HADÎSİ ÖĞRENİP ÖĞRETME METODLARI

HADÎSİ ÖĞRENİP ÖĞRETME METODLARI

Râvîlerin Şeyhlerinden semaan (işiterek) hadîs rivayetinin mümkün olup olmadığını bilmek için, muhaddislerin yaşlannı bil­melidir. Bu hususta, A. İbnü’l Mübârek’in (Kitab’ut-Tarih) adlı ki­tabını yukanda zikretmiştik.

Aynca, kimlerin kimlerden sema edip etmediklerini bilmek lâzım gelir. Bu ilim olmadan, mürsel ve sıhhati bilinemez. Abdul­lah İbnü’l Mübârek, tedlîs mevzuunda gayet şiddeüi davranıyor ve “Kendisine hadîsi tedlîs yapmaktan, semadan düşmenin daha sev­gili geldiğini “söylüyordu.

Bir defasında, tedlîs yapan bir adamdan bahsedildi. Onun hak­kında açık, menedici sözler söyledi ve şu şiiri de ilave etti.

“İnsanlar için, hadîsini tedlîs yapmış

Fakat Allah tedlîsi kabul etmez ki”

Anladığımıza göre, bir hadîsi, ancak onunla iyi iş görmek (amel-i sâlih) için öğrenmek gerekiyor.

Tedlîs ise hadîsin ayıbını gizlemektir. Tedlîs yapan, işittiği hadîse “rağbet” edilmesini arzu etmiş olmalıdır. Rağbet olsun di­ye, bir tüccann malının ayıbını gizlemiş olması gibi.

Ahmet b. Hanbel, Abdullah İbnü’l Mübârek hakkında: “On­dan daha az hatâlı birisi yoktu. Hadîs sahibi, hâfiz bir kişiydi ve ki- taplanndan hadîs naklederdi.” demektedir. Ona göre hadîs ancak “meşhur olan kişilerden” ahnabilirdi.Hocası Şu’bede aynı görüşü taşıyordu. O, dinin usulü sayılan “Süfyân üs-Sevri, Şu’be, Mâlik, Hammâd b. Zeyd ve Süfyân b. Uyeyne’den en çok hadîs rivayet

91

 

eder.

Dârimîye göre: “Bunlardan hadîs cem edememiş olan kişi, hadîsde iflas etmiştir.”

O, âlimleri anyor, sonra onlann hadîslerinden intihap yapma­mayı tavsiye ediyordu. “Hangi âlimin hadîsleri hakkında intihapta bulunmuşsam, sadece beğendiklerimi almışsam, sonunda nâdim oldum. Bir günah sebep olmaksızın, hiç bir âlimin hadîsinde inti­hap yapılamaz” diyordu.

Âlimlerden hadîs nakil usulleri şunlardır:

  • Muhaddis hadîs anlatır.
  • Talebe muhaddise okur.
  • Bir talebe hocaya okur, diğer talebe dinler.
  • Bir talebe, hocaya yazdığı kitabı arz eder ve ondan rivayet nüsaadesi ister.
  • Muhaddis, talebesine yazar ve ona kitabının aslından veya ıslıyla yapılan mukabelesinden rivayete izin verir.” Bu nevilerin :n vâzıhı, “âlimin yazdınp talebinin lafız olarak yazmasıdır. Yani mlâ yoluyla olmasıdır.”

Bunun sebebi: Sen okur, hoca dinlerse, olur ki gafil olur veya gitmez. Hoca sana okursa, çok zaman bir manî ile onu işitmeyebi- rsin. Birisinin okuyup da bir cemaatin dinlemesi de aym şekilde- ir. Ancak, Abdullah İbnü’l Mübârek gibi dirayet ve rivayeti cem denler müstesna “yazarken” semada (işitmede) hatâ edilebileceği ıevzuu bahis olmuştur. Çünkü, insan yazarken, işitmede kusur debiliyor. Onu, hocasına tekrar okumadıysa, noksan kalabili- or.

Rivayet usullerinin kendine göre, hem iyi, hem noksan tarafla- vardır. Bunların dikkatle tamamlanması eerckîvnrHn

Onun hadîs arkadaşı Abdurrezzâk, Abdullah İbnü’l Mübâ­rek’in, Ma’mer’e tefsir okuduğunu, Ma’mer’in de ona tefsir okudu­ğunu söylüyordu. Halbuki A. İbnü’l Mübârek ondan tefsiri dinle­miştir. “Karşılıklı okuyup dinlemek suretiyle” hatâları düzeltme­leri mümkün oluyordu. O, âlimlerden muhtelif tarzda hadîs almış­tır. Meselâ, İbnü Cüreyc’e geldiği zaman, o, A. İbnü’l Mübârek’i beğenmiş, kitaplanndan istifade etmesine imkân vermişti.

Muhammed b. Câbir’in de kitaplanndan istifade ettiğini gör­müştük. Arkadaşı Abdurrezzâk, Muammer b. Süleyman’dan nak­len diyor ki:

“Ben Abdullah İbnü’l Mübârek’le beraberdim. O bana yazdı- nr, ben de ona yazdınrdım. Fakat, bu yazılan hadîslerin arzedilme- si gerekiyordu. Arzedilmeyenler, yazılmamış sayılıyordu.

Cenab-ı Peygamberin zamanında da vahy, böyle tesbit edili­yordu.

Hadîs ilminde, hadîs hangi şekilde alınmışsa, onu gösteren işaretler vardı:

  • Hadîs âlimine bir hadîs okunmuş ve o da yalnız ise, “Hadde­sek” denirdi.
  • Yanında başka birisi de varsa, “Haddesenâ” denirdi.
  • Kendisi şeyh’e tek başına okumuşsa” Ahberenî”
  • Şeyhe, kendisinden başkası okumuşsa, “Ahberenâ” deni­yordu. Fakat, bu son tabir, hepsine birden de kullanılırdı.

Bu tabir, diğerlerinden daha kaplayıcı görünüyordu. Talebesi “Nuaym b. Hammâd”, Abdullah İbnül Mübârek’in asla, “Hadde­senâ” demeyip, “Ahberenâ”yı daha geniş gördüğünü zikreder.

El-Hatîb de “Mütekaddimînin” rivayet ettikleri hadîslerin ek­serisinde, “Ahbeıenâ”yı kullandıklannı, nerdeyse “Haddesenâ”

emediklerini işaret eder.

Hadîs münekkidi Ali İbnü’l Medînî (v.H.234) diyor ki: İsnada aktım ki altı kişi üzerinde duruyor. Sonra, bu alü kişinin ilmi on d kişiye intikal ediyor. Bu on iki kişinin ilmi de altı kişide nihayet uluyor.

Bunlar: 1- Yahyâ b. Saîd al-Kattân (v.H.198) 2- Abdurrahman ». Mehdî(v.H.198), 3- Veki’ (v.H.197), 4- Abdullah İbnü’l Mübâ- ek(v.H.182), 5- Yahyâ b. Zekeriyâ b. Ebî Zâide (v. H. 182) 6- fahyâ b. Âdem (v.H. ?)

Bu âlimlerin içinden, müelifımiz hakkında devrinin meşhur ilimi İbnü’l Vehb: “O, bizim şeyhlerimizden (148 Hicride vefat :den), Mısır âlimi Amr b. El-Hâris’den başka hiç birisini kaçırma- nıştır. ” diye, onun ilmi toplamadaki kemalini anlaür.

Abdullah İbnü’l Mübârek’in çok rağbet gören kitaplannı onun ırkadaşı ve râvisi olan Abdullah b.Osman b. Abdân el-Mervezî ‘v.H. 220) bir tek kalemle istinsah etmiştir. Ayni zamanda, kitap- lannın, ailesinden bazı kişilere intikal ettiğine dair rivayet de var­dır.

Talebesi Nuaym b. Hammâd da bu kitaptan istifade etmiştir.

Hadîs münekkidi Yahyâ b. Maîn : “Yukarıdaki altı âlimden Yahyâ Kattân ve Vekî ihtilaf edecek olurlarsa, söz Yahyânın­dır. Abdurrahman ve Yahyâ ihtilaf edecek olurlarsa, aralannda da­ha üstün birine ihtiyaç vardır.

Abdullah İbnü’l Mübârek ise, Emîrü’l-Mü’minîn’dir” demiş-

VEFATI

Abdullah îbnü’l Mübârek, rivayetlerden birine göre denizden, diğerine göre ise, Tarsus’tan, gaza dönüşü, “Hît’te” vefat etmiştir.

Vefatının (h. 178-180-181-182) senelerinde olduğuna dair ri­vayetler vardır. En sağlamı Ahmet b. Hanbelin takdir ettiği 181 se­nesidir.

Talebesi Haşan b. Rabî anlatıyor: “Bağdad’a uğramışüm. Ay­rılacağımız zaman hadîs âlimleri beni teşyi ettiler. Tam onlardan ayrılmıştım ki “biraz dur, Ahmet b. Hanbel geliyor” dediler. Dur­dum. Ahmet b. Hanbel geldi; oturdu ve kağıtlanm çıkardı: “Ey Ebâ Alî! Bana Abdullah îbnü’l Mübârek’in vefatını yazdır. Vefaü han­gi senedeydi?” dedi.

Ona cevap verdim: “81” (yani 181 senesinde). Ehl-i hadîs ona: ” Ne kastettin?” diye sordular. O da:” Yalancılan kastettim” diye izah etti. (H.181) senesinde, Ramazan ayının 10 undan sonra, 63 yaşında olduğu halde vefat etmiştir.

Haşan b.îsâ şahid olarak şöyle anlatıyor “îbnül Mübârek, ve­fat ânı gelince, kölesinden yardım istedi ve ona, başımı toprağa koy, dedi. Kölesi ağladı. Ona “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Kö­lesi: ” içinde bulunduğun nimetleri hatırladım da. Halbuki şimdi sen, fakir ve ve garip olarak ölüyorsun” dedi. Abdullah İbnü’l Mübârek ona: “Sus! Ben, Allah tebâreke ve teâlâ’dan beni zengin­ler gibi yaşatmasını ve fakirler gibi öldürmesini istemiştim.Bana telkinde bulun, başka bir söz söylemedikçe, telkini tekrar etme” dedi.

  1. ibnü’l Mübârek’in ölüm esnasında verilecek “telkin edebi­nin” nasıl olacağını, kendisine telkinde bulunmakta olan bir başka­sına ettiği nasihattan öğreniyoruz: Bunu, Sâlih b. Ahmet, babası vasıtasıyla dedesinden rivayet etmiştir.

“Bir adam, henüz Abdullah ibnü’l Mübârek’in gücü yetmek­teyken, ona telkinde bulunmağa başladı. Ona, sen güzel yapmıyor­sun. Benden sonra, bir müslümana, böylece eza vermenden korka- nm. Bana telkin ettiğinde ben, “Lâ ilâhe illâllah” deyip başka bir söz söylemedikçe beni bırak. Ondan sonra başka bir söz söyler­sem, bana tekrar telkinde bulun. Tâ ki, son sözüm o olsun” buyur­du.

Ebu’l-Muzaffer tbnü’l Kuşeyrî, babası Üstaz Ebul-Kâsım’dan şöyle rivayet ediyor:

“Denilmiştir ki, vefat ederken Abdullah îbnü’l Mübârek göz­lerini açü ve güldü. Şöyle söylendi: “Çalışanlar, böylesi için çalış­sınlar!”

Vefatı Hârûnu’r-Reşîd’e duyurulunca, Sultan, “Âlimlerin efendisi vefat etti!” dedi. Talebesi Haşan b. Rabî (v.H.221) diyor ki:

Hît’te seher vakti vefat etti. Orada defnettik. Ramazanın onuy­du. Ölümünden evvel yaşını sormuştum. “63” demişti.

“Hît Fırat üzerinde, Bağdad’ın nahiyelerindendir. Enbar’ın üs­tündedir. Hurmalık ve bereket beldesidir. Kara yolu üzerinde­dir. Abdullah îbnü’l Mübârek’in mezan oradadır.

ilim ehlinden birçok insan, oraya mensubtur. Hît uçurumluk )lan bir bölgedir. Bundan dolayı bu kelime, isim olarak verilmiş­in

Hâlâ onun kabri, bayramlarda, cuma gecelerinde ziyaret olun- nakta, İlâhîler okunmaktadır.

Kabrin üzerinde Abdullah b. Rüstem, şu iki beyti okuduğu söylemiştir:

“Ölüm bir denizdir, dalgalan galiptir;

Her yüzücü orada kaybolur gider.

Tertemiz olan amel müstesna,

Kişiye kabrinden başka ne kalır?”

Vefatından sonra, insanlann bir kısmı, onu rüyalannda Alla tarafından mağfirete ve cennete nâil olmuş görerek sevindiler. B; kısmıysa, hakkında türlü türlü takdirkâr sözler söylediler. Fudaj

  1. İyâz, Süfyân b. Uyeyne, “Vefatıyla kendisinden hayâ edilecel kimse kalmadığını” söyleyerek dertleşmişler, onun yokluğunu yürekten hissetmişlerdir.

Sellâm b. Mutî, “Şark’ta, kendisi gibisini bırakmadı” diyordu. Başkalan da “Irakda onun gibisinin kalmadığını” söylüyorlardı. (Amr b. Ukbe’nin rivayetinden) onun niyetini değiştirmeden “şe­hid olmayı” arzu ettiğini ve ölümünün dua ettiği gibi zuhur ettiğini öğreniyoruz.

Abdullah îbnü’l Mübârek’in hayatını izledikten sonra, onun hayatını, düşüncelerini, karakterini, kendi şiirinden de takip edebi­liriz:

ŞİİRLERİ

Abdullah İbnü’l Mübârek, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini ve hadîs-i şeriflerin manasını içine alan şiirlerle insanlara vaaz etmiş­ti. Burada bir âlimin halini anlatmaktadır:

 

im sahiplerinin gözleri, ısıl aydın olabilir? îziz uykulann lezzetini alır, asıl uyurlar?

>lüm, onlan açıkça korkutuyor, nsanlann kulağı (işitmesi)

Dlsaydı, işitirdi.

Cehennem açıkça görünüyor Oraya uğramalan muhakkak,

Fakat bilemiyorlar,

Kim kurtulur?-Kim düşer?

Kuşlar, davarlar emin oldular, Denizdeki balık için de Bir korku gerekmedi,

Fakat insanoğlu,

Şu kazancıyla tutuklu, Onun,”sırlanndan haberdar”

Bir gözeticisi var:

Hattâ…toplanma günü,

Tek başma ona gelinceye kadar. Dâvâcısı da cildi, gözleri, kulaklan. İşte o zaman, nebiler, şâhidler

Ayakta….

İnsanlar, cinler,

Hükümdarlar eğilmiş.

Huşû içinde…

Sahifeler, ellerde Açılarak yayılmış…

İçinde, ortaya çıkmış Sırlar ve haberler var.

Senin ihmalin ne noluyor?

Haberler az sonra vukû Bulacak olduktan sonra?

Ve sende ne olacağım Bilmiyorsun…

Ya cennet ve Ebedi hayat…

Yahut Cehennem:

Merhameti olmayan,

Hiç bir şeyi salıvermiyen,

O, bir zaman, içindekileri Alçalür…

Tekrar, onlan Yukan çıkanr.

Onun gam’ından, çıkacak bir yer umsal

 

“Dil, kalpte olanın postacısı,

İnsanların aklının da delilidir.”

Meziyetlerin çoğu, kanaatla elde edilmektedir. Kanaat ve fa- irlik, Abdullah İbnü’l Mübârek’in de sevdiği şeylerdi:

“Kanaati olmayan, zenginlik lezzetini tadmamıştır”

“Muhtaç olarak yaşadıkça, bir kanaat sahibi göremezsin.” “İyilik, insanın gece yaptığı, sonuçları övülen şeylerdir” “İyilik, taşla ezsen de, kaybolmaz”

“Ey fakirliği kınayan!

Bundan vazgeçmiyecek misin?..

Fakirliğin zenginlik üzerine Şeref ve üstünlüğü;

Zenginliğin ayıbı, daha büyüktür.

Sen, zenginliğe ulaşmak için İsyan ediyorsun!…

Halbuki, Allaha isyan etmezsen Nasıl fakir olursun?”

Abdullah İbnü’l Mübârek, yanma gelen bir âlimin yüzünde c alâmeti görerek, ona dörtbin dirhemi “azımsayarak” gön- iş ve ona şu beyti yazmıştır:

Genç, malından boşalıcı olsa da,

Mertlikten boşalıcı değildir.

Sana istemeden evvel vermiş.

İstemek mekruhluğundan kurtarmıştır.”

“İlim öğren! Kişi âlim olarak yaratılmadı.

İlim sahibi cahil gibi değildir.

“İlmi olmayan kavmin büyüğü,

Yine küçüktür; etrafında birçok toplananlar olsa da”

“timin sonu, tatlıdır…

Fakat onun başlangıcının tadı Sabır gibi acıdır.”

“Fayda verirse ilmim bana yeter.

Zillet, ancak tamahtadır.

Allah kimi korursa,

Yapmış olduğu günahtan döner.

Her uçan, yükselip gitmez,

Uçtuğu gibi geri döner, düşer..”

Bir genç , Abdullah İbnü’l Mübârek’le arkadaşlık ediyor, dan hergün, biraz bir şey dinliyordu. İbnü’l Mübârek sefere çil ca, o da çıktı. Bir konakta bir adam geldi. Abdullah îbnü’l Mübi de ona bir çok hadîs rivayet etti. Genç, içinde bir üzüntü hissett İbnü’l Mübârek’e şöyle yazdı:

 

[Memleketinizde sizi dâimâ ziyaret ederdim;

Ve bu gün de yol arkadaşınızım.

Şunlar; iki büyük hak-hukuktur.

Gelip geçen bir kuş gibi değildir.)

Bunun üzerine ibnü’l Mübârek (rahmetullahi aleyh!..) ceva- şöyle yazdı:

“Sabrın sonu lezzetlidir.

Onun başlangıcı sabır otu gibi;

Lezzeti actdtr.

Sabretme.de, açık bir fazîlet vardır;

Nefsi ona zorla ki sabredesin.”

Abdullah îbnü’l Mübârek, gençlere ilim öğretirken yakından eniyordu. Bunu, bir de şu şiiri gösteriyor:

“Sükût, bir gence, yersiz konuşmaktan daha çok yakı-

I

Benim yanımda “Doğruluk”,

Sözünde yemin etmesinden Daha güzeldir.

Gencin vekanndan dolayı, yüzünde,

Alnında parlayan bir alâmet vardır.

Yakmlanna baktığında, “Mahiyeti”

Sana gizli kalacak kim olabilir?

îit’i rVlarsıV hi1mAeîn<=»

Kötülüğü yeniden öğrenen,

Nice insan vardır.

Çünkü arkadaşı onu, kanaatinden kaydırmıştır.

O da diniyle, Dünyayı satın almıştır.

YAŞAMANIN EN LEZZETLİSİ

“Bir kavim ibadet ve takva sebebiyle Nimetlerin en lezzetlisiyle nimetlendi;

Şarap lezzetiyle değil.

Onların gözleri, hayat boyunca,

Bunlarla aydın oldu.

(Ve bu ibadet ve takvâ)

Allah’a yemin ederim ki,

Kabre kadar onlar için azık oldu.

Bunlarla, uzun bir zaman,

Şeref ve takvâya nâil oldular.

Gözünüzü açm!..Yaşamanın lezzeti,

“îylilik ve sabırladır.”

LK BELÂDAN İBRET AL

lâlannda, gelecek belâlar için r,

n arzulanndan uzaklaşma için.”

lin arzularının kölesi olandır, çıkan, sonra “doyan”dır.”

)AHA DÖNMEYEN GENÇLİK

ile mi saçlarım beyazlandı? ğin her hayat güzeldir, ılık, vaiz olarak yeter, ayatı arzuluyorum;

)lduğu halde.

ldıktan sonra” gençliğe,

leniyorum,

îliyorsa da o gelmiyor.”

 

ALLAH’A YAKLAŞ !.. SÖZDEN UZAKLAŞ!.

“Allah’a yaklaştıncı olarak tki rek’atı ganimet bil, îşsiz ve istirahat halindeyken.

Boş söz konuşmayı kastettiğinde,

Onun yerine teşbih et.

Sükûtu ganimet bilmek,

Kişi için fazilettir; sözün nasihat edici olsa bile…”

ARKADAŞLIĞIN SIFATLARI

“Arkadaş olduğun zaman,

Şerefli, haya, iffet ve kerem sahibi Biriyle ol…

Onun sözü, sen hayır dediğin zaman “Hayır”dır.

Sen evet dediğinde de “Evet”dir.

“Bir grupla seferlerde arkadaş olduğunda,

Onlar için, rahmet sahibi, şefkatli kimse gibi ol,

 

ı ayıbına karşı: n sahibi” ıda ise:

>uz ol!

rçmelerinden dolayı,

yola gelin!” de. n muaheze etsen, r ve zamanla lirsin!

MÜ’MİN VE MÜNAFIK

İnsanlann, nasma bakar”

)nlann kusurlannda,

tt

HUDUD BEKÇİLİĞİ

ia her çeşit hayat faydasızdır;

, mızrağa dayanmaktan başka,

 

Ve karanlık gecede, uzun zaman İnsanlara bekçilik yaparak,

Ayakta durmaktan başka.

KALPLERİN ÖLÜMÜ

Günahların, kalpleri öldürdüğünü,

Günaha idmanlı olmanın da,

Kalbi zillete götürdüğünü gördüm.

Kalplerin hayatı, günahlan bırakmak.

Nefsin için hayırlısı, onlara isyandır.

DİNİN KIYMETİNİ DÜŞÜRENLER

Dîni, melikler, kötü âlim ve Rahiplerden başkası zelil eder mi?

Onlar, nefislerini sattılar. Fakat,

Onlann ticaretleri kâr getirmedi.

Aldıklan karşılık, bir kazanç sağlamadı.

Kavim bir bataklıkta otladı ki Onun kokusu, öz sahiplerine Zehir olmaktadır.

DUASI

sahibi Rabbım! hîmsin!

., göğüslerin gizlediğini, bilensin!

ıbbim! bana kendinden, ndlim(yumuşaklık)” ihsan et. cü ben, hiç bir hi!im sahibini, iminden dolayı” pişman görmüyorum.

Rabbim! bana, kendinden, ıkvâ üzerine bir azim ” ver de, fanların içinde durdukça lunla ayakta durayım

HÜRMETE LÂYIK NESEB

Dikkat edin! muhakkak ki “Allahtan ittika” En hürmete layık bir “nesebtir”

Kerîm olan, onunla

J~” »rfstselir

Sen, ihsanlarla “takvâ üzere yanştıkça” Dünyadan, selametle aynlırsın,

Seni, Allahtan affını isteyen Bir insan görüyorum,

Fakat sen, O’nun sevmediği yerde İkâmet ediyorsun,

İnsanlann affını ummadıklan,

Eziyetinden emin olmadıklan kimse,

Elbette alçaktır.

Sen, ne zamana kadar Allahına isyan edeceksin?

Ne zamana kadar, “Rahimdir diyerek”

Rabbma karşı “mücadele” edeceksin?

Toprağı, yasük ve yorgan yaptığında Elbette, hiç bir candan dostun Seninle olmıyacak!

DÜNYA EHLİ

Allahın kullan, bu dünyayı,

Beğenilmeyen, “Ebû cehil karpuzundan Daha çirkin, “ihtiyarlamış fena bir kadın” göre

 

na sahib olmak istemez,

den ele dolaştırırlar.

tmâne insanlanysa,

la yaklaşmaktan uzak durmazlar,

ilbuki onda, insanlara cendere gibi

;sir eden fecaatler vardır.

na hakîm(hikmet sahibi) denilmesini

ısıl isteyebiliyorsun?

ilbuki sen, her arzunun

varisi oluyorsun.

n, daimâ göbeğini oynatarak gülüyorsun, s yaptığını haüriıyor, kat, tevbe etmiyorsun.

  1. ALİYE SEVGİSİ

idayl oğlu, Abdullah oğlu Ahmet Ebû Nasr’dan) Abdullah Vlübârek bize şu şiiri okudu:

n Ali’yi aşın olmaksızın seviyorum.

manı da fazilette ondan aşağı göımüyorum.

kat, “insanlar arasında kıdemleri olan”

nde gidenler içinde” Alinin bir kıdemi vardır.

mana gelince, o, sadakat ve verâ(=günahtan korku) sahibi-

 

Allahtan, onun mükâfatının Mağfiret olmasına dua ederiz.

Allah kalbimde Alinin veya Osmanın Mutaassıplanna karşı bir tarafgirlik görme Onları açık bir buğzdan men ediyorum, Ben de onlara karşı içimde bir buğz gizlen Bid’atçıya karşı da birgün bile, bir hürmet, Ona karşı bir gevşeklik ve yağcılık göremi

ASHÂB-I KİRAMDA KUSUR AR)

Ben öyle bir adamım ki, dinimde,

Bir yumuşaklığın sırlaması yoktur.

İslâm üzere kimseye, atıp tutucu değilim. Meşguliyetim”bizden önce geçmiş”

Ve “Allahın Resûlüne, marifet üzere yardı Bir kavim iledir.

Onlann huzuruna nasıl çıkanm? Yapüklan şeylerde onlan kınayarak? Hem de isyanda, aşın gitmişken.

Ne Ebûbekir’e, ne Ömer’e,

 

Ne do “maazallah” Osman’a söverim,

Ne de Resûlulahm amcası oğluna,

Hattâ, “toprak altına kefenlenip girene kadar”

Ve de Resûlün havârisi Zübeyr’e. jevşemeleri kuvvet haline getiren Talha’ya da dil uzatmam,

^e de “Ali göktedir!” demem.

Myecek olursam Vallahi ’ulmetmiş, haddi aşmış olurum, le de arasıra, şüphe ehlinin özlerine benzer sözü olan !ehmî’nin sözlerini,

>nun uydurması olan,

Kulların Rabbı, işlerin velisi, şeytandır!” sözünü demem.

orbalığma rağmen Firavun, bunu demedi.

vlüsâ’nın Firavunu” ne de “Hâman”, taşarak, böyle söyle

ikin “İslam milletinde” (‘İslâm ismi=teslimiyet” demek

zim için “bundan başka isim ” yoktur, ra Allah bizi ■ununla” isimlendirdi, öpluluk” Allahın ipi’dir.

 

Ona sımsıkı sanlınız.

“O kopmaz bir kulptur”

“Ona sanlanlar için…”

SEVGİ

Sen, Allahı sevdiğini söylediğin halde Ona “isyan ” ediyorsun Hayatta bu, “açıkça” muhaldir,

Sevgin sadık olsaydı,

“O’na itaat ederdin”

Çünkü, “Seven, sevdiğine itaat edicidir.”

GEÇİCİYLE KALICI

“Hayatta buğz” ve “Allah korkusu” “Karşılığı olmayan şeye” karşılık “Nefsimi satışım” beni yola çıkardı. Bâkî kalacak olanı,

Kalmıyacakla tarttım;

Allaha yemin ederim ki:

Aslâ denk Olmadı.

 

ÖĞÜT

“Yemeğini getir ve onu,

Evine gelene bolca ihsan et.

Yemeyene yemin ver.

Yiyene teşekkür et.”

Ebû İshak et-Talakânî hikâye etti:

-Ben Râzik nehrine karşı olan Arap mescidinde, Abdullah İb- ‘1 Mübârek’in yanında idim. îçkale’nin mesnetlerinden biri çök- Ondan kafataslan düştü. Ve onlardan birinin de dişleri dağıldı, ilerden ikisin tarttım. Her biri “iki men” idi: (Otuz kilo sekizyüz k: gram). Abdullah İbnü’l Mübârek onlan eliyle hareket ettiriyor şaşıyordu: “Şu, dişleri olursa, diğer azalan nice olur?” diye, şu

  • söyledi:

Bana, kaleden gelen iki diş getirildi;

Define ararlarken (düşmüş);

İki men ağırlığında her biri!…

Hem de ey arkadaş! Sağlam dişlerdi.

Onlar kadar, diğer otuz üç tanesi.

Ne Mübâreksin, ey yaratanlann en güzeli!

Bu dişler onlann ağzında ne yaparlar?

‘Bu kannlan” ne doldurur?

Onlann vücutlanm düşününce,

Nefsin küçülür, hattâ kaybolur.

Fakat herbiri, böyle helâk ile karşılaştılar.

“Hep beraber zuhur ettiler,

Sonra sönüp gitiler..”

Ebû Nuaym diyor: “Abdullah İbnül Mübârek’i VekîV nında, hadîs müzakere ederken gördüm. Ona, “Şamlılarda) sırlılardan, Şüreyh İbnü Ubeyd ül Hadremî’den ve Nemmâr’dan”, hadîs rivayet etmeğe başladı. Bunun ü Vekî:

-Bana kimlerden hadîs naklediyorsun? Nerede “Bedir \ deybiye ehlinin” hadîsleri? dedi. Abdullah İbnü’l Mübârek vaben şu şiiri okudu:

Muhakkak ki ben, amansız kini

Cehidle terketmeğe çalışıcıyım.

Kini bir köle görüyorum.Onu,

Âriyeten bile almak istemiyorum.

“Su, dibe batarsa,

Veya bunu işitirsem,

Su istemem artık,

Benim için birdir bütün kuyular”

Nefis, gücü yetmese de

Bir şeyi umar,

Kendine zarar vermiyen

Bazı şeylerden koıkar,

Dikkat edin; kâfidir nefse Allah’tan ittika:

Eğer, “sakınırsa nefis” göz yumduklarından,

Bu ittika, onu korur.

Zaman geçince, “bazı işlerin sana Arkalan çevrilir”

“Ve bazı işlerin ise, göğüsleri açüır.”

(Bu şiir üzerine, Vekfin sallandığını ve onu yazmak istediğini üm.)

»onra etrafındakilere: “Bunlan yazm. Çünkü edebe ve güzel a teşvik ediyor” dedi. Abdullah İbnü’l Mübârek kalkıp gidin- Vekî; “iyiliği Allah için! Onun benzeri ne kadar az!” dedi.

SUSMAK

fsimi terbiye ettim ve “Onun lehine”

ıh’a ittikadan sonra

lebten başkasını” bulamadım.

türlü halinde nefsin, yapamasa büe edebi; ı gıybet yerine

ıaktan, daha faziletlisini bulamadım.”

 

Çünkü, Zülcelal olan Allah

Kitaplarında haram kılmıştır insanlara “gıybeti”

Sözün gümüş ise ey nefsim , sükûtun da altındır.”

“Bir tamah üzerinde etme ısrar,

Mahlûkattan ederek firar.

Çünkü bu senin, dinine zarar.

Allah’ın hâzinelerinden rızkını ara.

Çünkü, rızk, onun “ol demesinde.”

Görmez misin, insanlardan umanı,

Ki miskin oğlu miskindir, umdukları.”

****

Meşhur âlim ve râvî el-Esmaî, Abdullah İbnü’l Mübârek’in şu mısra’ı söylediğini rivayet eder:

“Güzel ahlâkla davran insanlara,

Onlara havlayan bir köpek olma!”

Talebesi Merv’li Hibban da ondan şunu işittiğini rivayet eder:

Ederim şikâyet Allah’a ben, değil insanlara.

Görüyorum sâlih ahlâkı da, yetmiyor gücüm ona.

Din kardeşim, aşiretim, yakınlanmda Kaldıramıyorum, ihtiyaç görüyorum da.

 

Bana musahhar olsaydı şayet,

Övülen şeylere karşı kuvvet,

Mükerrem ahlâkın yeşillikleri, îzhar ederdi bir atiyyeyi.

O güzel ahlâka yağmurlar yağar;

Muhteşem olurdu, o zaman bahar,

Abdullah İbnü’l Mübârek’in şiirleri, bir bölüme sığmıyacak dar çoktur. Sahâbe ve tâbunin hakkında manzûmeleri, sebat ve ıat hakkında, meşhur, uzun kasideleri vardır.

Bazı beyitlerinde, zühtü ve dünyayı kınamayı dile getirmiştir, irlerinde, rivayet ettiği hadîs ve malûmattan alınmış ifadeler evcuttur:

Günlerce geçmişi düşündüm;

Böylece gözyaşlanm bol bol boşandı.

İçimde, onlann hatıralarını tekrarladım;

Bundan dolayı kalbim yumuşadı.

Nefsim, yumuşamamı başıma kakmışken,

Ben onu kınayarak dedim:

Geçenlerin eserlerini unutur musun?

Daha evvel “nefes alıp verme zamanlarım-?”

Ölümlerin kapı çalmasını? Gelip çatmasını?

Belâlanmız arasında çığlık seslerini?

Belâlar vuku bulurdu, içimizde.

Ya bir yakın onu, rüşvetle kovmak ister,

(îster sağdaki, isterse solda).

Bir ölü, sükûnete kavuşunca,

Bir başkası, çıkardı karşımıza!

Gördüğüm bu hal üzere kalmak nice olur?

Kalanlar da çok geçmeden öleceklerdir.

(Çoklukta yanşm) aldatmadığı, nice dostlan gördi

Üzerlerine, toprak ve çamur atıldı.

Bu hal, onlann ailesine güç geldi.

Defnedilmiş olmalanna rağmen,

Bu gün benim de gözümde büyüyor:

“Kabir”, kendi çukurunda, “Vekan”,

“Asalet ve fazilet sahibini”

“Mutî ve dindar olanlan”

İnsanlardan uzaklaştırdı.

Ailesi, terketmiş olduklan halde,

Ben onlan, incelmiş, tüyleri dökülmüş deve gil rum,

Aileleri onlara rucû ediyorlar..

İnlemeyi seven, on aylık devenin inleşiyle Onlar, karşılaştığımız sadakat kardeşleridirler. Ben de dosluklanna değer verirdim.

Onlardan sonra, yalnızlık hissettim,

Ve onlan anarak sükûnet buluyordum.

İnsanları ölülerine ağlıyor görüyorum. Halbuki yaşayan, onlardan çok uzak değildir. Her ne kadar, uzun ömür sürseler de bir gün, Tekrar kavuşacak değiller mi? (Onlara) Ölüm günlerine, sür’atle sevk ediliyorlar. Hepsi de müsabakarda, fakat hissetmiyorlar. Eğer sen, geçenlere ağlıyorsan,

Helâk olacaklar arasında, kendine ağla!

Eğer ağlıyacak, veya birşey yapacaksan, Kendin için tam bir ağıtla ağla!

Sizin için yol birdir.

Sondan gelenler, evvelkilere tâbî.

Eğer sen, yaşamaya aldanıyorsan,

Nefsin sana o hususta, batıl zanlar veriyorsa, Kabirlerine nida et ve sonra bak,

Ailenin ve yakınlarının yattıkları yerlere. Şimdi neredeler? Ve neyle karşılaştılar; “Senin Bibiydiler, zaman içinde bir zaman”

 

BAZI SÖZLERİ

Dört cümleyi, dörtbin hadisten seçtim:

“Hiç bir kadına itimad etme”

“Hiç bir mal’a güvenip aldanma!”

“Mâdenine taşıyamıyacağını yükleme”

“İlimden, sadece, sana fayda vereni öğren”

***

“Edep, dinin üçte ikisi olayazdı.”

***

“İlmin çoğundan, edebin azına daha çok muhtacız.”

“Hadîsin çoğuna muhtaç olduğumuzdan,

Edebin çoğuna, daha çok muhtacız.”

***

” Ârif için edep, yeni başlayanın tevbesi makamında- dır.” 1

***

Habîbu’l Hallâb, (İbnü’l Mübârek’e sordum) diyerek, naklet- miştir:

-İnsana verilen şeylerin en hayırlısı nedir?

-“Akıl bolluğu”

-Eğer yoksa?

-“Güzel edep”

  • O da yoksa?
  • “İstişare edeceği şefkatli bir kardeş”
  • O da yoksa?

-Uzun sükût”

  • O da yoksa?

-“Çabuk bir ölüm.”

(Abdurrahman Halvâni de, İbnü’l Mübârek’ten şöyle dediği­ni işittim, diyerek, ayni cümleleri nakletmiştir. Bu iki rivayet­ten, İbnü’l Mübârek’in nazannda, mal’ın kayde değer birşey ol­madığım anlıyoruz.)

Abdân, İbnü’l Mübârek’in şu sözünü nakleder:

“İtimad ettiğiniz, şu hadîs olsun” “Rey’den (kanaatten), hadîsin size açıkladığım alınız.”

Âbid Ebû Hüzeyme:” Abdullah İbnü’l Mübârek hastayken huzuruna girdim. Yatağında gamdan kıvranmaya başladı. Ona:

” Ey Ebû Abdurrahman, sabret” dedim. O da: “Allah’ın yakala masında kim sabredebilir?” “Onun yakalaması, elemli ve şid­detlidir” buyuldu. (Hûd 102)

****

“Kul istihfaf ederse, Allah onu örter, fakat

Onun diline, kendi ayıplarını söyletir.

Ve insanlan, onun azığım temine yeterli kılar.”

****

“Kim âlimleri istihfaf ederse, âhireti;

Kim âmirleri istihfaf ederse, dünyası;

Kimde din kardeşlerim istihfaf ederse, mürüvveti gi­der.”

 

“Ünsiyet gitti. Kötülükten men ediciler de gitti.

Gölgesinde sakin olunacak kim var?”

Fudayl da, A. îbnü’l Mübârek’in “İlimce en âliminizin, en çok korkar olması gerekir” dediğini rivayet etmiştir. Fudayl, onun kendisine: “-Ölüm ve ölümden sonrası için hazırlan.” d< diğini ve ona korkunç bir bakışla baküktan sonra, sabaha ka< baygın kaldığını söylemiştir.

“Bir kişinin, doğru sözünün de kabul olunmaması, ya nin kötü sonuçlarındandır.”

DİN MODACILARINDAN SAKINDIRMASI

“Din modacısı”, evvelki yazılarda da bahsedildiği gibi, p gamberimizin sünnetini terkedip, asnn icabına göre hare eden’dir.

“Fâsık bid’atçinin başına gelecek felâketten biri de, iyi (erinin zikredilmemesidir.”

“îş göremez,muhtaç kimselerle oturup konuşabilirsin a din modacılarıyla oturmaktan sakın. Zira Aziz ve Çelil o Allah’ın buğzunun, senin üzerine olmasından korkarım.”

”Zikir meclislerini kontrol eden Allah’ın melekleri var Toplantın kiminle oluyor, bak.”

“Bid’at sahibiyle olma. Çünkü Allah onlara bakar. Mi fıklığın alâmeti; kişinin bid’at sahibiyle oturup kalkm dır.”

 

Abdullah îbnü’l Mübârek’in bir arkadaşı şöyle rivayet eder:

“Bid’at,sahibi olan birinin yanında, bir yemekte bulundum. Bu, îbnül Mübârek’e ulaşmış. Bana seninle otuz gün konuşmaya- cağım.”dedi. Yine: “O bid’atmı bizden gizlese de ülfetini gizleye- mez” diyerek, “din modacüannın” kendilerini gizleme çabalarının da kendisince boş olduğunu belirtmiştir.

İLİM VE DÜNYA

Allah’a dönerek (maîşet darlığı içinde, ilim ve ibadetle meşgul olan arkadaşlan için) “Fudayl’a: “-Sen ve arkadaşların olmasaydı­nız, ticaret yapmazdım” demiştir. Abdullah îbnü’l Mübârek, ümi, bir çok kimseler gibi, dünya için öğrenmişti. Ve yine, (her milletin, hakiki ilim adamlan gibi) ilim ona da dünyayı terk etmeğe sebep olmuştu. Bunu da: “Biz ilmi dünya için öğrendik, o bizi dünyayı terk’e götürdü.” diye izah etmiştir.

Abdullah İbnü’l Mübârek, “din ile dünyalık kazanmayı ” men ederdi. Ona: “İnsanlann önderleri kimlerdir?” denildi. “Süfy­ân ve arkadaşlan” diye cevap verdi.

“Sefiller kimlerdir?” diye sorulunca da: “-Diniyle yiyenler­dir” diye cevap vermiştir.

İnsanlann, bir işe değil de, onun yapılış edebine dikkat etmele­rini tavsiye ederdi: (nitekim) “Hizmet tarzı, hizmetten daha şeref­lidir” demiştir.

(Zira: “nasıl olsa, Allah’ın izni ve takdiriyle” bir iyilik yapan insanın, sünnete uyduğu takdirde sevap, aksi halde gurur veya piş-

manlık kazanacağı, tecrübe edilmiştir.)

****

Abdullah îbnü’l Mübârek, “ilme” çok kıymet vermesine rağ­men, insanlara karşı edebin en birinci şartı olan “hilme”, yani yu­muşaklığa, ilimden de çok değer verirdi. Hocası Leys’in şu sözünü zikredelim:

“-İlimden evvel, hilim öğreniniz.”

  1. îbnül Mübârek, hocası îbnü Cüreyc’in şu sözünü, yine ho­cası Süfyân’dan naklederek:

“-Ben hocam Atâ’dan elde ettiklerimi, ancak ona nfk ile mua­meleyle elde ettim” demiştir.

Abdullah İbnül Mübârek, ilk önce hilim, sonra ilim sahibi ol­manın gerektiğini bildirdikten sonra, ilim ve mülk sahibi olma arasında da ilmi tercihi tavsiye etmiştir:

“Hazret-i Süleyman, ilim ile mülkü seçmede muhayyer bı­rakıldı. O, ilmi tercih etti. Allah da ona, ilmi seçmesi sebebiyle, mülkü ve ilmi beraber verdi ” sözü onun rivayetleri arasında­dır.

  1. îbnül Mübârek, hocası Süfyân üs-Sevıf den naklen: “Azîz ve Celü olan Allah, din ilminden daha fazileüi hiç bir şeyle murad edilemez. Zira din ilmi isteği, hiç bir zaman, bu günkünden daha fazileüi olmamışür.” der. Bu sözün, bundan 1200 seneden daha evvel söylendiğine de bakacak olursak, zamanımızda, din ilmine rağbetin daha ne kadar faziletli olduğu, hatırlanmağa değer.

Bir işin yapılmasında, iki esaslı şart vardır: Biri, “Kendi şahsı­nı görmemek” yani, “herkes, Allah’ın emrinde bir sebepdir” diye düşünmek. Bu hususta A. îbnü’l Mübârek, şöyle buyurur: “Şöh- ^sinerek, adının anılmamasmı tercih et!”

iu, nefsinden dolayı da yapma ki, o da baş kaldırma- rek, iyi işleri gizli yapmanın büyük bir şey olduğuna ka- îrek, bazı kimselerdeki gururlanmamn önüne geçmek is- ir.”

i esas ise, insanlann görüşünün ölçü olmamasıdır:

isusta, hocası Fudayl: “İnsanlardan dolayı, işin terki, ri- ;anlar için yapılması ise, şirktir. İhlâs ise, Allah’ın seni bu kurtarmasıdır” der.

“Güzel ahlâkı tek sözle hulâsa et.” demişler: O da: “Ga- ıa!” buyurmuştur.

İLİMDEN CİHADA

)esi Hibbân der ki: “A. İbnü’l Mübârek’le, hudud bekle- e Şam’a gitmiştik. İnsanlann, ibadet, gaza ve savaşlardan, lunduklan hale her nazar ettikçe, ilme aşın sevgisi olan İbnül Mübârek her gün bana döner ve “Cennet kapılan – a açık bırakarak;(istifade ettikten sonra boşadığımız bir i olan) ilim uğruna yok ettiğimiz ömürlere ve kesip attığı- ve gündüzlere, (ölmüş gibi) “İnnâ lillah Ve innâ ileyhi »iz, Allahınız ve Allah’a dönücüyüz) derdi.

s sokaklannda yanyana yürürken, bir sarhoşla karşılaştı; sesiyle şarkı söylüyordu:

u beni alçalttı.

bir alçağım.

 

Uçurumdan düşene

Bir çâre yoktur.” diyordu.

Abdullah îbnü’l Mübârek, cebinden bir kağıt çıkarıp, beyt yazdı. Ona: “Sarhoştan işittiğin bir beyti mi yazıyorsun?” dedik

îbnü’l Mübârek: “Mezbelede nice cevherler vardır.” darb- meselini işitmediniz mi? İşte bu, mezbelede bulunan bir cevherdir dedi.

****

“Sofuluğun en faziletlisi,en efdali, en gizli olanıdır. Kend kendine zâhidlik iddian (gurur sebebiyle) seni zâhitlikten çıka rır.”

Abdullah îbnü’l Mübârek, perhizkârlıktan hoşlanarak, kend kendine zâhitlik iddiasında bulunan kimsenin, nefsinin bundaı haz alıp kabardıktan sonra gururlanacağını hatırlatmaktadır. Bu nu, şu sözüyle izah etmektedir:

“Zâhid”, dünya kendisinin olsa sevinmeyen, elinden çıksa mahzun olmayan kimsedir.

****

Abdullah îbnü’l Mübârek’e “Bize karşılığında teşekkür edebi leceğimiz vaaz (tavsiye) ne olabilir?” dediler. O da: “Ahiretiniziı fazlalaşması ve dünyanızın noksanlaşmasıdır” dedi. “Bunun vaa; olmasının sebebi; âhiretini—zin artması, ancak dünyanızın nok sarılaşmasıyla, dünyanızın artması da ancak âhiretinizin eksil mesiyle olmasındandır.”

“Züht Sultanı, insanların sultanından daha büyüktür Çünkü, insanların sultanı, onları, ancak sopayla toplayabilir Zâhid ise, insanlardan kaçar. Fakat, insanlar onu takip eder ler.” buyurmuştur.

 

Abdullah İbnü’l Mübârek perhizkârlık konusunda önemle durmuştu: “İnsanların elinde bulunan şeylerden, nefsin müs­tağni olan cömertliği (yani, onlara karşı içinde hırs ve hased sahi­bi olmaması), bol bol vererek yaptığı cömertlikten daha büyük­tür.” demiştir.

Ebû Süleyman Dârânî de: “Günah korkusu zühtten olduğu gibi, kanaat da rızadandır” buyurmuştur.

“Rıza” kulun kalbinin Allah’ın hükmü altında sakin ol­masıdır. Cüneyt, rızayı: “Kendi seçmesinin kalkmasıdır” diye ta­rif eder. Rıza makamların sonuncusudur.

Allah’ın rızasına ulaşmanın gelişi güzel perhizle yapılamıya- cağım, iki sıfatla necata ulaşılacağını, (yani, nefsinden ve şeytan­dan kurtulabileceğini) şöyle ifade eder:

“Kimde iki haslet bulunursa, necat bulur:

  • Sıdk(doğruluk)
  • “Hz. Muhammed(S.A.S.)in ashabını sevmek.” (Yani as- hab’m tavsiyelerini, âdetlerini, kendininkinden üstün görerek be­ğenir. Bu da onu, Resûlullah’m (S.A.S.) sünnetine ulaştınr. Bid’at- ten uzaklaştırır.)

Yine O: “Nefsini tanıyanın alâmeti, köpekten daha zelil ol­masıdır” demiştir.

Köpek, aslında hırs ve oburluğuna rağmen, sahibinin karşısın­da nasıl zelil ve itaaüiyse, nefsini tanımış ve onu terbiye etmiş ve bir insanın nefsi de, onun imanı ve aklıyla verdiği hükümler ve emirler karşısında bir köpekten bile zelil olabilmektedir. Nitekim, güzel ahlâkı tek kelimeyle ifade ederken, “gadaplanma” dediSin-

 

den de anlaşıldığı gibi; “köpek, sahibinin emri üzerine havlamak­tan vazgeçer.” Nefsi tanımak “edep”tir. “Edep” de îbnü’l Mübâ- rek’e göre, “dinin neredeyse üçte ikisi kıymetindedir.” Böylece, nefsi tanımanın, edebi öğrenmek için bize verilen en birinci vazife olduğunu görüyoruz. Lâkin, o, insanlann zayıf taraflarını hissedip, onlan zor durumlara sokan insanlardan uzak kalıp, dâimâ, edepli insanlann meclisinde bulunmayı tavsiye etmiştir. Kendisi de bu hususta pişmanlık belirtip: “Biz edebi, edep sahipleri bizi bıra­kıp gittikten sonra elde etmek istedik” demiştir. Çünkü edep ilim gibi kitaptan elde edilemez. Hem de edepsizlerin, kendini bilmezlerin çoğaldığı zamanlarda, insanlar arasında, ilimle yaşanmaz; ama, “usul-ü edeple” yaşanabilir. Nitekim kendisi, hadîs araştıranlara: “Siz bugün, “Edepten az bir şeye”, ilimden biı çok şeye ihtiyacınızdan daha fazla muhtaçsınız” demiştir.

****

îlim deyince, Kur’ân ve hadîs ilminin anlaşılması gerektiği, evvelce de belirtilmişti. Abdullah îbnü’l Mübârek, bunu kendisi de şu sözüyle açıklamaktadır:

“Kim ilmi ararsa, öğrenir.

timi öğrenen, günahtan korkar.

Günahtan korkan, ondan kaçar.

Günahtan kaçan, hesaptan necat bulur.”

“Allah korkusu ve perhizkârlığı, çok az olduğu halde, biı insan, kendisinin ilimce en fazla olduğunu nasıl iddia edebi lir?”

“Alimin şartı, dünya muhabbetinin tekrar kalbine gelme mesidir.”

En küçük talebesi, Hasen ibn’ü Arafa, îbnü’l Mübârek’in şu sö

 

“-Biz, şu hadîsi, ayakkabılanmızm içinde hançerlerimiz oldu­ğu halde aradık. Onu Allah’tan gayrisi için arıyorduk. O, bizi Al­lah’a iade etti.”

Abdullah îbnü’l Mübârek’e göre, ilim neşre kadar, şu sırayı ta­kip etmelidir: “Niyet, fehim (anlayış), amel(iş), hıfz(ezber), en sonra da neşirdir.”

****

Abdullah İbnü’l Mübârek, ilmi, iyi işle şöyle bağlıyor:

“-Ben, ilim arayan bir kimseye hayranım. Nefsi onu nasıl hür­mete lâylık bir işe davet ediyor!”

“Hadîslerin doğru olanlannın kiçinde, bizi hasta olanlardan uzaklaştıran bir meşgale (yani iş) vardır.”

Abdullah İbnü’l Mübârek’e: “Ne zamana kadar hadîs toplayıp yazacağı soruldu,

O da: “-Henüz yazmadığım, istifade edebileceğim bir sözü, olur ki bulurum diye ” cevabını verdi.

O’na “Kibir nedir?” diye soruldu. “İnsanlan hakir görmendir” diye cevap verdi.

Kendini beğenme= Ucup nedir? diye soruldu: “Bir şeyi, baş­kasında değil de, yalnız kendi yanında görmen” diye cevap verdi. Böylece, “insanın, Allah tarafından kendisine ihsan edilmiş ni- meüerden dolayı, kendini beğenmemesi gerektiğini izah eden Ab­dullah îbnü’l Mübârek, kendisine verilen nimetlerin farkında ol­duğu için, kimseye gösteriş olmasın diye ve nefsinin övünmesine mani olmak için, hayır işlerde, savaşlarda, daima şahsiyetini giz-

RIZA ÖRNEĞİ

Abdullah İbnü’l Mübârek’i çok duygulandıran ve Allah’tan ra­zı olmaya güzel örnek teşkil eden bir hikâye:

Soğuk bir kış günü, Nişabur pazannda yürüyordu. Tek göm­lekle, soğuktan titreyen bir köle gördü: “-Efendine niçin söylemi­yorsun? Senin için bir elbise yaptirsın” dedi. O da: “Ne diyeyim, o biliyor ve görüyor.” cevabını verdi.

Abdullah îbnü’l Mübârek, son derece duygulandı ve bayıldı. Ayıldıktan sonra, şu sözü söyledi:

“-Tarikatı, bu köleden öğreniniz.”

Bir vakitler, bir ölüm vuku bulmuştu.İnsanlar onu taziyeye gelmişlerdi. İçlerinde, bir ateşperest de vardı. İbnü’l Mübârek’e: “Akıllı o kimsedir ki, ona bir musibet geldiğinde, ilk gün, altı gün sonra yapacağım yapar.” dedi.

Abdullah İbnü’l Mübârek, bunun üzerine: “Yazınız. Bu bir hikmettir” buyurdu.

“Hak dostlanmn gönülleri aslâ sâkin olmaz. Dâimâ istekli olur. Duran, kendi makamım belli etmiştir.”

****

“Tevekkül, tevekkülü nefsinden görmen değildir. Hakiki te­vekkül, Allah’ın, imtihanla, sende tevekkülü tanımasıdır, “demiş­

 

tir.

“Bir kimse, kuvvetiyle nzkını kazanırsa, hasta olursa, Allah ona nafaka verir. Eğer ölürse, malından ona bir kefen olur.” ****

Hocası Süfyân üs-Sevıfnin: “Allah’ın nzasını talep eden kim­se için, hadîs aramaktan daha fazileüi bir ilim bilmiyorum.” dediği gibi, Abdullah İbnül Mübârek de ayni fikri, çeşidi şekilde ifade ve beyan etmiştir.

Hocası Hammâd İbni Seleme de: “Kim hadîsi, Allah’tan başka bir maksatla talep ederse, onunla aldatılır.” demiştir.

Bu da dünya için hadîs toplayanların, Abdullah İbnül Mübâ­rek’in daha önce zikredilen ilmi neşir sırasına uymayarak-amel et­meden hadîsi nakledip- yanılacaklannı, bundan dolayı uydurma hadîslere rastlayınca farketmiyeceklerini izah eder.

****

Abdullah İbnül Mübârek: “Zamanımızda nasihati kalb açıklı­ğıyla tutacak bir kimse tanımıyorum. ’’ demiştir.

Bu sözünü “Allah için nasihat edecek kimse kalmadı” diye şikâyet eden birine karşı söyleyen İbnü’l Mübârek, zaman zaman insanlann kulak vermediklerini, nasihati kalp açıklığıyla dinleme­diklerini faıketmişti; o zaman, onlara nasihat etmenin faydasızlı- ğını belirtmektedir. Kendisinin her zaman nasihat etmediği, cihad ile de meşgul olup, uğruna maddi manevî fedakarlıklar yaptığı hadîsi, ancak onu, cankulağıyla dinleyenlerin olduğu zaman nak­lettiği görülmektedir.

DİN VE TEBESSÜM

“Kur’ân okuyanlardan, her güzel yüzlü, mütebessim kimse hoşuma gider. Fakat, tebessümle karşıladığın halde, sanki yapü- ğıyla sana minnet eder gibi kabus bir çehreyle karşına çıkana gelin­ce, Allah, onun gibisini kurralar içinde çoğaltmasın!”

KULLUK LEZZETİ

“Züht fakirliği severek Allah’a güvenmektir. Allah (C.C.) kime kulluk etmek lezzeti bahşetmişse, onun için bundan başka zevk yoktur.”

(Bu söz, tatmin olunmuş bir nefse sahip olmuş, Allah’tan razı ve Allah’ın ondan razı olduğu bir insan olarak Rabbına dönen, has kullan arasına girip, cennetlik olan bir kulun halini, tek cümleyle ifade etmektedir.)

****

“Kimin insanlann yanında kadri büyükse, onun kendi kendisi­ni en hakir bir kimse gibi görmesi gerekir.” diyen Abdullah İbnü’l Mübârek’in bu sözüne benzeyen başka bir sözünü de zikretmiştik. İnsanın nefsi, daima imamna ve ilmine zıt arzularda bulunabilir. Bu arzulara, Allah’ın ihsan ettiği iman ve ilimle karşı koyabilen in­sanın kadrim, Allah diğer insanlann yanında büyültür. İşte, o in­san, bununla şımarmayıp, hep nefsinin neler arzuladığını bilerek, ona karşı güçlü olabilmesi için Allah’a dua etmelidir.

“Gönlün ilacı nedir?” demişler, “İnsanlardan uzak olmak” bu- urmuştur.

Bu sözü, kendi ailesi içinde dâimâ meşgul olan bir insanın ha­ni anlatan başka bir sözüyle açıkhyabüiriz: “-Bir kimsenin aile-

  • ve çocukları olsa, onları ıslah etse, gece uyanıp, açık gördü- ünde üzerlerini örtse, bu amel gazadan daha faziletlidir.”

İnsanlardan uzak olabilme, ancak kendi çoluk çocuğuyla leşgul olmakla mümkündür. Böylece, insan, evlâdının kusurlan- ı islâh edebilir. Onlarda cihad, düşmanla cihaddan çok zor- lur. Zira düşmana karşı gayz, evlâda karşı ise, sevgi şefkat hissi ardır. Bu zaaf, insanı, onların dini suçlarını affetmeğe zorlıya- ►ilir. Hele cemiyet, azdırıcı ve saptırıcıysa, çocukların isyanı, nü’min bir babaya düşmanın kılıcından, kurşunundan da iddetli ve acı gelir.” Fitnenin katilden beter olduğu” âyet-i kerî- neyle de bildirildiğine göre, evlâtlann İslahıyla uğraşmak, böyle- £ gazadan da daha fazileüidir.

Mü’min, korkuyla ümit arasındadır. Hakiki ümit, korkudan ıasıl olur. Hakiki koıku ise, doğru işler yapmaktan hasd olur. İşle- in doğruluğu ise tasdikten (emirleri doğrulamaktan) hasıl olur, başlangıcı korku olmayan ümit, sahibim hemen korkusuzluğa gö- ürür ve o kişi hareketsiz kalır, iş yapmak gücünü kaybeder. Çünkü ş, korkuyla ümitten ibaret iki zıt ucun arasmda cereyan eder. Yal- ıız birine kapılan, helâk olur. Onun için, Allah’tan ümit kesmek de, îmin olmak da küfürdür.

Evlâtlar için anne-babalara, yeten kadanm harcamak, temin etmek ve onlara bunun kendi nefislerine yeteni teminden daha bü­yük vazife olduğunu bildirmek, vaciptir. Ayni zamanda çocuklar için, anne-babalann bedenlerini ve ruhlarını himaye etmek ve ken­di beden ve ruhlannı onların selametleri için harcamak vaciptir.

Abdullah îbnü’l Mübârek: “Eshab arasındaki kılıç, fitne idi. Onlardan hiçbiri için bu fitnede kaybetmiştir demem.” demiştir.

A.İbnü’l Mübârek’e: “Sefil” insanlann en kötüsü kimdir?” di­ye soruldu. “Dünyevî şeyleri isteyerek hüküm etrafında dönen kimsedir.” buyurdu.

Görüş=”Basar”, “insanlann dört şeyden emin olmamasıdır”:

  • Geçen bir günah ki, Rabbinin onda ne yapacağını bilmi­yor.
  • Kalan ömür ki, onda ne gibi helâk sebepleri olduğunu bilmi­yor.
  • Kendisine verilen bir üstünlük ki, belki o Allah’ın bir hilesi ve yakalaması, (veya amellerinin hemen karşılık görmesi), kendi için süslenmiş, hidayet olduğunu zannettiği bir dalâlettir.
  • Kalbin bir anlık kaymasıyla dinin ondan soyulmasıdır.

****

“Nice küçük işler vardır ki, niyet onu büyültür, Nice büyük iş­ler vardır ki, niyet onu küçük kılar.”

****

“Dünya sevgisi kalb’de ve günahlar onu çevirmiş. Hayır ona ne zaman vasıl olur?”

“Bir insan, yüz şeyden sakınsa da bir şeyden sakınmasa, müt- takilerden olamaz. Bir şey müstesna, yüz günahtan korksa, yine de hakkıyla korkanlardan sayılmaz. Bir kimsede anlayışsızlıktan bir

özellik bulunsa, o, anlayışsızlardan sayılır.”

HAKKINDA SÖYLENENLER

İbnü Hibbân: “İbnü’l Mübârek’te, kendi zamanında, ilim eh­linden hiç bir kimsede bir araya toplanmamış olan güzellikler var­dır.” demiştir.

İsmail İbnü Ayyâş da onun hakkında: “Yeryüzünde Abdullah İbnü’l Mübârek gibisi yoktur. Allah-u teâlâ, yarattığı her güzel hasletten ona da vermiştir.” dedi.

Abdul-Aziz İbnü Ebî Rezme de, şöyle buyurmuştur: “İyilik hasletlerinden İbnü’l Mübârek’de bulunmayan yoktur. Me­selâ: Hayâ, fikir, güzel ahlak, güzel sohbet, mecliste güzel ko­nuşma, züht, verâ’…herşey”

El Hâkim diyor ki: “Abdullah İbnü’l Mübârek bütün âlem­de, asrının imamıydı. Bu imamlığa, ilim, züht, şecaat ve cö­mertlik bakımından en lâyık olandı.”

El-Ömerî diyor ki: “Zamanımızda, hiç bir kimseyi, bu işe lâyık göremiyorum. Ancak bir adam müstesna. Evime geldi. Ya­nımda üç gün kaldı. Zamanımız halkının sormadığı şeyleri bana soruyordu. Dili fasîh, fakat; şarklıydı. Ebû Abdurrahman denili­yordu. Yanında Süfyân denilen bir genç vardı. Ona: “Bu bahsetti­ğin Abdullah İbnü’l Mübârek’tir” dediler. “Doğrudur, eğer ima­mete lâyık birisi kaldıysa, odur.” dedi.

Ebû Ömer İbnü Abdil-Ber diyor ki:

“Bütün âlimler, onun makbuliyeti, celâleti, imâmeti ve adâletinde hem fikir olmuşlardır. (Ve ilâve etmiş): “Fakîhler- den, tenkidden salim kalan hiç bir kimseyi tanımıyorum; ancak,

 

Abdullah îbnü’l Mübârek müstesna.”

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*