wiki

ENDERÛN

ENDERÛN; Osmanlı sarayında, devlet işlerini
görecek olanların sistemli tarzda mükemmel bir
tahsile tâbi tutuldukları ve terbiyenin öğretildiği
müessese. Sarayın iç kısmı mânâsına gelmekte
olup, “Enderûn-ı Hümâyûn” şeklinde de kullanılırdı.
İstanbul’un alınmasından sonra Fâtih, Topkapı
Sarayını yaptırdı. Dört tarafı surlarla çevrili
bu saray; değirmenleri, fırınları, bostanları, silah
depoları, koğuşları ve mescitleriyle âdetâ bir kasaba
idi. Mutfaklarında günde yirmi bin kişiye
yemek dağıtılıyordu. Fâtih, Osmanlı Devletinin
teşkilâtını temelleştirirken, Enderûn’u da sağlam
esâslara oturttu. Meşhur Kânûnnâmesin’de Enderim
için bâzı maddeler koydu. Enderun, Fâtih’in
büyütmesiyle de kalmadı. Osmanlı hudutları büyüdükçe
buna paralel olarak saray teşkilâtı da genişletildi.
Sarayın enderun halkını, devşirme denilen
bâzı Hıristiyan tebaa çocuklan veya harplerde
esir alınıp yetiştirilen gençler meydana getirmekteydi.
Bunlar devşirme kânununa göre sekiz ilâ on
sekiz yaşları arasında toplanıp önce Edirne Sarayı,
Galata Sarayı, İbrâhim Paşa Sarayı gibi saraylarda
tahsil ettirilip, Türk-İslâm âdet ve geleneklerine
göre yetiştirilirdi.
Bu saraylarda eğitim gören içoğlanlanndan başarılı
olanları, belli aralıklarla çıkma denilen usûl
ile ihtiyaca göre Enderûn Mektebine alınır, diğerleri
ise Kapıkulu Süvârî Bölüklerine gönderilirdi,
Topkapı Sarayı Enderûn Mektebinde, hem
devlet adamı veya sanatkâr olmak üzere tahsil ve
terbiye gören, hem de çeşitli hizmetierde bulu
nan içoğlanları (gılâmân-ı enderûn) altı odaya ayrılmışlardı.
Aşağıdan yukarıya doğru bu altı oda
şunlardır: 1) Büyük ve küçük odalar, 2) Doğancı
koğuşu, 3) Seferli odası, 4) Kiler, 5) Hazîne odası,
6 ) Has oda.
Topkapı Sarayı içoğlanlan dolamalı ve kaftanlı
olarak iki sınıf idiler. Büyük ve küçük oda gılmanlarına,
dolama giydiklerinden dolayı dolamalı,
seferli, kiler, hazine ve has oda gılmanlarına
da kaftan giydikleri için kaftanlı denilirdi.
Enderûn mektebinde ilk müfredât programı;
Kurân-ı kerîm, ilm-i hâl, tecvit gibi sâdece dînî bilgileri
öğreten derslerden ibâretti. İkinci Murad
zamânında müfredât programları geliştirilip; tefsir,
hadis, fıkıh, ferâiz, şiir ve inşâ, hey’et, hendese,
coğrafya, ilm-i kelâm, mantık, meânî, bedî’ ve
beyân ile hikmet dersleri verilmeye başlandı.
Enderûn mekteplerine alman içoğlanları öncelikle
buradaki hazırlık sınıflan olan küçük ve büyük
oda gılmanları arasına katılırlardı. Buradaki
okuma-yazma, özellikle Kur’ân-ı kerîm tahsiliyle
ilgili derslerdi. Buradan doğancı koğuşuna geçen
içoğlanları eğitim ve öğretime devâm ederlerdi.
Doğancı koğuşunun 1675’te kaldırılmasından sonra
yüksek tahsilin ilk basamağı seferli odası oldu.Enderûn Mektebinde asıl eğitimin başladığı bu
odada tetimme medreselerine denk bir eğitim gören
içoğlanları, dersleri dışında Farsça okumak
ve en az bir zanâat, sanat veya fenle (zekâ tesbiti
sonunda belirlenen istidâtlarına göre) ilgilenmek
zorundaydı. Bunlar dışında ata binmek, iyi silâh
kullanmak isteyenler, iyi bir silâhşor olarak yetiştirilirlerdi.
Güzel yazı (hüsn-i hat), cilt sanatı,
tezhib, tasvir, mîmârî gibi sanatları öğrenmek isteyenler,
şiir, edebiyât ve tıp, matematik, hendese
gibi bilimlere ilgi duyanlar da ilgilendikleri alanlarda
sarayda görevli bilginlere veya ehl-i hıref-i
hassa (sarayda bulunan mesleğinde ehil sanat erbâbı)
üstatlarına devâm ederlerdi. Bunlar için hükümetçe
zamânın en büyük sanatkâr ve bilim
adamları görevlendirilir, saray-ı hümâyûn hocaları
ünvânmı alan bu üstatlar, haftada bir defâ Enderûn
Mektebine gelirler, öğrenciler tarafından karşılandıktan
sonra da o günkü konuyu işlemeye başlarlardı.
İçoğlanları, aldıkları bu dersle yetinmezler,
kendilerinden eski olan oda kıdemlilerinin
çevrelerinde dört-altı kişilik gruplar meydana getirerek,
kendi kendilerine küme çalışmalarına devâm
ederlerdi. Böylece yedi-sekiz yıllık bir eğitim
ve öğretimi bitiren delikanlılar ya bir üst sınıfa geçerler,
ya bir saray görevine tâyin edilirler veya uygun
bir subaylıkla saray dışına verilirlerdi. Daha
sonra sırasıyla Kiler ve Hazîne odasında eğitim gören
gılâmân-ı enderûn en son Has Oda denilen
bölüme gelirlerdi.
Has Odadakiler Enderûn Mektebinin elit (en
yüksek) kısmı idiler. Genç olmalarına rağmen büyük
bir mevkiye sâhjb olurlardı. Burada bulunanlara
devrin en yüksek eğitimi ve öğretimi verilirdi.
Buradaki eğitimin ana hedefi elemanları idârecilik
yönünden yetiştirmekti.Has odalılar eski ve acemiliklerine göre dış
hizmete çıkarılırlardı. Eğer eskilerden ise müteferrikacılık,
acemi ise çâşnigirlikle çıkardı. Has odalıların
sancak beyliği ile çıktıkları da görülürdü.
Enderûn’a âit bütün odaların ve koğuşların harfi
harfine tatbik edilen nizâmnâmeleri vardı. Tertip
ve tanzim edilmemiş, kendi hâlinde bırakılmış
hiçbir şey yoktu. Koğuşlarda disiplin son derece
sıkı idi. Yatılıp kalkılacak ve dinlenilecek
zamanlar da dakika şaşmazdı. Has odalılar hâriç,
diğer dâire mensupları güneşin doğmasından iki saat
önce kalkarlardı. Kalkış ve yatış saatleri güneşin
doğuş ve yatsı namazının vaktine göre devamlı
değişirdi. Yatsı namazı cemâatle kılındıktan
sonra hemen yatılırdı. Bu esaslar doğrultusunda kurulup
teşkilâtlanan Enderûn-ı Hümâyûn Mektebi,
kuruluşundan îtibâren aşağı yukarı devletin bütün
büyük siyâsî ve askerî memurlarını yetiştirdi. Bu
memurlar, mektepten aldıkları terbiyenin mükemmelliği
sâyesinde, Osmanlı Devletine sadâkât
ve hamiyyetleriyle hizmet ettiler.
Diğer taraftan Enderûn-ı Hümâyûn devletin
günlük hayâtının en canlı alanı idi. Akağalar Kapısı
önündeki mermer sütunlarla çevrili revakta cülûsı
hümâyûn, ayak dîvânı, bayramlaşma gibi merâsimler
veya olağanüstü toplantılar yapılırdı. Harplerde
Sancak-ı şerîf bu kapı önüne dikilirdi. Bâbüssaâde’nin
iki kapısı arasında Kapıağası Dâiresi
yer alırdı. Burada, iç kapıdan girilince tam karşıda
arz odası ve onun arkasında İkinci Selim zamânmda
yaptırılan 1 2 sütunlu mermer havuz yerine
Üçüncü Ahmed tarafından yaptırılan kütüphâne
yer almaktadır. Enderûn-ı Hümâyûnda ayrıca hazîne-
i hümûyûn (iç hazîne, enderûn hazînesi), kiler-
i hassa, hazîne kethüdâsı dâiresi, hazîne koğuşu,
Hırka-i saâdet ve mukaddes emânetleri ihtivâözel mutfağı (kuşhâne) bulunmaktadır. Enderûn
bölümünde Sultan Dördüncü Murad’ın yaptırdığı
Bağdat, Revan ve Kara Mustafa Paşa Köşkü ile Mecidiye
Kasrı da yer almaktadır.
Saray teşkilâtının kurulduğu ilk zamanlarda
enderûn ricâlinin en büyüğü Kapıağası idi. Sonraları
Bâbüssaâde Ağası ünvânını alan bu memur,
topyekün Enderûn memûriyetinin âmiriydi. Maiyetinde
Kapıoğlanı ismiyle otuz-kırk kişi bulunurdu.
Bunlardan; miftâh ağası, peşkir ağası, şerbet
ağası, ibrik ağası diğerlerinin büyüklerindendi
ve doğrudan baş ağanın maiyeti sayılırlardı.
Kapıağası her zaman pâdişâha refâkat ederdi. Yalnız
pâdişâh seferde ve avda bulunduğu zaman yanında
bulunmaz, sarayın muhâfazası hizmetini îfâ
ederdi. Taşra hizmetine verilip saray dışına çıkarıldığı
zaman, Mısır vâliliğince (16. asır sonlarında)
gönderilirdi.
Enderûn ağalarının İkincisi Hasodabaşı idi.
Pâdişâhın en yakın hizmetini görenler bunun emrindeydi.
Emri altında Hasoda gılmanı ismi verilen
içoğlanları vardı. Has odabaşı da dâimâ pâdişahla
berâber bulunurdu. Saraydaki emânât-ı mukaddesenin
muhâfazası da has odaya âitti. Ayrıca
Hırka-i saâdetin huzûrunda Kur’ân-ı kerîm okurlardı.
Silahdâr Ağa, has oda ağalarının ikincisiydi.
Sarayda pâdişaha âit kılıç, tüfenk, ok, yay, zırh
gibi eşyâları bu ağa muhâfaza ederdi. Has oda
ağalarının üçüncüsü olan çuhâdâr ağa, alaylarda ata
binerek pâdişâhın gerisinde gider ve yağmurluğunu
taşırdı. Has odanın dördüncü ağası olan rikâbdâr
ile has oda ağalarının sonuncusu olan tülbend
gulâmının vazifesi, pâdişâhın husûsî eşyâlarını
taşımak ve hizmetini görmekti. Bu ağalar ve
emrindekiler üzerlerine düşen hizmetleri görürlerken,
eğitimlerini de aksatmadan devâm ettirirlerdi.
Bu ağalar saray içi terfilerde sıraya göre
birbirilerinin yerine terfi ederler, saray dışına çıktıklarında
da vezir pâyesini alırlardı.
Enderûn ağalarının üçüncüsü aynı zamanda
hazîne-i hümâyûn görevlilerinin reîsi olan Hazînedârbaşı
idi.
Kilercibaşı Enderûn ağalarının dördüncüsüydü.
Pâdişâh yemek yerken hizmet-i hümâyûnda
bulunur, kilercilere nezâretlerle berâber sofra
edevâtım muhâfaza ederdi.
Beşincisi Sarayağası idi. Sarayağası, Enderûnı
Hümâyûn nâmını alan, has oda, hazîne, kiler ve
seferci odası, doğancı koğuşu ile büyük ve küçük
odaların muhâfazasına nezâret ederdi. Maiyetinde
yine ağalardan kırk nefer bulunurdu.
Enderûnda çok sıkı bir intizam vardı. Kıdemli
olmak büyük bir meziyet teşkil ederdi ve her ağa
kendinden eski olana hürmet etmek mecbûriyetinde
idi. Kânun küçük bir ihmâlkârlığa bile yervermeden tatbik olunur, en küçük bir disiplinsizliği
görülen derhâl saray dışına çıkarılırdı.
Enderûn halkı gün doğmadan önce kalkar, abdest
alıp topluca sabah namazını kılardı. Pâdişâh
da ekseriyâ sabah namazını Enderûn Câmiinde
edâ ederdi.
Enderûnda; kuşlukta, ikindide ve yatsıdan
sonra olmak üzere günde üç defâ yemek verilirdi.
Bu yemekler, ilk zamanlar iki kap iken, zamanla
dörde, sonra da altıya çıkmıştı.
Enderûnluların elbiseleri hünkâr tarafından
tedârik edilirdi. Ağalar, başlarına som sırma takke
ve takkenin altına iç fesi giyerlerdi. İki kollarının
yanından enlice siyâh kadifeden zülüf denen
uzun birer alâmet sallandırırlardı. Üstlerine, mevsime
göre kaftan ve altlarına entâri giyer, bellerine
ağır sırma işlemeli, kapaklı kemer takarlardı.
Pâdişahla dışarı çıktıklarında kalıp işi denilin kavuk
giyerler ve bellerine lâhûrî şal sararlardı. Eskiler
mücevherli bıçak ve hançer takarlardı.
Bilhassa ilk kuruluş ve devletin yükselme devrelerinde
hakîkî bir mektep vazifesi gören Enderûn’dan,
altmış sadrâzam, üç şeyhülislâm, yirmi beş
kaptan paşa yetişti. Yirminci asrın tanınmış psikologlarından
Amerikalı Terman, Enderûn okullarına,
alman talebeler ile ilgili olarak; “Zekâ ölçmek, test
usûlünü kullanmak ilk olarak OsmanlIlarda, Enderûn’a
seçilen talebelerde başladı.” demektedir.
Osmanlı orduları Viyana’ya kadar gelince, Avrupa
devletleri çok korku ve telâşa kapıldılar. İslâmiyet
Avrupa’ya yayılıyor, Hıristiyanlık yok
oluyor diye şaşkına döndüler. Osmanlı akınlarmı
durdurmak için çâreler aradılar, çok uğraştılar.
Sonunda İstanbul’da bulunan İngiliz sefiri müjdeyi
gece yarısı şifre ile bildirdi. Şifresinde; “Buldum,
buldum, OsmanlIları zaferden zafere ulaştıran
sebebi ve bunları durdurmanın çâresini buldum.”
diyor ve bulduğu çâreleri şöyle anlatıyordu:
“Osmanlılar, aldıkları esirlere hiç kötülük yapmıyor,
kardeş gibi davranıyorlar. Hangi milletten,
hangi dinden olursa olsun, küçük çocukların
zekâlarını ölçüyorlar. Keskin zekâlı çocuklar, seçilerek
saraydaki (Enderun) denilen mekteplerde,
değerli öğretmenler, tarafından okutuluyor,
İslâm bilgileri, İslâm ahlâkı, fen, kültür dersleri verilerek,
kuvvetli, başarılı müslüman olarak yetiştiriliyorlar.
Osmanlı ordularını zaferden zafere
ulaştıran değerli kumandanlar, Sokullular ve Köprülüler
gibi seçkin siyâset ve idâre adamları, hep
böyle yetiştirilen keskin zekâlı çocuklardı. Osmanlı
akınlarmı durdurmak için, bu Enderûn mekteplerini
ve bunların kolları olan medreseleri yıkmak,
OsmanlIları fende geri bırakmak lâzımdır.”
Devşirme usûlünün kalkmasından sonra, Enderûn’a
köleler alınmaya başlandı. Ancak birçok
vezir, asilzâde ve tüccar, şeref bulmak düşüncesiile çocuklarını Enderun’da okutabilmek için köle
diye Saraya satıyorlardı. Bu durum anlaşılınca
pâdişahlar, zâdegân takımından gençlerin Enderûna
kaydedilmesini emrettiler.
İkinci Mahmud, Yeniçerilerin kaldırılmasıyla
başlanan ıslâhât sırasında, Enderun’da da
hayli değişiklik yaptı. Enderûn-ı Hümâyûn Nezâreti
nâmıyla bir nezâret teşkil olundu ve ayrıca
Mâbeyn-i Hümâyûn Müşirliği ihdâs edildi. Sultan
Abdülmecîd Han zamânında Dolmabahçe
Sarayına nakledilen Enderûn’un eski vaziyeti
gevşemeye ve bozulmaya başladı. Mâbeyn, Enderûn’dan
ayrıldı. Enderun müstahdeminin eski
terakki yolları kapandı. Tanzimât ile mekteplerden
fen dersleri kaldırılıp enderûnlar da değerini
kaybedince, sultan İkinci Abdülhamîd Han,
günün şartlarına uygun orta dereceleri mektepler
ve fakülteler açtı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir