Genel

İslâm Târihinde Sağlık Müesseseler¡:

İslâm Târihinde Sağlık Müesseseler¡:
Ekran Alıntısı

İslâm târihinde ilk devir hastahânelerine Farsça bir kelime olan “bîmâristân” isminin verilmesi; ilk İslâm hastahânelerinin gelişmesine en büyük vesîle olan ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamânında hekimlik eden Haris bin Kelede’nin tıp tahsil ettiği İran’daki Cündey-Sâbûr hastahâne ve tıp mektebi münâsebeti iledir.
Sağlık, insanoğluna verilmiş büyük bir nimettir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Hazret-i Abbâs’a hitaben: “Ey Abbâs, Ey Resûlüllâhın amcası, Allâhü Teâlâ’dan dünyâda ve âhirette âfiyet iste” ve: “Ey Allâh’ın kullan, tedâvîolunuz, zîrâ Allâhü Teâlâ hiçbir hastalık yaratmamıştır ki ondan halâs için bir devâ yaratmamış olsun” buyurmuşlardır. Bedenin ve fikrin rahatının ancak sıhhat ile olduğu ve sıhhat iyi olmadığı zamanlar hayâtın âdetâ taşınmaz bir yük hâline girebileceği aşikârdır. Binâenaleyh hayât ve sıhhate edilecek hizmet en hayırlı bir hizmettir. Bu sebeple İslâm âleminde her devirde pek mühim ve cidden iftihar edilmeye lâyık nice sağlık müesseseler¡ vücûda getirilmiş, halkın, fukara ve kimsesizlerin sıhhat ve âfi- yetierini temin etmek hizmetinde bulunulmuş nice bîmâristan, bîmârhâne, tımarhâne, şifâ- hâne veya dârüşşifâ denilen modern hastahâ- neler tesis etmişlerdir.
Bîmâristân Farsça bir kelimedir. Islâm âleminde hastahânelere bu ismin verilmesi; ilk İslâm hastahânelerinin gelişmesine en büyük
vesîle olan ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.) za-
Mısır – Kâhire’de Sultan Hasarı Câmii’nde „ , , . .
. . , , ،. , manınaa neKimıiK eaen Haris Din Kelede nın
cuzzamıı nastaıar için yapıtmış Koğuşlar
Araştırma

Kayseri Gevher Nesîbe Dârüşşifâsı ve medresesinin planı ve taç kapısı
tıp tahsil ettiği İran’daki Cündey-Sâbûr hastahâne ve tıp mektebi münâsebeti iledir. Orta Asya Müslümanları, bîmâristan yerine dârülmerza, Selçuklular dârülâ- fiye, dârüşşifâ, Osmanlılar da dârüşşifâ ile birlikte daha çok dârü’s-sıhha, şifâhâne, bîmârhâne ve tımarhâ- ne isimlerini kullanmışlardır.
Bîmâristanlar iki türlü olarak tesis olunmuştur; sâ- bit ve mahmûl (seyyar-taşınabiIir).
Sabit hastahânelerden günümüze kadar eseri kalanlar mevcuttur; Mansûriye Hastahânesi, Kalavun Hastahânesi, Şâm’daki Nûrulkebîr ve Haleb’deki Argon hastahâneleri gibi.
Mahmûl hastahâneler ise bugünkü ambulans gibi hastalığın yayıldığı genişliğe göre hareket eden has- tahânelerdir. Bunlar umûmiyetle harp esnâsında kullanılırdı. Sâbit hastahânenin mevcut olmadığı yerde zuhûr eden vebâ, cüzzâm gibi hastalık hâlinde sâbit hastahâne kadar donanımlı olan bu hastahâneler hemen oralara sevk olunurdu. Bunlara misâl olarak Selçuklu Sultânı Melikşâh’ın ordusunda, tabiplerle hastaların ve alet edevatın 100 deve İle taşındığı seyyar bîmâristan zikredilebilir. Yine Mısır’da Memlûk sultanlarının da bir yere giderken seyyar hastahânelerini yanlarında götürdükleri bilinmektedir.
İslâm tarihinde ilk bîmâristan, Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) tarafından, Hendek Gazvesi sırasında yaralanan Sa’d b. Muâz ve diğer yaralılar için Mescid-i Nebevî’de seyyar savaş hastahânesi olarak kurulmuştur. Bu çadırda Eşlem kabilesinden Rufeyde (r.anhâ) yaralıları tedâvî ederdi. O kendisini Müslümanların yaralı ve hasta olanlarına hizmete adamıştı. Sa’d bin Muâz (r.a.) Hendek gazâsı esnâsında Hıbbân bin Kays denilen bir adamın attığı ok ile yaralanınca, Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.); “Sa’d’ı, Ru- feyde’nin çadırına kaldırın ki onu sık sık ziyâret edebileyim” buyurmuştu.
Takıyyüddîn Makrizî, Islâm’da ilk hastahâneyi hicretin 88’inci senesinde Emevî Sultânı Velîd bin Abdülmelik’in kurduğunu ve hekimler tayin ederek onlara maaş bağladığını, cüzzamlı hastalan karanti-
naya alarak, cüzzamlılara ve âmâlara erzak tayin ettiğini bildirmiştir.
Abbâsîler Zamânındaki Gelişmeler
Emevîler devrinde kurulmaya başlanan bîmâris- tanlar, Abbâsîler zamanında oldukça gelişmiştir. Bağdat şehrinin kurucusu olan İkinci Abbasî sultânı Man- sûr’un hastalığı sırasında, Sâsânîler döneminden beri faal olan Cündey-Sâbûr hastahâne ve tıp mektebinin meşhûr hekimi Curcîs bin Buhtîşû’nun Bağdat’a ge- tirtilmesinden sonra bu hastahâneden yetişen hekimlerin, İslâm tababetinin ve bîmâristanların gelişmesine faydaları pek büyüktür.
Hârûn Reşîd Bağdat’ta Cündey-Sâbûr’daki gibi bir hastahâne kurdurmuş ve başına Cündey-Sâbûr’dan meşhûr hekim Ebû Yuhannâ Mâseveyh’i getirmiştir. Ayrıca Bermekî vezir ailesi de Bağdat’ta kendi adlarıyla anılan bir hastahâne kurmuşlar ve başına bir Hintli hekimi getirerek ona Sanskritçe tıbbî eserleri Arapça’ya tercüme ettirmişlerdir. Yine bu devirde Hint ve Yunan tıbbına dâir pek çok meşhûr kitap da Arapça- ya tercüme ettirilmiştir.
Abbâsîler zamanında her türlü hastalığın tedâvi edildiği tam teşekküllü bîmâristanlardan başka sadece akıl hastaları ile meşgul olan hastahâneler de mev- cût idi. Halife Mütevekkil Alallâh zamanında (m. 847- 861) Müberred tarafından Bağdat ile Vâsıt arasındaki Deyrihızkîl’da kurulan hastahâne; hiç şüphesiz, sadece akıl hastalarının tedavisine tahsis edildiği vesikalarla ispat edilebilen en eski psikiyatrik hastahâne olma vasfına, AvrupalIların bu hususta ileri sürdükleri 1409’da ispanya’da kurulan Hospital General Valen- cia’dan veya 1404’te altı akıl hastasının yatırıldığı bilinen Londra’daki Bethlehem Hastahânesi’nden daha lâyıktır.
İslâm dünyasında 10. asırda kurulan diğer bir hastahâne, Bağdat’ın batısında Dicle’nin kenarında Bü- veyhî Emîri Adudüddevle’nin 981 yılında yaptırdığı Bî- mâristân-ı Adud’dur. Bîmâristân-ı Adudî, Dicle nehrinden husûsî bir sistemle suyunu alan konforlu bir klinik gibi idi. ilk kurulduğu zaman hastahânede, aralarında dahiliyeci, göz hekimi (kehhâl), cerrah ve ortopedist (mücebbir) gibi mütehassısların da bulundu- ğu yirmi dört hekim çalışmaktaydı. Selçuklular zama- nında Sultan Tuğrul’un (1040-1063) emriyle yeniden düzenlenen hastahâne devrin en büyük tıp merkezi haline gelmiştir.
Makkarî’nin Nefhu’t-^b’inde bildirdiği üzere Kur- tuba’da eli¡ bîmâristan faal durumda idi. Endülüs is- lâm Devieti’nin inkırâzından sonra da Müslüman mi- marlar ispanyollar için sarayların yanı sıra hastahâne- ler de yapmışlardır. Meselâ Madrid’de Hospital de ta- tina, İspanyolca vakfiyesinde bildirildiğine göre Müs- lüman mimar Haşan tarafından inşa edilmiştir. Mağ- rib ve Endülüs’te kurulan bîmâristanların hiçbiri eski haliyle bugüne kadar ulaşmamıştır.
Tunus’ta bulunan en eski bîmâristan, Ağlebî Emîri Birinci Ziyâdetuilah (817-838) tarafından Kayrevan şehrinin Dimne mahallesindeki büyük câminin yakı- nında tesis edilmişti. Bu bîmâristan hasta koğuşları, Zİ- yaretçilerin bekieme odaları ve bir küçük mescidle di- nî derslerin verildiği bir dershâneden meydana geliyor ve burada tayin edilmiş hekimlerle Sudanlı hasta bakı- cı kadınlar hastaların tedavileriyle meşgui oluyorlardı.
Fas’taki ilk büyük bîmâristanı Merakeş’te Sultan Yâkûb el-Mansûr (1184-11 وو) kurmuştur. Bu hasta- hâne ibn-i Tufeyl, ibn-i Rüşd, Ibn-i Zühr el-Haffâd ve oğlu Abdullah b. Hafîd gibi devrinin meşhûr hekimle- rini toplamıştır. Yine ülkesinin çeşitli yerlerinde akıl hastalan, cüzzamlılar ve âmâlar için de hastahâneler yaptırmıştır.
Dünya Kültürü İçin Dönüm Noktası
Selçuklular’ın 1055’te Doğu Islâm dünyasının hâ- kimi ve koruyucusu oiarak Çin ve Hindistan’dan Ak- deniz’e kadar yayılmaları sadece Türk-islâm tarihi için değil; Avrupa’nın da kültür, tıp ve üniversiteleri için bir dönüm noktası teşkil ettiği, ancak son zamanlar- da yapılan araştırmalar netîcesinde anlaşılmaya başlamıştır.
Mardin Emînüddîn, Kayseri Gevher Nesîbe, Sîvâs Keykâvûs ve Divriği Turan Meiik gibi Selçuklu dârüş- şifâları; sadece günümüze ulaşan en eski isiâm hasta- hâneieri olduklarından değil, aynı zamanda Avru
pa’ya İslâm kültürünün en fazla tesîr ettiği devir olan Haçlı seferleri sırasında faal bulundukları için de dünya hastahâne tarihi ve hastahânelerin genealojisini araştırma bakımından büyük ehemmiyete sahiptirler.
Selçuklular devrinde Bağdat’a kadar gelerek orada topladığı Râzî ve Ali bin Abbâs gibi meşhûr İslâm hekimlerinin eserlerini Salerno’da Latince’ye tercüme eden Constantin Africanus vasıtasıyla bu eserlerin Sa- lemo ve diğer Avrupa tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulması, Selçuklular devrinde kurulan has- tahânelerde tıp tedrisatında erişilen İlmî seviyenin Avrupa’yı etkilediğini göstermesi bakımından mühimdir.
XII. yüzyıl âlimlerinden Abdurrahman bin Nasr, “Nihâyetü’r-Rütbe fî Talebi’l-Hisbe” adlı eserinde, hekimlerin mesleklerini icra edebilmeleri için muhte-
Orijinal hâliyle bugüne kadar ulaşan en eski Selçuklu hastahânesi, Nûreddin Bîmâristam’dır. Burada yetişen ta- bîblerden İbnü’n-Nefis, yazdığı “Şerhu Teşrîhi’l-Kânûn li- ibn-i Sînâ” adlı eserinde; Miguel Servedo ve Realdo Co- lombo’dan çok önce akciğer kan dolaşımını keşfetmiş ve doğru olarak tarif etmiştir. İbnü’n-Nefîs ile Ibn-i Ebû Usaybia’nın yine bu hastahânede yetiştirdikleri İbnü’l-Kuf da Ibn-i Sînâ’nın “el-Kânûn”‘una yazdığı şerhinde VVİlli- am Harvey ile Malpigi’den önce kan dolaşımında kılcal (kapiler) sistemin varlığını bildirmiştir.
Nûreddin Bîmâristân’ı numûne alınarak 1284’te Kahi- re’de Memluk Sultanı Mansûr el-Kalavun’un kurduğu Ka- lavun Bîmâristam’nda Selçuklu hastanelerinde olduğu gibi her türlü hasta, hatta akıl hastalan dahi tedavi edilir ve çok sayıdaki hekim tarafından tıp talebelerine dersler verilirdi.
sibin huzurunda reîsületibbâ tarafından imtihan edilmeleri ve daha sonra da eserde metni verilen yemîni etmeleri lüzûmunu bildirmektedir. Hipokrat andı ile bu metin arasındaki fark Allâh’a yemin edilmesinden ibarettir. İslâm kültürüne olan hayranlığı ile bilinen II. Friedrich’in 1231’de çıkardığı Melfi yasasının tababeti ilgilendiren kısmında, hekimlik yapacak kişilere Sa- lerno Tıp Okulu’nun hocaları tarafından imtihana tâbi tutulmaları ve kazandıkları takdirde yemin etmeleri mükellefiyetinin getirilmiş olması, Hipokrat andının Avrupa’ya Bizans’tan değil İslâm dünyasından geçtiğini göstermesi bakımından mühimdir.
Selçuklu devrinde ve sonrasında Asya ve Avrupa’da kurulan hastahânelerin sadece çeşitli mimarî husûsiyetlerinin ve hasta yatağı başında klinik dersler verilmesinin menşeini değil akıl hastalarının ilâç ve seslerle tedâvî edilmelerinin esaslarını da Selçuklu hastahânelerinde aramak gerekir.
Asr-ı Saâdet’ten itibâren İslâm târihinin her devrinde; Ispanya’dan Çin’e, Kuzey Afrika ve Hindistan’a kadar dünya coğrafyasının umrânın mevcût olduğu her köşesinde kurulmuş olan İslâm devletleri, pek az da olsa misâlleri verilmeye çalışılan ve burada tamamen anlatılmasına sahîfeierin kifâyet etmeyeceği müesseseler ile ilme, medeniyete ve insanlığa büyük hizmetlerde bulunmuşlar; her vakit halklarının rahat, âfiyet ve selâmetini temin etmeye çalışmışlardır, ü
Gelecek sayıda Osmanlı devri hastahâneleri

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir