Genel

Görüntünün Büyüsü

(salyangozlar, solucanlar gibi) bakteriler arasında benzer bir gen değişiminin mümkün olup olamayacağını bulmayı hedefliyorlar. Araştırmacıların ortak görüşüne göre, böyle bir gen transferinin oluşması durumunda bile doğanın dengesinin bozulması çok zayıf bir ihtimal.

Bu arada bu yabancı genlerin dünyanın her yerinde bulunduğunu hatırlamakta yarar var. Örnek olarak, aslında sığırlarda bulunan aprotinin geni bir sığırın su içmesi sırasında tükrüğünden suya karışabilir ve aynı yukarıda bahsedildiği gibi toprak organizmaları sayesinde bakterilerin genetik şifresine katılabilirler. Ancak, bu doğal etkileşimler sırasında şimdiye kadar hiçbir zarar verici etki gözlenmemiştir. Bakteri ve mayalar için de benzer bir gen transferine hiçbir toprak, çökelti ve su örneğinde rast-
lanmamıştır. Aprotinin geninin yjgnsferi sadece mümkün olan en iyi koşulların yaratıldığı laboratıı-var ortamlarında gerçekleşmekte-dir. Doğal k.oşu\\ar a\tmd<ı bö^ylc b’vr VE*tYs\’eî\T\ çoV daYva

zordur.

Ancak, her nc kadar imkânsız gözükse de serbest gen moleküllerinin transferi bilim adamlarının çok ciddiye aldığı bir konudur ve birçok kanıt çok nadir dc olsa böyle bir olavm doğada gerçekleştiğini göstermektedir. Bu yüzden rekom-binant organizmalar ve genetik şifreleriyle diğer canlılar arasındaki etkileşimler incelenmeye devam edilecektir.

I. Noyan Yılmaz

11. U. Biyoloji Bölümü II. Sınıf Öğrencisi

Kaynaklar

Research 19%, Ba\er Scicntifıc Magazine Genetik Engincering at Bayer (press conferencc. 19891

Görüntünün Büyüsü

Görüntü, fotoğrafla başlayan ve televizyonla birlikte doruk noktasına ulaşan görsel iletişim modelinin ve yeryü7İindeki de\ kitleleri \ek-pare bir kuşak çilıi saran modem k:de ilerisimi sürecinin temel un-NurudjLT. Onun önemi, görsel algılamanın insan için taşıdığı önemden \e görüntünün olağanüstü çekiciliğinden kaynaklanmaktadır.

insanın bütün duyuları, bir elinin parmakları gibi birlikte çalışır. Örneğin, herhangi bir nesneyi iki veya üç parmakla da tutabiliriz, ancak onu iyi kavramak için bütün parmaklarımızı, hatta iki elimizi birden kullanırız. Bunun gibi gerçekliğin algılanmasında da, görsel ağılayım yanında diğer duyumlar da birlikte iş görür ve birbirine denetler. Ancak temel algı görsel algıdır. İnsan görsel algısı sayesinde yürür, hareket eder. Bilinç düzeyindeki davranışlarımızın yaklaşık %99’unun belirleyici öğesi görsel algılamadır.

Görüntü, iletişim etkinliğinin söz konusu olduğu her alanda temel malzeme olarak kullanılabilmektedir. Eğitsel, askeri, politik, sanatsal etkinliklerde bulunan kurumlar ve nihayet kitle İletişimciler çalışmalarında görüntünün gücünden olabildiğinde yararlanmaktadır.

Basit kodlar taşıyan görsel iletişim, genellikle taşıdığı bilginin zenginliğinden çok anlaşılırlığı için kullanılmaktadır. Görüntüler bize bir konuyu, yazılı bir metinden ya da konuşmadan daha iyi anlatmaktadır. Bir başka açıdan bakıldığında bu tez tam olarak doğrulanmayabilir; çünkü, yazı, konuşma ve görsel imgeler kendi özgün alanları içinde iletişimi en iyi biçimde sağlayabil-
mekted:’ >

için çekıcitiğl te _ a»

ön plana çıkarman– –

‘’Balık” kel:— -orum, s»\ıcla van o\ıAuğımu arî’_– – »»al seslerin sembolü __ _ araya getirir ve “bal:* • . -e oluşturur. Belki bir balığı okac- ~ tulmüş olarak ya da akvar- -yüzerken düşünürsünüz. Zl” ■ –

canlanan hayalin nc olduğu öner değildir. Onu, kağıt üzerinde varolan B-A-L-I-K harfleriyle elde edersiniz. Bu semboller, onları, aynı anlam üzerinde hemfikir bir halde nasıl deşifre edeceğini anlayan insanlar için bir şeyler ifade eder.

Öte yandan bir balık resmi gördüğünüzde de hemen onu bir balık olduğunu anlarsınız. Balığın resmi de bir semboldür.

Simgeler, bir tür özetleme, kestirme anlatımlardır. Görüntü ise, neredeyse insanlık tarihi boyunca bu tür anlatımın en sık başvurulan biçimi olmuştur. İnsanlar, mesajlarını ve düşüncelerini iletmek için binlerce yıl boyunca görsel imgelerden yararlanmışlardır.

İlk insanların sanatlarının çoğu analiz edildiğinde hareketlilik yönünde bir çaba dikkat çekmektedir. İlk insanlar yaşadıkları mağaraların duvarlarına, yaptıklarına dair pek çok resim çizmiştir. Bu resimlerin çoğu, hayatın hareketini göstermek yolunda bir isteği betimlemektedir. Eski sanatçılar tarafından üretilen pek çok resim ve heykelin temel özelliği dc hareketliliği göstermek eğiliminde olmasıdır. Fakat bütün bu çalışmalar, bu amaca tam anlamıyla hizmet edecek bir makinenin icadına kadar belirli bir noktada kalmıştır. Bu olağanüstü araç, görüntülerin hem alınmasında hem gösterilmesinde hem de basılmasında kullanılan, Luniere kardeşlerin kendi buluşu olan sinematograftır. Sinema makinesi, hareketli resimlerin tarihinde bir devrim olmuştur. Hareketli resimler, hareket eden görüntülerin kullanılmasıyla iletilen yeni ve değişik bir biçim üretmek adına sanatın makineyle birleştiği ilk resimlerdir.

Bu yeni sanat formu daha ilk ortaya çıktığı tarihlerden itibaren hemen benimsenmiştir; çünkü konuşma ve yazı gibi o da bir tür dil olarak ortaya çıkmış ve bireylerara-sı iletişimde kolaylıkla kullanılabileceğinin farkına varılmıştır. Fakat diğerleriyle arasında önemli bir fark vardır; filmin dilini öğrenmek ve anlamak çok kolaydır.

Yazılı ve sözlü simgelerle görüntülü simgeler arasındaki en önemli fark şudur: Yazılı ve sözlü kelimeler algılamamızı dolaylı olarak dürtülerken, görüntülü imgeler doğrudan doğruya dürtülemekte-dir. Bir kelime ya da cümleyi okuduğumuzda, onun anlamını kavra

mak için önce sembr.’er: «*. S.^r. çözmemiz (deşifre e:~ *

mektedir. B-A-L-I-k -ve -‘evn: oluşturan harfler, o / ‘ * * -ya getirip yanyan.-n _

“balık” anlamına * j .. ^ * Bir balık resmi s m ^

sembollerin çe\ „crc*

yoktur. İmgeyi diîgr-dir. i anlarız.

Konuşulan snZiL_E% e” /-

cükler ve görsei e-bir diğer fark, uerş ~ ^ öğrenmeyi \e ı Zi,- -’„y.

kolaylıkla yaptı”1′”‘ __^ “»■-

maktadır.

İnsan bir yaşlar.ni^ -.rni dünyasındaki şevler;r. —. zrrr öğrenmeye başîar. B_ di-

rendikten sonra ya^_s mayı öğrenir. Bazı ^ – ..-ı ~ yaşları civarında ha** * * _ okumayı öğrenme\ ^ *■ l: ” sınırına kadar herre”‘ çocuklar okumav _ – r

süreç içinde sözcuK_er.T leri ifade ettiği o^re^’ – -yetişkin çağlara _ r~-:ir

onları, daha karmav-v anlatmak için bir arav dir.

Konuşmavı öğreruiıp çağlarda, hatta ondan daha da onte çoğu insan, televizyondaki hareketli görüntülerle karşılanmaktadır. İnsan bu şekilleri değişik biçimlerde benzeştirir ve anlamayı öğrenir. Çocuklar, televizyon ekranındaki küçük insanların kitaplardaki resimlere benzediğini hemen keşfeder; tek fark, televizyondaki resimlerin hareketli olmalarıdır. Daha küçük olmaları farkı dışında görüntüler neredeyse gerçek insanlar gibidir.

Çocuklar, aşamalı olarak ekranda gördüklerini gerçek olduğunu kabul etmektedir. Onlar, televizyon kameramanının, ekranda gördükleri görüntüleri kendilerini etkilemek için kullandığı gerçeğini ve bunun tekniğini sorgulamazlar. Onlar, içindeki küçük, gizli ve sinsi güçlerle algılamalarını doğrudan doğruya dürtüleyen görüntülerin sürekli zincirleme hareketliliği içinde kıskıvrak yakalanarak, kendisini kaybetmiş bir kişinin ruh haline girmektedirler.

Pek çok insan için görsel imgeleri algılama, sadece bir düzeyde kalmaktadır. Onlar bu noktanın ötesine geçememektedir. Bazıları da, görüntüler içine gizlenmiş büyüyü kasten görmezden gelmekte, anlamak istememektedir. Çünkü o zaman görüntülerden zevk alamayacağına inanmaktadır.

İnsanoğlu açısından görüntünün bir başka önemli boyutu, görüntülerin insanların gerçekleri hatırlamalarına yardımcı olmaları nedeniyle, onların, gerçeğin benzerliği olarak ideal bir dünya kurma amacına ulaşmakta kullanılmasıdır. İnsanın, ölüvü mumyalamasıyla
başlayan bu “ebedileşme, sonsuzluğa ulaşma eğilimi” sürecinin son aşamalarında da yine görsel imgeleri sistematikleştiren araçlar olan sinema ve televizyon bulunmaktadır. Fotoğrafla başlayan görsel imgelerle iletişim sürecinde sinema ve televizyon hem görsel simgelerin kolay algılanabilirliği hem de insanın sonsuza ulaşma eğilimi unsurlarını birlikte kullanmıştır.

Fotoğraf ve sinema, şu andaki biçimlerini, insanın görme eksikliklerine ve sözün çok kolay aldanabilmesine borçludur. Gözün görme eksikliğinden yola çıkan sinema, ağ tabaka izlenimi adına “ağ tabaka izlenimi” adı verilen ve gözün tembelliğine dayanan hatanın değerlendirilmesinden oluşmuştur.

Kemeranın kesik kesik parçalara ayırarak sabit olarak saptadığı fotoğraflar kısa aralıklarla perde üze-
rine yansıtıldığında, gözün söz konusu tembelliği nedeniyle, bir fotoğrafın görüntüsü daha ağ tabaka üzerinden yitmeden bir yenisinin-ki bu görüntü bir önceki görüntüden yapısal olarak önemli farklılıklar içermektedir- onun üzerine gelmesi ve gözün, birbirinden küçük farklılıklarla ayrılmış olan ve hızla birbiri ardına gelen görüntülerin kesiksiz, hareketli bir görüntü gibi algılamasına neden olmaktadır. Bir başka devimle. ar: arda geîen safcme görüntüler g^zü, le

oluşan bu vanılma hevm tarafından hareketli bir görüntü görüldüğü kanısını ıı\andırır.

Sinema ve televizyon, teknik yapıları ve işleyişleri çerçevesinde gözün ve insandaki görme eyleminin özelliklerini kullanmışlardır. Ancak bundan da ötede bu iki araç, içeriklerini oluşturan çok geniş bo-
yutlu hayal dünyalarının oluşumunda da insanın görüntüleri alazlama özelliklerini büyük bir ustalıkla değerlendirmişlerdir.

Görsel algı söz konusu olduğunda, uyanlar her zaman ait oldukları nesnelere oranla daha belirsiz nitelikler taşır. Algının niteliği, onun içinde gerçekleştiği bağlam tarafından belirlenir. Nesnenin ya da olayın içinde bulunduğu ortam, onun algılanma biçimini büyük ölçüde etkilemektedir. Sinema ve televizyon, vermek istedikleri mesajın istenildiği biçimde algılanabilmesi için bu özelliği sıkça kullanmaktadır. Öyle ki nesneler ve olaylar zaman zaman, kendilerine ait olan gerçek anlamlarının çok ötesinde, bambaşka bir biçimde algılanabil-mektedir.

İnsanan görme keskinliğini genellikle çizgilerle ilgilidir. Birbirine yakın iki çizgi arasındaki ayrıntıların fark edilmesi görme keskinliğidir. Eğer görme alanı içerisinde parıltı yüksek ve görülen cisim ile çevresi arasıdaki kontrast (bir resimdeki ya da cisimdeki değişik parıltılar arasındaki fark) farkı büyükse, fark etme hızı daha da yüksek olacaktır. Eğer görme alanı içerisinde parıltı yüksek ve görülen cisim ile çevresi arasıdaki kontrast farkı büyükse, fark etme hızı daha da yüksek olacaktır.

Görsel imgeleri malzeme olarak kullanan iletişim araçları göstermek istediklerinin kolayca fark edilmesi için görme keskinliğinin niteliğinden yararlanırlar. Mesaj, çevresini oluşturan unsurlardan belirgin bir biçimde ayrılır, göze çarpıcı hale getirilir, hatları keskinleştiri-[ir ve fark edilebilecek bir parlak-[ıkıa smniikır.

Bur nesneye ne deniş \ aktarılırsa. sörüs alanımıza o denli az malzeme girmektedir. Araştırıcı bakışımız, bir nesneyi yine ne denli yakından ineçlerse, o denli çok ayrıntı görülmekte, böylelikle de bakışımız o denli sıralanmış ve belirli bir kesime yönlenmiş olmaktadır. Bu bakış biçimini yeğledikten sonra artık bir bütün olarak algılayabilme olasılığımız bulunmamaktadır. Buna karşın insan ayrıntıları bakışıyla öylesine bir biçimde sıraya dizer ki. bunları birleştirince, nesneye uzaktan bakıp bütününü genel bir görüş içinde izlediği ve doğal olarak bu koşullarda ister istemez ayrıntılarını gözünden kaçırdığı zamankinden çok daha canlı, derinlemesine ve keskin bir bütünlük izlenimine varmaktadır. Bunun içindir ki. öncelikle ve özellikle duygulara yüklenmeyi ve insanda anlık heyecanlar oluşturmayı hedefleyen sinema ve televizyon, nesnelerin art arda sıralanmış detay görüntülerine zincirleme akışıyla bekledikleri etkiyi uyandırmayı amaçlamaktı^::. İnsanlar, tümü algılanamayacak ki-

dbr büyük çokluklara varan ve göz rarzSiTidzr. aîşdanan görsel malze-rr_eve e.:: t imasına karsın, beynin Z rrr_~ rr.srsezinde bu mater-
r^rı: .¿rı^ınii berrak bir seçim yap-ziığz ZSTT.3T. bile her ikisine olan eğilimi de aynıdır, yine kararsızdır.

Televizyon tekniği bir yandan görsel imgelerinin algılanabilmesi için insanın görsel algılama koşullarını dikkate alırken diğer yandan da kendi görüntü düzenleme yöntemini oluşturmaktadır. Görüntü düzenleme, izleyenin duygularını etkilemek ve yön vermekte ya da belli bir konuya ilgisi çekmekte kullanılan ve bazı estetik kurallardan yararlanarak gerçekleştirilen bir yöntemdir.

Başka bir tanımla da görüntü düzenlemesi, çerçevedeki görüntünün yönetmen tarafından bir amaca yönelik seçimi ve düzenlenmesi olarak da ifade edilebilir.

Televizyon ya da filmde, görüntülerin yalnızca güzel olması yetmemektedir. Programı hazırlayan kişi, çekimlerini inandırıcı, kandırıcı ya da alaycı bir biçimde düzenleme yoluna da gitmektedir.

Görüntüde düzenleme, konunu tüm öğelerinin (çizgi, renk, derinlik, kütle) ilgi çekilmek istenilen noktaya ve yöne göre düzenlenmesi demektir. Bu açıdan bakıldığında çevremizde gördüğümüz nesnelerin doğal görüntüleriyle televizyon ekranında görülen görsel imgeler farklı anlamlar taşımaktadır. İnsa-
nın, nesnelerin doğal görüntülerini tam gerçek olarak algılayamaması-nın yanı sıra televizyon ekranında buna bir de. görünen değil gösteril-ek enen, düzenlenmiş görün-

* v _■ ^^ eT””er’\:ed:r.
ve -¿rCayısıyla. msarun. fcerhan^î bir ana ve yere ait olan özelliğin bir başka an ve yere ait özellikten üstün olduğunu düşünmesini gerektirecek neden büyük ölçüde ortadan kalkar. Burada önemli olan, başkalarıyla paylaşmak zorunda olmanın verdiği benzerlik duygusu kadar, aynı olaya daha önce birçok kez tanıklık etmenin verdiği sıradanlık duygusudur da.

Sedat Gereci Yrd. Doç.Dr.,Yüzüncü Yıl Ümv.,Van Meslek Yüksek Okulu. Radyo-TV Tekniği A.B.D.

Kaynaklar

Bazin A. “Sinema Nedir?”, Çev. İbrahim Şener, İstanbul 1995.

Bone J., Johnson R. “Understanding the

Film”, National Textbook Company, Fourth Edition, Illinois 1995.

Cater D. ‘‘Television and Thinking People”, Understanding Television Edited by Richard P. Adler, Praeger Publishers, New York 1981, s.l 1-18.

Derman î. ‘’Fotoğraf ve Gerçeklik”, Iscanbul 1991.

Kafalıoğlu N. “Dikkatin Oluşumu ve Görme Duyumunun Örgütlenmesi”, Kurgu, Aralık 1993, sa: 12, Anadolu Üniversitesi Ya-ymlan 779, Eskişehir 1994, $81-104.

Kesim M. “Televizyonda Görüntü x\Ima vc Saklama Sistemleri- iletişim Teknolojisindeki Yeri ve Önemi” Anadolu Üniv. Yayınlan No: 270, Eskişehir 1988, s-13. örs K. “Sinema”, Bilim ve Teknik, Aralık 1995, s. 36-40.

Özön N. Sinema ve Televizyon Terimleri Sözlüğü, Ankara 1981.

Sarıoğlu G. “Televizyon”, Ankara Üniversitesi S.B.F. Yayınları No: 389, Ankara 1976. Yüksek A.H. “Bireylerarası iletişime Giriş”, Eskişehir 1994.
Gençlik Sorunları ve Rekreasyon

.rr-asını -.ar^k yorum-v^nca :r:san. ait _eier.. -¿-n: :’>plu-n s b;rev-

iN^rtüN, !vl*zillerini yaratıcılığını. oUnakSannı ve yeteneklerini kullanabilecek hale gelmiştir. Ancak bir yandan da insan, ait olduğu, kendisine güvenlik sağlayan gruptan ve topluluktan koptuğu için, yanlızhğı, güvensizliği ve şüpheleri artmıştır. Şimdi yeniden güvenliğe ulaşmak kendi hayatına ve dünyaya anlam kazandırmak, yeniden dış dünya ve diğer insanlarla anlamlı ilişkiler kurmak ve özdeşleşmeye doğru gitmektedir. From’a göre, çağdaş insanın temel sorunu budur. Gençlik de özerklik ve bağımsızlık kazanma dönemidir. Gençliğin temel sorunun da benzer olduğu söylenebilir. Tıpkı toplumsal gelişmede olduğu gibi uygun çevresel koşullar sağlandığında kalıtımsal özellikler çevresel etmenlerle etkileşerek, fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal olarak gelişerek bireyler benliklerini kazanır, ayrı ve bütün bir varlık olarak kendi bireyselliğine, bağımsızlığına ve özgürlüğüne ulaşır. Bireylerin kimseye “bağımlı” olmadan “özgür” bir birey olarak çeşitli gruplara ait olma gereksinimleri giderilmezse bireyde endişe, güvensizlik ve yanlızlık duygularının arttığı, dış dünya ve diğer insanlarla ilişki ve birlik kurma çabalarında bocalamalar olacağı söylenebilir. Çocukluktan itibaren normal ve sağlıklı bir
çevrede gelişen bireylerin kendilerine olan güven, sevgi ve saygıları da artacaktır. Ancak o zaman güven, sevgi ve saygıya dayalı olumlu ilişkiler gelişebilir.

Bireyin yaratıcı eğilimlerine ve bağımsızlığına karşı çıkan ve gelişmesine olanak sağlanmayan, aşırı engelleyici ya da fazla koruyucu bir çevrede, bireylerde güçsüzlük duyguları, nefret ve düşmanlık gibi yıkıcı duygular ortaya, çıkar. Böyle bir ortamda bireylerin sağlıklı gelişmesi pek de mümkün olamaz. Aşırı engellenmenin yarattığı düşmanlık duyguları ne kadar şiddetliyse güvensizlik ve yanlızlık duyglarından kaynaklanan endişe o ölçüde fazla olacaktır. Bu durumda normal gelişmede sapmalar olacak, sadizm, mazoşizm, yıkıcılık ve uyuma gibi kaçış mekanizmalarına başvurulacaktır. Böylece bir yandan nevrozların öte yandan kötülüğün ortaya çıktığı görülecektir. Bu süreç insanlığın gelişmesi için de söz konusu olup, bireyin bağımsızlığını, özgürlüğünü, yaratıcılığım engelleyen otoriter sistemlerde de aynı sapma göze çarpmaktadır.

Çağdaş insanın içinde bulunduğu çelişkiler ve çatışmaların çoğu insanın var oluşunun değil, tarihsel koşulların ve bu koşulların gerektirdiği toplumsal düzenden, yanlış eğitim uygulamalarından kaynaklanmaktadır. İnsanların içinden çıkılmazmış gibi görünen karmaşık sorunları yine insanların kendi eseridir ve bu sorunları da çözmek yine kendi elindedir. Ancak sorunların ortaya çıkışı nasıl uzun zaman aldıysa çözümleri de uzun zaman alacaktır. Burada umutsuzluğa kapılmamak gerekir. Çünkü insanlar, kendi sorunlarına çözüm bulacak yetenektedirler. Uygun sağlıklı koşullar yaratıldığı sürece ve buna paralel olarak bireyler de bu koşulları yaratmaya çabaladığı sürece. Bu çevre, güven veren, anlayışlı, hoşgörülü, sevgi dolu bir ortamda karşılaşılan sorunların çözülmesi ve engellerin aşıldığı bir çevre olmalıdır.

Bireylerin sağlıklı koşulları yaratma çabası kendi gelişmişlik düzeyine bağlı olup, her bireyin yaratıcı benliğinin gelişmesine olanak sağlayıcı olmalıdır, insan toplumsal bir varlıktır ve dünya ile olduğu kadar toplumla, başka insanlarla da kendine özgü bir ilişki kurar. Bu ilişki, öğrenme, eğirim ve kültürleşmeyle gerçekleşir, insanın fizyolojik ve güvenlik gereksinimleri de vardır.Bu ilişkiler saygın da olmalıdır. Bireylerde alt düzeyli gereksinimler giderildikçe üst düzeyli gereksinimler ortaya çıkar. İnsanın toplumsal bir varlık olması bu gereksinimlerin giderilmesine bağlıdır. Çevresinden sevgi, saygı, işbirliği görmemiş bireylerin sağlıklı bireyler olarak gelişmesi pek de olası

:. j Birey yaptığı bir şey için :: >. kendisi olduğu için sevilmek — V’cak o zaman kendisi dışın-r::.‘vierle güvenle, sevgiyle .ufkiler kurabilir ve kendi potansiyelini ortaya çıkara-_r Bu bir anlamda bağımsızlaşma z- davranabilmedir.
lıklı, bağımsız, cesaretli, duyarlı, bilgili ve yaratıcı bir gençlik istiyorsak, gençlik sorunlarının çözümünde sevgi vc ait olma gereksinimlerini giderebilecek, sağlık!* yaratılmasına günümüzde şiddetle ihtiyaç vardır. Gençlik birçok s^rj-nun ortasında kendisini vi.n:/ * e
kültürler aynı kültür içerisinde farklı sosyalleşme teknikler ile farkj grup davranışları ve kişilikler rr.-r getirmektedir. Bu alt kül-‘ k: kasetli Ne o kadar

s:- * ’ ıreket ederler ki, ken-•i’ ■ reme! bir kişilik vapı-

k. hile gelirler. Bu du-
kendi ilgileri doğrultusunda, fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal açıdan sağlıklı, gelişebilmeleri, boş zamanlarında yaptıkları etkinliklere bağlıdır. “Boş zaman, bireylerin hem kendisi hem de başkaları için bütün zorunluluklardan ya da bağlantılardan kurmlrhiCTiı v*» ıc_
…..M mı — 5Sİ1 S.J i ! , İİİİİ i i ÇO/ UİİİU İ!

¿iz g:eressınım vardır. Gençliğin içinde de bos zamanlan değerlendirme.

: , * ıj

ı J
t ■ ı pier ••••: zorlayıcı kişilik.e:

rvresei ki illMarı nİıı<ifıırııri.
I.j.na/İ
medıeı f)ir beraberlik. _

ozgur düşünebilmek bir küş:.:k */-runu, bunun gelişebilmesi :<e. -tim sorunudur.

Gençliğin sorunları Bunlar sosyoekonomik ve ^ sorunlar olarak sıralanabilir Y:~ -burs ve krediler, öğretim -harçlar, beslenme, sağhk \z ^ rel sorunlar olarak incelere;:- * Bütün sorunların başında -‘e güven sevgi ve saygı gerek’ ” rinin giderilmesi, sağlıklı k,wıs. geliştirebilmeleri için önemli görünüyor. Bağımsız düşünebilmeleri, uydu gibi otoriteye bağlı olmadan, “kendi”leri olabilmeleri, sağlıklı bir birey olmanın ön koşulu olduğu kadar sağlıklı bir toplum için de gereklidir. Burada genç bireylerin güven, ait olma ve sevgi gereksinimlerini giderebilecekleri gruplar önem kazanmaktadır. Aile ile birlikte eğitim kurumlarına çok önemli görevler düşüyor. Gençler bu gereksinimlerini giderecek aile ve gruplarla birlikte olduğu sürece gelişebilirler. Ancak, bireyler, güven, sevgi ve saygıyı bulamazlarsa bunları yapay olarak giderebilecek, ait olma duygusunu yaşayabilecekleri ortamları, gruplan ararlar. Bu ortamlarda sapmalar olabilir. Temel fizyolojik ve psikolojik gereksinimleri giderilmemiş bireyler kolaylıkla otoriteye boyun eğer hale gelebilirler. Otorite ne derse onu yapabilirler.

Aileden ya da bireyden kaynaklanan bazı yetersizliklerden ötürü birey sevgi, şefkat ve ilgi yerine otoriter, baskıcı, eleştirel olma gibi davranışlarla karşılaşırsa gelişmenin olumlu değil olumsuz bir yönde değişmesi, aşağılık duygusu, düşmanca duyguların ortaya çıkması olasıdır. Bunun toplumsal sonuçlarını da hem ülkemizde hem dünyada izlemekteyiz. Bu nedenle ailede ve eğitim ortamlarında rolü olan herkese büyük görevler düşüyor. Eğitimin baskı, korku, endişelerden uzak, bireyin zihinsel olduğu kadar fiziksel, duygusal ve sosyal açılardan da bütün olarak gelişmesini hedeflemesi ve uygulamaların bu yönde olması gerekir. Eğer sağ-
5- Kiişakiararası ilişkilerin nedenleri, örnekleri ve sonuçları, yaş gruplan arasındaki ilişkilerin kültüre İ boyutları.

4- Toplumsal değişim dönü-ş^n er’pde genç katılımın tarihsel ve sıvasal önemi.

Sosvolog Fichter, kuşak çatışmalarının toplumsal sorunlara yol açtığını, bu sorunların esas olarak iki durumda ortaya çıktığını belirtiyor.

İlk olarak, kültürün kabul ettiği değerlerle bireyin gerçek davranışları arasında çatışma ve boşluk olduğu zaman; ikinci olarak da yetişkin kültüründen farklı değerlere normlara sahip, toplumda çeşitli alt grupların, alt kültürlerin birbirleriy-le çelişen değerleri olduğu zaman (Tezcan 1991:40).

Adler (1994: 86-87)vm de belirttiği gibi, genel olarak kültürlerin insanları grup halinde birbirlerine benzemeye zorlamasına karşılık, alt
Yükseköğretim gençlerinin sorunları ile ilgili yapılan araştırmalardan İstanbul Üniversitesinin çeşitli birimlerindeki 5306 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırmada en önemli sorunun, gençliğin spor yapmak istemesi ve spor yapma olanaklarının yeterli olmadığı sonucuna varılmaktadır. Gençlerin, değişmekte olan bedenine ve yakın çevresine uyum savaşı verirken, kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda yönlendirilmesine ve fazla enerjisini boşaltmasına çok ihtiyaç vardır. Ancak bu tür olanaklar sağlandığında genç, kendi ilgi, beceri ve yeteneklerini keşfedecek ve kendini bu doğrultuda kanalize edebilecektir. Gençlerin toplumsal beklentilerden oluşturulmuş statü ve kazandırılmış kişiliklerden sıyrılarak kendileri olabildikleri zamanlar boş zamanlarıdır. Bu boş zamanlarını yine grupların ve alt kültürlerin biçimlenmesine izin vermeden,
Gençlik ve Spor Bakanlığının yanında, eğitim kurumlan ve üniversiteler, herkesin katılabileceği, bilinçli örgütlü programlar düzenleyebilir. Bu programların içerdiği alanlar, şöyle sıralanabilir.

Sosyal Programlama: Temel ilgi alanlarına yönelik yarışmacı değil, işbirliğine açık ve doğal aktiviteler-le beslenen rekrearif erkinlikler. x-.:-:el Pr:.^îrr-Iama: Bu prog-
rallar dahilinde > .. «. -,_r.«.t.:-ya dayanan o\ ur r_ *

rekreatif spor, atletik spar –

nel spor, klüp sporu, kurjrr v spor, kurum dışı spor olarak sıralanabilir.

Sonuç olarak, gençliğin sağlıklı gelişimine katkısı olacak, kendisi olabildiği zamanları kendi ilgileri doğrultusunda rekreasyon eğitimi programlan içerisinde seçeceği bir alanda boş zamanlarını değerlendirmesinin özel bir önemi olduğu vurgulanabilir. Aksi takdirde eğitimle ilişkisi olmayan bazı grupların üyesi olup, saldırganlık, suça eğilim, uyuşturucu vb. toplumsal sorunlara yol açacak davranışlar ortaya çıkabilir.

Canan Çetinkanat Doç. Dr., Abant İzzet Baysal Üntv.

Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi

Kaynaklar

Adler A. L. ¿Tabiatını Tanıma”, Çeviri: Ayda Yöriikan Türkiye İş Bankası Kültü: Yayınlan 1994 Aşçı M. ve diğerleri. “Sportif Katılımın Liseli Erkek Öğrencilerinin Beden Bölgelerinden Hoşnut Olma Düzeyleri Üzerine Etkisi”, Ankara S.B.D.C: 4 S:3 S.B.TV Yayım 1993 Fromm E. ‘‘Erdem ve Mutlukuk”, Çeviren: Ayda Yörükan T. C. İş Bankası Kültür Yayınları 1994.

Gökmen H. ve diğerleri, “Gençlerin Gelişmelerinde Beden Eğiliminin Rolü”, Ortaöğretim Kuramlarında Beden Eğitim ve Somlan, Ankara, TED Yayınlan, no: 61989 Karakiiçük S. “Rekreasyon Boş Zamanlan Değerlendirme. Kavram.

Kapsam ve Bir Araştırma”. Ankara, 1995.

Mull, R., Bayless F. “Recreational Sports Programming”. The Athletic institute 1983.

Ûzcan K. “Ergenlerin ve Gençlerin Boş Zamanlarını Değerlendirme Sorunları”, / Ulusal Gınçltk Sempozyumu, Ankara 1979 Tezcan M. “Gençlik Sosyolojisi Yazıları”, Ankara. 1991 Ünvet 0 ve diğerleri, “12-24 Yaş Gençlerin Sosyo-Ekonoraik Sorunlar)”, Ankara Gazi Üniversitesi, 1980 Yavuzer H. “Çocuk Psikolojisi”, İstanbul, 1993,
. in da mdeniebiiir.

..^¡r: teyitli sorunlarının m *e genesis ifi araştırmalarda öğrenci-

ni. nedenleri le n b manlarını değerlendirmenin rtneaıi onaya çıkmaktadır.
1

t

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir