Genel

French, David Henry

French, David Henry

(d. 30 Mayıs 1933, Bridlington, İngiltere), Anadolu’da çeşitli kazılar yöneten İngiliz arkeolog. Ankara’ daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün yöneticiliğini yapmıştır.
1952-55 arasında Cambridge Üniversite-si’nde arkeoloji öğrenimi gördü. 1966’da
Anadolu ve Ege’de İlk Tunç Çağı konulu doktorasını tamamladı. Anadolu’da 1957’ de R. S. Young’ın yönetimindeki Gordion ve 1958-60 arasında J. Mellaart’ın yönetimindeki Hacılar kazılarına katıldı. 1960’ta İran’da Yarım Tepe, Irak’ta Nemrud ve Resü’l-Amya kazılarında çalıştı. 1961-70 arasında Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü adına Konya Ovasında Karaman yakınlarındaki Can Hasan’da(*) (bugün Alaçatı) kazılara başladı. Toplam üç höyükte kazı yaptı. Neolitik ve Kalkolitik çağlara ait çok önemli bulgular ele geçirdi. 1965’te Ürdün’ de John Henessey ile Gassul, 1968’de Yunanistan’da C.W. Blegen’le Navarin kazılarına katıldı. 1968’de Ankara’daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün müdürlüğüne; atandı. 1968-73 arasında Elazığ’da ODTÜ’ nün yürüttüğü Keban kazıları projesi çerçevesinde Aşvan Höyüğü kurtarma kazılarını yönetti. 1974’te Anadolu’daki Roma yollan konusunda bir araştırmaya girişti ve bunun sonuçlarını 1981’de Roman Roads and Milestones in Asia Minor (Anadolu Roma Yolları ve Miltaşları) adıyla yayımladı. 1979’da başladığı Tillehöyük kazıları, Aşağı Fırat Projesi kapsamında, Adıyaman’ da Karakaya Baraj Gölü sınırları içinde yer alan bir başka kurtarma kazısıdır.
French, John (Denton Pinkstone), Ypres ı. kontu (d. 28 Eylül 1852, Ripple, Kent -ö. 22 Mayıs 1925, Deal, Kent, İngiltere). İngiliz mareşal. I. Dünya Savaşı’nın başladığı Ağustos 1914’ten, baskılar sonucunda istifa ederek yerini General (sonradan mareşal) Douglas Haig’e bıraktığı 17 Aralık 1915’e değin Batı Cephesi’ndeki İngiliz ordusuna komuta etmiştir. Belçika’nın Ypres (leper) kentinde ve başka yerlerde komutanlık yaptığı çarpışmalarda, İngiliz kuvvetlerinin ağır kayıplar vermesine neden oldu; örneğin Ypres’deki ilk iki çarpışmada 110 bin İngiliz askeri ölmüştü.
Askerlik mesleği 1874’te başlayan French, Boerlere karşı Güney Afrika Savaşı (1899-1902) sırasında, İngiliz süvari birliklerine komuta etmedeki başarısıyla kamuoyunda tanındı. 1907’de ordunun genel müfettişliğine, 1913’te de İmparatorluk Genelkurmay Başkanlığı’na atandı.
23 Ağustos 1914’te, Belçika’nın Mons (Bergen) kenti yakınlarında İngiliz kuvvetlerinin savaştaki ilk büyük çarpışmasına komuta etti. Üstünlük sağlayan Alman kuvvetleri İngilizleri geri çekilmeye zorla-dıysa da, French’in tek amacı Fransızların 5. Ordusu’nun geri çekilmesi sırasında düşmana karşı koruma sağlamaktı ve geciktirme harekâtı açısından çarpışmanın sonucu başarılıydı. Ama French, iki kolordusunun hareketlerinde eşgüdüm sağlayamadığı, hatta bu birliklerin komutanlarıyla bile iletişim kuramadığı için eleştirildi. 26 Ağus-tos’ta Fransa’nın Le Cateau kentindeki çarpışmada ağır kayıp verilmesi üzerine cesaretini yitirmiş ve Sen Irmağının güneyinden, belki de Fransa’dan tümüyle çekilmeyi planlamıştı. İngiliz savaş bakanı Lord Kitchener, French’i görevde kalmaya, Fransız ve Belçika ordularıyla daha sıkı bir işbirliğine girmeye ikna etti.
19 Ekim 1914’te French, o sırada üç kolorduya çıkmış bulunan kuvvetlerine Ypres’den doğuya doğru iki koldan saldın başlatmaları emrini verdi. İngilizler ertesi gün, kendileri de saldırıya girişmiş olan Almanlarla karşılaştılar ve çarpışmalar başladı. 22 Kasım’daki I. Ypres Çarpışma-sı’nda iki taraf da üstünlük kuramadı. 1915’te Neuve-Chapelle (10 Mart’tan sonra), gene Ypres (22 Nisan’dan sonra) ve Loos (25 Eylül’den sonra) çarpışmalarında da hiçbir olumlu sonuç elde edilemedi.
French’in Loos’taki yedek kuvvetlerini kullanmada gösterdiği kararsızlık görevinden alınmasına yol açtı. Daha sonraki yıllarda French, Birleşik Krallık başkomutanı ve ardından İrlanda valisi (lord lieutenant) oldu (1918-21). 1919’da I. Dünya Savaşı’nı anlattığı yapıtı 1914’ü yayımladı. 1922’de “kont” unvanı aldı.
French Broad Irmağı, ABD’de akarsu. Kuzey Carolina eyaletinin batısında, Transylvania ilindeki Blue Ridge (Mavi Sırt) Dağlarından doğar. Kuzeydoğu yönünde akarak Brevard’ı geçtikten sonra, kuzeybatıya yönelerek Asheville’i aşar ve Büyük Smoky Dağlarının arasından Tennes-see’ye ulaşır. Burada batıya döndükten sonra Knoxville yakınlarında Holston Irmağıyla birleşerek Tennessee Irmağını oluşturur. Knoxville’in doğusunda ırmak üzerinde kurulan Douglas Barajı ve Baraj Gölü, Tennessee Vadisi İdaresi’ne (TVA) bağlıdır. Kuzey Carolina’daki Broad Irmağından ayırt etmek için French Broad adı verilen ırmak, geçmişte Batı’ya giden Fransız göçmenlerin izlediği bir yoldu. Başlıca kolları Pigeon ve Nolichucky ırmaklarıdır.
Freneau, Philip (Morin) (d. 2 Ocak 1752, New York kenti – ö. 18 Aralık 1832, Monmouth County, New Jersey, ABD), şair, gazeteci ve yayın yönetmeni. “Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın şairi” olarak tanınır.
1771’de Princeton Üniversitesi’ni bitirdikten sonra, bir süre öğretmenliğin yanı sıra papazlık öğrenimi gördü. Bağımsızlık Sava-şı’yla birlikte İngilizleri ve kralcıları hedef alan keskin yergiler yazmaya başladı. İki yıl kadar kaldığı Antiller’de en iddialı şiirlerinden “The Beauties of Santa Cruz” (Santa Cruz’un Güzellikleri) ve “The House of Night”ı (Gecenin Evi) yazdı. 1778’de New Jersey milislerine katıldı. 1780’de özel izinli bir korsan gemisiyle İngiliz kuşatmasını yararak Batı Hint Adalarına varmaya çalışırken İngilizlere tutsak düştü. Serbest bırakıldıktan sonra acılı bir üslup taşıyan The British Prison-Ship (1781; İngiliz Hapishane Gemisi) şiirini yazdı.
Birkaç yıl Philadelphia’daki Freeman’s Journal’a yazılar yazdı. Ardından kaptan olarak çalıştı. 1790’da yeniden gazeteciliğe döndü ve 1791-93 arasında Philadelphia’da çıkan National Gazette adlı ateşli Cumhuriyetçi gazetenin yayın yönetmenliğini yaptı.
Şiir yazmak için gerekli ortamı bulmak amacıyla zaman zaman gazete çalışmalarına ara vererek denize açıldı. 19. yüzyıl başlarında Monmouth ilindeki çiftliğine çekildi.
Klasiklerin yanı sıra dönemin yeni-klasik İngiliz şiirini çok iyi bilen Freneau, özgün ve yeni bir Amerikan üslubu yaratma çabasında, birkaç şiir dışında pek başarıya ulaşamadı.
frengi, sIfîlîs olarak da bilinir, bir spiro-ketten (Treponema pallidum) ileri gelen, vücudun çeşitli dokularında yapı ve işlev bozukluklarına yol açan bulaşıcı hastalık. Frengi genellikle cinsel birleşmeyle bulaşan (zührevi) bir hastalıktır; ama hastalıklı annelerin çocuklarına etene yoluyla bulaşarak doğuştan görülebileceği gibi, bejel(*) denen ve cinsel birleşmeyle bulaşmayan başka bir tipi de, ekonomik ve toplumsal koşulların elverişli olmadığı bazı sıcak bölgelerde yerleşik (endemik) olarak görülür.
Cinsel birleşmeyle bulaşan frenginin tarihte ilk kez ne zaman ortaya çıktığı bilinmemektedir. Avrupa’da bu hastalığa ilişkin ilk kesin kayıtlar, Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşif yolculuğundan sonrasına rastlar. Ayrıca, Kolomb öncesi dönemde yaşamış Amerika Yerlilerinin iskelet kalıntılarında
Treponema enfeksiyonuna ilişkin belirtilerin bulunması, hastalığın Yenidünya’dan kaynaklandığı görüşünü desteklemiştir. Öte yandan, 1500’den önce Avrupa’da “cüzam” olarak tanımlanan son derece bulaşıcı, cinse) birleşmeyle yayılan ve cıvalı ilaçlarla tedaviye yanıt veren pek çok olgunun aslında cüzam değil frengi olduğu düşünülmektedir.
Kolomb’un Avrupa’ya dönüşünden sonra baş gösteren salgınlar, frengi konusundaki bilgilerin artmasını sağladı. Önce cıva tedavisi yaygınlaştı, 1836’da da potasyum iyodür piyasaya sürüldü; ama hastalığın tedavisinde büyük başarı sağlayan ilk etkili ilaç, Alman bakteriyoloji bilgini Paul Ehrlich’in 1909’da geliştirdiği Şalvarsan (606) oldu. 1943’te ABD’li hekim J. F. Mahoney ve çalışma arkadaşlarının, hastalığın erken evrelerinde bir haftalık penisilin tedavisinin başarılı olduğunu göstermelerinden sonra, frengi tedavisinde antibiyotiklerin kullanımına başlandı.
Tedavi edilmeyen frengi üç evrede gelişir. Bulaşmadan sonraki 10 gün ile 10 hafta içinde başlayan ilk evrede, mikrobun vücuda girdiği yerde küçük, sert, ağrısız bir çıban oluşur; sert şankr ya da frengi şankrı denen bu çıban zamanla büyür; ortası çatlayarak yüzeysel bir yaraya dönüşür. Şankr, kolay fark edilemeyecek kadar açık renkte olsa bile, yaradan sızan serumda spiroketlerin bulunması frengi tanısını kolaylaştırır. İlk evredeki bu yaralar, tedavi uygulanmadığı durumlarda bile 10-40 gün içinde iz bırakmadan iyileşir.
Olguların yaklaşık yarısında, hastalığın ikinci evresi özellikle mukoza döküntüleri, deri lezyonları, kemik, eklem, göz ve »inir sistemi bozuklukları gibi klinik belirtiler vermeye başlar. Şankrın belirmesinden dört-sekiz hafta, bazen aylar sonra başlayan ikinci evre birkaç ay sürdükten sonra genellikle deride yara izi bırakmadan kendiliğinden sona erer.
İkinci dönemi izleyen ve birkaç ay içinde sona erebileceği gibi yaşam boyu da sürebilen gizil evrede, gözle görülebilen hiçbir frengi belirtisi olmamasına karşın, serum testleri uzun süre pozitif sonuç verir. Gizil evredeki hastaların çoğunda, tedavi uygu-lanmasa bile, hastalığın daha ileri evrelerine özgü belirtiler görülmez; ama, her dört hastadan birinde üçüncü evre frengi belirtilerinin ortaya çıkma olasılığı yüksektir.
Frenginin üçüncü evresi olguların yaklaşık yarısında oldukça hafif geçerken, öbür yarısında genel çökkünlük ya da ölümle sonuçlanır. Bu evrede hastalık vücudun herhangi bir bölgesini tutabilir. Kalp-damar sistemine, özellikle aorta yerleştiği zaman esnek bağdokunun yıkımına yol açarak damar duvarının incelip dışarıya doğru balonlaş-masını (anevrizma) kolaylaştırır ve aort kapakçıklarında ağır yapı bozukluklarına neden olur. Öbür sinir sistemi bozukluklarına benzer belirtiler veren sinir sistemi frengisi sakatlık ya da ölümle sonuçlanır. Bütün beyin dokusu yıkıma uğradığında, giderek artan kişilik bozuklukları, dikkati yoğunlaştırma ve düşünce yetilerinin yitimi, sanrılar, yönelim bozuklukları, bellek yitimi, duyumsamazlık (apati) ya da öfke nöbetleri gibi akıl ve ruh bozuklukları görülür. Bütün sinir sistemini ciddi boyutlarda etkilediği için genel felç adıyla anılan bu beyin frengisi ya da frengili meningoen-sefalit, daha çok 35-50 yaş arasındaki erkeklerde görülür ve tedavi edilmediğinde genellikle ölümle sonuçlanır. Yüksek ateş, frengiye yol açan mikroorganizmaları öldürdüğü için, 1917’de AvusturyalI hekim Julius Wagner-Jauregg frengiyi sıtmayla tedavi etmeyi önermiş, daha sonra bu yöntemin
413 frengi
yerini antibiyotik tedavisi almıştır. Frenginin sinir sistemini tutmasıyla ortaya çıkan ağır bir hastalık da, omuriliğin arka kordonundaki hücrelerin yıkımı sonucunda şiddetli sırt ağrısı, özellikle yürürken hareketlerde eşgüdüm bozukluğu ve kas erimesiyle tanımlanan tabes dorsalis ya da lokomotor ataksidir. Daha hafif geçen üçüncü evre olgularında ise deri, mukoza, kemik, karaciğer, erbezi ve beyin gibi bazı organlarda gom denen tipik yumrular oluşur.
Doğuştan frengide bebeklerin bir bölümü frengiye özgü yaralarla doğar, bir bölümü doğduğu anda sağlıklı görünür ama birkaç ay içinde frengi yaraları belirir, bazılarında da ergenliğe değin hiçbir belirti vermeyen hastalık genellikle ileri evreye özgü gelişmelerle birden ortaya çıkar.
Bazı uzmanlar, Treponema cinsinin başka türlerinden ileri gelen ve cinsel yoldan bulaşan frengiyle aynı serum tepkimelerini veren frambezi(*), pinta(*) gibi hastalıkları da, cinsel birleşmeyle bulaşmayan yerleşik frengi grubundan sayarlar.
Frengi tanısı için pek çok laboratuvar yöntemi geliştirilmişse de en çok kan serum testleri uygulanır. Bu testler, hastalığın başlamasından hemen sonra kan serumunda beliren iki ayrı maddenin, frengi reajini denen bir tür antikor ile Treponema palli-dum’a karşı oluşan özgül antikorların araştırılmasına dayanır. En yaygın yöntem, genellikle sığır kalbinden özütlenen lipit yapısındaki bir antijenle tepkimeye girerek serumda gözle görülebilir bir kümelenmeye (flokülasyon ya da yumaksı çökelme) yol açan frengi reajininin araştırılmasıdır.
Bu çökelme testlerinin, yöntemi geliştiren kişinin (Kahn, Kline, Hin ton, vb) adıyla anılan pek çok türü vardır. Bunlardan en çok kullanılanı, çok çabuk ve oldukça kesin sonuçlar veren VDRL (venereal disease research laboratory I zührevi hastalık araştırma laboratuvarı) testidir.
Frengi serum testlerinin en bilinen örneği ise, çökelme testlerinin değişik bir uygulaması olan Wassermann testidir. Alman bakteriyoloji bilgini August von Wasser-mann’ın 1906’da geliştirdiği bu yöntemde, sığır kalbinden özütlenen lipit yapısındaki antijen, kan serumunun doğal bileşenlerinden olan ve antijen-antikor İkilisiyle birleşen kompleman ile birlikte kullanılır. Frengili hastalarda, antijen-antikor İkilisi komp-lemanı tutarak kendisine bağlar (pozitif Wassermann tepkimesi); oysa hastalığa yakalanmamış kişilerin kanında frengi antikoru bulunmadığı için kompleman serbest olarak kalır.
Frengi reajini yerine, Treponema palli-dum’a karşı oluşmuş özgül antikorların araştırılmasına dayanan öbür serum testlerinde, ya doğrudan doğruya bakterilerin ürettiği ya da kimyasal yöntemlerle bakteriden özütlenmiş maddelerden elde edilen antijenler kullanılır. Bu tip testlerin özü bakterinin hareketsizleştirilmesine, çökebilmesine ya da komplemanın bağlanmasına dayanır.
Bütün bu serum testlerinin hiçbiri yalnızca frengiye özgü değildir; bulaşıcı mononükle-oz, sıtma gibi birçok hastalıkta da yanıltıcı pozitif sonuçlar alınmıştır. Serum testleri genellikle bulaşmadan 4-6 hafta sonra ya da ilk deri belirtilerinin görülmesinden 1-3 hafta sonra pozitif yanıt verir. Erken evrede, frengi şankrından ya da o bölgedeki lenf bezinden alınan doku örnekleri karanlık alan mikroskopunda incelendiğinde Treponema pallidum görülebilir. Daha sonraki belirtisiz evrede ise, merkez sinir sisteminde
frenkasması 414
bir bozukluk olup olmadığını anlamanın en güvenilir yolu beyin-omurilik sıvısını incelemektir.
frenkasması (Cissus), asmagiller (Vitace-ae) familyasının, tropik ve astropik bölgelerde dağılmış odunsu tırmanıcı bitkileri içeren cinsi. Bu bitkilerin yaprakları genellikle etlidir. ABD’nin orta ve güney
Cissus sicyoides türü frenkasması
Phil Clark
bölgelerinde kendiliğinden yetişen C. incisa
9 m’ye kadar uzayabilir; üç yaprakçıklı bileşik yaprakları, yaklaşık 2 cm çapında kara meyveleri vardır. C. rhombifolia ve C. antarctica türleri genellikle bahçe sarmaşığı olarak yetiştirilir.
frenkinciri (Opuntia ficus-indica), hInt-İncİrİ ya da fîravunİncîrİ olarak da bilinir, kaktüsgiller (Cactaceae) familyasının Opuntia (kaynanadili) cinsinden yassı gövdeli, dikenli bir kaktüs türü ve bu bitkinin
Frenkinciri (Opuntia ficus-indica)
Anadolu Yayıncılık Arşivi
yenebilen meyveleri. Anayurdu Batı Yarıküre olan frenkinciri, meyveleri nedeniyle bütün ılıman bölgelerde yaygın olarak yetiştirilir; Türkiye’de de Akdeniz ve Ege bölgesinde yabani olarak yetişir.
Yaklaşık 5,5 m’ye kadar boylanabilen frenkincirinin 7,5-10 cm genişliğinde büyük sarı çiçekleri ve beyaz, sarı ya da kırmızımsı mor renkli, yumurta biçiminde meyveleri vardır. Bu meyvelerin hem içindeki yumuşak öz yenir, hem de tohumlarından yağ çıkarılır; ayrıca, özellikle dikensiz çeşitlerinin bol sulu gövdeleri kuraklık dönemlerinde hayvan yiyeceği olarak kullanılır.
frenkmaydanozu (Anthriscus cerefolium), maydanozgiller (Apiaceae ya da Umbellife-rae) familyasından biryıllık otsu bitki. Anayurdu Karadeniz’in kuzey kıyıları, Hazar Denizi yöresi ve Asya’nın batısıdır. Avrupa’da, kurutulduktan sonra baharat olarak kullanılan kokulu yaprakları nedeniyle tarımı yapılır. Kurutulduğunda rengi soluk yeşil olan frenkmaydanozunun hoş bir
Frenkmaydanozu (Anthriscus cerefolium)
G R. Roberts
kokusu ve anasonu andıran bir tadı vardır. Yaprakçık damarlarının yanındaki kanallarda uçucu yağ bulunur.
Bazı Avrupa ülkelerinde kökleri sebze olarak yenen frenkmaydanozunun çiçekli dallarının idrar artırıcı ve balgam söktürücü etkisi vardır.
frenkmenekşesi (Hesperis matronalis), turpgiller (Brassicaceae) familyasından, menekşe kokulu çiçekleri nedeniyle bahçelerde yaygın olarak yetiştirilen süs bitkisi. Anayurdu Avrasya’dan dağılarak başka iklimlere de alıştırılmış olan frenkmenekşesi yaklaşık 90 cm uzunluğunda bir bitkidir; yaprakları ince uzun ve dişli kenarlı, leylak, mor ya da beyaz renkteki çiçekleri dört taçyapraklı ve genellikle belirgin damarlıdır. Bitkinin idrar artırıcı, terletici ve balgam söktürücü etkisi vardır.
frenksalatası bak. hindiba
frenküzümü, Grossulariaceae familyasının Ribes cinsinden çeşitli çalı türlerinin ve bunların tatlı ya da hafif ekşimsi, sulu meyvelerinin ortak adı. Anayurdu Kuzey Yarıküre’nin ılıman bölgeleri ile Güney Amerika’nın batısı olan frenküzümünün 1600’den önce ilk kez Hollanda, Danimarka ve Baltık Denizi yöresinde yetiştirildiği sanılmaktadır.
Genellikle dikensiz çalı biçiminde olan frenküzümlerinin üç-beş loplu yaprakları ve salkım oluşturan çiçekleri vardır. Meyvelerinin rengine göre başlıca siyah, kırmı-
zı ve beyaz olmak üzere üç gruba ayrılan frenküzümlerinin ana türlerden geliştirilen pek çok çeşidi vardır. Bu bitkiler özellikle serin ve nemli kuzey iklimleri ile killi ve milli topraklarda çok iyi gelişir.
Frenküzümü (Ribes)
Walter Chandoha
Çoğaltma genellikle çelikleme yoluyla yapılır; sonbaharda alman 20-30 cm uzunluğundaki çelikler hemen ya da ilkbaharda birbirinden 7,5-15 cm arayla fidanlığa yerleştirilir ve köklenen fidanlar tarlada birbirlerinden 1,8-2,4 m uzaklıktaki sıralara 1,2-1,5 m arayla dikilir. Gölgeli ortamları sevdikleri için üzüm, şeftali, kiraz ve armut ağaçlarının altında da yetiştirilebilir.
Frenküzümleri bol miktarda C vitamininin yanı sıra kalsiyum, fosfor ve demir gibi mineralleri de içerir. Çiğ olarak pek yenmeyen meyveler daha çok reçel, jöle, marmelat, meyve suyu, dondurma, pasta ve likör yapımında kullanılır. Yapraklarının idrar artırıcı ve terletici etkisi vardır.
Türkiye’de yer yer süs ve çit bitkisi olarak yetiştirilen, ama önemsenecek düzeyde tarımı yapılmayan frenküzümlerinin en çok yetiştirildiği ülkelerin başında İngiltere gelir. Bektaşiüzümü gibi frenküzümleri de veymut çamlarına zarar veren kabarcık pası hastalığının yayılmasında önemli bir etken olduğundan, özellikle ABD’nin bazı bölgelerinde yetiştirilmesi yasaklanmıştır.
frenleme ışınımı, Almanca bremsstrah-lung, atom çekirdeğinin güçlü elektrik alanının etki bölgesinden geçen yüklü parçacıkların (özellikle elektronların) ani yavaşlamaları ya da sapmaları sonucunda ortaya çıkan ışınım. X ışınları tayfının sürekli niteliği (bir maksimum enerji değerinden düşük enerji değerlerine kadar bütün tayf bölgesini kaplayan X ışınları) frenleme ışınımının sonucudur. X ışını tüpünde bir metal hedefe yöneltilen elektronların bir bölümü bir çekirdekle doğrudan çarpışarak durur; bunların kinetik enerjilerinin tümü ışınıma dönüşür, böylece de enerjisi en yüksek değerde olan ışınımlar ortaya çıkar. Aynı elektron demetindeki öteki elektronlar ise artı yüklü çekirdeklerin etkisiyle birkaç kez sapmaya uğradıktan sonra durur. Her sapmada, enerjisi en yüksek değerden daha düşük olan bir elektromagnetik enerji darbesi (foton) ortaya çıkar.
Kozmik ışınların enerjilerinin bir bölümünü atmosferde kaybetmelerinin bir nedeni frenleme ışınımıdır. Güneş’in yaydığı X ışınlarının, Güneş atmosferinin renkküre (kromosfer) bölgesinde madde içinden geçen hızlı elektronlarca oluşturulan frenleme ışınımları olduğu sanılmaktadır.
Kararsız çekirdeklerin elektron (ya da pozitron) salmaları ya da kendi çevrelerinde dolanan elektronlardan birini kapmaları
yoluyla oluşan beta bozunumu sürecinde ortaya çıkan iç frenleme ışımmı, bu elektronların kendi çekirdeklerinin etkisiyle sapmaya uğramalarından ileri gelir.
frenoloji, kafatası biçimini inceleyerek zihinsel yetilerin ve kişilik özelliklerinin saptanması.Viyanalı hekim Franz-Joseph Gali (1758-1828) ile 19. yüzyıldaki izleyicileri Johann Kaspar Spurzheim (1776-1832) ve George Combe (1788-1858) tarafından geliştirilmiştir. 20. yüzyıl ortalarına değin büyük ilgi görmüşse de, bilimsel açıdan kesinlikle geçersiz olduğu kanıtlanmıştır.
Frenoloji beş ilkeye dayanıyordu: 1) Beyin, düşünme (zihin) organıdır, 2) insanın zihinsel yetenekleri, belirli sayıda bağımsız yetiler biçiminde incelenebilir, 3) bu yetiler doğuştan gelir ve her biri beynin yüzeyindeki belli bir bölgede yer alır, 4) her bölgenin büyüklüğü, o bölgede yer alan yetinin ne ölçüde önemli bir kişilik öğesi olduğunu gösterir, 5) kafatasının dış yüzeyi ile onun altında yer alan beynin yüzeyi arasında, kafanın dış yüzeyini inceleyerek çeşitli organların büyüklüklerinin kıyaslanmasını olanaklı kılacak kadar yakın bir paralellik vardır.
Gali, sistemini tümüyle deneyci bir yöntemle oluşturmasına karşın, sözünü ettiği organları belirleme yöntemi oldukça aldatıcı bir temel üzerine kuruluydu. Bir yetinin konumlandığını düşündüğü yeri rasgele seçtikten sonra, aynı özelliği paylaşan kişilerin kafa yapılarını inceleyerek bu kişilerin ayırt edici kişilik özelliğini belirleyen kafa biçimlerini bulmaya çalışıyordu. İlk çalışmalarından bazılarını hapishanelerde ve akıl hastanelerinde gerçekleştirdi; böylece “suça yatkın” diye nitelediği bazı kişilik özelliklerini ortaya çıkarmayı amaçlıyordu. Bu özelliklerin aşın ölçüde dışavurulduğu davranışları gözleyerek cinayet, hırsızlık gibi davramşlara yol açan organlann haritasını çıkarmaya çalıştı. Ama onun bu organlara verdiği adlar ahlaki ve dinsel kaygılardan ötürü Spurzheim tarafından değiştirildi. Gali, yaptığı kafa modelinde 26 organın yerini göstermişti; bunların her biri dairesel alanlar kaplıyordu ve birbirlerinden boşluklarla ayrılmıştı. Spurzheim ve Combe ise kafatasının tümünü, birbirine bitişik, dörtgen biçimli bölgelere ayırdılar. Her bölge, sevme yatkınlığı, çocuk sevgisi, dikkati toplama yeteneği, bağlanma yeteneği, kavgacılık, yıkıcılık, ketumluk, açgözlülük, yapıcılık, özsaygı, beğenilme isteği, ihtiyat, eliaçıklık, saygı, vicdan, metanet, umut, merak, idealist olmak, nüktedanlık, taklitçilik, bireysellik, biçim algısı, büyüklük algısı, ağırlık algısı, renk algısı, konum algısı, sayı algısı, sıra algısı, bellek, zaman algısı, ses algısı, dilsel algı, karşılaştırarak kavrama yeteneği ve metafizik ruh gibi kişilik özelliklerini belirliyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir