarak ancak XVIII. yy’da Ingiltere’de biçimlendi ve aym ülkede liberal bir ortamdan destek gördü. Yaygınlaşmasında Aydınlanma Ça-ğı’nın kuşkucu ve itirazcı görüşünün payı oldu. Fransa’da basının ve taşbas-kının (litografi) XIX. yy’da gelişme göstermesiyle, karikatür de daha geniş kitlelere ulaştı ve büyük ölçüde gelişti. Grandville ve Henri Monnier gibi gravür-cülerin yanı sıra, desenleriyle Charivari’yi güçlü bir yıkıcılık aracı haline getiren bir Daumier yetişti: 1835’te de siyasî karikatür İouis-Philippe tarafından yasaklandı. Les editions de la Lime et de I’Honmıe d’aıtjoıırd’hui karikatüre kaçan resimlerin altın çağını belirledi. Gill, «inci avcısı» olarak Bizet’yi nasıl gülünç kılmışsa, aym biçimde III. Napoleon’u da, «Racambole»ün görüntüsüyle çizerek öyle gülünç kıldı. Yüzyılın ortalarında Diogene, le Trombinoscoye, les Con-tenıyorains gibi yeni gazetelerin çıkanlmasıyla karikatür 1870-1871 kışında yeni bir bayağılıkla karşılaştı: ikinci sınıf desen sanatçılarının çıkagelmesiyle yergici basının düzeyinde belli bir düşüş oldu. 1880’e doğru Forain ve Wiilet-te’den Caran d’Ache ve Hermann Paul’e kadar yeni bir karikatürcüler kuşağı yetişti; bu kuşakla karikatür, törelerinhicvedilmesine doğru evrim geçirdi. Sanatçıların büyük bir ölümü la Vie yarisienne ile moda haline gelen açıksaçıklı-ğın ağır bastığı serbest türe kendilerini kaptırdılar, buna karşılık Steinlen ve Robida fantastik türe yöneldiler ve bilimkurgunun yeni mizahını yarattılar. Karikatüre kaçan resim Sem, Toulouse-Lautrec ve bazen de Cappiello ile anlamlılığına yeniden kavuştu; Dreyfus olayı da P’sst ve Sififlet’in yayımlanmasına yol açarak siyasî canlılığa yeni bir hız kazandırdı. 1901’de çıkan l’Assiet-te au beurre’ün hedefi daha çok, Belle Eyoque olarak adlandmlan dönemin gülünç durumlarım ele almaktı, iki dünya savaşı arasındaki dönem boyunca, birkaç haftalık yayın tarafından pet etkili olamayacak biçimde sürdürülen gülünç abartma anlayışı bütün keskinliğim, bütün şiddetini yitirdi. Gerçek karikatürün yerini, niyeti bir çıkar gütmeden yalnızca eğlendirmek olan mizahlı, nükteli desen aldı. XX. yy’ın ortalarından itibaren, bu gelenek birkaç gazete (le Canardenchaî/te, Le Figaro) tarafından sürdürüldü. Bununla birlikte, V. Cumhuriyet döneminde Sme’den sonra, mayıs 1968 etkisinde sol eğilimli ve anarşizm yanlısı bir karikatür anlayışı gelişti {Hnm-Kiri, Charlie Hebdo).
Ingiltere’de XIX. yy’da yergici bir basm doğdu; bu açıkça Monthly Sheets of Carkamre ve Paneli gibi yayımlarla ve diğerlerinin yam sıra Robert Seymour, Richard Doyle, Charles Keene ve Du Maurier tarafından temsil ediliyordu; bu sanatçılann Prens Albert’a karşı bir tutum içinde çizdikleri karikatürler, Fransa’da görülen benzerleri kadar şiddetli olmadı. ABD’nde bu alanda uzmanlaşmış olan gazeteler Amerikan İç Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı; bu yayımlarda özellikle Nast ve Claypole Johnson’ın ün kazandığı görüldü. 1876’da kurulmuş olan Pııck dergisi Koppler ve Gillain’in taşbaskılanm yayımladı. Karikatür sanatı Ingiltere’de veya Fransa’da olduğu kadar ne İtalya’da (Torino’da ît Fiaschietto gazetesinde) beğenildi, ne de Almanya’da (Münih’te çıkan Pıınsk ve Berlin’de çıkan Kladdemdatsch’ta).
Ama gene de XX. yy’da Almanya’da, 1896’da kurulr muş olan Simyltcıssttnus‘•„ dergisiyle desteklendi; •
Birinci Dünya Sava-şı’ndan sonra da en ünlü karikatür sanatçısı olarak Georg Grosz yetişti.
Vieira da Silva (1908-1991): Desen (Jeanne Bucher Galerisi).
DESENLERİN KORUNMASI
Sanatçıların, yüzyıllar boyunca yapıp artlarında bıraktıkları sayısız desen, hem korunması, hem de değerlendirilmesi gereken eşsiz bir sanat ve kültür mirası oluşturur. Çok sayıda uzman, özellikle de sanat tarihçileri büyük müzelerin pek çoğunda bulunan desen koleksiyonlarında bu koruma ve değerlendirme konusunda çalışırlar.
Müzeciler, desenlerin okullara (İtalyan okulu, Fransız okulu vb) göre dökümünü yaparlar ve bu dökümlerde her desen için şu bilgileri verirler: deseni gerçekleştiren sanatçının adı, desenin adı ve yapılma tekniği, müzeye girmeden önce sırasıyla kimlere ait olduğu. Uzun soluklu bir çalışma olan döküm çıkarma işleminden (Louvre Müzesinde 105 000 kadar desen vardır) başka, müze müdürleri sergiler düzenler, bunların kataloglarını hazırlatır, bu kataloglarda sergilenen her parça için ayrıntılı bir açıklayıcı nota yer verilir.
Eski desenler söz konusu olduğunda, açıklayıcı notlar verilirken ürünün kime ait olduğu (XVIII. yy ’ın başlarına kadar, sanatçılar desenlerini ender olarak imzalarlardı), bunun yam sıra desenin neye yönelik olduğu, bir başka deyişle kullanılış amacının ne olduğu (desenler, hangi eserlerin yapılması için gerçekleştirilmişlerse o eserler hakkında değerli bir bilgi kaynağı oluştururlar) konusundaki çeşitli sorunlar çoğunlukla göz önünde bulundurulur.
Günümüzde müzeciler, restorasyon çalışmaları yapan onarımcılarla sıkı işbirliği içindedirler; zarar görmüş değerli eserleri, şaheserleri onlara emanet ederler. Bu durumdaki eserler, çok çeşitli bakım tekniklerine (sıvıya batırma, fırçalama, yapıştırma vb) göre onarılır ve en gelişmiş bilimsel incelemelerden (kızılaltı, morötesi ışınlar vb) geçirilir. d
MaoNixon, Tim tarafından yapılmıştır. Lincoln, Harper’s Weekly’den bir karikatür. Tolstoy, David Levine tarafından yapılmıştır.