RENE DESCARTES

RENE DESCARTES RENE DESCARTES

Modem felsefenin kurucusu olan Descartes, tüm dünyayı aydınlatacak ve onun yapısını anlamamızı sağlayacak evrensel bir bilim tasarlamıştı. Matematiğin incelenmesi, Evren denen makinenin yanı sıra hayvan ve insan bedeninin işleyişini ele alan bir fiziğin kurulması, spekülatif olmaktan çok pratik olmasını istediği bir felsefî girişimin

temel yönlerini oluşturur.
Descartes 31 mart 1596’da doğdu. Genellikle La Haye’de (bugün Descartes, İndre-et-Loire) doğduğu yazılır, ama aslında annesinin oturduğu Sibylliere köyünde (Châtellerault ile La Haye arasında) doğmuştur. Descartes Poitiersli bir aileden geliyordu. 1604’ten 1612’ye kadar College de La Fleche’te Cizviderin öğrencisi oldu. Orada eski edebiyatı, Aristoteles felsefesini öğrendi; özellikle matematik hoşuna gidiyordu. 1618-1629 arasında zamanım «yolculuk yaparak, sarayları ve orduları dolaşarak» geçirdi; aynı zamanda bilim ve felsefeyle ilgileniyordu. Felsefeye kesin olarak yönelmesinin tarihi kasım 1619’dur. Ulm yakınlarında bir yerde, günlerini odasını ısıtan sobasının karşısında oturarak geçiren Descartes, «hayranlık verici bir bilimin» temellerini büyük bir coşku içinde keşfediyordu. Kehaneder içeren düşleri, Notre-Da-me-de-Lorette’e bir hac yolculuğu arzusu ve Rosenkreutz kardeşlik örgütüne bağlılığı mistik bir bunalımı işaret ettiği kadar, gerçek bir entelektüel devrimin başlangıcının da belirtisidir.

Descartes, daha geniş bir çevreye yaymaya çalıştığı «yeni bir felsefe» geliştirmek için 1629’da Hollanda’ya göç eder. Fransa’ya yaptığı üç kısa yolculuk dışında (1644, 1647 ve 1648’de) hep Hollanda’da kalır. İkinci yolculuğu sırasında genç Pascal’a boşluk üzerinde deneyler yapmasını tavsiye edecektir. Galilei’nin 1633’teki mahkumiyeti üzerine, son derece ihtiyatlı bir insan olan Descartes «Dünya Üzerine İnceleme»nin (Traite du monde) yayımlanmasından vazgeçer. Descartes, Aristoteles yandaşlarının, Fransız Cizvitlerinin ve Hollanda’daki Protestan yöneticilerin şiddetli saldırılarına maruz kalır. Utrecht Üniversitesi’nin senatosu, 1642’de onun öğretisinin okutulmasını yasaklar, «çünkü, bir kere bu felsefe yenidir ve sonra, gençliği eski ve sağlıklı felse

Kraliçe Christine’in sarayında,

(Pierre Dumesnil, Versailles Tarih Müzesi, Paris). Ekim 1649’da İsveç’e vardığında, filozof ölümünden kısa bir süre önce Katolik imanın tüm coşkusuna ulaşmış görünüyordu.
icadı», anlık kanıdan bir kenara bırakmaya ve yalnızca bir dünyanın varolması için zorunlu olan düşünceye güvenmeye olanak vermektedir, yani bu dünyada gözlenen tüm olguları ortaya koymaya olanak veren şeyler düzenine güvenmeye olanak vermektedir.

Bu «saklama özgürlüğü», hayal gücüyle düş kurmanın tümüyle tersidir; şu kararın kabul edilmesinden doğmuştur: yalmzca ele alınan nesnenin doğasından ayrılamayacak ideaları doğru olarak kabul etmek. Bu dünyayı bilinir kılan şeylerden, doğayı sorgulamayı bir kenara bırakacak derecede uzak kalındığında, geriye bir «kaos»tan başka bir şey kalmıyor. Bu kaos, yaradılışın ilk anında Tanrı tarafından verilen doğa yasalarım almaya hazır durumdaydı ve «meydana çıkarmaya» ve ona «son derece yetkin bir dünyanın biçimini» vermek için yeterli durumdaydı. Demek ki, saklama özgürlüğünü elde tutarak, onların bilmemezlik-ten gelinemeyecek gerçek şeyler olduklarım anlıyoruz. Aynı şekilde, ışığın doğasım temsil edebilmek için, bir an körün değneğine dayanmak gerekir; bu, nasıl insanın açık körlüğü «Iştk Kırılması» ortadan kaldırırsa, dünyanın gerçek yapısını bilebilmek için de bir kaosa gerek vardır.

Bu değişme yönteminin diğer örnekleri insana veya daha çok insan bedenine bağlıdır. Descartes insan bedeninin tasvirini, ruhu ondan soyudayarak yapıyor, çünkü yalmzca bedensel işlevlerin a-çıklanması için ruhun bu işe dahil edilmesi, Descartes’a göre, hiçbir biçimde gerekmemektedir. Descartes, bedeni bir otomatınkiy-le bir tutma varsayımında bulunuyor; bedenlerin ve onların iyi bilinen şekillerinin gizlice «organlarımızla ve bir maymunun şekli ile … veya bedenlerimizle benzeşen» makinelerle yer değiştirdiğini varsayıyor.

Descartes’a göre, bir makineyi bir maymundan ayırt edeme-sek bile, «gerçek insanları» ayırt edebilmek için elimizde «çok kesin iki araç» vardır.

İlkin bu makinelerin konuşmalarım dinlemek gerekir ki, bunların söylediklerinin anlamlı olduğu ve gerçekten sorulan sorulara cevap verdikleri veya aksine, bedensel uyarılara karşı tepki gösterip bir makine gibi sözler söyledikleri anlaşılabilsin. Bundan başka bir de davranışlarını incelemek gerekir ki, yetkinlik derecelerine göre doğa tarafından mı yapılmışlar, yoksa yalnızca bir zekâ tarafından mı yapıldıkları ve davranışlarım yeni durumlara göre ayarlayıp ayarlamayadıkları anlaşılabilsin. Eğer tüm bunları yapabiliyorsa bu, bir aklın varlığının göstergesi olacaktır. Akıl, «her türlü durumda kullanılabilecek evrensel bir araç»tır. Eğer bu makineler düşündükleri gibi konuşuyorlarsa ve eğer düşünüyorlarsa, bunlar gerçek insanlardır.
KENDİNİ VE TANRIYI BİLMEK

Descartes’çı metafizik ve ahlak, temelde aym ana öğeyi oluştu önermeye başvurur «ruh bedenden ayrıdır ve her zaman düşüni

Descartes’çı metafizik

Descartes’çı metafiziğin büyük eseri; İlk Felsefe Üzerine Met zik Düşüncelerde (Meditationes de Prima Philosophia) Descar metafiziğin ilk felsefeye ilişkin olduğunu ve diğer bilimleri bir tem altında toplamak için onlardan sonra gelmediğini ortaya yar. Metafizik, belirli nesnelere bağımlı tüm bilgilerin (bilinçli ya değil) dayandığı temelin araştınlması demektir. Bu temelin nelde kendinden bir varlığı yoktur, ama zihin tüm insan bilg rinde ortak olan kavramları keşfetmek için kendine döner. Ba bir çok yerde olduğu gibi Descartes’ta da metafizik, yaşamda defa de olsa, şeylerin alışılmış akışım bir kenara bırakarak, zih şimdiye kadar doğru kabul ettiği kanıların neye dayandığını ruşturmaktır. Zihnin özgürlüğü (anlama yetisinin incelenme: de hiçbir şeyin dışarıda bırakılmaması iradesi), kesinlik arayı: da vazgeçilemeyecek tek koşuldur.

Descartes 1630’da itibaren (İlk Felsefe Üzerine Metafizik Düş celebin Latince olarak yazılmasından on yıl önce), metafizik ilahiyatı çok açık olarak birbirinden ayırıyor; bir yanda yalm insan aklına başvuran metafizik, diğer yandaysa Tanrı esinini vahiyi de hesaba katan ilahiyat. Oysa ilahiyatın bu özelliği, al iki kullanımıyla (doğal ışıkla) uyumsuz görünüyordu; çünkü ; kesinlik taşımayan bir şeyi doğru olarak kabul edemezdi. Des< tes bu ikilemi şöyle çözdü: Tanrı, insana aklın kullanımını, 7 rı’yı ve kendisini bilsin diye vermiştir.

Descartes’çı metafizik genelde varlık üzerinde değil, ama ö: ri ve varoluşları ayrılamaz olan varlıklar üzerinde durmuştur; r tafiziğin hedefi Tanrı’nın varlığını kanıtlamak ve beden ile arasındaki ayrımı göstermektedir. Maddi olmayan veya zihir olan «şeyler» yalmzca anlama yetisi tarafından kavranabilir anlama yetisi «şeyler»i hayal etmeye değil kavramaya çalışm dır, bunu yaparken de duyulur şeylerle herhangi bir benze: (analoji) yapmaktan uzak durmalıdır. Duyulur şeyler, sürekli ( rak kavranabilir şeylere doğru yükselen bir gidişte bir hare noktası olamazlar, aksine en kolay bunların varlıklarından kuş lamlabilir; dışsal şeylerin varlığı hiçbir biçimde kesin değildiı ancak varsayılmış olabilir.

Duyulur dünyadaki tasarımların sağlamlıktan ne kadar u: olduklarını göstermek için Descartes, geleneksel düş muhakeı sine başvurur. Buna göre düş ile uyanıklık durumunu birbirini ayırt edebilecek hiçbir kesin ölçüt yoktur. Ancak Descartes, ] mzca kuşku duymak için kuşku duyan kuşkuculara da pek iti etmez; mesela oturmakta olan bir adamın kendi konumum kuşku duymasını ortaya atmaz. Herhangi bir algının yanlış ı bilme olanağım sorgulamayı önerir, bunu yaparken de «bilim deki sağlam ve değişmez şeylerle» bir çelişkiye düşmemeye ç şır. Eğer Descartes kuşkuyu temel bir yöntem yapmak ve bı her şeye yaymak istiyorsa, bunu kuşku duyulmayacak bir ş ulaşarak sınırlan ortaya çıkarmak için öneriyordu.

Kuşkudan cogito’ya

Descartes’çı kuşku yöntemi bir zorunluluk olduğu için de gönüllü uygulanmaktadır ve kabul edilmesinin sebeblerini çoğ maya çalışmaktadır. Yöntem, tüm gücüyle kuşkulanma özgü ğünü gözler önüne sermektedir: «Gördüğüm her şeyin yanlış duğunu varsayıyorum», yöntemsel kuşkuyu hazırla; önerme budur; dolayısıyla Descartes’ın İlk Felsefe Üzerine Alet zik Düşüncelerde sınamaya tabi tutacağı önerme budur. Desca: bir yandan her şeyden kuşkulanamayacağım fark etmekte, dı yandan da çelişkiye düşmeden her şeyi varsaymamn (özellikle nıldığım şeyleri) olanaksızlığım saptamaktadır ve kuşkularım tan veya düşünmekten başka hiçbir şeyden emin olmamam öi sünde, varlığımın yalnızca düşünen bir şeyden ibaret olduğı anladım demektedir. Kesin olan benim düşünmemdir ve beı bulunan tüm düşüncelerdir; bu öznel kavrayıştan düşüncemin şındaki nesnelerin gerçekliği çıkmıyor. «Dolayısıyla, kesin ola söylenirse, ben düşünen bir şeyden başka bir şey değilim; yani zihin, bir anlama yetisi veya bir akılım»; böylece kendi doğaı çeşidi düşüncelere sahip olduğunu ve bunun bir özne olduğı kesin olarak biliyorum. Zihnin bu kendi bilgisi (tüm düşüncel) ilki), yeterince bilinmeyen şeylerin bilgisinden gelen bir şey de dir. Demek ki bu bilgiyi ilk ilke olarak kabul edebiliriz, çünkü t ka bir örneği olmayan bir kamt sağlamaktadır; zihnimiz «onu rüyor, onu duyumsuyor, ona dokunuyor».

Cogito (Latince’deki «Cogito ergo sum», «Düşünüyorum, öyle
feden uzaklaştırmaktadır…»

Descartes 1649’da, Kraliçe Christina’mn daveti üzerine ls\ gider. İklimin sertliği sebebiyle hastalanır ve bir ciğer iltihap ması sonucunda 11 şubat 1650’de Stockholm’de ölür.

DÜNYA BİLGİSİ

Modem felsefenin yolunu açan Descartes, ideaları, felsefi 1 nin gerçek nesneleri yaptı. Zihnin, bu idealarla şeyleri bild öne sürüyordu; kuşkusuz idealar zihnin içinden başka bir y bulunmamaktadır, ama ideaların zihnin dışındaki şeyleri te etme özelliği vardır. Oysa, eğer Descartes’m düşündüğü gibi leri idealar yoluyla biliyorsak, bu ideaların varolan şeylerle uy luğunun kanıtlanması gerekmektedir. Ancak bendeki idea, bı dışımdaki şeylerden ayrılmaz bir şeydir (gökyüzünü, ağacı önümdeki adamı gördüğümde, tüm bunlar gördüğüm şeylı ama aynı zamanda bunlar benim zihnimdeki ıdealardır); ideE analizi, şeylerin doğasım bilmeyi olanaklı kılan tek yoldur.

İnsan zihni

Eski Yunanlı büyük öncülerden farklı olarak Descartes, ş rin doğasım bilmeye olanak veren kavram ve ilkeleri insan ninde keşfetmeye çalışacaktır. Bilginin kaynağı olarak tan nan zihin, her türlü edinilmiş görüşten kurtulmalı ve onda ■ lan en basit olana yönelmelidir. Bu yolla ulaşılan temel kes lerden yola çıkarak, daha güçlükle kabul edilebilir olan hakil re doğru gitgide, yöntemsel olarak ilerlenebilir.

Descartes önce matematiğe yöneldi; matematik, zihnin 1< liğe ulaşabildiği tek bilgi alanıydı, kısır tartışmalara meydar miyordu; çünkü matematiğin nesneleri (sayılar ve şekiller) ma yetisi (anlak) için saydamdı. Ancak, şimdiye kadar elde e tüm bilgilerde matematikten yararlanılmamış olmasını ele: Descartes, zihnin güçlerinin temelsizce kullanımı karşısında tematiğin daha «üstün» bir kullanımından söz ediyordu. Bı la birlikte Descartes matematiğin bir savunusunu yapmarr dır ve diğer bilgileri matematiğin bir bölümüne indirgem kaçınmaktadır; bilgilerde, tüm zihinsel yapının sarsılmaz t olan kesinliğe ulaşmaya çalışmaktadır; şimdiye kadarsa yal matematik buna ulaşmıştır.

Kesinlik arzusunu ve gereğini kabul ettiren matematiğin, daki şeylerin, nesnelerin, özellikle fiziksel cisimlerin bilinir katkıda bulunması gerekirdi. Fiziksel cisimleri büyüklük, şe hareket kavramlarıyla bilmek, Aristoteles yandaşlarının yaJ-dukları, cisimlerin içkin nitelikleriyle, «özsel biçimleriyle mekten çok daha kolaydı.

Descartes, fiziğin temellerini Galilei ile hemen hemen ay manda ele almıştır. Descartes’a göre fiziğin görevi, doğanın duğundan veya doğal olanın ne olduğundan söz etmek de fiziğin görevi, doğa yasalarını keşfetmektir ve görünür dün ki çeşitli olguların açıklamasını yapmaktır; bunu yaparken c rensel özellikleriyle fizik gerçekliğe veya maddi gerçekliğe lanabılecek geometrik kavramlardan yararlanabilir. Ancak I rüşlerin Galilei’ninkilerle olan yakınlığını, önemli bir fark s maktadır: İtalyan bilim adamının fiziği matematik dille yaz ken ve ilk bilimsel yasa olan cisimlerin düşme yasasının yöntemine, Galilei matematiği sokarak modern bilimin y açmış, hatta modern bilimi kurmuşken, Descartes’ın fiz hiçbir matematiksel simge yer almamaktadır ve bu fizi «edebi» kalmaktadır.

Bilim ve felsefe

Sürekli olarak felsefî bir tasarıyla desteklenmiş Descarte: lim, yine de Evrenin ve şeylerin asıl yapılarını ortaya koym asında değildir; başka bir deyişle bilim, felsefenin yerini tı Descartes bir filozof olarak matematiği, bilginin çeşitli alanl hakikati araştırmak için bir yöntemin hazırlanmasında zoru araç olarak görmektedir; bir matematikçi olaraksa (kuşkusu cartes zamanının en büyük matematikçilerinden biriydi), klasik problem üzerinde çalışmalar yapmıştı. Bu problemi smda alan hesaplan, eğrilerin teğetlerinin belirlenmesi, çol meyenli cebirsel denklemlerin çözümleri bulunmaktadır; matiğe en önemli katkısı, geometri problemlerinin çözümü] metik ve cebiri sokmuş olmasıdır «Geometri», (Geometrie,

Fizikçi olaraksa Descartes, matematikte, oldukları hali simlerdeki madde kavrayışım içeren en basit kavramları gc tedir. Metot Üzerine Konıışma’nm (Discours de la methode) ci bölümü («Işık Kırılması» Dioptrique; «Göktaşları», Les i res ve «Geometri» adlı üç denemesine bir önsöz olarak düş bilecek bu bölüm), Descartes’ın fiziğe değinen önceki çalı
Rene Oescartesın Franz Hals tarafından yapılmış resmi (Louvre Müzesi, Paris). Filozof, insan doğasını «en üst yetkinlik derecesine» yükseltmek istiyordu.
İÇİNDEKİLER

DÜNYA BİLGİSİ KENDİNİ VE TANRIYI BİLMEK DESCARTES’ÇI AHLAK

rını genel çizgileriyle vermektedir; ancak 1633’te yazılan iki kitabın Tabiat Işığı ile Hakikati Arama (Le Monde ou Traite de la lu-miere) ve «İnsan Üzerine İnceleme» (Traite de l’homme) en temel sorunlarını ihmal etmeyen bu özet bölüm, yine de Descartes’çı bilimin ve tüm modern düşüncenin gerçek çıkış noktası olan ide-a ile nesnesi arasındaki ayrıma değinmemektedir.

Yazılarında çok sık matematiğe başvurmasının anlamı, ondan sürekli yararlanıldığı anlamına gelmiyor; filozof, matematik alemini, onu gücünü her şeye yaymaya çalışmamaktadır, özellikle maddi olmayan veya metafizik şeylere. Galilei’den farklı olarak Descartes, doğanın yapısının matematiksel olduğunu hiçbir zaman öne sürmemiştir. Buna karşın uzunluk, genişlik ve derinlik olarak mekanda bulunan cisimlerin ideasınm, insan zihninin fiziksel cisimlere ilişkin kavrayabildiği en açık ve seçik fikir olduğu kanısındadır. Hakikat arayışında hiçbir zaman matematikçilerin yöntemini öğütlememektedir: Onun önerdiği, kesin ve yadsınmaz ilkeler üzerine kurulan ve kesin sonuçlara ulaşmakta tek umut veren yöntem olan «uzun akıl zincirlerine» başvurmaktır.

Yöntemin kuralları

Aklın İdaresi Hakkında Kurallar (Regulae ad Directionem İn-genii, 1628) adlı, yarım kalan eserinde Descartes, bir tür buluş mantığının evrelerini ortaya koymaktadır; insan zihni, bu mantığın aracılığıyla bilinebilir tüm nesnelerin bilgisine ulaşmayı umabilir. Kuşkusuz bu eserde matematiksel akıl yürütmeler derinliğine ele alınmış, bir model olarak kurulmuştur; ama bu, özellikle zihnin bir etkinliği olan bu bilimin verimliliğiyle, geleneksel felsefeden miras kalmış mantık kurallarının kısırlığı arasındaki karşıtlığı göstermek içindir. Descartes’ın gözünde matematik bir yöntem olarak tanımlanmamak veya oluşturulmamalıdır; matematik daha çok, kendine özgü incelik ve kesinliğiyle bir yönteme yol açmalıdır. Söz konusu olan, «hakikat tohumlarına» doğal olarak sahip olan zihni işlemektir, onu uzmanlık çalışmalarıyla doldurmak ve sınırlamak değil. Çünkü böyle bir uğraş, zihnin evrensel yönelimlerinden uzaklaşmasına neden olacaktı. Descartes zihnin evrensel yönelimleriyle olanaksız bir genellemeyi veya yararsız bir bilgiyi değil, ama zihnin kendi güçlerinin, kendi sınırlarının, çeşitli uygulamaları yoluyla kendi birliğinin ve ana amacının bilgisini anlıyordu. Zihnin ana amacıysa
filozofun sık sık «doğal ışık» olan sözünü ettiği, akıldan bilinçli olarak yararlanmaktı.

Yöntem «doğru sırayı izlemekten» oluşmaktadır; bu doğru sıra «aritmetiğin kurallarına kesinlik veren» sıradır. Descartes, Metot Üzerine Konuşma’da. bu sırayı çok genel dört temel ilkeye indirger: bu kurallar her türlü özel konudan ne kadar bağımsızsa, «İnsan bilgeliğini» oluşturan bilimlerin ilkelerini bulmak isteyen zihnin, hakikatin sağlam olarak ortaya çıkması çabasına o kadar katkıda bulunacaktır. Zihin, buna ulaşmak için felsefeye döner. Ancak şu veya bu filozofun felsefesine değil, yalnızca kesinliğin ge-rekliliğince tanımlanmış, felsefenin henüz boş olan biçimine yönelerek bunu yapabilir; hiçbir özel bilgi bunu tümüyle karşılayamaz, çok çok formüle edilmesine yardımcı olabilir.

«Dünyanın en önemli şeyi olan» felsefenin ilkelerini ortaya koyma uğraşı için, her şeyden önce, bazı zihinlere son derece açık görünen, ama aslında öyle olmayan her şeyden kaçınmak gerekir, özellikle onlar hakkındaki açık ve seçik idealara bakarak kendi doğalarını ve dışsal şeyleri kavramak üzere yeterince çaba gösterilmemiş şeylerden kaçınmak gerekir.

Fiziksel Nesneler ve Düşünce

Descartes, insanların çoğunluğunun yaptığı gibi, görülen veya algılanan bir dışsal nesnenin muhakkak ona ait olduğunu ve böylece bu nesnenin imgesinin zihnimize damgasını vurduğunu kabul etmemizin geçerli olup olmadığını soruyor. Özellikle, mesela ateşin veya güneşin aydınlattığını söylediğimizde, zihnimizdeki ideanın ne olduğu sorusunu soruyor. Çünkü ışıklı veya renkli bir cismi görüyor olmamız, bu ışığın ya rengin cisimde bulunduğunu, veya onların özelliği olduğunu söylemek anlamına gelmiyor. Aslında hiçbir açık ve seçik fikir, hiçbir tutarlı temsil, bu sonuca karşılık gelemez. Descartes ışığın, ona neden olan fiziksel veya maddi nesneyle hiçbir benzerliği olmayan bir duygu olduğunu (duyum anlamında) veya zihinde bir idea olduğunu öne sürüyor. Bu, sesi incelerken tanık olduğumuz şeydir; havadaki titreşimlerden oluşan sesin, duyduklarımızla benzer hiçbir tarafı yoktur. Aynı şekilde, kelimelerin de zihnimizde uyandırdığı idealarla hiçbir ortak yanı yoktur.

Kuşkusuz bu tezleriyle Descartes, ideaların nesnelerine benzer oldukları yolundaki ortak inancı sarsmıştır. Duyumlar yoluyla taşınan nesnelerin imgelerinin bir kopya, sadık bir yansıma, «gerçek imge» olmadığını, ama kelimenin ideanın işareti olması gibi bir işaret olduğunu savunmuştur Descartes.

Tüm cisimlerin (dünyadaki veya göklerdeki) özü, yer kaplamadır, mekândır, ama süre, renk, ağırlık gibi diğer özellikler öznenin deneyimine bağımlıdır; dolayısıyla bu özellikler ondan bağımsız bir anlama sahip değildir. Böyle bir madde kavramı, bir yandan zihne bağımlı olan tüm özellikleri (kanı, eğilim gibi) dışlarken, diğer yandan bir dışsal nesnenin hareketlerinin duyumlar üzerindeki etkileri nedeniyle oluşan idealar olan duyulur nitelikleri de dışlamaktadır.

Bununla birlikte duyulur dünya ne bir yanılsamadır (bu sorun yine de algı ile fiziksel nesne arasındaki ikilik nedeniyle açık kalmaktadır), ne de bir yok-varlık. Buna karşılık, Descartes’a göre fizikî veya maddi cisimlerin özünü temsil eden anlama yetisinin ideaları, duygu ve düşüncelerimizi şeylere yöneltmemize olanak veren hayal gücünün (imgelemin) idealarıyla uyuşmamaktadır.

Bir nesnenin her hayali temsili, onun kavranışına bir sınırlama getirmektedir; bir cismin şeklini hayal ettiğimde, onu, maddi ci-simsel doğası değişmeden, alabileceği sonsuz biçimler içinde kavramama karşın, onu bir kare, bir çember vb olarak belirliyorum. Aym şekilde, görünür dünya, onu aynı dünya olarak bilen zihne alışılmış imgesini dayatmaktadır. Ancak, bunu bilebilmek için konuya başka bir biçimde yaklaşmak gerekir: biçimi değiştirerek bunu, algı alanını aşan olanaklara genişleterek. Bu serbestçe yapılan değiştirmelere ve varsayımlara direnen her şey, dünyanın özünü oluşturan şeylerin ortaya çıkmasına olanak veriyor.

Düşüncenin, görünür olandan farkını vurgulamak (ki alışılmış yaklaşım böyle bir farkın olmadığı yolundaydı), varlık dogmacılığından kurtulmaya ve böylece zihinde şeyleri temsil eden ide-alarm analiziyle şeylerin doğasının araştırılmasını sağlamaktadır. Zihin tarafından değiştirilemeyen ve onlardaki «gerçek ve değişmeyen doğayı» keşfetme olanağım veren işte bu koşuldur.

İki çalışma hipotezi: kaos ve otomat

Descartes’ın, eskisinin yerine yeni bir dünyanın görülmesine olanak veren fizik üzerine söylevi, bir fabl içinde verilmiştir. Descartes bunu, «bilgiç»lerle çatışmaya girmekten kaçınmak için yaptığını söylemektedir. Ama buradaki daha derin sebep şuydu: «Bir fablın
DISCOVRS CINQVIESM|!.
Metot Üzerine Kamşzs •

1668 basbsınüa3rs.ı~::\ bir nesneden ge sr § – = merceğinigeçtcs- s:~ı ~ üzerine düşmes ;is:r
BAŞLICA ESERLE

1628 ^

Khn”.V ^zZ-lz ız Direct:n“=“ ‘jz-zzzj, 1633 lal’î.v. .:■! _-/<£.j

Arjı^-.ı Lc . -1; Traite Cc i-1637 Metztiz— ■ ,ı (Dıscc.r; methsds 1641 llkh<,r- .z —

Prima ? hıi r 51 z .*■_ i 1644 Felsefe*:?:!^–”

(Pnnc:r:= . i: r r. 1649 Ruhunla-

(Les P2ss:cn= . iz*

rını genel çizgileriyle vermektedir; ancak 1633’te yazılan iki kitabın Tabiat Işığı ile Hakikati Arama (Le Monde ou Traite de la lu-miere) ve «İnsan Üzerine İnceleme» (Traite de l’homme) en temel sorunlarını ihmal etmeyen bu özet bölüm, yine de Descartes’çı bilimin ve tüm modern düşüncenin gerçek çıkış noktası olan ide-a ile nesnesi arasındaki ayrıma değinmemektedir.

Yazılarında çok sık matematiğe başvurmasının anlamı, ondan sürekli yararlanıldığı anlamına gelmiyor; filozof, matematik alemini, onu gücünü her şeye yaymaya çalışmamaktadır, özellikle maddi olmayan veya metafizik şeylere. Galilei’den farklı olarak Descartes, doğanın yapısının matematiksel olduğunu hiçbir zaman öne sürmemiştir. Buna karşın uzunluk, genişlik ve derinlik olarak mekanda bulunan cisimlerin ideasınm, insan zihninin fiziksel cisimlere ilişkin kavrayabildiği en açık ve seçik fikir olduğu kanısındadır. Hakikat arayışında hiçbir zaman matematikçilerin yöntemini öğütlememektedir: Onun önerdiği, kesin ve yadsınmaz ilkeler üzerine kurulan ve kesin sonuçlara ulaşmakta tek umut veren yöntem olan «uzun akıl zincirlerine» başvurmaktır.

Yöntemin kuralları

Aklın İdaresi Hakkında Kurallar (Regulae ad Directionem İn-genii, 1628) adlı, yarım kalan eserinde Descartes, bir tür buluş mantığının evrelerini ortaya koymaktadır; insan zihni, bu mantığın aracılığıyla bilinebilir tüm nesnelerin bilgisine ulaşmayı umabilir. Kuşkusuz bu eserde matematiksel akıl yürütmeler derinliğine ele alınmış, bir model olarak kurulmuştur; ama bu, özellikle zihnin bir etkinliği olan bu bilimin verimliliğiyle, geleneksel felsefeden miras kalmış mantık kurallarının kısırlığı arasındaki karşıtlığı göstermek içindir. Descartes’ın gözünde matematik bir yöntem olarak tanımlanmamak veya oluşturulmamalıdır; matematik daha çok, kendine özgü incelik ve kesinliğiyle bir yönteme yol açmalıdır. Söz konusu olan, «hakikat tohumlarına» doğal olarak sahip olan zihni işlemektir, onu uzmanlık çalışmalarıyla doldurmak ve sınırlamak değil. Çünkü böyle bir uğraş, zihnin evrensel yönelimlerinden uzaklaşmasına neden olacaktı. Descartes zihnin evrensel yönelimleriyle olanaksız bir genellemeyi veya yararsız bir bilgiyi değil, ama zihnin kendi güçlerinin, kendi sınırlarının, çeşitli uygulamaları yoluyla kendi birliğinin ve ana amacının bilgisini anlıyordu. Zihnin ana amacıysa
filozofun sık sık «doğal ışık» olan sözünü ettiği, akıldan bilinçli olarak yararlanmaktı.

Yöntem «doğru sırayı izlemekten» oluşmaktadır; bu doğru sıra «aritmetiğin kurallarına kesinlik veren» sıradır. Descartes, Metot Üzerine Konuşma’da. bu sırayı çok genel dört temel ilkeye indirger: bu kurallar her türlü özel konudan ne kadar bağımsızsa, «İnsan bilgeliğini» oluşturan bilimlerin ilkelerini bulmak isteyen zihnin, hakikatin sağlam olarak ortaya çıkması çabasına o kadar katkıda bulunacaktır. Zihin, buna ulaşmak için felsefeye döner. Ancak şu veya bu filozofun felsefesine değil, yalnızca kesinliğin ge-rekliliğince tanımlanmış, felsefenin henüz boş olan biçimine yönelerek bunu yapabilir; hiçbir özel bilgi bunu tümüyle karşılayamaz, çok çok formüle edilmesine yardımcı olabilir.

«Dünyanın en önemli şeyi olan» felsefenin ilkelerini ortaya koyma uğraşı için, her şeyden önce, bazı zihinlere son derece açık görünen, ama aslında öyle olmayan her şeyden kaçınmak gerekir, özellikle onlar hakkındaki açık ve seçik idealara bakarak kendi doğalarını ve dışsal şeyleri kavramak üzere yeterince çaba gösterilmemiş şeylerden kaçınmak gerekir.

Fiziksel Nesneler ve Düşünce

Descartes, insanların çoğunluğunun yaptığı gibi, görülen veya algılanan bir dışsal nesnenin muhakkak ona ait olduğunu ve böylece bu nesnenin imgesinin zihnimize damgasını vurduğunu kabul etmemizin geçerli olup olmadığını soruyor. Özellikle, mesela ateşin veya güneşin aydınlattığını söylediğimizde, zihnimizdeki ideanın ne olduğu sorusunu soruyor. Çünkü ışıklı veya renkli bir cismi görüyor olmamız, bu ışığın ya rengin cisimde bulunduğunu, veya onların özelliği olduğunu söylemek anlamına gelmiyor. Aslında hiçbir açık ve seçik fikir, hiçbir tutarlı temsil, bu sonuca karşılık gelemez. Descartes ışığın, ona neden olan fiziksel veya maddi nesneyle hiçbir benzerliği olmayan bir duygu olduğunu (duyum anlamında) veya zihinde bir idea olduğunu öne sürüyor. Bu, sesi incelerken tanık olduğumuz şeydir; havadaki titreşimlerden oluşan sesin, duyduklarımızla benzer hiçbir tarafı yoktur. Aynı şekilde, kelimelerin de zihnimizde uyandırdığı idealarla hiçbir ortak yanı yoktur.

Kuşkusuz bu tezleriyle Descartes, ideaların nesnelerine benzer oldukları yolundaki ortak inancı sarsmıştır. Duyumlar yoluyla taşınan nesnelerin imgelerinin bir kopya, sadık bir yansıma, «gerçek imge» olmadığını, ama kelimenin ideanın işareti olması gibi bir işaret olduğunu savunmuştur Descartes.

Tüm cisimlerin (dünyadaki veya göklerdeki) özü, yer kaplamadır, mekândır, ama süre, renk, ağırlık gibi diğer özellikler öznenin deneyimine bağımlıdır; dolayısıyla bu özellikler ondan bağımsız bir anlama sahip değildir. Böyle bir madde kavramı, bir yandan zihne bağımlı olan tüm özellikleri (kanı, eğilim gibi) dışlarken, diğer yandan bir dışsal nesnenin hareketlerinin duyumlar üzerindeki etkileri nedeniyle oluşan idealar olan duyulur nitelikleri de dışlamaktadır.

Bununla birlikte duyulur dünya ne bir yanılsamadır (bu sorun yine de algı ile fiziksel nesne arasındaki ikilik nedeniyle açık kalmaktadır), ne de bir yok-varlık. Buna karşılık, Descartes’a göre fizikî veya maddi cisimlerin özünü temsil eden anlama yetisinin ideaları, duygu ve düşüncelerimizi şeylere yöneltmemize olanak veren hayal gücünün (imgelemin) idealarıyla uyuşmamaktadır.

Bir nesnenin her hayali temsili, onun kavranışına bir sınırlama getirmektedir; bir cismin şeklini hayal ettiğimde, onu, maddi ci-simsel doğası değişmeden, alabileceği sonsuz biçimler içinde kavramama karşın, onu bir kare, bir çember vb olarak belirliyorum. Aym şekilde, görünür dünya, onu aynı dünya olarak bilen zihne alışılmış imgesini dayatmaktadır. Ancak, bunu bilebilmek için konuya başka bir biçimde yaklaşmak gerekir: biçimi değiştirerek bunu, algı alanını aşan olanaklara genişleterek. Bu serbestçe yapılan değiştirmelere ve varsayımlara direnen her şey, dünyanın özünü oluşturan şeylerin ortaya çıkmasına olanak veriyor.

Düşüncenin, görünür olandan farkını vurgulamak (ki alışılmış yaklaşım böyle bir farkın olmadığı yolundaydı), varlık dogmacılığından kurtulmaya ve böylece zihinde şeyleri temsil eden ide-alarm analiziyle şeylerin doğasının araştırılmasını sağlamaktadır. Zihin tarafından değiştirilemeyen ve onlardaki «gerçek ve değişmeyen doğayı» keşfetme olanağım veren işte bu koşuldur.

İki çalışma hipotezi: kaos ve otomat

Descartes’ın, eskisinin yerine yeni bir dünyanın görülmesine olanak veren fizik üzerine söylevi, bir fabl içinde verilmiştir. Descartes bunu, «bilgiç»lerle çatışmaya girmekten kaçınmak için yaptığını söylemektedir. Ama buradaki daha derin sebep şuydu: «Bir fablın
DISCOVRS CINQVIESM|!.
Metot Üzerine Kamşzs •

1668 basbsınüa3rs.ı~::\ bir nesneden ge sr § – = merceğinigeçtcs- s:~ı ~ üzerine düşmes ;is:r
BAŞLICA ESERLE

1628 ^

Khn”.V ^zZ-lz ız Direct:n“=“ ‘jz-zzzj, 1633 lal’î.v. .:■! _-/<£.j

Arjı^-.ı Lc . -1; Traite Cc i-1637 Metztiz— ■ ,ı (Dıscc.r; methsds 1641 llkh<,r- .z —

Prima ? hıi r 51 z .*■_ i 1644 Felsefe*:?:!^–”

(Pnnc:r:= . i: r r. 1649 Ruhunla-

(Les P2ss:cn= . iz*

Kraliçe Christine’in sarayında,

(Pierre Dumesnil, Versailles Tarih Müzesi, Paris). Ekim 1649’da İsveç’e vardığında, filozof ölümünden kısa bir süre önce Katolik imanın tüm coşkusuna ulaşmış görünüyordu.
icadı», anlık kanıdan bir kenara bırakmaya ve yalnızca bir dünyanın varolması için zorunlu olan düşünceye güvenmeye olanak vermektedir, yani bu dünyada gözlenen tüm olguları ortaya koymaya olanak veren şeyler düzenine güvenmeye olanak vermektedir.

Bu «saklama özgürlüğü», hayal gücüyle düş kurmanın tümüyle tersidir; şu kararın kabul edilmesinden doğmuştur: yalmzca ele alınan nesnenin doğasından ayrılamayacak ideaları doğru olarak kabul etmek. Bu dünyayı bilinir kılan şeylerden, doğayı sorgulamayı bir kenara bırakacak derecede uzak kalındığında, geriye bir «kaos»tan başka bir şey kalmıyor. Bu kaos, yaradılışın ilk anında Tanrı tarafından verilen doğa yasalarım almaya hazır durumdaydı ve «meydana çıkarmaya» ve ona «son derece yetkin bir dünyanın biçimini» vermek için yeterli durumdaydı. Demek ki, saklama özgürlüğünü elde tutarak, onların bilmemezlik-ten gelinemeyecek gerçek şeyler olduklarım anlıyoruz. Aynı şekilde, ışığın doğasım temsil edebilmek için, bir an körün değneğine dayanmak gerekir; bu, nasıl insanın açık körlüğü «Iştk Kırılması» ortadan kaldırırsa, dünyanın gerçek yapısını bilebilmek için de bir kaosa gerek vardır.

Bu değişme yönteminin diğer örnekleri insana veya daha çok insan bedenine bağlıdır. Descartes insan bedeninin tasvirini, ruhu ondan soyudayarak yapıyor, çünkü yalmzca bedensel işlevlerin a-çıklanması için ruhun bu işe dahil edilmesi, Descartes’a göre, hiçbir biçimde gerekmemektedir. Descartes, bedeni bir otomatınkiy-le bir tutma varsayımında bulunuyor; bedenlerin ve onların iyi bilinen şekillerinin gizlice «organlarımızla ve bir maymunun şekli ile … veya bedenlerimizle benzeşen» makinelerle yer değiştirdiğini varsayıyor.

Descartes’a göre, bir makineyi bir maymundan ayırt edeme-sek bile, «gerçek insanları» ayırt edebilmek için elimizde «çok kesin iki araç» vardır.

İlkin bu makinelerin konuşmalarım dinlemek gerekir ki, bunların söylediklerinin anlamlı olduğu ve gerçekten sorulan sorulara cevap verdikleri veya aksine, bedensel uyarılara karşı tepki gösterip bir makine gibi sözler söyledikleri anlaşılabilsin. Bundan başka bir de davranışlarını incelemek gerekir ki, yetkinlik derecelerine göre doğa tarafından mı yapılmışlar, yoksa yalnızca bir zekâ tarafından mı yapıldıkları ve davranışlarım yeni durumlara göre ayarlayıp ayarlamayadıkları anlaşılabilsin. Eğer tüm bunları yapabiliyorsa bu, bir aklın varlığının göstergesi olacaktır. Akıl, «her türlü durumda kullanılabilecek evrensel bir araç»tır. Eğer bu makineler düşündükleri gibi konuşuyorlarsa ve eğer düşünüyorlarsa, bunlar gerçek insanlardır.
KENDİNİ VE TANRIYI BİLMEK

Descartes’çı metafizik ve ahlak, temelde aym ana öğeyi oluştu önermeye başvurur «ruh bedenden ayrıdır ve her zaman düşüni

Descartes’çı metafizik

Descartes’çı metafiziğin büyük eseri; İlk Felsefe Üzerine Met zik Düşüncelerde (Meditationes de Prima Philosophia) Descar metafiziğin ilk felsefeye ilişkin olduğunu ve diğer bilimleri bir tem altında toplamak için onlardan sonra gelmediğini ortaya yar. Metafizik, belirli nesnelere bağımlı tüm bilgilerin (bilinçli ya değil) dayandığı temelin araştınlması demektir. Bu temelin nelde kendinden bir varlığı yoktur, ama zihin tüm insan bilg rinde ortak olan kavramları keşfetmek için kendine döner. Ba bir çok yerde olduğu gibi Descartes’ta da metafizik, yaşamda defa de olsa, şeylerin alışılmış akışım bir kenara bırakarak, zih şimdiye kadar doğru kabul ettiği kanıların neye dayandığını ruşturmaktır. Zihnin özgürlüğü (anlama yetisinin incelenme: de hiçbir şeyin dışarıda bırakılmaması iradesi), kesinlik arayı: da vazgeçilemeyecek tek koşuldur.

Descartes 1630’da itibaren (İlk Felsefe Üzerine Metafizik Düş celebin Latince olarak yazılmasından on yıl önce), metafizik ilahiyatı çok açık olarak birbirinden ayırıyor; bir yanda yalm insan aklına başvuran metafizik, diğer yandaysa Tanrı esinini vahiyi de hesaba katan ilahiyat. Oysa ilahiyatın bu özelliği, al iki kullanımıyla (doğal ışıkla) uyumsuz görünüyordu; çünkü ; kesinlik taşımayan bir şeyi doğru olarak kabul edemezdi. Des< tes bu ikilemi şöyle çözdü: Tanrı, insana aklın kullanımını, 7 rı’yı ve kendisini bilsin diye vermiştir.

Descartes’çı metafizik genelde varlık üzerinde değil, ama ö: ri ve varoluşları ayrılamaz olan varlıklar üzerinde durmuştur; r tafiziğin hedefi Tanrı’nın varlığını kanıtlamak ve beden ile arasındaki ayrımı göstermektedir. Maddi olmayan veya zihir olan «şeyler» yalmzca anlama yetisi tarafından kavranabilir anlama yetisi «şeyler»i hayal etmeye değil kavramaya çalışm dır, bunu yaparken de duyulur şeylerle herhangi bir benze: (analoji) yapmaktan uzak durmalıdır. Duyulur şeyler, sürekli ( rak kavranabilir şeylere doğru yükselen bir gidişte bir hare noktası olamazlar, aksine en kolay bunların varlıklarından kuş lamlabilir; dışsal şeylerin varlığı hiçbir biçimde kesin değildiı ancak varsayılmış olabilir.

Duyulur dünyadaki tasarımların sağlamlıktan ne kadar u: olduklarını göstermek için Descartes, geleneksel düş muhakeı sine başvurur. Buna göre düş ile uyanıklık durumunu birbirini ayırt edebilecek hiçbir kesin ölçüt yoktur. Ancak Descartes, ] mzca kuşku duymak için kuşku duyan kuşkuculara da pek iti etmez; mesela oturmakta olan bir adamın kendi konumum kuşku duymasını ortaya atmaz. Herhangi bir algının yanlış ı bilme olanağım sorgulamayı önerir, bunu yaparken de «bilim deki sağlam ve değişmez şeylerle» bir çelişkiye düşmemeye ç şır. Eğer Descartes kuşkuyu temel bir yöntem yapmak ve bı her şeye yaymak istiyorsa, bunu kuşku duyulmayacak bir ş ulaşarak sınırlan ortaya çıkarmak için öneriyordu.

Kuşkudan cogito’ya

Descartes’çı kuşku yöntemi bir zorunluluk olduğu için de gönüllü uygulanmaktadır ve kabul edilmesinin sebeblerini çoğ maya çalışmaktadır. Yöntem, tüm gücüyle kuşkulanma özgü ğünü gözler önüne sermektedir: «Gördüğüm her şeyin yanlış duğunu varsayıyorum», yöntemsel kuşkuyu hazırla; önerme budur; dolayısıyla Descartes’ın İlk Felsefe Üzerine Alet zik Düşüncelerde sınamaya tabi tutacağı önerme budur. Desca: bir yandan her şeyden kuşkulanamayacağım fark etmekte, dı yandan da çelişkiye düşmeden her şeyi varsaymamn (özellikle nıldığım şeyleri) olanaksızlığım saptamaktadır ve kuşkularım tan veya düşünmekten başka hiçbir şeyden emin olmamam öi sünde, varlığımın yalnızca düşünen bir şeyden ibaret olduğı anladım demektedir. Kesin olan benim düşünmemdir ve beı bulunan tüm düşüncelerdir; bu öznel kavrayıştan düşüncemin şındaki nesnelerin gerçekliği çıkmıyor. «Dolayısıyla, kesin ola söylenirse, ben düşünen bir şeyden başka bir şey değilim; yani zihin, bir anlama yetisi veya bir akılım»; böylece kendi doğaı çeşidi düşüncelere sahip olduğunu ve bunun bir özne olduğı kesin olarak biliyorum. Zihnin bu kendi bilgisi (tüm düşüncel) ilki), yeterince bilinmeyen şeylerin bilgisinden gelen bir şey de dir. Demek ki bu bilgiyi ilk ilke olarak kabul edebiliriz, çünkü t ka bir örneği olmayan bir kamt sağlamaktadır; zihnimiz «onu rüyor, onu duyumsuyor, ona dokunuyor».

Cogito (Latince’deki «Cogito ergo sum», «Düşünüyorum, öyle

Aklını iyi kullanmak ve bilimlerde doğruyu aramak için

METOT ÜZERİNE KONUŞMA

)nce Frasızca olarak yazıldı ve Leiden’de yazar adı belirtilmeksizin ’ayımlandı. Dioptrique (Diyoptrik), Meteores (Meteorlar) ve Geometrie Geometri) adlı incelemelerin önsözü olarak düşünülmüştü. 1644’te .atinceye çevrildi. Konuşma doğrunun araştırılmasını sağlayacak raçların tanımlanması amacını güder. Descartes, bu eserinde «dünya-la en iyi paylaştırılmış şey» olan sağduyunun dayandığı ilkelerden rola çıkarak bilimi kurma denemesine girişir. Ona göre, yöntem iyi :ullanılırsa, doğru olarak akıl yürüten herkes, bir otorite edasıyla ileri ürülen herhangi bir kanıtı reddedebilir.

)escartes o güne kadar edinilmiş çeşitli bilgileri (şiir, belagat) kuşkulu •ldukları için bir yana iter; «sanılar»ın alanı olarak gördüğü felsefeden öz etmez ve «pek hızlı yol alamasa bile, düşmekten korunacak kadar ğır ilerlemeye ve her konuda çok sakıngan davranmaya karar» verir, ‘ontemin dört kuralından birincisi şudur: «Doğruluğunu apaçık ola-ak bilmediğim hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemek […] ve yargı-mmda, ancak kendilerinden kuşku duyulamayacak kadar açık ve se-ik olarak kavradığım şeylere yer vermek». Yönetimin öteki üç kura-çeşitli doğrulan mantıklı bir sıraya göre düzenleyecek biçimde, «ak-. doğru kullanma»yı sağlamayı amaçlar. Bunun için Descartes, yönteminin üç kuralını geometricilerin üç yönteminden alır. Bu kurallar unlardır: çözümleme kuralı: «inceleyeceğim güçlükleri daha iyi çözüm-;mek için her birini, olabildiğince ve gerektiğince çok parçaya ayırmak»; bireşim kuralı: «en basit ve anlaşılması en kolay nesnelerden iaşlayarak, tıpkı bir merdivenden basamak çıkar gibi, en bileşik şey-;rin bilgisine yavaş yavaş yükselmek için […] düşüncelerini, bir sıra-’a göre yürütmek», ve nihayet sayma kuralı: «hiçbir şeyi unutmadı-;ımdan emin olmak için, her yandan eksiksiz sayımlar ve genel kont-□11er yapmak». Metot üzerine konuşma, düşünce tarihinin temel metinlerinden biridir.
rım») felsefeye yeni bir yol açmıştır, bununla birlikte bazı karşı malara da meydan vermiştir. Descartes’a ana eleştirilerden biri-Hobbes yapmıştır: önermenin ilk kısmından («düşünüyorum»), nim düşünen bir şey olduğum (rescogitans) sonucu çıkarılamaz, nkü düşünceden farklı olabilecek bu «düşünen şey» neden bir im olmasın? Şey, tözle (cevherle) eşanlamlıdır ve varlığın birliği lamına gelmektedir. Zihnim cismi birideayla kavrar, bu idea ken-lini kavrayan ideadan tümüyle farklıdır. Cisim mekândır (yer plamadır), zihin (ruh) bilinçtir; bu tözlerden her birinin, ne ise o naları için başka bir şeye ihtiyaçları yoktur, ideanın, düşüncenin ; verisi düzeyine yükseltilmesi, Aristoteles7çi gelenekle pek az nzer olan bir metafiziğin olanağına ve tutarlılığına bağlıdır.

Tanrının varlığı

Descartes, dünyayla, dışsal olanla ilgili hiçbir destek almadan nrı’mn varlığını kanıtlamaktadır. Kuşku konusu olan dış dün-nın varlığı, bir eksiklik olacağı yerde Tanrısal hakikatin güven-sini oluşturmaktadır; Descartes, dış dünyanın varlığım Tanrımn rlığı fikrinde bulmaktadır. Tümüyle şematize edildiğinde, Tanım varlığı muhakemesi, cogito muhakemesi kadar şaşırtıcı bir sidiğe sahiptir: yetkin olmayan ve sonlu bir varlık olarak ben, tr Tanrı olmasaydı, yetkin ve sonsuz bir varlık olan Tanrı’mn :asma sahip olmayacaktım; başka bir deyişle böyle bir idea ger-

< veya var olan bir varlığı temsil etmemiş olsaydı, böyle bir :a benim gibi sonlu ve yetkin olmayan bir varlıkta olmazdı.
DESCARTES
Tann vardır, çünkü onun ideasına sahibim. Onu gerçek bir idea olarak bilmeden, yani zihnin bir kurgusu olarak değil, gerçek bir şeyin idea olarak bilmeden onu düşünemezdim. Bir anlamda sonsuzluk ve yetkinlik ideası, bizim anlama yetimizin sonlu kapasitesiyle karşılaştırılabilir değildir; bundan dolayı Tanrı kavranamaz, ancak tasarlanabilir veya ona inanılır. Descartes’ta, açık ve seçik fikir hiçbir zaman temsil ettiği şeyin tam olarak kavranması anlamına gelmiyor. Ama diğer yandan sonsuzluk fikri (ideası) kendi ideasın-dan ayrılamaz; bu ise, zanaatkarın eserine damgasını vurması gibi bana verilmiştir; eser, damgamn kendisidir ve ben kendimi kavramadan bu benzerliği kavrayamam. insanın kendi içinde bulduğu en büyük ve en mükemmel şeyi, irade (veya cüzî irade) çerçevesinde tamma imkâm buradan gelir. Benim, Tann’mn görüntüsünü taşıdığımı ve ona benzediğimi anlamamı sağlayan da, öncelikle, Descartes felsefesinin temel direklerinden biri olan bu imkândır.

DESCARTES’ÇI AHLAK

Descartes’çı ahlak, ana görevi tutkuları düzenlemek olan özgür iradeden başka bir temele sahip değildir. İnsan bu dünyada sürekli olarak bir sınavdan geçmektedir; ruhu, bedeninden gerçekten ayrı olsa da, onunla bir bütün oluşturmayacak derecede onunla birleşmemiş değildir. Descartes Metot Üzerine Konuşma’mn üçüncü bölümünde, felsefî olarak temellenmiş bir ahlak beklentisi içinde, «geçici bir ahlak» oluşturan birkaç özdeyiş dile getirdi. Ancak «en yüksek ve en yetkin ahlaka» ulaşmayı düşünmektedir; çünkü böyle bir ahlak anlayışına ulaşmak çok sayıda bilgiyi (özel-like tıp alamnda) gerektirmektedir ki, ömrü bu bilgilere ulaşmaya ve onları bilimsel bir sıra içinde ortaya koymaya yetmeyecektir.

Descartes için ahlak, dış dünyamn karşıtlığına karşı ve «ka-der»in karşımıza çıkardığı her türlü acıya karşı bir avunma disiplini değildir. Felsefenin pratik bir amacı vardır; şu anlamda ki «bizi doğamn efendisi ve sahibi yapmak için» fiziği ve mekaniği (bundan böyle bunlar birbirinden ayrılmazdır) kullanmak zorundadır. Descartes bunları yazarken özellikle tıbbı düşünüyordu; çünkü bir yandan beden, Descartes için, hiçbir kınama veya denetleme konusu değildi, diğer yandan da zihin ona öylesine bağımlıydı ki, tıp bu bağımlılığın bir köleliğe dönüşmesini önlemek için ahlakla birlikte hareket etmeliydi.

Descartes yaşamımn son yıllarında, ruhun ve bedenin temeldeki birliğini araştırmak ve böylece bir ahlak tasarısı oluşturmak için metafizik ve spekülatif bilimleri ikinci plana itiyordu. Bu ahlak tasarısı kuşkusuz onun düşündüğü biçim ve tutarlılığa sahip değildi. Descartes’m 1643’ten itibaren Prenses Elisabeth’e yazdığı mektuplarda, bu ahlakın ilkçağ ahlak anlayışlarından gelen çok sayıda öğeyi birleştirdiğini, ama Descartes’çı felsefenin ilkeleriyle de esas anlamını ifade edecek şekilde sürekli olarak kendini düzenlediğini görmek olanakdır. Descartes 1649’un başında yayımlanan Ruhun İhtirasları (les Passions de I’âme) adlı kitabım yazmaya bu nedenle girişir; bu incelemesinde bir ahlakçı olarak değil, bir «fizikçi» olarak tutkuların ruhta doğmasımn farklı durumlarını, yani onu etkileyen ve sarsan duyguları, bedenin işlevlerinden bağımsız olarak mekanizmasını açıklamaya çalışmaktadır.

Yalmzca anlama yetisi tarafından algılanan idealardan farklı olarak tutkular, her zaman bedenin mevcut durumuna, dışsal şeyler ve olayların onun üzerinde yaratmış olduğu değişimlere bağlı bir takım tasarımlardır. Descartes’çı «fizyoloji», fiziğin aksine (ki fizik, maddi şeylerin ne olduklarım araştırmaktadır, ne için yapılmış olduklarım değil), bedenin çeşidi harekederinde (ki bu harekeder ruhun katkısı olmadan yapılmaktadır), bedene yararlı veya şu veya bu fırsat için uygun duygu ve düşünceleri ruha vermek için bedenin «doğasından gelen» düzenleri ayırt etmeye çalışır.

Demek ki tutkular insan yaşamımn ve öznelliğinin bizzat tözünü oluşturuyor. Onları kabul etmemek, kınamak, insan yaşamını kınamaktır. Descartes «yaşamın tadım ve büyük mutluluğu» yalnızca tutkuların kullanımında görmektedir.

Ancak tutkuların kullanımıyla ilgili Descartes’ta sık sık rasda-nan bu ifadelere dikkat etmek gerekir. Tutkuların erekliliği, onları kendiliğinden geçerli yapmıyor ve ruhu asıl işlevi olan yargıdan alıkoymuyor. Tutkuların «tümünün iyi» olması demek, insanların her zaman onları en iyi şekilde kullandıkları anlamına gelmemektedir; çünkü onunla temas eden her şeyi değerlendiren, büyüklük ve önemlerini tayin eden ruhtur. Descartes’çı tüm ahlak ilkelerinin kesişme noktası olan göreve gelince, onun için şunlar söylenebilir; tutkuları yönlendirmek, onların efendisi olmak, yani onları ustalıkla idare etmek ve onlan köreltmemek; çünkü böyle bir durum, bizim özgürlük duygumuza eşlik eden tutkuları duyumsama heyecanından ve neşesinden bizi mahrum edecektir. □
«İnsan Özerine İnceleme» Cisimleri ayıran uzaklığın nasıl algılandığını açıklayan mekanizmayı gösteren levha.
AYRICA BAKINIZ

– Ma ahlak

■ IMMŞU bilgi

– ib.ansli felsefe

• iMi&l Leibniz (Gottfried

Wilheim)

• imrlj metafizik

– IB.ANSU Pascal (Blaise)

• Mim Spinoza (Baruch)

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*