Nikâhta beş fayda vardır:
1 — Evlâd yetiştirmek. 2 — Şehveti teskin etmek. 3 — Ev idâre etmek. 4 — Yakınları çoğaltmak. 5 — Nefis mücâhedesi yapmak.
1 — EVLÂD YETİŞTİRMEK :
Birinci fayda, evlât yetiştirm ektir Asıl fayda da budur. Evlenmek bunun içindir. Çünkü gâye_ nes_ yaşatmak ve âlemi, insânoğ- lundan boş bırakmamaktır. Şehvet, bunu te’mîn İçin yaratılmıştır. Bu şehvet, döl sağlamak maksadıyla tohum unu çıkarmakta aygıra ve tohum u korumakta da kısrağa iyi bakan seyis veyâ yakalanması için, kuşun sevdiği dâneleri tuzağın etrâfma serpmekte kuşa, lütûfta bulunan avcı gibidir. Gerçi ezelî kudret, evlenmeden ve se- bebsiz insânlan yaratm aktan âciz değildir. Fakat İlâhî Hikmet kudretini açıklamak, bediî san’atını göstermek ve geçim saikasını tahakkuk ettirmek için —kendisi müstağni olduğu hâlde— her şeyi bir sebebe bağlamıştır. Evlât yetiştirmekte dört vecihten Allah’a yakınlık vardır. Zâten şehvetten emîn olunduğu zamân, yine evlenmeyi teşvîk eden ve bekâr olarak ölmekten sakındıran da bu sebeblerdir. a) İnşân neslinin bekaası için evlâd yetiştirmekle Allahu Teâ~ lâ’nın sevgisine [Yüce Rızâsına] uygun hareket etmek. b) Resûl-i Ekrem’in, çokluğu ile iftihâr edeceği ümmetin: ■ mak yoluna gitmekle, Resûlullah’m sevgisini kazanmak. c) Öldükten sonra kendisine hayır duâ edecek bir kimsenin bulunmasını sağlamak. d) Kendisinden evvel ölen küçük çocuğundan şefâat taleb etmek.Birinci vecih: Çoklarının hâtırlanna bile gelmeyen en ince bir cihettir. Allahu Teâlâ’nm hikmetlerini ve san’atının inceliklerini düşünebilen akıl sâhibleri için, en mühim fayda da budur. Bunun izâhı şöyledir : Efendi, hizmetçisine, tohum, ziraat âleti ve ziraate elverişli tarlayı teslim eder. Hizmetçinin tohum ekmeğe gücü yeter ve bu husûsu tahrik eden bir yardımcıyı da efendisi kendisine verir. Sonra, bu kuvveti kaybederse elbette efendisini kızdırır ve itâba [azarlanm ağa] müstahak olur. Bunun gibi Allahu Teâlâ erkek ve dişi olarak karı ve kocayı yarattı.’Erkeğin beline nutfe’yi yerleştirdi. Bu meninin husyelere inip oradan dışan çıkması için de yol yarattı. Kadında da meni’nin yerleşeceği rahm i yarattı, her birerlerine de bir icrâât için şehvet ve hevesi verdi. İşte bu âlet ve işler, lisân-i hâlleri ile bunları yaratan Mâliklerinin murâdını açıkça ifâde etmekte ve akıl sâhiblerine bunların hikmet ve sebebini haykırmaktadırlar. Allahu Teâlâ, Resûlünün (S.A.V.) lisâniyle :
«Evlenip, çoğalınız» diye buyurmasaydı, maksadı izâh için yalnız bu kararı da kâfiydi. Halbuki bu hâli Resûl-i Ekrem’e vahvetti ve Resûl-i Ekrem de bunu açıkça emretti. (Mâzeretsiz) evlenmeyenler, zirâat etmeyip tohumu çürütenler gibi, Allahu Teâlâ’nın, bu maksatla yarattığı âletleri iptal ise harf ve ses olmaksızın kudret kalemi ile bu azalar üzeninde yazılı olan, ezeli hikmetin inceliklerini anlayabilecek İlâhî basirete sâhib olan herkesin okuyabileceği hilkat delillerinden anlaşılan hikmete ve yaradılışın gâyelerine karşı bir cinâ- vet işlemiş olurlar. Bunun için İslâm dîni evlâdı öldürmekten (kız çocuklarını diri diri mezara gömmek gibi) şiddetle menetmiş ve bunu en büyük bir cinâyet kabûl etmiştir. Çünkü kızı öldürmek vücûdun ta- mâmlanmasına mânidir. Kadın olmadan, nesil çoğalmaz. «Azl, yâni me- niyi kadının rahmine değil de dışarıya akıtmak, çocuk öldürmenin bir çeşididir.» diyenler, bunu kasdetmişlerdir. Evlenenler Allahu Te- âlâ’nın isteğini yerine getirenlerdir. Bekârlığı tercih edenler de, atâleti tercih edip Allahu Teâlâ’nm, hoşlanmadığı harekette bulunanlardır. Allahu Teâlâ, istediği için, yemek yedirmekle emretti ve buna teşvîk ederek :
«Allah’a karz-ı hasen veren kimdir?» (2 – Bakara : 245) buyurdu. Ve bu husûsu karz ile ifâde etti.Şâyet: «Allahu Teâlâ’mıı inşân neslinin bekasını istemesi, yok olmalarını sevmemesini iktizâ eder. Bu ise, Allahu Teâlâ’ya nisbetle, ölüm ile hayât arasında fark olmasını gösterir. Halbuki her ikisi de Allahu Teâlâ’nm dilemesiyledir. Allahu Teâlâ âlemlerden müstağnidir, yâni her iki taraf Allah için müsâvidir. Daha, «Allah katında yaşamak ile ölmek, varlık ile yokluk arasında ne fark olur?» dersen, bilmiş ol ki: Bu, kendisiyle bâtıl murâd olunan hak bir kelimedir. Çünkü bizim anlattıklarımız, iyi-kötü, kâr ve zarâr, kâinâtta olan her şeyi Allahu Teâlâ’nm irâdesine nisbet etmeğe aykırı değildir. Ancak birbirine zıt olan, muhabbet ile kerâhettir. Bunların ikisi de (irâdeye münâfi değildir. İrâde başka; rızâsı ise başkadır). Nice irâde edilen şeyler vardır ki, sevilmezler ve nice irâde edilenler vardır ki sevilirler. Günâh sevilmempkle berâber Allahu Teâlâ’nm irâdesiyledir. (Ancak, Allahu Teâlâ’nın irâdesi, kulun irâdesine tâbidir. Yâni kulun dilemesi üzerine Allah takdir eder). Bu da bu anda değil, Allahu Teâlâ insânları yaratmadan evvel nasıl bilmekteyse, yarattıktan sonra da öyle bilir. İlminde değişiklik yoktur. İlim, malûma tâbidir. Esâsına göre ezeldeki ilm-i İlâhisi gereğince kulun arzûsu ve isteğine göre takdir etmiştir. Vakti geldikçe kuvveden fiile çıkarılır. Binâenaleyh irâde üe rızâ birbirinden ayn şeylerdir. Tâat ve ibâdet, Allahu Teâlâ’mn irâde, muhabbet ve rızâsıyledir. Küfür ve isyân, Allahu Teâlâ’nm irâdesiyledir. Fakat buna rızâsı yoktur. Nitekim âyeti celilede:
«Kulunun küfrüne rızâsı yoktur.» (39-Züm er: 7) buyurulmuş- tur. (Tafsili, «Kavâidü’l-Akaid» de geçmiştir.) Allahü Teâlâ’nın sevmesine ve sevmemesine nisbetle yok olmak, bâki kalmak gibi nasıl olsun? Zîrâ Allahu Teâlâ kudsî hadîsde :
«Müslüman kulumun rûhunu kabz etmekteki tereddüdüm gibi hiç bir şeyde tereddüt etmedim. O, ölümden hoşlanmaz! Ben de geri kalmasından hoşlanmam. Halbuki mutlaka ölmelidir.» (85) buyurmuştur. [Buradaki tereddüt kelimesinin mânâsı, keyfiyeti mâlumu- muz değildir.] Allahu Teâlâ, «Onun ölmesi lâzımdır» buyurmasıyle, yine Kur’ân-ı Kerîm’deki:
«Biz, aranızda ölümü mukadder kıldık» (56-V âki’a: 60) buyurduğu takdirde ve irâdenin bu yolda sebkat ettiğine ve yine«O Allah ki ölümü de, hayâtı da yarattı» (67-Mülk: 2) buyurduğuna işârettir. Allahu Teâlâ’nın «Aranızda ölümü mukadder kıldık» buyurmasıyle, «Ben onun sonraya kalmasını istemem» buyurması arasında tenâkuz yoktur. Bunlar birbirini nakz etmezler. Fakat bu hakikati olduğu gibi anlayabilmek için, irâde, muhabbet ve kerâhetin m ânâlarım ve hakikatlerini anlamak lâzımdır. Çünkü ilk bakışta bunlardan anlaşılan, im ânların irâdelerine, insânlann hoşlanıp hoşlanmadıkları şeylere benzeyen bir takım m ânâlar ise de, hiç de öyle değildir. Allahu Teâlâ’nın zâtı ile kullarının zâtı arasında ne kadar fark var ise, Allahu Teâlâ’nm sıfatlan ile kullarının sıfatlan arasında da o kadar fark vardır. Ne cevher ve ne de arez olan şeyin, cevher ve arezle bir münâsebeti olmayacağı gibi, sıfatlan arasında da bir m ünâsebet yoktur. Bütün bu hakikatler mükâşefe ilminin şümûlüne girer. Bunun arkasında da, ifşâsı memnû olan sırr-ı kader vardır. Biz de bunu burada bırakalım da işâret ettiğimiz, evlenmeğe hazırlan- makla evlenmekten çekinmek arasındaki farkı açıklamak ile yetinelim J>/lenmerhek, Allahu Teâlâ’nm tâ Âdem’den dünyânın sonuna kadar ardı ardına vücûda gelmesini m urâd ettiği nesli yok etmek demektir. Evlenn. yenler, ,Hz. Âdem’den, sonuna devâm edecek olan nesli, kendilerinden kesmekle «ebter» yani geriye bir şey bırakmadan ölmüş olular. Eğer evlenmek yalnız behimî şehveti teskin için olsaydı, ölüm döşeğinde yatan hazret-i Muâz, «Beni everin; ben bekâr olarak huzûr-ı İlâhîye çıkmak istemem» demezdi.
Şâyet: «O vaziyeti ile, Muâz’m, çocuk yapmak imkânı yoktur. O hâlde evlenmeğe neden heves etti» dersen, derim ki: Çocuk, m ünâsebet ile hâsıl olur. Müni. abet şehvetten doğar. Şehvet inşânın ihtiyânnda değildir. İnsânm elinde olan, şehveti ‘v/sden sebebleri hazırlamaktır. Bu ise her zamir* mümkündür. Kim sebĞbi hazırlarsa borcunu ödemiş. ve isteğine göre hareket etm ur. Diğer kısımları ise, kendi ihtiyân dışındadır. Bu sebebten, e/’s^Uiği olmayanlar için de evlenmek müstehabdır. 2îrâ şehveti hazırlayan sebeb- ler gizlidir, bilinemezler. H attâ başında tüy bulunmayan kelin, Hac’dausûlen başına usturayı dolaştırması ve zamanında düşmana karşı celâdetti görünmek için tavaf ve sa’yde yapılan remel ve iztıba’m (86) bugün sebebi kalmadığı hâlde yine sünnet olması gibi, memsûh [burulmuş] kimselerin de evlenmeleri müstehabtır. Şübnesiz, tam olan erkeklere nisbetle bunlardaki istihbab zayıftır. H attâ kadını atâlete uğratmamak ve ihtiyâcını te’mîn etmemek bakımından daha çok zayıflar. Çünkü bu hâl tehlikeli neticeler doğurabilir. İşte nikâhı ter- ketmenin, şiddetle aleyhinde bulunan bir sebeb budur. Yâni nesli kesmeğe sebebiyet vermektir.
İkinci vecih: Evlenmek Resûl-i Ekrem’in sevdiği yolda yürümektir. Bu da Resûl-i Ekrem’in açıkça ifâde buyurdukları, ümmetinin çokluğu ile iftihâr etmesi keyfiyetidir. Evlenmekten gâyenin çocuk yetiştirmek ve çocuk hakkına riâyet etmek olduğuna, çok evlenen Hazret-i Ömer’in: «Ben çocuk için evleniyorum» sözü ve döl getirmeyen kadınlan zemmeden haberler, açıkça delâlet etmektedir. Nitekim bir hadîsde :«Evin köşesindeki bir hasır, döl getirmeyen kısır kadından daha hayırlıdır» (87), diğer hadîsde:«Kadınlannızm hayırlısı çocuk getiren sevimli kadınlardır.» (88) Başka bir hadîsde :
«Döl getiren siyah kadın, doğurmayan (beyaz) ve güzel kadından hayırlıdır.» (89) buyurulmuştur. Bu hadîs-i şerîf, çocuk için evlenmenin, yalnız şehveti teskin için olan nikâhtan daha efdal olduğunu açıkça ifâde etmektedir. Çünkü şehveti kesmek, gözü sakındırmak ve inşânı korumak bakımından, güzel kadın daha câzîb olduğu hâlde, doğurgan siyah kadın methedilmiştir. Üçüncü vecih : Ölümünden sonra kendisi için duâ edecek hayırl:
bir evlâd bırakmaktır. Nitekim hadîs’de: «Ademoğlu öldüğü zamâ amel defteri dürülür. Ancak birkaç şeyden defterine sevâb yazılı Onlardan bilisi de sâlih evlâddır» buyurulmuştur. Yine haberde :
«Duâîar. nurdan tabaklar üzerinde ölülere aızolunur.» (90) dij vârid olmuştur. -Bâzı çocukiar hayırlı olmaz.» itirazı mühim deği dir. Çünkü o, m ü’minöir; ne kadar kötü de olsa, m ü’minde gaalib olaı yine iyilik tarafıd!i\ Bâhusûs terbiyesine ehemmiyet verilir ve ıslahın çalışılırsa, düzelir. Uzun sözün kısası, iyi olsun, kötü olsun, müslüma bir çocuğun, mü’min olan anne ve babasına duâsı makbûldür. Anr baba, evlâdının duasından ve diğer iyiliklerinden faydalanır. Çünk evlâd, kendi kazancıdır. Ama isyânından muaheze edilmez. Çünk K ur’ân-ı Kerîmde: «Kimse kimsenin günâhını yüklenemez» buyı rulmuştur. Bunun için Allahu Teâlâ :
«Zürriyetlerini onlara ilhâk ettik, babalarının amelinden bir şe eksiltmedik.» (52-T ü r: 21) buyurmuştur.
Dördüncü vecih : Kıyâmette çocukların şefaati :
Çocuğun, evvel ölüp kendisine şefaatçi olmasıdır. Nitekim Resûl Ekrem Efendimiz hadîs-i şerifinde :
«Küçük çocuk anne ve babasını Cennete çeker» (91) buyurmu; tur. Yine bâzı haberlerde :
«Şimdi ben nasıl seııin elbisenden tutuyorsam, çocuk da babası nın elbisesinden tutar.» diye vârid olmuştur Yine Resûl-i Ekrem (S A.V.) Efendimiz :
«Kıyamet günti (küçük) çocuğa, «Cennet’e gir» denir. Çocuk pür-gazab Cennet kapısı önünde durur ve: «Ancak anne ve babamla Cennet’e girerim.» der ve direnir. O zamân, «Anne ve babasını da beraber Cennete koyun» denir. (92) buyurmuştur. Diğer bir haberde;
«İnsanlar hesaba arzolunduğu kıyâmet günü, küçük çocuklar bir araya toplanırlar. Meleklere : «Bunları Cennete götürün.» denir. Cennet kapısı önüne geldiklerinde dururlar. Kendilerine: «Ey müslii- manların incileri, Cennete girin, sizin için hesâb yok.» derler. Çocuklar : — Babalarımız ve analarımız nerede? diye sorarlar. Cennet hazinedarları — Onlar, sizin gibi değillerdir, onların günâhları ve kötülükleri vardır. Bunların hesâbını vereceklerdir, derler. Bunıuı üzerine çocuklar Cennet kapısında hep bir ağızdan feryâd u figân ederler. Her şeyi en iyi bilen Allahu Teâlâ meleklere : — Bu feryâd nedir? diye sorar. Melekler: — Ey Rabbimiz, müslüman çocukları, «Ana ve babalarımız gelmeden Cennete girmeyiz» diye bağınşıyorlar, derler. Allahu Teâlâ : — Ana babalarını da bulun, yarın şu kalabalığa götürün ve onlarla Cennete koyun, buyurur.» (93) diye vârid olmuştur. Başka bir hadîsde :
«İki çocuğu ölen kimse, Cehennem ateşinden bir duvar perde ile siperlenmiş olur.» (94) buyurulmuştur.
Yine Resûl-i Ekrem (S.A.V.):
«Bâlig olmadan üç çocuğu ölen kimseyi, Allahu Teâlâ — çocuklara rahmetinden dolayı— Cennete koyar.» «İki çocuğu ölürse?» diye sorana, Resûl-i Ekrem: «İki çocuğu da ölürse (aynıdır.)» (95) buyurmuştur. Hikâye olunduğuna göre, sâlihlerden bir zât, uzun zarnâtı evlenme teklifini reddetmişti. Günün birinde, uyumakta olduğu uykudan uyandı ve «Beni everin, beni everin» diye bağırdı. Kendisinden sebebini sorduklarında, «Umulur ki Allahu Teâlâ, bana bir evlâd verir. Bu çocuk ölür de kıyâmette bana şefâatçi olur.» dedikten sonra, gördüğü rüyâyı şöyle anlattı: «Rüyâmda.. kıyâmet koptu. Bütün insanlar gibi benim de susuzluktan dilim damağıma yapıştı. Biz, bu sıkıntı içerisinde kıvranırken, bir de baktım ki, minicik yavrular başlarında nûrdan mendiller, ellerinde kulplu ve kulpsuz altun ve gümüşten mâmûl sürahiler, insânları yararak bâzı kimselere su dağıtıyorlar. Yanımdan geçerlerken: «Ben de çok susadım, bana da su verin!» dedimse de, onlar: «Aramızda senin çocuğun yok, biz ancakkendi ana ve babalarımıza su verebiliriz» dediler. Bunun üzerine, kendilerine kim olduklarını sordum, onlar «Müslüman çocuklarıyız» dediler. Allahu Teâlâ’nın:«Tarlanıza istediğiniz şekilde yaklaşın ve kendiniz için takdim edin» (2 – Bakara : 223) Âyet-i Celîlesindeki «Nefsiniz için takdim edin» den murâd olunan bir mânâ, âhiret azığı olarak çocuklarınızı takdim edersiniz demektir. İşte bu dört vecihten, evlenmenin faziletinin, çocuk yetiştirmeye sebeb olması bakımından olduğu anlaşıldı.
2 — ŞEHVETİ TESKİN ETMEK :
İkinci fayda, şehveti kırarak şeytandan korunmak, gözünü ve kendini nâmahremden muhâfazadır. Resûl-i Ekrem’in: «Evlenen dîninin yarısını muhâfaza altına almıştır. Diğer yarısında Allah’tan korksun.»
«Evlenin! Evlenmeyenler oruç tutsun. Çünkü oruçta şehveti kıran bir hassa vardır.» hadîsleri, buna işârettir. Buraya kadar naklettiğimiz eser ve haberler, bu mânâya işârettir. Fakat bu gâye birinciden düşüktür. Çünkü şehvet bizâtihi vâsıta değil, evlâd yetiştirmeğe sebebtir. Evlenmek şehveti kırar. Kendisine müvekkel olan şehvetin gâilesinden kurtarm ak için Allah’ın emrine icâbet eden kimse, Allah’ın rızâsını kazanmak için emrini yerine getiren kimse gibi olmaz. Şehvet ile evlâd mukadderdir. Bunların arasında mânevî bağlantı vardır. Eğer nesli devâm ettirme gâyesi olmasa şehvet verilmezdi. Bunun aksine olarak yemekte olduğu gibi —meselâ maksat yemektir kazâi hâcet lâzımdır— evlenmekten de maksat zevktir; çocuk ise bu zevke tâbidir, denemez. Çünkü fıtrat ve hikmetin iktizâsı evlâd yetiştirmektir, şehvet değildir. Şehvet, inşânı bu işe tahrik eden bir vâsıtadır.
Dünyâ zevkinin, âhiret zevkine delâleti:
Ömrüme yemin ederim ki, şehvette, çocuk yetiştirmekten başka hikmet de vardır. O hikmet, Cennetin zevkini hâtırlatm aktır. Çünkü bilinmeyen ve zevkine vanlmayan bir lezzeti teşvikte bir fayda yoktur. Meselâ hünsâyı [hadımı] cinsî münâsebet zevkine, çocuğu hükümdarlık ve saltanat zevkine teşvîk etsen, bundan bir fayda çıkmaz. Ne hünsâ münâsebetten bir şey anlar, ne de çocuk hükümdarlığın zevkine varabilir. Dünyâ zevklerinin faydalarından birisi de bu zevklerin daha üstününün Cennette devâmlı şekilde verileceğini bildirmekle, inşânı, Cennete girebilmesi için gerekli tâat ve ibâdete teşviktir.
Evvelâ bu ince hikmetleri, sonra bu hikmetlerin altında, kullarına olan İlâhî rahmeti, daha sonra da İlâhî terbiyeyi düşün de bir şehvet altında iki hayâtı nasıl birleştirdiğini gör. Hayâtın biri zahiri diğeri ise bâtınî hayâttır. Zâhirî hayât, neslin devâmıdır ki, bir bakıma insanın kendi vücûdunu yaşatmasıdır. Bâtınî hayât ise uhrevi hayâttır. Çünkü şu sür’atle geçen noksân bir zevk, devâm eden esaslı bir zevke teşvîk eder ve o zevke ulaştıracak ibâdetlere sevkeder. Kişi ona olan şiddetli arzûsu sâyesinde, kendisini o zevklere ulaştıracak ibâdetleri kolaylıkla yapar. Gerek inşân bedeninde, gerek yer ve göklerde olan her zerrenin tahtında akılları hayrete düşürecek hikmet ve acâiblikler vardır. Fakat bu hikmetler ancak dünyâ muzahrafa tından ve aldatıcı maddelerinden arınmak nisbetinde temizlenmiş olan kalblere keşfedilir. Hülâsa: Âciz olmayan erkeklerin şehvet gâilelerini defetmesi bakı mmdan evlenmenin dindeki mevkii mühimdir. Çünkü takvâ kuvve tiyle, gemlenemiyen, galeyana gelmiş bir şehvet, inşânı fuhşiyâta sii rükler. Allah’ın Resûlü Cenab-ı Hakdan vahy yoluyla:
«Eğer onu yapmazsanız, yeryüzünde büyük fitne ve fesâd uyanır» (8-E nfâl: 73) âyetini tebliğ ederek buna işâret etmiştir. Kendisin tamamen takvâya bağlayan kimseler ise, bunlar takvâ sâyesinde gö zunü nâmahremden çekip, edep yerini muhâfaza etmesi gibi anca* âzalannı şehvetten koruyabilirler. Kalbini, vesvese ve bu husûstak düşüncelerden korumak ise, kendi irâdesinde değildir. Cinsi münâse bet hakkında kalbine öyle şeyler gelir ki, bunları en bayağı insânlarıı yanında bile açıklamaktan hayâ eder. Halbuki Allahu Teâlâ, kişinir kalbini bilir. İnsânlar arasında dil ne ise, Allah katında da kalb aynı dır. Âhiret yoluna giren müridin en mühim işi kalbidir. Oruca devan etmek de çokları hakkında bu vesveseyi kesemez. Ne ola ki, çok zayıflayıp mizacı bozulmuş ola… Bunun için Abdullah bin Abbâs (R.A.) «Âbidin ibâdeti ancak evlenmekle tamâmlanır. Bu, umûmî bir ibtilf
ve imtihândır. Bundan az kimseler kurtulabilir» demiştir. Katâde : Allahu Teâlâ’mn:
«Gücümüzün yetmediği yükü bize yükleme» (2 – Bakara : 286/ âyet-i celilesindeki güç yetiremiyeceğimiz şeyden murâd, «aşırı şeh vettir» demiştir. İkrime ve Mücâhid:
«İnşân tahammülsüz ve zayıf olarak yaratıldı» (4 – Nisa : 28) âyetindeki za’fiyetten murâd, kadınlara düşkünlük ve onlara karşı sabırsızlık demektir, dediler. Feyyaz b. N ecih: «Kişinin, âleti intişar ettiğinde aklının üçte ikisi gider» demiştir. H attâ bâzıları «Dinin üçte biri gider» demişlerdir. «Nevâdirü’t-Tefsîr» de İbn Abbâs’dan :
«İyice bastırdığı vakit, karanlığın şerrinden Allah’a sığınırım» (113-Felâk: 3) âyetindeki «gâsık» ile «vâkab» dan murâd, âletin intişar etmesidir, demiştir. Bu, büyük ibtilâdır. Bir defâ heyecanlandı mı, ne akıl ve ne de dîn bunu kolaylıkla zapteder. Bununla berâber, yukarıda anlattığımız gibi, iki hayâta da salâhiyeti vardır. Şeytânın, insânlar üzerindeki en kuvvetli silâhlarından birisidir. Buna işâret olarak Resûl-i Ekrem :
«Akıl sâhibleri içinde, akıl ve dînde, sizden (kadınlardan) noksâ- nmı görmedim» (96) buyurmuştur. Bu, kadınlarda şehvetin çokluğu bakımındandır. Yine Resûl-i Ekrem duâsmda :
«Allahım! Kulağınım, gözümün ve kalbimin kötülüğü ile şehvetimin heyecanından sana sığınırım» (97) buyurmuştu. Diğer bir duâsmda :
«Allahım! Kalbimi temizlemeni ve edeb yerimi korumanı sendeı dilerim» (98) buyurmuştur. Resûl-i Ekrem’in Allah’a sığındığı bi şeyden başkalarının kayıtsız kalması nasıl doğru olabilir? Sâlihlerden bir zât, iki üç hanımı nikâhında bulundurduğu içi; aleyhinde dedi-kodu yapanlar oldu. Bu zât onlara : — Siz, Allah huzûrunda bulunurken nâtınnıza hiç şehvet hiss geldi mi diye sorar. O nlar: — Çok defâlar böyle şeyler hâtırımıza gelir, dediler. Bu z â t: — Ömrümde bir defâ olsun, sizin bu hâlinize râzı olsaydım hi de evlenmezdim. Fakat beni meşgûl edecek herhangi bir şey hâtırırr dan geçerse ben hemen onu önler ve huzûr içinde ibâdetime dönerin tam kırk senedir kalbime kötülük nâm ına bir şey gelmemiştir, dedi.
Adamın biri sofilerin bâzı hareketlerini hoş karşılamadı. Dinda zâtın biri bu adama : — Sofilerin neleri hoşuna gitmiyor? diye sordu. Adam: — Çok yemek yiyorlar, dedi. Dindar adam: — Sen de onlar gibi açıksan çok yerdin, dedi. Bu defa adam : — Çok evleniyorlar, dedi. Dindar olan zat: -r- Sen de onlar gibi gözünü ve edeb yerini muhâfaza etsen, ço evlenirdin, dedi. Cüneyd-i Bağdâdî: «Yemeğe duyduğum ihtiyâç gibi, cinsî m üne sebete de ihtiyâç duyarım. Hakikatte kadınlar hem nafaka ve hem d kalb temizliğine vesiledirler» dedi. Bunun için Resûl-i Ekrem: «Kü
dmı görmekle şehveti uyanan kimse, hemen âilesiyle münâsebett bulunsun» (96) buyurdu. Zîrâ böyle yapmak, gönülden vesveseyi ka dınr. Câbir’in Resûl-i Ekrem’den rivâyetine göre, Resûl-i Ekrem, bi kadın gördü ve hemen hanımı Zeyneb’in (R.A.) odasına gidere onunla halvet oldu ve çıktıktan sonra :
«Kadınlar inşânın karşısına şeytan gibi çıkarlar. Bir kadını gc rüp heves ettiğiniz vakit, hemen kendi âilenize müracaat edin. Çünkü onda olanın aynısı onda da vardır.» (1,00) buyurdu. Yine Resûl-1 Ekrem :
«Kocalan hâricde bulunan kadınların yanma girmeyin. Zîıâ kan damarda işlediği gibi, şeytân, inşânın vücûduna işler» buyurmuştur. Bunun üzerine biz [Ashâb], Resûl-i Ekrem’e «Senin de mi yâ Resûlallah! » diye sormamız üzerine, Resûl-i Ekrem:«Evet benim de. Fakat Allah bana yardım etti ve şeytânım müs- lüman oîdu.» (101) buyurdu. Süfyân b. Uyeyne : «Müslüman oldu> kelimesinin mânâsı, ben ondan selâmet bulurum, demektir. Yoksa şeytân müslüman olmaz, buyurmuştur. Sahâbenin en zâhidlerindeıı olan, Abdullah b. Ömer’den de böyle rivâyet edümiş ve oruçlu iken akşam vakti yemekten ve hattâ namâzdan önce cinsî münâsebet ile iftâr ettiği ve ondan sonra yıkanıp kıldığı söylenmiştir. Böyle yapması, huzûr ile ibâdet edebilmesi içindir. Aynı zâtın, Ramazanda yat sıdan önce üç câriyesiyle münâsebette bulunduğu da rivâyet edilmiştir. Abdullah bin Abbâs: «Bu ümmetin hayırlısı hanımları çok ola nıdır.» demiştir.
Arab kavminde, şehvet gaalip olduğu için, sâlih olanları da daha çok evlenme ihtiyâcı duyarlar. (Acem ve mağrib sofilerinde durum bunun aksinedir.) Kalbin huzûrunu sağlamak ve zinâyı önlemek için, câriye ile evlenmek mübâh olmuştur. Halbuki doğan çocuk, annesine tâbi olduğu için, köle oluyor. Bu, bir nevi çocuğu helâk etmektir. Hür kadın ile evlenebilenler için bu harâmdır. Çocuğun kble olması, dînin mahvolmasından ehvendir. Çünkü burada ancak bir müddet çocuğun yaşayışını tedirgin etmek var. Fakat zinâ etmekte uzun müddet âhiret saâdetini kaybetmek vardır.
Rivâyet olundu ki: Bir gün İbn Abbâs’ın sohbetinde bulunanlar dağıldı. İçeride tek bir genç kaldı. İbn Abbâs: — Oğlum! Bir ihtiyâcın mı var, ne bekliyorsun? diye sorunca genç: — Evet, soracağım bir mes’ele var; fakat insânlardan utandığımiçin onların yanında soramadım. Mamafih zâtıâîinizden de sıkılıyor ve hayâ ediyorum, dedi. İbn Abbâs: — Âlim, baba menzilesindedir. İnşân babasına söyleyebileceği her sözü âlime söyleyebilir, söyle bakalım derdin nedir? Genç : — Ben bekâr bir gencim, zinâdan korunmak için elimle istimnâ ediyorum, bunda da günâh var mı? dedi. İbn Abbâs yüzünü yana çevirerek : — Yazıklar olsun sana. Çirkin bir hareket, gerçi zinâdan ehvendir. Fakat câriye ile evlenmek bundan daha iyidir, dedi. Bu rivâyet bize şunu ifâde ediyor. Şehveti gaalib olan bekârlar, üç kötülük arasında tereddüt ederler. Bunların en ehveni, câriye nikâhlamak, ki burada doğan çocuğun köle olması vardır. Bundan ağırı el ile istimnâ, en ağırı da zinâ etmektir. İbn Abbâs bunların hiç birine m utlak ola rak mübâh dememiştir. Çünkü gerek câriye nikâh etmek ve gerek istimnâ mahzûrlu ve kaçınılacak hareketlerdir. Ancak zinâ tehlikesinde bu mahzûrlar sırasıyle irtikâb edilebilir. Nitekim ölümden kurtulmak için ölü hayvan etinin yenebilmesi gibi. Bu şerlerin ehvenini tercih etmek, mutlak mübâh olmaları mânâsına gelmez. Bütün bedene si- râyet edip inşânı öldürtmemek için el ve ayağın kesilmesine m üsâade edilmesi, mutlak bir”hayır olmayıp ehven-i şerreyni [iki kötüden, hafifinin] tercih olduğu gibi burada da hüküm aynıdır. İşte bu cihetlerden evlenmenin efdaliyeti anlaşılmıştır. Fakat bu umûmî değil, ekseriyet itibâriyledir. Niceleri vardır ki, ihtiyârlık, hastalık veyâ herhangi bir sebeble şehvet hissini kaybetmişlerdir. Onlarda aşırı şehvet yoktur. Ancak evlâd yetiştirmek gâyesi var ki bu, hadımlardan başka hepsinin hakkında câridir. Şehveti gaalib olan bâzı tabiatlar vardır ki, onlar bir kadın ile teskin olmazlar. Bunlar aralarında meveddet, muhabbet ve kalb huzûrunu sağlamak mümkün olursa, dörde kadar evlenebilirler. Eğer bunlar ile sevgi ve düzeni sağlayamazsa fazla alamaz, değiştirebilirler. Hazret-i Fâtım a’nın ölümünden yedi gün sonra Hazret-i Ali evlenmiştir. Hazret-i Ali’nin oğlu Hazret-i Hasan’ın bir anda dört kadından fazla bulundurmamak şar- tıyle ikiyüz mütecâviz kadınla evlendiği söylenir. Bir anda dört kadını boşayıp yerine hemen dört kadın aldığı da rivâyet edilmiştir. Resûl-i Ekrem, Hazret-i Haşan hakkında:«Sûret ve siyret bakımından bana benziyorsun» (İ02), diğer bir hadîsde de :«Haşan benden, Hüseyin ise Ali’dendir» (103) buyurdu. Denildi ki çok evlenmesi Resûl-i Ekrem’e benzeyen huylarından biridir. Mu- giyre b. Şû’be seksen kadın ile evlendi. Sahâbe-i Kiram arasında üç dört kadını olanlar az; iki ailesi olanlar ise pek çoktur. İllet belli olunca tedavisi de ihtiyaç nisbetinde olmalıdır. Gâye, nefsi teskin olduğundan, ona göre davranmalı, azaltmalı veya çoğâltmalıdır.
3 — EV İDÂRE ETMEK:
Üçüncü fayda: Bakmak, oturmak, oynamak ve şakalaşmakla gönül eğlendirmek, kalb huzurunu sağlamak ve ibâdetini onunla takviye etmektir. İnsanın pek çok sıkıntıları olduğu için, daima huzûr ve neşat içinde ibâdete devâm edemez. Yaradılış itibâriyle böyledir. Eğer arzûlarmın hilâfına olarak ibâdete devama zorlansa da yapmamakta ısrar eder. Ancak arasıra zevkini okşayan şeylerle dinlendiği vakit, yeniden kuvvetlenir ve hevesle ibâdete yönelir. İşte âile ile düşüp kalkmak, bu ciheti sağlar, Müttakilerin de bâzı mübâh olan şeylerle eğlenmeleri münâsibtir. Bunun için Allahu Teâlâ :
«Onunla [Havvâ ile] ülfet eylemesi için» (7 – A’râf: 189) buyurmuştur.
Hazret-i Ali (R.A.) «Zaman zaman gönlünüzü dinlendirin. Çünkü gönül, yorulduğu zaman körleşir» buyuımuştur. Haberde:
«Aklı başında olan kimse zamanını üçe bölmeli: Bir kısmını ibâdet, diğer kısmını nefis muhâsebesi, diğer kısmını da şahsî işleri ile geçirmelidir.» (104) diye vârid oldu. Bu, şahsî işleri ile meşgûl olduğu saati, diğer vakitlerine yardımcı olur. Aynı meâlde başka bir ifâde ile Resûl-i Ekrem şöyle buyuruyor:«Akıllı insan, ancak üç şey için harekete geçer: Âhiret azığı, dünya maişeti ve harâm olmamak şartıyla zevk almak için.» (105)
Yine Resûl-i Ekrem.«Amel eden her zâtın bir sa’y u gayret etme hâli vardır. Her çalışanın da bir yorgunluğu ve istirâhate ihtiyâcı vaıdır. O yorgunluğunu benim sünnetim üzerine geçirenler hidâyete ermişlerdir.» (106) buyurdu. Ebu’d-D erdâ (RA.): «Hak ve hakikate güç yetirebilmem için, nefsimi bâzı eğlenceler ile oyalarım» demiştir.
Resûl-i Ekrem’in (S.A.V.) şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir
«Cebrâil’e cinsî münâsebetteki za’fiyetimden şikâyet ettim. Cebrail bana keşkek [herise] yemeği tavsiye etti.» (107) Bu rivâyet sahih ise, bundan gâyenin istirâhate hazırlık olduğu anlaşılır. Yâni burada şehvetin arttırılm ası isteniyor. Çünkü şehvet azlığı ünsiyetin azalmasına sebeb olur. Yine Resûl-i Ekrem Efendimiz:«Dünyanızdan üç şey sevdim: Güzel koku, kadınlar ve gözümünnûru namâz.» (108) buyurdu. Bu üçüncü kısım da gönül dinlendirmek için bir faydadır. Zikir, fikir ve diğer ibâdetlerle yorulan kimse birinci ve ikinci şıkkın dışında bu üçüncü şıkkın da fayda sağladığını anlar. Hattâ bundan, oturup sohbet etmek ve oynaşmaktan burulmuş hiinsâlar da zevk alır ve kendilerini dinlendirmiş olurlar. Aynı zamanda evlenirken bu ciheti de nazarı itibara almak evlenmeğe ayrı bir fazilet bahşeder. Fakat çoklan bu niyetten habersizdirler. Ekseriyetle evlenmekte nazarı itibara alman, evlâd yetiştirmek ve şehveti teskindir. Bununla beraber çokları gönüllerini dinlendirmek için kadınlarla eğlenmekten ziyade, akar sulara ve yeşilliklere bakmaktan zevk alırlar. Bu, şahsiyet ve vaziyet itibariyle değişir. Herkes kendi arzûsuna göre kendisini dinlendirir.
4 — YAKINLARI ÇOĞALTMAK:
Dördüncü fayda: Evlenmekteki dördüncü fayda, evi süpürmekr kaplan temizlemek, yatak sermek, yemek pişirmek gibi ev işlerinden kurtulmaktır. İnsanoğlunun şehvet hissi olmasa da ev işleri ile uğraşması çok zordur. Çünkü bu gibi zarûrî işler, zamanının çoğunu alır. İlim, amel ve benzeri işlerine mâni olur. İyi bir kadm bu bakımdan ev işlerinde dîne yardımcıdır. Bu işlerin bozulup gayri muntazam bir şekilde yürümesi, insanın huzûrunu kaçm r ve geçimi zorlaştırır. Bunun için Ebû Süleymân Dârânî: «İyi bir kadın, dünyâ metâı değil, âhiret saâdetidir. Çünkü erkeğin, şehevi hissini tatm in ve ev işlerini tedvir etmekle, onun huzûr içinde hem diğer işlerini ve hem de Allah’a karşı kulluk ve ibâdetini yapabilmesini te’mîn eder.» demiştir.
Muhammed bin Ka’b el-Kurzî: Allahu Teâlâ’nm:
«Rabbimiz bize dünyada basene ver» (2 – Bakara: 201) âyetindeki «Hasene» den murâdı, sâliha [iyi] kadındır, dedi. Resûl-i Ekrem de (S.A.V.) bir hadîs-i şerifinde:
«Sizler şükreden kalbe, zikreden lisâna ve âhiret husûsunda sizlere yardımcı olacak sâliha ınü’min bir kadına sâhib olmağa çalışın» (109) buyurmuştur. Görüldüğü gibi zikri, şükrü ve iyi kadını bir arada zikretmiştir. Allahu Teâlâ’mn:
«Onu temiz bir hayât ile ihyâ eder ve yaşatırız.» (16-Nahl: 97) buyurduğu temiz yaşayıştan gâye, iyi, müslümân ve sâliha kadındır. Yâni ona öyle bir zevce nasîb ederiz, demektir. Hz. Ömer bin Hat- tâb (R.A.): «Kişiye îmândan sonra verilen şeylerin en hayırlısı sâliha kadındır. Onlar içerisinde baha biçilmeyecek kıymetler olduğu gibi, efendisini esâret altına alıp, kendisinden fidye ile kurtuluş imkânı olmayan kötüleri de vaıdır.» dedi. Resûl-i Ekrem (S.A.V.):
«Âdem aleylıisselâm’a iki hasletle üstünlüğüm var: Birincisi onun karısı, ona günâhta [hatâda] yardımcı oldu; benim zevcelerim ise bana ibâdette yardımcıdırlar. İkincisi, onun şeytânı kâfir idi. Benim şeytânım müslümândır. bana ancak iyilik emreder.» (110) buyurmuş ve kadının tâatta yardımcı olmasını bir fazîlet saymıştır.
Ev işlerini çekip çevirmek, sâlihlerin aradığı faydalardandır. Bu da evinde bu işleri görecek bir kimsenin bulunmadığı şahıslara mahsûstur. Aynı zamanda iki kadın da almamalıdır. Çünkü çok kere iki kadın geçimi bozar, evin huzûrunu kaçırır ve bütün işleri alt-üst eder. Hısım ve akrabayı çoğaltmak ve böylece kuvvet bulmak da bu faydaya girer. Çünkü insanın, düşmandan korunmak ve huzûr içinde ibâdetini tamamlayıp yaşayabilmek için kalabalık âileye ihtiyâcı vardır. Zillet, insanın huzûrunu kaçırır, hısım ve akraba çokluğu zilleti kaldırır.
5 — NEFİS MÜCÂHEDESİ YAPMAK: Beşinci fayda: Büyüklük vazifesini yerine getirmek, âile hakkına riâyet etmek, onların huy ve tabiatlarına tahammül etmek, sıkıntılarım gidermek, kusurlarını düzeltmek, dînî bilgilerini kuvvetlendirmek, helâlinden mâişetlerini te’mîn için çalışmak ve evlâd terbiyesine ehemmiyet vermek sûretiyle nefis mücâhedesi ve riyâze- tidir. Bütün bunlar büyük kıymeti hâiz faziletli işlerdir. Zira bunlarda riâyet, korumak, velâyet, yakınlık, sevk ve idâre vardır. Âile ve evlâd, kişinin, koruyacağı ve onlara adâletle muâmele ederek haklarına riâyet edeceği kimselerdir. Hakka riâyetin fazileti büyüktür. Bundan ancak uhdesinden gelemeyenler kaçınır. Yoksa Resûl-i Ekrem (S.A.V.):
«Bir gün adâletle vâlilik yapmak, yetmiş senelik (nâfile) ibâdetten hayırlıdır» (111) buyurmuştur. Sonra da Resûl-i Ekrem (S.A.V.):
«Dikkat edin, hepiniz çoban, ve hepiniz güttüğünüzden mes’ûl- sünüz.» (112) buyurmuştur. Hem kendisini ve hem de başkasını ıslah ile meşgûl olan kimse, yalnız kendisini düzeltmekle uğraşandan daha hayırlıdır. Bunun gibi, başkasının eziyetine katlanan, huzûr içinde yaşayıp kimse için sıkıntı çekmeyen gibi değildir. Âile ve çocukları uğrunda zahmet çeken, Allah rızâsı uğrunda mücâhede eden gibidir. Bunun için Bişr: «Ahmed bin Hanbel beni üç yönden geçmiştir: Bunlardan birisi, kendisinin ve başkalarının nafakalarını helâiden te’mîndir» dedi. Nitekim Resûl-i Ekrem (S.A:V.):
Kişinin efrâd-ı âilesine infak ettiği, sadakadır. Kişi âilesiııin ağzına koyduğu lokmadan muhakkak me’cûr olur.» (113) buyurmuştur. Adamın biri, âlimin birisine:
— Namâz, Oruç, Hac, Zekât gibi yaptığımız her amelden sevâb alacak mıyız? dedi. Âlim: — Sen, Ebdâl’ın [mâneviyat kahram anı] işlerinden haber versene, dedi. Adam: — Onlar nelerdir? Âlim: — Helâlden nafaka kazanıp âile efrâdmı beslemektir, dedi. İbn Mübârek bir muhârebede arkadaşlarına: — Bundan makbûl bir amel bilir misiniz? diye sordu. Arkadaşları: — Bilmeyiz, dediler. İbn Mübârek: — Ben bilirim, dedi. Onlar: — Nelerdir? dediler. İbn Mübârek: — Ailesi kalabalık olan fakir bir kimsedir ki, gece uyanır ve açılmış olan çocuklarını örter. Onun bu hareketi, bizim bu gazâmızdan daha makbûldür, dedi. Resûl-i Ekrem bir hadîsinde:
«Namâzını güzel kılan, malı az, çoluk çocuğu kalabalık ve raüs- lüm ânlan çekiştirmeyen kimse, Cennette benimle şöylece beraber (diyerek şehâdst parmağı ile orta büyük parmağını göstermiştir)» (114) buyurmuştur. Diğer bir hadîsde:
«Çoluk çocuğu kalabalık olan iffet sâhibi fakirleri, Allah sever» (115) buyurulmuştur. Başka bir hadîsde«Kişinin günâhları çoğaldığı vakit (günâhlarına kefâret olmak için) Ailahu Teâlâ onu geçim sıkıntısı ile ibtilâ eder.» (116) büyütülmüştür. Seleften birisi: «Birçok günâhlar vardır ki, onları, âilenin mâişetini te’mîn uğrunda çekilen zahmetleri mahveder» demiştir. Bu husûsta Resûl-i Ekrem’den de şöyle bir rivâyet vardır:«Günâhlardan öyle günâhlar vardır ki, onları ancak mâişet uğrunda çekilen zahmetler mahveder.» (117) buyurmuştur. Yine Resûl-i Ekrem Efendimiz «Üç tâne kızı olup, ihtiyâçtan kurtanncaya kadar onlara iyi bakan, yedirip giydiren kimse elbette Cenneti kazanır. Ancak, atfedilmeyecek bir günâh işlemiş olursa o, müstesnadır.» (118) buyurdu. İbn Abbâs bu hadîsi anlatırken: «Vallahi bu, garîb [düşündürücü] hadîslerdendir» dedi. Rivâyet olunduğuna göre, âilesine çok iyi bakan bir âbidin âilesi- öldü. Kendisini evlendirmek isteyenlere: «Hayır, yalnızlık benim için daha iyidir. Daha ziyâde aklımı başıma alır ve huzûrumu sağlarım» diyerek tekliflerini reddetti. Sonra bu zât şöyle anlatıyor: «Ailemin ölümünden bir hafta sonra idi rüyâmda gördüm ki: Gök kapılan açıldı ve oradan uçarak yeryüzüne inen insânlar benim yanımdan geçtikçe “İşte o meş’ûm adam budur” diyerek geçerlerdi. Korkumdan ancak en son gelen bir gence: “Bunlar kimi kastediyorlar?” diye sorduğumda, genç; “Seni kastediyorlar; çünkü bir hafta öncesine kadar senin ismini miicâhidler arasında yükseltiyorduk, bir haftadan beri amellerini, mücâhededen kalanlar arasına koymakla emrolunduk, bunun sebebini bilemiyoruz.” dedi.» Adam uyanır uyanmaz «Beni everin» dedi ve ondan sonra dâimâ iki ve üçe kadar âileyi, nikâhında bulundurdu. Peygamberler haberlerinde: «Yûnus aleyhissslâma bir cemâat misâfir geldi. Yûnus aleyhisselâm onları yedirmek için mutfağa girip çıkarken, karısı ona zahmet veriyor ve o da buna katlanıyordu. Buna karsı şaşıran misâfirlere; «Şaşmayın, bunda şaşılacak bir şey yok. Çür.ıcü ben Allahu Teâlâ’ya şöyle duâ ettim: «Yâ Rab, bana çektireceğini dünyâda çektir!» Allahu Teâlâ da: ,-Senin cezân falancanm kızı ile evlenmektir, onu al» buyurdu. Ben de işte onun bu hâline rediyorum, dedi.» Kadının boşboğazlığına sabretmekte, nefsi terbiye, gazabı teskin ve ahlâkı güzelleştirme vardır. Tek başına kalan veyâ sâlihlerle arkadaşlık eden kimsenin, içyüzü belli olmaz. Çünkü onun kalbı hastalıkları ve bâtmî kusûrları meydâna çıkmaz; kapalı kalır. Âhiret yolcusuna düşen vazife, inşâm harekete geçiren, hiddetlendiren bu gibi vâsıtalar ile kendisini denemek, güzel hûylu olmak için bu gibi cân sıkıcı müşküllere sabretmeğe alışmakla, bâtınım kötü vasıflardan arıtm aktır. Esasen âile gâilesine sabretmek, riyâzet ve mücâhede olmakla berâber, onların mâişetini deruhte etmek bâşlı- başma bir ibâdettir. Bu da evlenmek ile alâkalı faydalardandır. Fakat bundan ancak iki kimse istifâde edebilir :
Birincisi, henüz âhiret yolculuğuna yeni girmiş olduğu için mücâhede, riyâzet ve ahlâkını güzelleştirmeği kasteden kimsedir. Mücâhede için bu/ yolu seçmesi yanlış değildir.
İkincisi de, zâhirî ibâdetlerle uğraştığı hâide bâtmen hâlden hâle terakki edemeyen, murâkabe ve m urâbatadan mahrûm, fikrî ve kalbi hareketleri olmayan; yalnız Namâz, Oruç ve Hac gibi zâhirî amellerle uğraşan kimsedir. Bu gibilerin, helâlden âile efrâdının nafakalarını te’mîne ve onların terbiyelerine çalışması, nâfile ibâdetlerden daha makbûldür. Çünkü nâfile ibâdetler, lâZim, yâni şahsına m ünhasırdır. Helâlinden çalışması ise müteaddî, yâni faydası başkasına da dokunur. Bu bakımdan o daha hayırlıdır. Ama yaradılışında ahlâkı güzel veyâ yukarıda anlattığımız mücâhede yollan ile ahlâkını güzelleştiren, mânevî seyrine devâm eden, mükâşefe ilminde kalbi ve fikri hareket hâlinde olan kimselerin, bu maksatla evlenmelerine lüzûm yoktur. Çünkü riyâzet, buna lüzûm bırakmamıştır. G nlann nafakalarını te’mîne çalışmasına gelince, bu gibi mükâşefe erbâbımn amellerindeki istifâde ondan daha büyüktür. Faydası daha umûmî ve şümûllüdür. İşte dîn bakımından nikâhın faydaları bunlardır ve bu sebebteıı evlenmenin efdaliyetine hükmedilmiştir.