wiki

ESKİ DEVİRDE OSMANLI SİLAHLARI

ESKİ DEVİRDE OSMANLI SİLAHLARIekran-alintisi

Mösyö Pears331 İstanbul’un Muhasarası Tarihi’nde hâlâ dışarıdan büyük hendeğe, siper hattına ve dıştaki sura kolaylıkla ulaşmanın mümkün olduğu yegane yerin bu noktalar olduğunu söylüyor. İçerideki surun ne kadar harp olduğu, 1453 yılında düşmanın şehre bu yoldan girdiğini anlatıyor. Kritovulos, sözüne devam ederek Türklerin bu meşhur topları arasında üç tanesinin, gerek büyüklüğü ve gerekse tesir gücü itibariyla en meşhurları olduğunu söylüyor. İşte bundan dolayıdır ki, Fatih Sultan Mehmed Han, bu üç topun, savunma hattının en zayıf noktası olarak kabul ettiği Bayrampaşa Deresi Vadisi’nin karşısında bulunan bir noktaya, genel karargahının tam önüne ve daha sonra muharebenin merkezini oluşturan ve Aşil’in Topuğu (Le Talon d’Achille) diye bilinen, İstanbul’un geçmiş hayatına son verecek olan zayıf noktaya yerleştirilmesini emretti. Bu üç toptan en meşhuru, Urban’ın yaptığı top olup, Tarihçi Chalkocondylas’ın ifadesine göre bin iki yüz livres* ağırlığındaki tunç gülleleri, tahminen günde yedi ve geceleyin de yalnız bir defa atardı. Atıldığı vakit, surlara en büyük hasarı veren bu devasa top bazı rivayetler göre, kuşatılanlar tarafından ve bir rivayete göre de kaza sonucu parçalanarak mühendis Urbanla birlikte birçok arkadaşının da yok olmasına sebep olmuştur. Fakat Ducas’ın rivayetine göre, Jean Hunyadi tarafından gönderilen diğer bir Macar mühendisin gözetimi altında derhâl yenisi döktürüldü. Bu topun attığı dehşetli gülleler, daha sonra meşhur Baktatinea Kulesi’ni (Tour Baktatinea) yıkıverdi.

ekran-alintisiAsrın en yeni savaş aleti sayılan bu derece büyük topların yanında kuşatılanların korku ve dehşet duymalarına sebep olan eski büyük mancınıklardan bazıları da bataryaların aralarına yerleştirilmişti. Bu mancınıklar bir mekanizma vasıtasıyla surlara ve şehrin içine büyük bir kuvvet ve şiddetle büyük kaya parçaları fırlatıyordu. Bu ilkel ve müthiş silâhtan, kullanıldığı muharebelerin safhalarını görmüş olan birçok tarihçinin eserlerinde sözedilir. Savunma hattını rahatsız etmek için eski usulle yapılan demir toplar da kullanılırdı. Dünyaca meşhur olan İstanbul kuşatmasında Türklerin yükselmesine sebep olan, işte bu toplardır. Çeşitli barbar kavimlerinin hücum ve saldırılarına karşı asırlarca göğüs germiş olan bu eski surlar artık yeterli güce sahip değildi. Bu ne harikulâde ve dehşetli değişim! Nisanın on birinci ve on ikinci günleri büyük bombardımanın başladığı günlerdir. Bu tarihten, kuşatma ve hücumun son günü olan 22 Mayısa kadar, devasa havan toplarının sabahtan akşama kadar attıkları büyük mermer gülleler surları vurmaktan bir an geri durmamıştır. O zamana kadar henüz kimsenin işitmediği bu patlamalardan dolayı belde sakinlerinin ne kadar çok korktuklarını tahmin etmek zor olmasa gerektir. Bu patlamaların sonucu, uğursuz bir felâket oldu. Senelerce birçok kavmin hücumu ve saldırılarına karşı duran bu yüzyıllık surlar koyu toz duman arasında gelen büyük devasa güllelerin etkisiyle en vahim ve en dehşetli hasara uğradı. Gülleler, surlara çarptıkça devirir, kendi de bin parça olurdu. Pek kısa aralarla boşaltılan bu ilk toplardan sonra, asırlardan beri yenilmez kabul ettikleri ve bu itibarla pek fazla güvenip tamamen mağrur oldukları sevgili memleketlerinin bu eski surlarının artık güvenilir olmadığını anlayınca kuşatılanlar arasında tarifi güç bir korku meydana geldi. Devamlı surette yıkılıp, devrilen bu surları zaman kaybetmeksizin saati saatine tamir etmek ve güçlendirmek için birtakım tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu kabul edilmişti. İşte, uykusuzluktan ve bunca zorluk ve zahmetten yorgun düşen savunmacılar için kuşatmanın başlangıcından beri bu tedbirlerin alınması ve uygulanması çok şiddetli ve yorucu iş olmuştu. Gündüzün ve gecenin her saatinde; genç, kadın, çocuk, ihtiyar ahali ile birlikte birkaç binden ibaret olan savunmacıların başlıca meşguliyeti, Türklerin, şehirleri fethedebilen bu havan toplarının açmış olduğu gediklerin hemen tamirini sağlamaktı.

Kuşatılmış bir şehrin gece nöbetçilerini hiçbir şey Türklerin havan topları kadar korkutmamış, dehşete düşürmemişti. Dayanaksız ve yalnız taş ve odun parçalarıyla dengesi sağlanan, yerleştirilmesi güç ve günde sadece yedi defa atış yapılabilen bu harp aletinin ne derece öldürücü bir kuvvet ve şiddete sahip olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Kuşatmanın henüz ilk haftasında, bu topların yavaş fakat çok etkili olması sayesinde beşinci asrın büyük eseri olan, asırlardan beri her türlü darbelere ve saldırılara göğüs germiş olan İkinci Theodosius’un surlarının er geç, kesin bir şekilde devrileceği belli olmuştu. Kaleyi savunanlar, tehdit altında bulunan ara duvarların önüne, içerisi yükle dolu ağırlık asarlardı ve korunmalarına hizmet edecek diğer vasıtaları hazırlarlardı. Topların tesiri ile en çok hasar gören bu yerleri hızla ve mümkün olduğu kadar tamire ancak vakit bulabiliyorlar ve bunu da çok zahmetle yerine getiriyorlardı. Kritovulos diyor ki: “Topların attığı güllelerle iç ve dış surların böyle müthiş bir şekilde sarsılıp devrildiğini gören Rumlarla İtalyanlar evvelâ parçalanan surların enkazları üzerine büyük kirişler dikmeye başladılar; bu kirişlere gayet kalın halatlarla içleri yün ve buna benzer müdafaaya yarar çeşitli maddeler doldurulmuş torbalar bağlayarak bu yolla düşman mermilerinin etkisini bir dereceye kadar hükümsüz bırakmaya, hiç olmazsa hızını yavaşlatmaya çalıştılar. Herhâlde yapılan şeyler asla etkili birer tedbir olamıyordu, çünkü atılan taş gülleler alelacele yapılan bu koruma yöntemlerini darmadağın ediyordu. Bununla birlikte, dış surun büyük bir kısmının harap olması ve burçlardan üçünün devrilmesi, helakin hızlı bir şekilde ilerlemekten bir an dahi geri kalmaması sebebiyle büyük direkler ve ağaç kütükleri taşıdılar. Ve bütün gece bunları birbirine sıkı sıkıya bağlayıp, aralarına taş, kaya ve odun parçaları, asma kütükleri, ağaç ve kamış dalları ve çoğu tutuşan maddeler yerleştirerek, bu yolla dış surları mümkün olduğu kadar güçlendirmeye koyuldular. Bu maddelerin hepsi katı toprak ve balçık (çamur) ile karıştırılarak bir

ekran-alintisi

yığın hâline getirilmişti. Alelacele inşa edilen bu şarampollerin kendi kaderlerine terk edilmiş surların önüne yün balyaları, üç dört kat olmak üzere öküz ve manda derileri asılarak, bunlar devamlı sulanırdı; çünkü uçlarında ateşlenmiş meşaleler bağlı bulunan Osmanlı oklarının bu derilere isabet edeceği endişesi vardı. İşte bu sayede kuşatılanlar, şarampollerin arkasında sığınacak emin bir yer bulmuşlardı. Bununla beraber büyük bir kuvvetle atılan taş gülleler bu yumuşak toprağa saplanınca, tahrip edici etkileri fazlasıyla hafifletilmiş oluyordu. Böylece, kuşatılanlar bu şarampollerin üstüne istif edilen dal ve yaprak demetlerinin aralarına toprak doldurulmuş büyük ağaç kütüklerini de yerleştirdiler. Bu düzen sayesinde oklara karşı kendilerine sığınacak yerler temin etmiş oluyorlardı.” Yukarıda söylendiği gibi tamir işleriyle dermandan düşen savunmacılar son derece güçsüz kalıyorlardı. İşte böylece, haftalarca süren sürekli bombardımanlar sırasında kaderlerine terk edilmiş olan bu yöntemlerle müdafaada bulundular. Kuşatma esnasında birçok olay yaşanmıştır ki, burada en meşhurlardan bir ikisinden söz edeceğiz. Deniz savaşları, yeraltında birbirlerini boğazlayan lağımcıların çarpışmaları, sürekli geri püskürtülen dehşetli hücumlar… Fakat ne yazık ki, topların tahrip etkisi bir an bile durmuyor, devamlı çoğalıyordu. Mayısın ortasına doğru, her gün yapılan tamirata rağmen, Topkapı yakınında bulunan kalın duvar, artık yerinde değildi. Kritovulos’un tarifine bakacak olursak, yukarıda söylendiği hâliyle bu kalın duvarın yerine aceleyle kötü bir duvar yapılmıştı. Aradan çok geçmedi; büyük kayıplar veren savunmacılar, son ümitleri olan bu duvarı artık savunacak ve tamir edecek güçte değildiler. Felâket anı artık gelmişti. Mayısın yirmi sekizinci günü akşamı, Fatih Sultan Mehmed, son hücum için emir vermişti. Mayısın yirmi dokuzuncu günü, yüz bin asker zafer teraneleriyle ve “Allah, Allah!” sesleriyle surda açılan gedikten içeri girdiler ve kaleyi savunanlarla birkaç saat devam eden sokak arası mücadeleler ve çarpışmalar sonucunda, o zamana kadar Allah’ın koruması altında olan, güvenli şehrin sokaklarına yayıldılar. Artık İstanbul alınmıştı. (Gustave Schlumberger).

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir