Genel

Fizik | FİZİK NEDİR

Fizik  | FİZİK NEDİR

fizik

fizik

Sebastien Leclerc’in çizimiyle bir fizik salonu. Fizik, gerçek anlamda, ancak XVIII. yy’da incelenecek olan manyetizma veya kristalografl gibi başka alanlara yayılmadan önce, uzun süre mekanikle sınırlı kaldı.
FİZİK
Bir radyo veya televizyon alıcısı çalıştırıldığında, bir uydu Dünya’nın veya bir başka gezegenin çevresinde yörüngeye oturtulduğunda veya bir lazer ışınıyla ameliyat veya bir delme işlemi yapıldığında, bütün bu teknik uygulamalara imkân veren kavramların, kuramların ve deneylerin ardında, hep fizik vardır. İnsanların doğa olaylarını akılcı bir biçimde anlama çabalan sonucunda doğan fizik, bugün sınırlan neredeyse sonsuza ulaşan bir bilim ve ilgi alanı haline gelmiştir.

FİZİK NEDİR?

«Fizik» kelimesi her şeyin belirli bir düzene bağlı olarak ortaya çıkmasının ve oluşmasının kaynağı olan doğa anlamında Yunanca fisikos kelimesinden gelir.

Günümüzde fizik, en yaygın kabul gören biçimiyle, hareketsiz dünyanın doğrudan veya dolaylı bir şekilde duyusal algılamaya açık nesnelerine ve olaylarına ilişkin bilim dallarının tümünü belirtir.

Modern anlamda fizik, XVII. yy’da, başta Francis Bacon veya Rene Descartes olmak üzere çeşitli bilginlerin yöntembi-limsel fikirleriyle doğdu ve Galilei, Christiaan Huygens ve Isa-ac Newton gibi bilim adamlarının kuram ve uygulamalarıyla yeni bir bilim dalı haline geldi. Deneye ve zihinsel çabaya dayalı olan bu ilk girişimler, genel olarak doğa bilimlerinin mate-matikleştirilmesine yönelik çabaların çerçevesinde yer aldı. Fizikte sadece betimleyici değil, ama aynı zamanda kurucu bir rol oynayan «matematikleştirme» kavramı, doğa olaylarım matematiksel anlaşılırlık alanının içinde yeniden canlandırmaya dayalı bir işlemler bütününü belirtir. Nitekim bu olaylar, nicel yasalara tabidir ve dolayısıyla öngörüyü ve buradan da matematiksel sağduyunun doğanın olayları üzerindeki etkisini sağlayabilir. Diğer yandan, şu veya bu doğal olayın matema-tikleştirilmesi, kurulan teoremlerin, önermelerin ve sonuçların, sıralı bir biçimde sunulması anlamına da gelir. Tümdengelime dayalı bu düşünce sisteminde her önerme bir öncekinden hareketle elde edildiğinden, çeşitli olayların temel önermelerinin yöntemsel bir şekilde sınıflandırılması ve incelenmesi mümkün hale gelir.

Dolayısıyla, fizikteki ilerlemeler, bir yandan gözlem ve deney aletlerinin iyileştirilmesi ve icat edilmesi, diğer yandan zihinsel yaratıcılıkla, mevcut kuramlara yeni matematik yöntemlerinin uygulanması sonucunda gerçekleşmiştir. Bu açıdan, mekanik

XVII. ve XVIII. yy’larda ilk fizik ilkelerinin özgün bir temele oturtulmasında özel bir rol oynamıştır.
Arhimedes, banyosunda.

Ünlü bilgin, meşhur «Eurekal» (buldum) sözünü, kralın isteği üzerine, kraliyet tacının altınına gümüş kanştıran bir madrabazı ortaya çıkarma fırsatını bulduğunda söylemiş olmalıdır: Arhimedes, banyosunu, bir hacim ölçüm aletine dönüştürmüştü.
İÇİNDEKİLER

FİZİK NEDİR? ANTlKÇAĞ’DAN GÜNÜMÜZE FİZİĞİN İZLEDİĞİ YOL
ANTİKÇAĞ’DAN GÜNÜMÜZE, FİZİĞİN İZLEDİĞİ YOL

Çeşitli fizik dalları tarih içinde yavaş yavaş gelişmi yy’m başına kadar özellikle bilinen olgular (boşluk, man; ısı) incelenmiştir. Yeni olguların incelenmesi ve günümi bul edilen anlamıyla yeni bilim dallarının (optik veya r gelişimiyse, ancak XVIII. yy’ın sonundan itibaren (kim’

XIX. yy içinde (termodinamik, elektromanyetizma) gı miştir.

Antikçağ

Bu dönemde bilimsel çalışmalar esas olarak YunanlıL çekleştirildi. Buna karşılık, Ayaltı evrende, yani yalnız ya’da gözlemlenen doğal olaylar incelendiğinden, fizi çok sınırlı kaldı. Aristoteles’in (MÖ IV. yy) temel olar; ettiği kategoriler, dört element (toprak, su, hava, ateş) ve telik (kuru ve nemli, soğuk ve sıcak), modern anlamda olarak görülmeyebilir. Bu Aristotelesçi kozmogonide hareket, hem asal, hem de doğal bir hareket olarak kal yordu. En kusursuz dairesel hareket yıldızların ve gökc nin hareketiydi, oysa, Dünya’da şiddetli ve geçici h; egemendi. Dolayısıyla, fırlatılan bir taşın hareketiyle g lerin hareketi özü gereği birbirinden farklıydı. XVII. yy görevlerinden biri de, Aristotelesçi kozmosu yıkmak yasalarının ve ilkelerinin, tüm evren için geçerli olduğı sürmek oldu.

Mekanik. Bu arada, kaldıraç ve ağırlık merkezleri ku katilar statiği ve suyun yüzen cisimlere uyguladığı itme j sabıyla sıvılar statiği (hidrostatik) üzerine ilk statik çalışms (MÖ III. yy) yaptı. Pnömatik ve boşlukla ilgili deneysel n, MS I. yy’da, İskenderiyeli Heron ile başladı, alerin hareketine ilişkin ilk dinamik yaklaşımlarına Aris-te rastlanır. Ciddî deneylerle desteklenmeyen iddialara jpekülatif bir metodu benimseyen atomcuların (Demok-onra Epikuros ve Lucretius) tersine, Aristoteles’e göre, yoktu. Düşen bir cismin «ivme»si, Dünya’nm merkezine, Dğal yerine yaklaştıkça artıyor ve havanın direncine ters bir «kuvvet»le frenleniyordu. Fırlatılan bir cisim, hava ta-n itilerek belirli bir yörünge izliyordu. Bu görüşler, özel-dilei’yle birlikte gelişen modern dinamik tarafından red-ekti. Gerçi MS VI. yy’da Filoponos, kısmen de olsa Aris-dinamiğini reddetmişti, ama görüşleri ancak XIV. yy’da [aşacaktı.

ik. Antikçağ’da, optik alanında da belirli çalışmalar gerçek-nişti, ancak bunların çoğu, görme ve bakma problemi üze-‘oğunlaşmıştı, buna karşılık, ışığın yapısına ilişkin prob-özellikle, XVII. yy’dan itibaren ele alınacaktı, kim, Epikuros veya Lucretius gibi atomcular, görme olayı-mlerden kaynaklanan ve göze yaklaştıkça boyutları küçü-koninin içinde yer alan bir türüm (imge) aracılığıyla ger-iğini düşünüyorlardı; koninin tabanı cisimde, tepe nokta-özün içinde bulunuyordu. Eukieides veya Ptolemaios gibi, ukta olan diğerleri, daha çok, görsel bir ışının cisimlere mı ve böylece, görmeye imkân verdi|ini düşünüyorlardı, la, kırılma olayına ilişkin ilk incelemeler de yapılmaya baş-en, kuramsal alanda, ışığın doğrusal yayılmasına ve düz-veya küresel bir aynadan yansımasına ilişkin olanlar gibi ısalar da ortaya atıldı.

taçağ

p dünyası. En önemli katkıyı, XI. yy’m başında, özellikle, ilanında İbnülheysem (Alhazen) yaptı; Ibnülheysem, araş-ırmda Ibni Sahl’in, özellikle, kırılmaya yönelik çalışmala-esinlendi ve ışığın düzlemsel ve küresel aynalardan yansısı ilişkin hesaplamalara girişti. Diğer yandan, optik çalışımın yola çıkarak, Arhimedes geometrisinin dışında, cebirde-önemin en son ve en yeni ilerlemelerine imzasını attı. Ay-aranlık oda da Ibnülheysem’in tasarımıydı, kuşuz o dönemlerde henüz kimyadan söz etmek imkân-ama IX. yy’in ikinci yarısında ünlü simyacı Ebubekir Razi, şekilde bilimsel olmayan motivasyonlardan esinlenmiş ol-birlikte, gerçek kimyaya yaklaşan gözlemlere ve deneyledi-

ı. Çoğu zaman metafizik spekülasyonlarla dolu olan bilim-:tim, göz ardı edilecek kadar önemsiz olmasa da, en azın-IV. yy’a kadar oldukça sınırlı kaldı. Bu yüzyıl boyunca, XVI. rII. yy’larm biliminin birçok görünümünün habercisi olan ;örüşler ortaya çıktı: özellikle, daha o dönemde bile deney-ırak nitelenebilecek bir yöntem doğdu. Bu arada, Ortaçağ , tıpkı Ortaçağ’ın Arap dünyası gibi, özellikle, geçmiş bilimi :ye ve özümlemeye çaba gösterdi.

ortamda başlıca bilimsel kültür odakları, XII. yy’da kurulan res okulu, ardından da özellikle XIII. yy’dan itibaren Ital-(Bologna ve Padova) Fransa’da (Paris) ve İngiltere’de (Ox-kurulan üniversiteler oldu.

tetik ve mekanik. Bu alanlarda gerçekleştirilen bilimsel kat-;ok önemlidir; özellikle, fizikî olayların nicelenmesine iliş-

< girişimler bu dallarda görüldü.

I. yy’dan itibaren, Jordanus Nemorarius, aynı anda, hem ■aç ilkesi, hem de eğik düzlemin özellikleriyle ilgilendi, ikle, bir cismin düzlem üzerinden iniş hızı ile bu düzlemin . arasındaki orantıyı inceledi. Modem terimlerle, mekanik orunumu ilkesini ortaya koydu; söz konusu ilkeye göre, bir ğı belli bir yüksekliğe kaldırabilen bir kuvvet, n kat daha >ir ağırlığı, l/n kat daha küçük bir yüksekliğe kaldırabilirdi, yy’da, Albert de Saxe, düşme hızının zamana mı yoksa lığa mı orantılı olduğu konusunda tereddüte düşerek, cisim-düşmesini inceledi (bir ara, Galilei’nin farkında olmadan hı-zaklıkla orantılı olduğunu sanması gibi).

■m dönemde, Jean Buridan, Filoponos’un impetus kuramını len ele aldı ve geliştirdi: Aristoteles’in görüşlerinin tersine, ilan bir cismi hareket ettiren hava değil, söz konusu cisme ngıçta verilen ve zamanla ve havanın direnciyle zayıflaşa da in korumaya devam ettiği «itki» (impuls) idi. Buridan’ın öğ-si Nicole Oresme, graf çizimleriyle analitik geometrinin ha-si olan bir hareket incelemesine girişti: bir harekette, hareke-ayılmasıyla şiddeti arasındaki ayrımı ortaya koydu ve bunu
iki dik eksen üzerinde bir grafla gösterdi. Ama yalnızca iki hareket türü dikkate alınıyordu: düzgün hareket ve düzgün hızlanan hareket. Buridan; düzgün hızlanan harekette cismin belli bir zamanda katettiği yolun, düzgün bir hareket yapan bir cismin, düzgün hızlanan bir hareket yapan cismin başlangıç hızıyla son hızı arasındaki farkın yarısına eşit bir hızda katettiği yolla aynı olduğunu gösterdi. Bu görüşler, cisimlerin düşmesi yasasını matematiksel olarak inceleyen Galilei’yi oldukça etkilemiştir.

Optik. XIII. yy’da, Oxford’da, Robert Grosseteste ve öğrencisi Roger Bacon, çalışmalarım temel olarak Ibnülheysem’e dayandırdılar. İlginç ayna ve mercek kombinasyonları geliştirdiler. Aynı dönemde, yine İbnülheysem’den etkilenen PolonyalI keşiş Wite-lo’nun eseri, özellikle, kmlma açıları ölçümleriyle daha önemlidir.

Manyetizma. XIII. yy’da, «kutup» kelimesini literatüre kazandıran Maricourt’lu Pierre Pelerin, özgün gözlemlerde bulundu. Pelerin, manyetik kutupları coğrafî kutuplardan ayırt etti, zıt iki kutbun birbirini çekme ve özdeş iki kutbun birbirini itme kuralım açıkladı, kırılmış ve yeniden kaynak yapılmış mıknatıs deneyini gerçekleştirdi. Diğer yandan, pusula iğnesinin yönelmesine ilişkin çeşitli kuramsal düşünceler ortaya attı.

Rönesans dönemi

XV. ve XVI. yy’ları kapsayan Rönesans dönemi, bilim tarihi açısından XVII. yy’m ilk yirmi yılma kadar uzamr.

Mekanik. Ortaçağ’da geliştirilen yaklaşımlar, özellikle, Giovanni Battista Benedetti sayesinde, Galilei dinamiğine doğru ilerledi; Benedetti, XVI. yy’ın ortasında, Aristoteles’e karşı çıkarak, boşluğun varlığım ileri sürdü ve cisimlerin düşmesinin, aym ağırlıktaki cisimlerin aynı yoğunluğa sahip olmaları koşuluyla (işte burada, Galilei’den ayrılıyordu), ağırlıklarından bağımsız bir hızla gerçekleştiğini savundu. Benedetti, düşmenin yavaşlamasının analizi üzerinde olduğu gibi, bir durum olarak değil de, bir değişim olarak göz önüne alınan hareketin hâlâ geleneksel olan yorumunda da, hareketin gelecekteki Galileici biliminin berisinde kaldı.

Statikte, bu dönemde gerçekleştirilen en önemli ilerleme hidrostatik alamnda oldu. Yönteminin tarzı nedeniyle yeni Arhimedes olarak kabul edilen Simon Stevin, bir sıvının kabın dibine veya çeperlerine uyguladığı basıncın, hiçbir şekilde kabın biçimine değil, ama yalnızca sıvının yüksekliğine bağlı olduğunu göstererek,

Arhimedes’i tamamladı. Diğer yandan, eğik bir düzlem üzerinde eşit uzaklıklarda yerleştirilmiş ağırlıklar taşıyan kapalı bir zincir tasarlayarak, sürekli hareketin imkânsızlığım, dâhiyane bir şekilde kanıdayan da Stevin’dir.

Optik. Bu dönemdeki en önemli katkıyı, görüşlerini İbnülheysem ve Witelo’ya dayandırmakla birlikte, ışık kuramlarında köklü bir dönüşüm gerçekleştiren Kepler oldu (1604 ve 1611 yıllarında yayımlanan iki eseriyle). Kepler, gözü, retina üzerinde gerçek bir görüntünün oluşmasına yol açan optik bir düzeneğe benzetti. Böylece fizikî optik özerkliğine kavuştu; ışığın analizi, Antikçağ düşünürlerinden miras kalan görsel duyum probleminden sıyrılarak, gerçek bir araştırma konusu haline geldi. Böylece, bu alandaki çalışmalar başlıca üç ayrı konu üzerinde yoğunlaştı: ışığın fizikî yapısı, retinadaki görüntünün beyne iletimi (anatomi, fizyoloji) ve zihinsel süreç. Bu büyük katkıdan başka, Giambattista Del-la Porta (1589) merceklerine ilişkin ilk kitabı ve merceklerin ilk defa uzaktan görme için kullanımını da belirtmek gerekir (alet birkaç yıldan beri var olmakla birlikte, Galilei, 1610’da, bir optik aletle gökyüzünü gözlemleyen ilk kişi oldu). Küçük cisimlerin gözlemlenmesi için, 1612 dolaylarında icat edilen ve XVII. yy sırasında yavaş yavaş iyileştirilen mikroskop, canlı varlıkların gözlemlenmesinde çok önemli bir rol oynayacaktı.

Manyetizma. Bu alan, Rönesans dönemi boyunca fazla incelenmedi; bu arada, gene de 1600’de, William Gilbert, yeni görüş-
rnp W tıtox>nonliA.d« faiHA

■ * -■‘rta.-ır «ıchiMtum.

rbunj’ ınrlmactt vtfoacar’amti rtdıaiN uTq;

ftm «nam <S‘ jefipttraccn«wj

Sİ uş/-1 omdu** Gum «Ak™

«oncnan craroıfl «tatuı? «rn

■ Zum

‘îSîSS&sîI
Optik uzun süre, görme olayıyla sınırlı kaldı, sonra ilgi alanı, gökyüzünün gözlemlenmesine yönelik teknik araçlara yöneldi (yukanda, XV. yy’dan kalma, elyazması astroloji kitabı).
AYRICA BAKINIZ

– IB.ANSLI manyetizma

– B38B mekanik

– [Emîq optik,
1666’da, Fransa’da Bilimler Akademisi’nin kurulması.

Paris Gözlemevi’nin kurulmasıyla sonuçlanacak olan girişimler de aynı yıl yapıldı.
Tycho Brahe’nin gözlemleri,

Johannes Kepler’in, gezegenlerin hareketi üzerine üç temel yasasını hazırlamasına zemin oluşturdu («Tychonis Brahe astronomiae Instauratae mechanica»dan alınmış olanyanküre, XVII. yy).
ler sunan ve büyük bir yankı uyandıran De magnete’yi yayımladı. Ama, XVI. yy’da, pusula iğnesinin bir cisim tarafından doğrudan çekilmediği sürece belirli bir noktaya doğru yönelmiş halde bulunduğu gözlemlenmişti. Manyetizmanın incelenmesinde,

XVIII. yy sonuna kadar (Aepinus’un çalışmalarıyla), gözle görülür bir ilerlemeye tanık olunmadı. Gerçekten de, manyetizmamn, Descartesçı burgaçlarla açıklanması fazla aydınlatıcı değildi. Bu arada, söz konusu açıklamalar, manyetik olayları mekanikçi felsefenin ilgi alanına dahil etti.

XVII. yüzyıl

XVII. yy’da (gerçekte, yirmi yıl kadar ileriye gitmiş bir dönem olarak göz önüne alınması gereken: 1620-1720), bilimsel içerikler açısından olduğu kadar, bilimsel uygulamalar ve yaşam açısından da önemli değişimlere tanık olundu.

Gerçekten de bu yüzyıl, terimin modern anlamıyla fizik biliminin doğuşuyla (Aristotelesçi kozmosun yıkılması, matematik-leştirme…) ayırt edilse de, bir diğer özelliği de, bilimle toplum, bilimle devlet arasındaki ilişkilerin derin bir dönüşüme uğramış olmasıdır. İtalya’da bu dönüşüm, önce, 1603’te, Roma’da, Prens Fe-derico Cesi tarafından kurulan Lincei Akademisi, ardından, 1657’de, Floransa’da, Toscana grandükü II. Ferdinando tarafından kurulan Çimento Akademisi ile yaşandı. İngiltere’de, Londra Kraliyet Derneği, 1660’da kesin biçimini aldı; ardından, 1666’da, Kral

XIV. Louis adına hareket eden Colbert, Fransa Bilimler Akademi-s/’ni kurdu ve 1667’de, Paris Gözlemevi’nin kurulmasıyla sonuçlanacak olan çalışmalara girişti, ilk bilimsel gazeteler yayımlanmaya başladı: Philosophical Transactions, Açta eruditonum ve Bilimler Akademisi’nin yayınları. XVII. yy’da bilim kurumsallaştı.

Optik. Snell Van Royen ve Descartes, ışığın kırılmasına ilişkin sinüs yasasım, XVII. yy’ın ilk yarısında geliştirdiler. Ama, bilimsel optiğin gelişmesi için, kırk yıl kadar beklemek gerekecekti. Christiaan Huygens, ışığın iletimini «Işık Üzerine İnceleme» (Traite de la Lumiere) adlı eserinde açıkladı ve ışığın, eter olarak adlandırılan maddenin titreşimlerinden oluştuğunu ileri sürdü ve buna ilişkin hesaplamalara girişti; ona göre, eter titreşimleri, madde yer değiştirmesi olmadan yayılan küresel dalgalar biçimindeydi.
Diğer yandan, çok yetkin bir şekilde olmasa da, ışığı olarak yayıldığım kanıtladı; ama olgunun dönemseli; yamadı. Kırınım, 1664’te, rahip Francesco Grimaldi gözlemlendi; İzlanda kalsit kristali içindeki çift kırmır sa, 1665’te, Frasmus Bartholin inceledi. 1676’da, Olaus piter’in uydularına ilişkin gözlemlerden yararlanarak iim adamının, özellikle de, Descartes’ın görüşüne 1< sonlu bir hıza sahip olduğunu gösterdi ve bunu hesapl şi oldu. Isaac Newton, «Optik» (Optics) adlı eserinde (: leme almaya başladığı, 1704 yılında, yalnızca İngilizce yımlanan), ışık yayımının parçacık biçiminde gerçekle sürdü ve ışığın yayılmasını (dönemsel olaylar için) ti iletimine mal etti. İlk defa, ışığın prizma tarafından sa, tılmasını ve renklerin çeşitliliğini açıkladı, ince lamlar mesi, kuşkulu spekülasyonlara konu oldu; ama Rob Newton’ın tersine, bu olayı iki ışık yayımı arasındak: açıkladı.

Hidrostatik, boşluk ve sıkıştırılabilir akışkan)

basınç kavramım ortaya attı. Blaise Pascal, kuvvetlerin sı (katlarına çıkması) kuramıyla bu görüşleri tamamlac eğik bir kap yardımıyla, küçük bir kuvvetin büyük biı tirme hareketinin, büyük bir kuvvette küçük bir yer hareketine neden olduğu bir aygıt tasarladı; bu, günün rolik pres adı verilen düzenektir.

Aristoteles, boşluğun varlığım yadsıyordu ve bu g yüzyıllar boyunca, boşluğun var olduğunu ileri süren rın iddiasına karşı taraftar bulmuştu. XVII. yy’da, Des nu daha da şiddetli bir şekilde yadsıdı. Bu sorun, deı rak ancak yüzyılın ortalarında, özellikle, Pascal’m de incelenmeye başladı; Pascal, Evangelista Torricelli’de rek, henüz çok tartışmalı da olsa, sorunu düşünmeye konudaki en belirgin olay, 1647’de gerçekleştirilen P me deneyi oldu. Ama, bir süre yeterince aydınlat olan bir başka sorun da ortaya çıktı: havanın ağırlığı yükseltiyle değişmesi (barometrenin bulunması, bun imkân vermiştir). Pascal, bu konuların yanı sıra, 1 üzerindeki görüşlerinin de bir özetini, «.Sıvıların Dent va Kütlesinin Ağırlığı Üzerine İncelemeler» (Traites de des Liqueurs et de la Pesanteur de la Masse de l’Air, 1 adlı eserinde açıkladı. Boşluğun varlığı, bir diğer ünl Otto von Guericke tarafından tasarlanan Magdebu deneyiyle (1654) doğrulandı. Artık, boşluk, bilimde ) hak kazanmıştı.

Gazların sıkış tırıla bilirliği yasası, birbirlerinden ba| rak, Robert Böyle (1661) ve Edme Mariotte (1679) tar;

taya kondu: bu yasa, bir gazın belirli bir sıcaklıktaki h; sınç çarpımlarının sabit olduğunu ifade ediyordu. Akış] kışması, tasarımlarım, buhar makinesinin atası sayılal lü tencere içinde uygulayan Deniş Papin’in bir eserin! konu oldu.

Mekanik. Galilei’nin 1642’de ölmesiyle, XVII. y) bölümü tamamlandı; ikinci bölümde nöbeti, Huygen ve Leibniz gibi fizikçiler aldı.

Yaklaşık i620-1650 arası. Jordanus Nemorarius’ı le de, Benedetti’nin görüşlerinden esinlenen Galilei, düşmesi (düşey veya eğik bir düzlem üzerinden düşm ortaya koydu. Birinci durumda, katedilen mesafe zan siyle orantılıydı; eğik düzlem üzerinde son hız, biçimi’ lan, yoğunlukları ve düzlemin eğimi ne olursa olsun bi ler için aynıydı. Bu, boşluk için de doğruydu; çünkü h düşme, Galilei’nin açıkça belirleyemediği bir biçimd yordu. Galilei, sarkacın salınımlarıyla da ilgilendi; a Huygens’in göstereceği gibi, küçük salınımların süresiı nin ancak yaklaşık olduğunu açıklayamadı.
Fransız Bilimler Akademlsi’nin bu lizik-kimya laboratuvan, XVII. yy bilginlerinin, kuşkusuz günümüz araştırmacılannınkinden oldukça farklı olan çalışma biçimleri hakkında bir bilgi vermektedir.
alilei’nin iki büyük katkısı, «İki Büyük Yer Sistemi, Ptolemaios oyernik Sistemleri Üzerine Konuşmalar» (Dialogo Sopra i Due simi Sistemi del Mondo, Ptolemaico e Copernicano, 1632) ve kûm edilmesinden sonra, «Mekanikle İlgili İki Yeni Bilim Üze-Söylevler ve Matematiksel Kanıtlar» (Discorsi e Dimostrazioni smatice Intomo a Due Nuove Scienze Attenenti Alla Mecca-1637) adlı eserlerinde ileri sürdüğü doğrusal ve düzgün ha-tlere ilişkin iki görelilik ilkesi (Galilei’nin kuramsal ık ileri sürdüğü; ama Torricelli’nin ancak 1648’de doğruladı-e eylemsizlik ilkesidir. Bununla birlikte, eylemsizlik ilkesi he-tam olarak açıklanamamıştı; çünkü hiçbir kuvvetin etkisinde lyan hareketin korunumu, Galilei’de, bir küre üzerinde germiyordu. Bu durumda, Newton’ın inandığının tersine, bu il-tam olarak ilk defa Galilei değil, Descartes açıklamıştı. Gali-in diğer önemli katkısı da, Kanıtlar’ın dördüncü gününde di-:tirdiği, bir merminin parabolik yörüngesinin (en azından ukta) belirlenmesidir. Yüzyıllardan beri bu soru soruluyordu; bu hareketin yasası henüz bulunamamıştı. Uzun süre, mer-örüngesinin başlangıçta doğrusal olduğu, bir süre sonra mer-n Dünya ya kavuşmak üzere anîden doğrultu değiştirdiği sa-ıştı (şiddedi hareket, sonra doğal düşme hareketi). ıklaştk 1650-1720 arası. Bu dönemde, Huygens, merkez-kuvvet terimini geliştirdi (1959), cisimlerin düşme yasasını ığa kavuşturdu ve «Salmtmlı Saat» (Horologium Oscillatori-1673) adlı eserinde, sarkacın salınımlarını hesapladı (küçük ımlar yasası, eşsüreli sarkaç deneyi ve incelemesi [1657]). >66’dan itibaren, Newton, gökcisimlerinin hareketlerini oldu-adar, yerçekiminden kaynaklanan hareketleri de kapsayan ı/rensel çekime dayanan ilk mekaniğin temellerini attı; ama bu-încak yirmi yıl sonra «Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri» osophiae Naturalis Principia Mathematica, 1687) adlı eserin-; önceki çalışmalarının gerçek bir sentezini oluşturan araştırır bütününde gözler önüne serdi.

erçekten, Newton’ın eseri, bilimsel düşünce tarihinin en nü metinlerinden biridir. Evrensel çekim yasa-göre, tüm cisimler birbirini, kütlelerinin çarpı- . – » a orantılı ve aralarındaki uzaklığın karesiyle 1 orantılı bir kuvvede çekiyordu. Newton, bu tek r ya, gök olaylarını (gezegenlerin hareketi) ve baylarını (cisimlerin düşmesi) bağlayarak, fizi-rleştirdi. Artık, gökyüzüne olduğu kadar Dün-a da aynı yasalar, aynı ilkeler uygulanıyordu.

:otelesçi hiyerarşik kozmos tümüyle yıkıldı.
XVIII. yüzyıl

Bu dönem, 1720’den Fransız Devrimi’nin başlangıcına kadar uzanan dönemi kapsar. Öncekilerden farklı olarak, çok büyük buluşlara tanık olunmamıştır. Ama bu dönemde, XVII. yy’ın bilgi birikimleri işlenmiş ve geliştirilmiştir.

Mekanik. Neveton mekaniği, sıkıştırılamaz akışkanlara (özellikle, katı olmayan sürekli ortamlar mekaniğinde; esneklik kuramı ve Daniel Bernoulli ve Leonhard Euler hidrodinamiği) ve hızının belirlenmesi de dahil olmak üzere, ses üretim ve yayılmasının açıklanmasına uygulandı. Titreşen tellerin analizi, matematiğin fiziğe uygulanmasının en önemli örneklerinden biri oldu. Söz konusu inceleme, XIX. yy’da analizin gelişmesinde büyük bir rol oynayacak olan kısmî türevli denklemlerin ve trigonometrik dizilerin incelenmesine yol açtı. Newton mekaniği, Joseph Louis de Lagrange’ın, şaheser niteliğindeki «Analitik Mekanik» (Mecaniqu-e Analytique, 1788) kitabında daha sistemli ve daha soyut bir analitik biçimde sunuldu.

Kristalografi. Bu alandaki ilk çalışmaları, XVII. yy’da Stenon gerçekleştirmişti. XVIII. yy’ın ikinci yarısında Jean-Baptiste Ro-me, ikiyüzlü açıların açıklığının sabit olduğunu ortaya koyarak, bu alanda büyük bir ilerleme kaydetti. Ama, kristalografinin gerçek anlamda temellerini, 1770’te, Rene Just Haüy (körlere ilişkin eseriyle tanınan Valentin Haüy’ün kardeşi) attı. Bu bilim adamı, çalışmalarını, 1783’te yayımlanan eserinde sundu ve bu bilim dalım, ölüm tarihi olan 1822’ye kadar geliştirmeyi sürdürdü.

Elektrik ve manyetizma. Elektrik, kuşkusuz, XVIII. yy’m temel yeniliğini oluşturur. Önemli elektriksel etkilere sahip düzenekler, yalnızca bu dönemde yapıldı: Leiden şişesi (1746), döner platolu makine, XVII. yy’ın ikinci yarısında bulunan makinelerin, özellikle, Guericke makinesinin (1660) yetkinleştirilmesi. 1729’da, Stephen Gray elektriğin iletimini buldu ve 1733’te, Charles François Du Fay, iki tür elektriğin var olduğunu ve etkiyle elektriklenmeyi ortaya koydu. Benjamin Franklin, ilk deneysel araştırmalarına 1747’de girişti ve paratoneri geliştirmesiyle sonuçlanacak olan, «sivri cisimler»in rolünü açığa çıkardı. İlk elektriksel kuvvetler ölçümü, Joseph Priestley (1767) ve Henry Ca-vendish (1771) tarafından gerçekleştirildi. Ama, bir dizi bilimsel araştırma yazısında (1784-1788), zıt iki elektrik yükü arasındaki çekim kuvvetini ve «elektriksel kütleler»in değerini kesin olarak hesaplayan, Charles Coulomb oldu. Tüm yüzyıl boyunca, «elektriksel akışkan»m yapısı, gerçekten bilimsel bir açıklama olmaksızın, birçok spekülasyona yol açtı.

Diğer yandan, manyetizma da, pek de açıklayıcı olmayan birçok spekülasyona yol açtı. Bununla birlikte, Aepinus, 1758’de, manyetik olayların özelliklerine ilişkin olarak, XIX. yy’daki ilerlemelerin habercisi olan, çok etkileyici yeni görüşler getirdi.

Tüm bu araştırma ve buluşlar, kamuoyunda büyük bir yankı uyandırdı. Söz konusu buluşlardan hareketle, halk önünde başarılı gösteriler düzenlendi; ama bunlar, Franz Anton Messmer’in-kiler gibi sapkın uygulamalara da yol açtı (manyetizmanın, tedavi amacıyla kullanımı).

Isı. Isı konusunda; özellikle Iskoçyalı Joseph Black’ten (ısı miktarı, özgül ısı, gizli ısı) ve Laplace ile Lavoisier tarafından gerçekleştirilen ilk ısıölçüm denemelerinden kaynaklanan önemli ilerlemelere tanık olundu.
Andre Marie Ampere ‘in deney defteri. Elektromanyetizmayı geliştirmek için aynntılı çalışmalar yapan Ampere’in, bu çalışmalara ilişkin bazı notlan.
Boyle-Mariotte yasası. Bu aygıt yaygın olarak ideal gazlar yasası adı verilen yasanın kanıtlanmasını sağlar: sabit sıcaklıkta, hacimle basıncın çarpımı sabittir.
Katot ışınlı ekran, Crookes ve Geissler tüpleri. XIX. yy’m sonunda, negatif elektriğin, küçük parçacıklar, yani elektronlar tarafından taşındığı bulundu.
XIX. yüzyıl

Fransız Devrimi döneminin de dahil edileceği bu yüzyıl, birçok bilim dalı için, özellikle, matematik ve fizik alanında, matematik-leştirilme açısından olduğu kadar, deneylerin kalitesi, duyarlılığı ve sayısı açısından da, önceki yüzyılla kıyaslanamayacak bir gelişme yaşandı.

Mekanik. Özellikle, gazlara yönelik istatistikî mekanik, XIX. yy’ın ikinci yarısında ortaya çıktı (Ludwig Boltzmann, Willard Gibbs); bu disiplin, maddenin yüzyılın ortalarına kadar yalnız kimyada rastlanan parçacık yapısı kavramı üzerine kurulmuştu. Buna göre, bir gazın basıncı ve sıcaklığı ortalama değerler olarak ele alınmaya başlandı. Brown hareketi (bir sıvı içindeki çok küçük parçacıkların çalkalanma hareketi) kuramı da istatistikî mekanikten doğdu; bu olgu, 1827’de, Robert Brovvn tarafından keşfedildi; sonra, moleküllerin ısıl çalkalanma hareketinden kaynaklandığı anlaşıldı ve Boltzmann (1871), Gibbs (1902) ve Jean Perrin (1903) tarafından incelendi ve 1905’te, Albert Einstein, üç ünlü bilimsel makalesinin birinde bu kuramın gerçek anlamıyla kurdu. Son olarak, yüzyılın sonunda, Heinrich Hertz ve Ernst Mach’m, mekaniğin temelleri üzerindeki çalışmalarım belirtmek gerekir: «Mekaniğin İlkelerine Yeni Yaklaşımlar» (Die Principien der Mecha-nik, in Neuem Zusommenhange, 1883).

Optik. Işık konusunda, ışığın parçacık yapısında olduğunu savunanlar, (özellikle, Laplace) dalga yapısında olduğunu savunanlar (yüzyılın başında, Thomas Young [iki delik deneyi] ve Franço-is Arago tarafından desteklenen Augustin Fresnel) arasındaki uzun tartışmalardan sonra, enine titreşimlerin benimsenmesiyle, dalga yapısında olduğuna ilişkin açıklama üstün geldi; o döneme kadar, ışık titreşimlerinin, sıvılar içinde iletilen basınç titreşimlerine benzer şekilde, ışığın yayılma doğrultusunda yönlenmiş oldukları (boyuna titreşimler) düşünülüyordu. Bu kuram, ışığın kutuplanmasının anlaşılmasına da imkân verdi; çift kırılma, XVII. yy’ın ikinci yarısında, Erasmus Bartholin tarafından gözlemlenmiş olmakla birlikte, kutuplanma olgusu, 1810’da, Etienne Louis Malus tarafından yasalaştırıldı. 1842’de, Doppler-Fizeau etkisinin (bir dalganın frekansının, kaynağının hareket etmesi nedeniyle değişmesi) bulunması ve ışığın hızının, Hippolyte Fizeau tarafından kesin olarak belirlenmesi (1849), optik konusunda gerçekleşen ve astronomiye büyük katkı sağlayan diğer iki büyük ilerleme oldu.

Optik tarihinin bir diğer önemli olayı, bir yer değiştirme sırasındaki eter rüzgârının varlığım ortaya koymayı hedefleyen ve birçok deneye (çoğu zaman, kayda değer bir nitelikteki) yol açacak olan çalışmalardı. Albert Michelson’ın iki deneyi (önce tek başına [1881], sonra Morley ile birlikte [1887]), eterin algılanamayacağım gösterdi.

Son olarak, XIX. yy’ın başlarında, güneş tayfının gözlemlenmesi üzerinde yoğunlaşan spektroskopi (tayfgözlem), bir dizi yeni olgu sundu: tayfın, görünür mor ve kırmızının ötesine uzandığının, bu tayf içinde karanlık tayf çizgilerinin bulunduğunun anlaşılması, diğer yandan, spektroskopi düzeneklerinin iyileştirilmesi, yüzyılın ikinci yarısında birçok seyreltik gaz tayfı gözleminin yapılmasına imkân verdi. Son derece düzenli sürdürülen bu gözlemlerin, XX. yy’m başında, yeni atom kavramının oluşturulmasında belirleyici bir rolü oldu.

Termodinamik. Yüzyılın başında Joseph Fourier, ismin (o dönem, henüz, tahrip edilemez maddesel bir akışkan [kalorik] olarak düşünülüyordu) yayılmasına ilişkin matematiksel kuramı ortaya attı, ilk büyük ilerleme, buhar makinesinden esinlenilerek, ısı ve mekanik iş arasındaki ilişkilerin incelenmesi oldu. Mekanik için sürtünme yoluyla ısıya dönüşümünün ilk olarak, Rumford tarafından ortaya konmasının (1798) ardından, Sadi Carnot’nun (yazar, çok daha sonraları terk edeceği kalori inancına bağlı kalsa da) eseri «Ateşin Devindirici Gücü ve Bu Gücü Açığa Çıkaran Makineler Üzerine Düşünceler» (Reflexions sur la puissance mot-rice du feu et les machines propres â developper cette puissance, 1824), termodinamiğin temellerini attı.

Termodinamik gerçek yapısına, enerjinin korunumunun kanıtlanması, Julius Robert von Mayer (1842) ile James Prescott Jou-le ‘un (1843-1850 arası), ısının mekanik eşdeğerini belirlemeleri ve bu korunumun William Thomson (Lord Kelvin, 1850) ve Rudolf Clausius tarafından (1854) açıklanmasından sonra kavuştu. Car-not’nun «Düşünceler»de geliştirdiği ilkeyi açıklayan entropi kavramı ortaya atıldı ve termodinamiğin iki temel ilkesi kuruldu: enerjinin korunumu ve bunun değersizleşmesi (entropinin artması). Yüzyılın sonunda, özellikle, Gibbs, Berthelot ve Duhem’in çabalarıyla, kimyasal termodinamik kuramı hazırlandı.

Elektrik ve manyetizma. Bu alanda, Volta tarafından pilin bulunması (1800) büyük bir sıçrama olanağı yarattı; çünkü ilk defa
Xışınlan. 1895’te, Röntgen tarafından keşfedildikten sonra, buışınlann kullanıldığı aygıtlar, mühendisler ve hekimler tarafından sürekli olarak geliştirildi (yanda, 1925’te kullanılan bir Xışınlan aygıtı).
düzenli bir doğru akım elde edilmişti. Elektrikte XIX. yy b tamk olunan birçok ilerlemede bu tip akımdan yararlanıldı

Daha da önemlisi, bu dönemde elektromanyetizma keşfeı geliştirildi. Elektrikle manyetizma arasındaki ilk belirg: (kuşkusuz, daha XVIII. yy’da, nicel ve belirsiz bir şekilde ı elektriğin mıknatıs üzerindeki etkisi gözlemlenmişti), < doğrusal bir telden geçen bir elektrik akımının, bir pusul; nesini saptırdığını gözlemleyen (1820) Hans Christian C kurdu. Bu deneyden haberdar olan Andre Marie Ampere, a iki akım arasındaki etkileşim kuvvetlerini gözlemledi ve mın bir mıknatıs üzerindeki etkisinin ve tersi bir etkinin > kurdu. Elektrik akımının şiddetini (I) ve potansiyel farkını nımladı. Georg Simon Ohm, direnç kavramım geliştirdi v parametreyi birbirine bağlayan ünlü yasayı kurdu: U=RI Michael Faraday, indükleme yi buldu (1831); elektroliz s açıkladı ve elektrostatik indüklemeye dayanarak, elektrik ni olmayan ortamlar için, dielektrik kavramını ortaya attı 1841 ’de, Ohm yasasını tamamladı ve bir akımın şiddetini, oluşturduğu ısıya bağlayan yasayı geliştirdi. Ne var ki, b ancak Gustav Robert Kirchhoff (1845) tarafından tam ani açıklandı ve genel biçimiyle tasarlandı.

Elektromanyetik olayları genel bir kuram halinde bir ara lamak için, özellikle, Wilhelm Eduard Weber ve Herma: Helmholtz birçok girişimde bulundular (özellikle, 1842-18 smda). Ama, 1862’den itibaren bu konuda bir sentez tas: ve bunu, 1873’te yayımlanan büyük eserinde sunan, Jame Maxwell oldu; Maxwell sayesinde elektromanyetizma adını taşıyan ve manyetik alanların (nicel ve vektörel ola mmlanan) hesabına dayalı denklemlerine kavuştu. Maxw liştirdiği denklemlerden hareketle, elektromanyetik dai varlığını öngördü ve ışığın bir tür elektromanyetik dalga c nu gösterdi. Ama, elektromanyetik dalgaların varlığını kan ve bunları inceleyen (1887) Hertz oldu: özellikle, bu dai uzaktan elektriksel olaylar oluşturabileceğini gösterdi. . morötesi ışınımın bir elektrik boşalması üzerinde etkimes munda oluşan fotoelektriksel etkiyi de buldu (1887); bu olay: 1905’te, Einstein açıklayacaktı.
ıunda, bu olayın büyük bir sonucu olarak, 1858’de, gazlar ve :yreltik hava (hemen hemen boşluk) içindeki elektrik boşalma-ı incelenmesine başlandı. William Crookes, bu boşalmalardan akarak, katot ışınlarım buldu (1879); ama bunların yapısını ke-arak ancak 1892’ye doğru Joseph John Thomson ve Hendrik m Lorentz belirledi: bir katottan çıktıklan için negatif olarak dırılan olan elektronlar söz konusuydu; bunlar, elektriğin «atom i oluşturuyorlardı. Bunların varlıklarından, daha XIX. yy’ın ba-elektroliz üzerine incelemelerde şüphelenilmişti.

SC. yüzyıl

rada, modem fiziği kuran büyük ilerlemelerin ana hatları be-rek, bu yüzyılın ilk yansıyla sınırlı kalınacaktır, irelilik kuramları. Işığın, hareketsiz olduğu düşünülen bir çinde yayılmasının ortaya çıkardığı güçlükleri çözmek için, Lorentz ve Henri Poincare, doğrusal ve düzgün hareket haki bir cismin büzülmeye uğradığını düşünmüşlerdi. 1905’ten ■en Einstein bu görüşü aştı ve uzaktan eşanlılığı ve mudak ını terk ederek, bunun yerine göreli bir zamanı benimsedi; £=mc2 formülüyle, kütleyi enerjiye bağladı (daha önceki Lo-: kuramında olduğu gibi, kütle hızla değişmek üzere). Özel ‘ilik kuramı, dört boyutlu bir uzaydan (uzay-zaman) yararla-Termann Minkowski tarafından matematiksel biçime kon-917’de, Einstein, daha da ileri giderek genel görelilik kuramı-;mellerini attı. Artık, uzay, bir Eukleides uzayı değil, ama eğ-uzaydı. Uzayın ve fiziksel zamanın geometrisi, maddenin ikleri tarafından belirleniyordu.

ışınlarının bulunması. X ışınlarını, 1895’te Wilhelm Kon-■on Röntgen buldu. Ancak, bu ışınların ışıktan çok daha kü-ialgaboylu elektromanyetik dalgalar olduğunun anlaşılması on beş yıl beklemek gerekecekti.

ektronun bulunması. 1881’den itibaren, Helmholtz, elektri-Mzıları pozitif, bazıları negatif çok küçük parçacıklardan uğunu düşündü. Fotoelektriksel etki (1887), elektronun sahne-rmesine büyük katkıda bulundu. Elektronun yapısı, yüzyılın ilk :mda kesin olarak belirlendi. Küdesi (protonunkinden 2 000 kat düşük) ve elektrik yükü (negatif) ölçüldü. Pozitif elektronun itron) bulunmasıysa çok daha sonraki dönemlerde gerçekleşti, adyoaktifliğin bulunması. Radyoaktifliği, 1896’da, Henri [uerel buldu. Pierre ve Marie Curie, çalışmalarım bu alanda mlaştırdılar. 1896’da polonyumu ve 1898’de radyumu buldu-e ilk olarak, bir cismin bozunarak bir başka cisme dönüşme ım, yani, bozunum olgusunu keşfettiler, uvantum kavramı. 1900’de, Max Planck, dalga boyu v olan lokromatik bir ışığın, sürekli olarak değil ama lı evrensel bir t olmak üzere, hv kuvantalarıyla ışıdığım gösterdi. 1905’te, tein, ünlü üç bilimsel makalesinin birinde, Planck’ın görüşle-dayanarak, ama bunları dönüşüme uğratarak, foton (kütlesiz, parçacığı) kavramını geliştirdi.

tomlann varlığının kabul edilmesi. Son muhalifler (ener-:r), özellikle, 1910’den itibaren, Jean Perrin’in kesin sonuca iren deneyleri karşısında teslim olmak zorunda kaldılar. Ama lefa, atomun yapısı sorunu gündeme geldi. 1911’den itibaren :st Rutherford, atomun bir tür minyatür Güneş sistemi oluşuğunu düşünmeye başladı; ancak bu model birçok güçlüğü eraberinde getiriyordu. 1913’te, Niels Bohr, elektronların katilar halinde dağılmış olduğu bir model önererek, söz konusu ükleri çözdü; bu modele göre, atomun ışıması, bir elektro-, bir katmandan diğerine geçmesinden kaynaklanıyordu. 6’da, Arnold Sommerfeld, göreliliği hesaba katmak için r’un modelim biraz değiştirdi. Böylece, atomların ışınım tayf-oldukça iyi bir şekilde açıklanabildi.

iuvantum mekaniğinin gelişmesi. 1923-1925 arasında, Lou-e Broglie ve Werner Heisenberg, birbirlerinden bağımsız ak, kuvantum mekaniğinin temellerini attılar; Broglie, 1923’te, ışık dalgasına bir fotonun eşlik etmesi olayından hareketle, :trona bir dalga eşlik ettirdi; Heisenberg ise, 1925’te, atom tayf ;ilerinin frekanslarından yararlanarak biçimsel açıdan kuvan-ı mekaniğini geliştirdi. Erwin Schrödinger, 1925’te, söz konusu antum mekaniğinin biçim olarak Broglie’nin dalga mekaniğine ;ğer olduğunu gösterdi (Schrödinger denklemi). 1927’de Clinton ;ph Davisson ve Lester Halbert Germer, elektronların kırımmı-;özlemlediler; Broglie’nin kurammca öngörüldüğü gibi, elek-ılara bir dalganın eşlik ettiğinin deneysel kanıtı niteliğindeki bu lem, Broglie’ninNobel ödülü almasını sağladı, ilektron spini kavramı. Paul Dirac, yeni mekanik tarafından .üz açıklanamamış bazı olaylara açıklık getirmek için, elektron ’.i (yani, özet olarak, elektronun kendi etrafında dönüşü) kav-
ramını ortaya attı. Adım taşıyan denklemden yola çıkarak, 1930’da, bir «pozitif elektron»un varlığım öngördü; bu, 1932’de, Cari David Anderson tarafından gözlemlendi.

Atom numarasının, elektron sayısıyla özdeşleştirilmesi.

1913’te, Henry Moseley, X ışınları üzerinde gerçekleştirdiği deneylerle, Mendeleyev’in elemender sınıflandırmasında (1869), sıra numaralarının (atom numaraları) aslında atomların elektron sayısına tekabül ettiğini gösterdi. 1913’te, J.J. Thomson ve Frederick Soddy; 1919’da, Francis William Aston, aynı atom numarasına ve özdeş kimyasal özelliklere sahip cisimlerin, farklı atom küdeleri-ne sahip olduklarını gözlemleyerek, bunları ayrı cisimler olarak kabul ettiler ve bunlara izotop adım verdiler. Nitekim, saf bir cisimde, izotoplar çoğu zaman çeşitli oranlarda karışmış halde bulunur.

İlk yapay bozunum. Rutherford, bozunumu, 1919’da, radyoaktif bir maddeden yayımlanan d parçacıklanyla bombardıman yoluyla, azotu oksijene dönüştürerek gerçekleştirdi.

Nötronun bulunması. Rutherford, 1920’den itibaren, izotopların varlığının, atomların çekirdeğinin yalnız yüklü parçacıklardan değil (yalmz bir tane içeren ve proton adı verilecek olan hidrojen atomu çekirdeği gibi), ama aym zamanda, protonla aynı küdede, nötr, yük taşımayan ve nötronlar adı verilecek olan parçacıkların
Uluslararası Solvay Enstitüsü. Tarihsel bir belge niteliği kazanan bu fotoğrafta; aralannda A Einstein, M. Planck, M. Curie’nin de bulunduğu birçok ünlü fizikçi, 1927’de foplandıklan Solvay Enstifüsü’nde bir arada görülmektedir.
oluşmasıyla açıklanabileceğini düşünmeye başladı. Bununla birlikte, bunların, James Chadwick tarafından deneysel olarak gözlemlenmesi için 1932’yi beklemek gerekecekti.

îlk yapay radyoaktivite. Marie Curie’nin kızı irene Curie ve onun müstakbel eşi Frederic Joliot, 1934’te, ilk yapay radyoaktiflik deneylerini gerçekleştirdiler. Italyan Enrico Fermi, aynı yıl, söz konusu deneyleri birçok madde üzerinde denedi.

Nötrinonun bulunması. 1931’de, radyoaktif maddelerin sürekli ışımasının incelenmesi, VVolfgang Pauli’yi, enerjinin korunu-muna ilişkin temel ilkeyi kurtarmak amacıyla, yüksüz ve küdesiz bir parçacığı, yani, nötrinoyu düşünmeye yöneltti. Fermi, 1936’da, bunun kuramını geliştirdi. Daha sonraları gerçekleştirilen, özellikle zor deneyler, parçacığın varlığım doğruladı.

Mezonların bulunması. 1935’te, Japon Yukava Hideki, kuramsal bir yaklaşımla, kütlesi elektronunkinin yaklaşık 200 katına eşit parçacıkların olası varlığını bildirdi. Mezon adı verilen bu parçacıklar, bu öngörüden kısa bir süre sonra, kozmik ışımada etkin bir şekilde gözlemlendi.

Atomun parçalanması. 1939 başında, Otto Hahn ve Lise Me-itner, uranyum-235 ile ilk atom parçalanmasını (fısyon) gerçekleştirdi. Kısa süre içinde, zincirleme tepkimelerin oluşturulabileceği deneysel olarak kamdandı. 2 aralık 1942’de, Chicago’da, hem sivil, hem de askerî bir dizi uygulamamn ilk örneği olan, ısı üreten ilk nükleer reaktör hizmete girdi.

1940-1945 savaşından soma, modem fizik, kuvantum kuramının engin verimliliğiyle ve nükleer fizik ve parçacıklar fiziği alanındaki araştırmaların yaygınlaşmasıyla belirgin birçok doğrultuda gelişti. Diğer yandan, özellikle, 1970’lerin başından itibaren, kararsız, geçici ve doğrusal olmayan olayların incelenmesine yönelik çok umut verici yeni yaklaşımlar ortaya çıktı. □

– 22 arasındaki siyasî ayrılık, sanat alanında da yankısını L-Ier ne kadar XVII. yy gerek Güney Hollanda’da gerekse Hollanda’da, bir dönüm noktasına damgasını basarsa aniyerizmi gözden düşüren barok sanat, Flandre’da ve rıda’da farklı biçimlerde kendini gösterir. Flandre’da Katarı yeniden yerleşmesiyle Kilise sanat eserlerinin baş sipa-olur. Bir aristokrasi oluşturmaya doğru giden burjuvazi, de mitolojik ve tarihî konulu tablolarla, günlük hayat sahne ilgisini sürdürür. Ama konu ne olursa olsun, Flaman uları, en dramatik konularda bile renklerdeki parlaklık ve •atif kompozisyonlarla kendim hissettiren üsluplarım sürüşlerdir.

zey Hollanda’da pek çok yerel üslup bir arada var olurken, re’da resim sanatı tek başına Rubens’in ağırlığı altındadır;
sanatçı, hayat fışkıran anıtsal sahnelerinde yerel geleneklerin (ayrıntılarla geniş yer veren manzaralar, parlak renkler ve karmaşık doku) ve Italyan (büyük ölçekli kompozisyonlar) geleneklerinin bir sentezim gerçekleştirir.

Rubens’in etkilediği pek çok ressam arasında, modellerinin kişiliğini ve hangi toplumsal sımftan geldiğini hissettirmekte usta ve sanat tarihinin sezgisi en güçlü portre ressamlarından biri olan Anton van Dyck’le Rubens’in kompozisyonlarındaki göz kamaştırıcılıkla boy ölçüşmese de, gerek dinî ve mitolojik, gerekse panayır ve kır şenliklerini gösteren sahnelerinde gerçek dünyanın hareketini büyük bir başarıyla hissettiren Jacob Jorda-ens başta gelir: Jordaens’in dev boyutlardaki portreleri, Ru-bens’inkiler yanında daha ağır ve sönük kalır.

Küçük boyutlarda çalışmayı tercih eden ressamlar üzerindeki

Azize Maria Magdalena, Rogier Van der Weyden’in eseri (Braque Üçkanatlısı, yaklaşık 1450-1452; Louvre Müzesi, Paris).
etkisi daha alt düzeylerde kalırsa da, Rubens’in otoritesi Frans Snijders’in manzara ve natürmortlarında da hissedilir; Adriaen Brouvver hareketlerde Flaman kökenli canlılıkla renklerdeki Hollanda kökenli ustalığı harmanlar; Yaşlı Bruegel’in oğlu Jan’sa, çalışmalarına Rubens’in üslubunun tersine bir minyatürcünün inceliğiyle yaklaşır.

Rubens’in ölümüyle Flaman resminin altın çağı sona erer.

XVIII. ve XIX. yy’larda sanatçılar Fransız zevkinde de eser verirler. 1815’te Brüksel’e sürgün giden David, onlara yeniklasikçiliği
tanıtır. Öğrencisi Navez bu dersleri Brüksel Güzel Sanatla demisi’ne aktarır. Romantizm akımı, konularını tarihte Antoine Wiertz ve Louis Gallait’yle temsil edilir. Felicien Rı gravürleri ve Fernand Khnopff’un tuvalleriyle kendini gc simgeciliğin yanı sıra, önceleri izlenimciliği benimseyen Ensor son derece kişisel bir üslup yaratır: gizemli renkleı tastik ve ölüm kokan sancılı figürleriyle dışavurumculuğı cülerinden biri sayılabilir; bu akım Sint-Martens-Latem o da Albert Servaes, Constant Permeke ve Gustave de Sm sanatçılarla gelişir.

Belçika, Alechinsky ve şair Dotremont’la Cobra grubu: kıda bulunmakla birlikte XX. yy’ın en ünlü Belçikalı ress; herhalde, aralarında Rene Magritte ve Paul Delvaux’nun lunduğu gerçeküstücülerdir.

HEYKEL

Roma döneminden beri Meuse bölgesi heykelcileri ber kalitede metal parçalar üretmektedir. Liege’deki Saint E lemy Kilisesi’nin (yaklaşık 1107-1118) bakır vaftiz kurnala nier de Huy’nin eseridir; tipik roman özellikleri taşıyan ge rik bir yapıya karşılık, üzerindeki alçak kabartma sahneler kumaş kıvrımları ve dökümleriyle insan bedenini sezdim zı, Antikçağ sanatının etkilerinin bir kanıtıdır. Roman dc nin son büyük heykelcisi ve kuyumcusu Nicolas da Vere eserlerinde, Antikçağ sanatını çok iyi tanımasının yamnd« lük hayatın ince bir gözlemini de buluruz; Viyana yak Klosterneuburg Manastırındaki heykel ve minelerle bez nak arkalığı (1181’de tamamlandı) bunun en çarpıcı örn Burada İnsanî coşkuların yansıtmışındaki natüralizm ve h; hissettirmek için kumaş kıvrımlarının kullanılması, gotil bun birer habercisidir.

Gotik dönemde Fransız ve Flaman heykel sanatları karşılı, ki içinde olacaktır. HollandalI Claus Sluter, Bourgogne Sara; heykeli mimarîye sıkı sıkıya bağımlı olmaktan kurtarma y( geniş katkılar sağlayacak kendine özgü bir üslup geliştirdikte ra, sanat hayatının bir bölümünü de Brüksel’de geçirecektir.
Gand’da Sint-Michiels Köprüsü ve posta binası, geri planda Sint-Baaf Katedrali’nin, Sint-Niklaas Kilisesi’nin ve belediye sarayının çan kulesi ol üzere üç kuleyle Flaman şehir manzaralanndan karakteristik bir görünün

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir