Fâtih Sultan Mehmed Han’a
Baba Nasihati
“Ey benim biricik ciğer parçam oğlum! Sorup öğrenmek istediğin nedir? Seni bir dinleyeyim, inşâallâh doyurucu ve merakını giderici cevaplar vermeye çalışırım; hem buna bütün gönlümle razı olurum.”
Çocuk denecek kadar genç yaştaki Şehzâde Mehmed (Fâtih Sultan Mehmed Han), bir gün sarayın avlusunda gezip dolaşırken ansızın babasının yanına gelir ve:
“Ey benim büyük sultanım ve saygıdeğer babam! Mübârek ve muhterem huzurunuzu kaçırmadan, kalplerinizi rahatsız etmeden, son derece merak ettiğim bir hâdise hakkında size bir sual sorup bilgi ve tecrübelerinizden istifâde etmek istiyorum.” der.
Sultan İkinci Murad Han:
“Ey benim biricik ciğer parçam olan oğlum! Sorup öğrenmek istediğin nedir? Seni bir dinleyeyim, inşâallâh doyurucu ve merakını giderici cevaplar vermeye çalışırım; hem buna bütün gönlümle razı olurum.” dediğinde, Şehzâde Mehmed:
“Ey benim saâdetim ve mutluluğum olan babam!
Yüce Allâh (c.c.) sizin mutlu gölgenizi hiçbir zaman üstümüzden ayırmasın!
Şu sıralarda, oğlunuz olan ben, sizin hakkınızda hayrete düştüm. Hayret ettiğim ve tuhafıma giden şey şudur: Yüce Allâh’ın bir hikmeti olarak mübârek yaşınız hayli geçmiş bulunuyor. Böyle olduğu halde, görebildiğim diğer ihtiyarlardaki gibi, ne boyunuzda bir eğilip bükülmeye, ne de sırtınızda bir kamburlaşmaya, kısaca sizde bir yaşlılık belirtisine henüz rastlamış değilim. Bunun yanında, çektiğiniz bunca zahmet ve güçlüklere rağmen, eskiden olduğu gibi yiğitlik ve kahramanlığınızı sürdürürken, son derece zinde, şen ve neşeyle birlikte akıl ve fikrinizi de yerli yerinde kullanmaktasınız.
Öyle kİ, düşmanlar üzerine bir sefer olsa, siz ora- da, cenk meydanındasınız; memleketin husûsî işleriy- le uğraşılacak, bunu siz düşünmektesiniz; pâdi^hlık, taht ve saltanat korunacak, yine siz gece-gündüz di- dinip çabalamaktasınız. Bütün bu tehlikelere karşı de- ğerli varlığınız؛ koruyabilmiş, sanki bir fidana benze- yen boyunuzu eğriltmemiş b؛r halde bulunuyorsunuz.
Ayrıca şunun apaçık bir gerçek olduğunu da bili- yorum: Devamlı ve yoğun düşüncelere dalıp, meşgul olduğu işlerde آا>اة melekelerini kullanmak kadar in- san varlığını güçsüz düşüren bir şey yoktur. Siz muh- terem babamdaysa İhtiyarlık, ne bir gevşeklik, ne de büyük bir değişiklik meydana getirmemiş, bu yüzden sizleri güçsüz düşürüp huzurdan mahrum bırakma- mıştır. hâlbuki aşağı-yukarı diğer bütün yaşlılar, ihtl- yarlık altında sanki ağır bir yük götürür gibi inil inil in- lemekte ve devamlı şi^yette bulunmaktadırlar.
Ben oğlunuz, mutlu babamdan şunu öğrenmek isterim:
Şerefli ve yüce karakteriniz için ne tür bir ¡1؛اق kul- lanıyor, üstün aklınız için ne yapıyorsunuz? Eğer bu- nu ben oğlunuza da öğretme lütfunda bulunursanız, inşâallâh o ihtiyarlık çağlarına vardığım zaman kahra- manlık ve yiğitlik yanında, neşe ve sevinç dolu bir ha- yatı da beraberimde getirmiş olurum.”
Oğlunun bu samimi istek ve arzularına karşı Sul- tan İkinci Murad Han cevap olarak:
“Ey benim sevgili oğlum!
Önce şunu belirtmek isterim: Bu senin suallerin ve öğrenmek istediğin şeyler bana öyle bir sevinç ve hu-
Fâtih Sultan Mehmed Han
zur verdi ki, şu anda bunu ne sözle, ne de kalemle anlatabilmem mümkün değil… Sonsuz güç ve büyüklüğüne kâinattaki bütün varlıkların kulluk ettiği yüce Allâh’ın, sana vermiş olduğu böyle büyük ve geniş meselelerin araştırılması düşüncesini devam ettireceğini umuyorum.
Bence, ilk olarak şunu bilmek gerekir: insanoğlunun her birinde, başkalarıyla çeşitli münâsebetler kurmaya yarayan normal bir akıl olmalıdır, işte bu akıl, bütün saâdet ve huzûrun tükenmez kaynağıdır.
Kişi, kendi düşünce ve fikirlerinin neticelerini, yine kendi hayatıyla alâkalı birtakım içtimâ? mevzulara tatbik eder, onlarla alâkadar olur; bu arada Allâh’tan gelen her şeye boyun eğip, razı olur ve “Allâh’tan gelene karşı gelinmez” tesellisiyle hayatını sürdürmeye devam ederse, kalbine huzursuzluk ve ızdırap diye bir şey gelmez. Böylece, bu kimselerin gönülleri gam ve kederden uzak kalacağı için şikâyet etmelerine hiçbir sebep yoktur. Bu arada hayatları da normal seyirlerini takip eder.
Bizim gibi olanlarsa, şimdi ekseriyetle, ihtiyarlık çağının kendilerine gençliklerinde gelmiş olmasını arzulamaktadırlar. Birçoklarıysa, yaşlandıkları zaman, o çağı, önceki çağlarından daha övgüye değer bulur, oraya ulaşmış olmalarından dolayı yüce Allâh’a sonsuz şükürler ederler. Çünkü bu çağda, kişinin birçok kötü arzu ve istekler uyandıran nefsî arzuları körelir, bunun yanında, âhiretini hatırlamaya ve hiç değilse ölümüne kadar olan süre içinde de o yolda çalışmaya koyulur.
Bir de, kendilerine Allâh tarafından “normal akıl” dediğimiz varlığın verilmemiş olduğu kimseler vardır. Bunların, hiçbir vakit -ne çocukluk, ne gençlik, ne olgunluk ve ne de ihtiyarlık çağlarında- herhangi bir şeyden ne müsbet, ne menfî yönde tesir altında kalmadıkları görülür. Hayatlarında, sadece keder ve acının bir gevşeme ve bir tembellik bıraktığı sanılır. Bunlar, ihtiyarlıktan dolayı duydukları rahatsızlığı zamanlı-zaman- sız, olur-olmaz yerlere şikâyet etmekten hoşlanırlar.
Hayata doymak mümkün değildir. “Hayata doyum olmaz”, hayatın az veya çok olması, onun kıymetini azaltmaz, unutulmasına sebep olmaz, bilâkis değerini arttırır.
Durum böyle olunca, aklı başında olan herhangi bir kişinin yapacağı şudur:
Her cins varlığın hâdisenin aslını ve teferruatını birbirinden kolaylıkla ayırt edip bunlara, tabiî ve aslına uygun bir şekilde bakabilmeiidir. Ayrıca, iyi veya kötü başına gelen bütün hâdiselere boyun eğip, kendini kadere teslim etme anlayışını elden bırakmamak gerekir. Ben şahsen kendim, onların hallerine düşüp aldanmadığım için çoğu kez yüce Allâh’a şükürlerde bulunurum. Ben, yine her durumun birbirinden çok farklı şartlarına da gereği gibi uymaya çalışırım. Nitekim bilindiği gibi, bir yemiş ancak olgunlaştığı zaman güzelce yenir. Bunun gibi, insanların da güngörmüş olup, birçok tecrübeler geçirmiş olanları her zaman tercihe şayandırlar.
Meselâ, olgun ve nefis bir üzüm dururken, henüz olmamış bir koruğu lezzetle yemeye kalkışan birinin aklından mutlaka zoru olması gerekir. Henüz olmamış, yeşil halde bulunan bir zeytin tanesinin de, olmuş yerine yenmek istenmesi kişi hakkında, ona bakmakta olan birini yukarıdaki aynı hükme götürür.
Çünkü her şeyin, her varlığın iyisine ve güzeline bakmak, dünya kurulduğundan beri bir âdet hâline gelmiştir. Bu yüzden, insanlar koruğu, yenecek üzüm oluncaya kadar beklerler.
Gençliği övüp, ihtiyarlığı yerenler de aynen bunlara benzerler…
Babasının bu sözlerini dinleyen Şehzâde Meh- med, bunlara şöyle bir karşılıkta bulunur:
“Ey benim sevgili muhterem babam!
Şu anda, sizin bu nasihatlerinizle, bambaşka, değişik bir huzur içinde olduğumu memnuniyetle söyleyebilirim. Rahatça, sözlerinizin doğruluk ve isâbeti- ni ileri sürebilirim. Bu yüzden, emir ve nasihatlerinizi dinleyip kabul etmek, benim için âdeta mutluluk kapısını açacak bir anahtardır.