İslam

ÇOK HATÂ YAPTIKLARI HALDE HATÂLARINDAN DÖNMEYENLER

ÇOK HATÂ YAPTIKLARI HALDE HATÂLARINDAN DÖNMEYENLER

Yine Abdullah îbnü ‘1 Mübârek’in talebesi Ali b. Hasen b. Şakîk, onun, Cehmiyenin sözünü nakletmemesi hususunda şu sö­zünü kaydeder: “Ben, Cehmiyenin sözünü nakletmektense, Ya- hudî veya Hıristiyanlannn sözlerini nakletmeyi tercih ederim.” Ebû Saîd ed-Dârimî de: “Onlann sıfat-ı İlâhînin tatili hususunda sözleri, Yahudi ve hıristiyanlann sözlerinden daha fâhiştir.” de­miştir.

Abdullah îbnü’l Mübârek, Ebû îsmet’in Ebû Hanîfe’ye: “Kim­den hadîs dinleyeyim?” diye sorduğunu işitmiştir. Ebû Hanîfe ona: “Şîîler müstesna, arzusunda adalet üzere bulunanlardan nakledi- lir.Sultana boyun eğerek gelenlerden hadîs nakledilmez. Bu in­sanlann, onlara yalan söyliyeceklerini ve uygun olmayan şeyleri emredeceklerini söylemiyorum. Fakat onlar için, işi kolaylaşürdı- lar. Nihayet avam, onlara boyun eğdi, işte bu iki grup, müslüman- lann önderleri olmağa lâyık değildirler” demiştir.

Abdullah ibnü’l Mübârek, şu dört grup insandan hadîs yazıla- mayacağım bildirmiştir:

  • Çok hatâ yaptığı halde, hatâsından dönmeyenden,
  • Çok yalancı(Kezzâb) kişilerden,
  • Bid’ata ve arzusuna tabi olup, kendi bid’atine çağı lerden,
  • Hıfz etmediği halde, hıfzından hadîs nakleden kiş

(Buna uygun bir rivayet, “İmâm-ı Mâlikten” de riva; mektedir.)

Yukandaki sözlerden, bir insanın arzusuna tabi olması dan hadîs rivayetine mani olduğunu müşahade etmekteyi

Abdullah İbnül Mübârek, “Allah nzası için hadîs nakit senede çok dikkat etmek gerektiğini” ifade buyurur ve şöyl “Bir kişi, eğer Allah nzası için hadîs anyorsa, hadîsin ser şiddet göstermesi daha evlâdır.”

“Sâlih dahî olsalar, bazı insanlann hadîslerinin rivaye miyeceğini söylemesinden, hadîs naklinde kişinin, sadece s masının değil, “hadîs hususunda bazı şeylere vâkıf olması göre hareket etmesi” gerektiğini anlamış oluyoruz.

Onun, Abbâd b. Kesîrin dînen makbul bir insan olmasıı men, hadîsinin alınmaması mevzuunda, Süfyânü’s-Sevrîyle şup karar vermeleri ve anlaşmalan, netice olarak: “Ondan h< mayın” demesi de bunu açıklamış oluyor.

Abdullah İbnül Mübârek’in zayıf kişilerden de hadîs i ettiğini görüyoruz:

Birgün, zayıf bir adamdan hadîs rivayet etmesi üzerin» adam zayıftır” dediler. “Ondan bu kadar, veya bunun gibi şe

ivayet edilmesi muhtemeldir” dedi.

Talebesi: “Muhakkak lâzımsa, ondan ne gibi şeyler rivayet edilebilir? deyince, o : “Edep, vaaz,nasihat, zühd ve onun gibi umularda” diye cevap verdi.

Bundan anlıyoruz ki, o, zayıf kişilerden rivayette, bazı hadîs :onulanm geniş tutuyordu. Çünkü bu tip hadîslerin, dini konular­la bir hüccet getirüemiyeceğini peşinen şart koşmuştu. Nitekim )aşka bir sözünde: “Biz, muâmelatta, yani helâl-haram hususunda »iddet, fadâil (faziletler) ve onun gibi şeylerde kolaylık gösterdik.” lemiştir.

Senedde “âli isnad” her devirde kıymetli kabul edilmiş, bir ıadîsi bizzat duyandan veya duyanların içinde en sağlam olandan ıakletmek için, uzak seferler ihtiyar edilmiştir.

Ahmed b. Hanbel’e göre Abdullah İbnü’l Mübârek de hadîs çin, bir çok seyahatler yapmıştı:

Ondan daha çok ilme düşkün yoktu, İsnad konusunda iki mü- ıim noktayı, şöyle açıklar: “1-İnsanlann bir şey üzerinde ittifakı, Süfyân, an Mansur, an İbrahim, an Alkarna, an Abdullah İbni Mes’ûd senedinden, bana göre daha mevsuktur.” demiştir.

Burada onun bir nevi icmâı, sünnetin tesbitinde “senedi kuvvetli bir hadisten” daha üstün tuttuğunu görüyoruz.

Abdullah İbnü’l Mübârek: “İnsanlar, hiçbir şeyde, böyle bir senedde olduğu kadar ittihad etmemiştir.” demiştir.

Acaba, böyle bir sened, hadîsin sahîh olması için kâfî midir? Yoksa, daha uzun veya başka bir sened, tercihe şayan olamaz mı?

O bu hususu da şöyle açıklıyor: “İsnadın uzunluğu, eğer râvi- 1er. itimada savan, vani “Sika” iseler, benim için daha makbuldur,

 

çünkü onun üzerinde durmuşlardır.

“Uzak İsnadlı” sahîh bir hadîs, “yakın isnadlı” hastalıklı bir hadîsten daha hayırlıdır.

Bir hadîsin iyi olması, yakın isnadlı olması değil, ricalinin sıh­hatli olmasıdır. Ebû Eyyûbü’l-Ensârî sohbetteki ileri oluşuna ve peygamberden (S.A.S.) birçok hadîs işitmesine rağmen, bir tek hadîs için, kendi akranından bir sahabîye kadar sefer meşakkatini ihtiyar etmişti. Halbukî bu hadîsi arkadaşlarından, çok sahabîden rivayeten işittiğiyle yetinmiş olması da mümkündü.

Bundan da anlaşılan şudur ki, ashâba veya etrafındakilere hadîs rivayet ederken bu hadîsi, kendisinden başkasının da duy­muş olması, bir şahid olarak değer taşıyordu.

  • “Hadîste isnadın yüksek derecesi, ancak isnadın aşağı dere­cesini bilmekle, daha iyi anlaşılır ve kadri bilinir”:

Abdullah İbnü’l Mübârek’in büyükten ve küçükten hadîs yaz­dığım öğreniyoruz.

Hattâ kendisinden küçük olmalarına rağmen, Abdurrahman b. Mehdî ve Ebû İshak el-Fizârîden, hadîs yazmıştır.

O, habîb ül-Mâlikînin (el-A’meş an Zeyd b. Vehb an Huzeyfe) senedli bir hadîsi için: “Bu hadîs bir şey değildir” buyurmuş, Nev- fel b. Mitran’ın, Habîb ul-Mâlikî’yi methi üzerine: “Allah, bu hadîsten başka herşeyde onu affetsin. Biz bu hadîsi (Süfyân an Habîb, an Ebi’l-Buhturî, an Huzeyfe) senediyle beğeniyoruz” de­miştir. Bu sened’de, A’meş’e Sufyân’ı tercih ettiği görülüyor.

Abdullah İbnü’l Mübârek, A’meşten pek az hadîs rivayet et- miştir.O, senetleri incelerken, şahıslan tenkid etmekten çekinmez, icabında, yalan söyleyeni açıklardı.

 

Bir defasında, (Haşan b. Rabî’in ifadesine göre) El-Muallâ Hilâlden bahsederken, “Ancak o, hadîsde yalan söyler” demiş, zaman Sûfîye’den birisinin: “Ya Ebâ Abdurrahman, gıybet ediyc sunuz!” demesi üzerine de: “Sus, eğer biz açıklamazsak, hak bât dan nasıl aynlır?” cevabını vermiştir.

Bütün bunlar ve bunun gibi rical hakkındaki sözleri, onun,: cal-i hadîsi tanıma ilmine kapı açtığım gösteriyor.

Bu hususta ilk eseri onun yazmış olması mümkündür.

Kitaplan arasında, bir “Kitâb üt-Tarih” görüyoruz. Bu, e geçmiş olmamakla beraber, İmâm-ı Buhârfnin “Kitabü’t-Tarih Kebîr”i gibi, Târih-i Ricale ait bir eser olsa gerektir.

Onun, hadîs rivayetinde diğer bir görüşü de: İlmî olarak bi nen müteârifelere(Kur’ân ve hadîste açıkça bilinen malûmata) m halif bir rivayet getirenlerden hadîs zikretmemesidir. Bu, “bir c çü” olmuştur.

Hulâsâ, bir adamın sâlih olması, hadîs ricali olmasına kâfî g< mezdi.

Bir defasında, Habîb b. Hâlid el-Mâlikî, onun yanında zikr dildi: “0,birşey değildir” dedi. “Fakat o, sâlih bir Şeyhdir” dedilı Abdullah îbnül Mübârek cevaben: “O herşeyde sâlihtir. Ancak,: hadîs müstesna” buyurdu.

Umumiyeüe, hadîs âliminin, iyi insan olmaktan başka, “s dığını tesbit etmesi, denileni anlaması, rical1 i gözetmesi ve bi tıu taahhüt etmesi gerektiği” hadîs ilminde kaydedilmekt dir.

 

HADÎSİ ÖĞRENİP ÖĞRETME METODLARI

Râvîlerin Şeyhlerinden semaan (işiterek) hadîs rivayetinin mümkün olup olmadığını bilmek için, muhaddislerin yaşlannı bil­melidir. Bu hususta, A. İbnü’l Mübârek’in (Kitab’ut-Tarih) adlı ki­tabını yukanda zikretmiştik.

Aynca, kimlerin kimlerden sema edip etmediklerini bilmek lâzım gelir. Bu ilim olmadan, mürsel ve sıhhati bilinemez. Abdul­lah İbnü’l Mübârek, tedlîs mevzuunda gayet şiddeüi davranıyor ve “Kendisine hadîsi tedlîs yapmaktan, semadan düşmenin daha sev­gili geldiğini “söylüyordu.

Bir defasında, tedlîs yapan bir adamdan bahsedildi. Onun hak­kında açık, menedici sözler söyledi ve şu şiiri de ilave etti.

“İnsanlar için, hadîsini tedlîs yapmış

Fakat Allah tedlîsi kabul etmez ki”

Anladığımıza göre, bir hadîsi, ancak onunla iyi iş görmek (amel-i sâlih) için öğrenmek gerekiyor.

Tedlîs ise hadîsin ayıbını gizlemektir. Tedlîs yapan, işittiği hadîse “rağbet” edilmesini arzu etmiş olmalıdır. Rağbet olsun di­ye, bir tüccann malının ayıbını gizlemiş olması gibi.

Ahmet b. Hanbel, Abdullah İbnü’l Mübârek hakkında: “On­dan daha az hatâlı birisi yoktu. Hadîs sahibi, hâfiz bir kişiydi ve ki- taplanndan hadîs naklederdi.” demektedir. Ona göre hadîs ancak “meşhur olan kişilerden” ahnabilirdi.Hocası Şu’bede aynı görüşü taşıyordu. O, dinin usulü sayılan “Süfyân üs-Sevri, Şu’be, Mâlik, Hammâd b. Zeyd ve Süfyân b. Uyeyne’den en çok hadîs rivayet

91

 

eder.

Dârimîye göre: “Bunlardan hadîs cem edememiş olan kişi, hadîsde iflas etmiştir.”

O, âlimleri anyor, sonra onlann hadîslerinden intihap yapma­mayı tavsiye ediyordu. “Hangi âlimin hadîsleri hakkında intihapta bulunmuşsam, sadece beğendiklerimi almışsam, sonunda nâdim oldum. Bir günah sebep olmaksızın, hiç bir âlimin hadîsinde inti­hap yapılamaz” diyordu.

Âlimlerden hadîs nakil usulleri şunlardır:

  • Muhaddis hadîs anlatır.
  • Talebe muhaddise okur.
  • Bir talebe hocaya okur, diğer talebe dinler.
  • Bir talebe, hocaya yazdığı kitabı arz eder ve ondan rivayet nüsaadesi ister.
  • Muhaddis, talebesine yazar ve ona kitabının aslından veya ıslıyla yapılan mukabelesinden rivayete izin verir.” Bu nevilerin :n vâzıhı, “âlimin yazdınp talebinin lafız olarak yazmasıdır. Yani mlâ yoluyla olmasıdır.”

Bunun sebebi: Sen okur, hoca dinlerse, olur ki gafil olur veya gitmez. Hoca sana okursa, çok zaman bir manî ile onu işitmeyebi- rsin. Birisinin okuyup da bir cemaatin dinlemesi de aym şekilde- ir. Ancak, Abdullah İbnü’l Mübârek gibi dirayet ve rivayeti cem denler müstesna “yazarken” semada (işitmede) hatâ edilebileceği ıevzuu bahis olmuştur. Çünkü, insan yazarken, işitmede kusur debiliyor. Onu, hocasına tekrar okumadıysa, noksan kalabili- or.

Rivayet usullerinin kendine göre, hem iyi, hem noksan tarafla- vardır. Bunların dikkatle tamamlanması eerckîvnrHn

Onun hadîs arkadaşı Abdurrezzâk, Abdullah İbnü’l Mübâ­rek’in, Ma’mer’e tefsir okuduğunu, Ma’mer’in de ona tefsir okudu­ğunu söylüyordu. Halbuki A. İbnü’l Mübârek ondan tefsiri dinle­miştir. “Karşılıklı okuyup dinlemek suretiyle” hatâları düzeltme­leri mümkün oluyordu. O, âlimlerden muhtelif tarzda hadîs almış­tır. Meselâ, İbnü Cüreyc’e geldiği zaman, o, A. İbnü’l Mübârek’i beğenmiş, kitaplanndan istifade etmesine imkân vermişti.

Muhammed b. Câbir’in de kitaplanndan istifade ettiğini gör­müştük. Arkadaşı Abdurrezzâk, Muammer b. Süleyman’dan nak­len diyor ki:

“Ben Abdullah İbnü’l Mübârek’le beraberdim. O bana yazdı- nr, ben de ona yazdınrdım. Fakat, bu yazılan hadîslerin arzedilme- si gerekiyordu. Arzedilmeyenler, yazılmamış sayılıyordu.

Cenab-ı Peygamberin zamanında da vahy, böyle tesbit edili­yordu.

Hadîs ilminde, hadîs hangi şekilde alınmışsa, onu gösteren işaretler vardı:

  • Hadîs âlimine bir hadîs okunmuş ve o da yalnız ise, “Hadde­sek” denirdi.
  • Yanında başka birisi de varsa, “Haddesenâ” denirdi.
  • Kendisi şeyh’e tek başına okumuşsa” Ahberenî”
  • Şeyhe, kendisinden başkası okumuşsa, “Ahberenâ” deni­yordu. Fakat, bu son tabir, hepsine birden de kullanılırdı.

Bu tabir, diğerlerinden daha kaplayıcı görünüyordu. Talebesi “Nuaym b. Hammâd”, Abdullah İbnül Mübârek’in asla, “Hadde­senâ” demeyip, “Ahberenâ”yı daha geniş gördüğünü zikreder.

El-Hatîb de “Mütekaddimînin” rivayet ettikleri hadîslerin ek­serisinde, “Ahbeıenâ”yı kullandıklannı, nerdeyse “Haddesenâ”

emediklerini işaret eder.

Hadîs münekkidi Ali İbnü’l Medînî (v.H.234) diyor ki: İsnada aktım ki altı kişi üzerinde duruyor. Sonra, bu alü kişinin ilmi on d kişiye intikal ediyor. Bu on iki kişinin ilmi de altı kişide nihayet uluyor.

Bunlar: 1- Yahyâ b. Saîd al-Kattân (v.H.198) 2- Abdurrahman ». Mehdî(v.H.198), 3- Veki’ (v.H.197), 4- Abdullah İbnü’l Mübâ- ek(v.H.182), 5- Yahyâ b. Zekeriyâ b. Ebî Zâide (v. H. 182) 6- fahyâ b. Âdem (v.H. ?)

Bu âlimlerin içinden, müelifımiz hakkında devrinin meşhur ilimi İbnü’l Vehb: “O, bizim şeyhlerimizden (148 Hicride vefat :den), Mısır âlimi Amr b. El-Hâris’den başka hiç birisini kaçırma- nıştır. ” diye, onun ilmi toplamadaki kemalini anlaür.

Abdullah İbnü’l Mübârek’in çok rağbet gören kitaplannı onun ırkadaşı ve râvisi olan Abdullah b.Osman b. Abdân el-Mervezî ‘v.H. 220) bir tek kalemle istinsah etmiştir. Ayni zamanda, kitap- lannın, ailesinden bazı kişilere intikal ettiğine dair rivayet de var­dır.

Talebesi Nuaym b. Hammâd da bu kitaptan istifade etmiştir.

Hadîs münekkidi Yahyâ b. Maîn : “Yukarıdaki altı âlimden Yahyâ Kattân ve Vekî ihtilaf edecek olurlarsa, söz Yahyânın­dır. Abdurrahman ve Yahyâ ihtilaf edecek olurlarsa, aralannda da­ha üstün birine ihtiyaç vardır.

Abdullah İbnü’l Mübârek ise, Emîrü’l-Mü’minîn’dir” demiş-

VEFATI

Abdullah îbnü’l Mübârek, rivayetlerden birine göre denizden, diğerine göre ise, Tarsus’tan, gaza dönüşü, “Hît’te” vefat etmiştir.

Vefatının (h. 178-180-181-182) senelerinde olduğuna dair ri­vayetler vardır. En sağlamı Ahmet b. Hanbelin takdir ettiği 181 se­nesidir.

Talebesi Haşan b. Rabî anlatıyor: “Bağdad’a uğramışüm. Ay­rılacağımız zaman hadîs âlimleri beni teşyi ettiler. Tam onlardan ayrılmıştım ki “biraz dur, Ahmet b. Hanbel geliyor” dediler. Dur­dum. Ahmet b. Hanbel geldi; oturdu ve kağıtlanm çıkardı: “Ey Ebâ Alî! Bana Abdullah îbnü’l Mübârek’in vefatını yazdır. Vefaü han­gi senedeydi?” dedi.

Ona cevap verdim: “81” (yani 181 senesinde). Ehl-i hadîs ona: ” Ne kastettin?” diye sordular. O da:” Yalancılan kastettim” diye izah etti. (H.181) senesinde, Ramazan ayının 10 undan sonra, 63 yaşında olduğu halde vefat etmiştir.

Haşan b.îsâ şahid olarak şöyle anlatıyor “îbnül Mübârek, ve­fat ânı gelince, kölesinden yardım istedi ve ona, başımı toprağa koy, dedi. Kölesi ağladı. Ona “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Kö­lesi: ” içinde bulunduğun nimetleri hatırladım da. Halbuki şimdi sen, fakir ve ve garip olarak ölüyorsun” dedi. Abdullah İbnü’l Mübârek ona: “Sus! Ben, Allah tebâreke ve teâlâ’dan beni zengin­ler gibi yaşatmasını ve fakirler gibi öldürmesini istemiştim.Bana telkinde bulun, başka bir söz söylemedikçe, telkini tekrar etme” dedi.

  1. ibnü’l Mübârek’in ölüm esnasında verilecek “telkin edebi­nin” nasıl olacağını, kendisine telkinde bulunmakta olan bir başka­sına ettiği nasihattan öğreniyoruz: Bunu, Sâlih b. Ahmet, babası vasıtasıyla dedesinden rivayet etmiştir.

“Bir adam, henüz Abdullah ibnü’l Mübârek’in gücü yetmek­teyken, ona telkinde bulunmağa başladı. Ona, sen güzel yapmıyor­sun. Benden sonra, bir müslümana, böylece eza vermenden korka- nm. Bana telkin ettiğinde ben, “Lâ ilâhe illâllah” deyip başka bir söz söylemedikçe beni bırak. Ondan sonra başka bir söz söyler­sem, bana tekrar telkinde bulun. Tâ ki, son sözüm o olsun” buyur­du.

Ebu’l-Muzaffer tbnü’l Kuşeyrî, babası Üstaz Ebul-Kâsım’dan şöyle rivayet ediyor:

“Denilmiştir ki, vefat ederken Abdullah îbnü’l Mübârek göz­lerini açü ve güldü. Şöyle söylendi: “Çalışanlar, böylesi için çalış­sınlar!”

Vefatı Hârûnu’r-Reşîd’e duyurulunca, Sultan, “Âlimlerin efendisi vefat etti!” dedi. Talebesi Haşan b. Rabî (v.H.221) diyor ki:

Hît’te seher vakti vefat etti. Orada defnettik. Ramazanın onuy­du. Ölümünden evvel yaşını sormuştum. “63” demişti.

“Hît Fırat üzerinde, Bağdad’ın nahiyelerindendir. Enbar’ın üs­tündedir. Hurmalık ve bereket beldesidir. Kara yolu üzerinde­dir. Abdullah îbnü’l Mübârek’in mezan oradadır.

ilim ehlinden birçok insan, oraya mensubtur. Hît uçurumluk )lan bir bölgedir. Bundan dolayı bu kelime, isim olarak verilmiş­in

Hâlâ onun kabri, bayramlarda, cuma gecelerinde ziyaret olun- nakta, İlâhîler okunmaktadır.

Kabrin üzerinde Abdullah b. Rüstem, şu iki beyti okuduğu söylemiştir:

“Ölüm bir denizdir, dalgalan galiptir;

Her yüzücü orada kaybolur gider.

Tertemiz olan amel müstesna,

Kişiye kabrinden başka ne kalır?”

Vefatından sonra, insanlann bir kısmı, onu rüyalannda Alla tarafından mağfirete ve cennete nâil olmuş görerek sevindiler. B; kısmıysa, hakkında türlü türlü takdirkâr sözler söylediler. Fudaj

  1. İyâz, Süfyân b. Uyeyne, “Vefatıyla kendisinden hayâ edilecel kimse kalmadığını” söyleyerek dertleşmişler, onun yokluğunu yürekten hissetmişlerdir.

Sellâm b. Mutî, “Şark’ta, kendisi gibisini bırakmadı” diyordu. Başkalan da “Irakda onun gibisinin kalmadığını” söylüyorlardı. (Amr b. Ukbe’nin rivayetinden) onun niyetini değiştirmeden “şe­hid olmayı” arzu ettiğini ve ölümünün dua ettiği gibi zuhur ettiğini öğreniyoruz.

Abdullah îbnü’l Mübârek’in hayatını izledikten sonra, onun hayatını, düşüncelerini, karakterini, kendi şiirinden de takip edebi­liriz:

ŞİİRLERİ

Abdullah İbnü’l Mübârek, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini ve hadîs-i şeriflerin manasını içine alan şiirlerle insanlara vaaz etmiş­ti. Burada bir âlimin halini anlatmaktadır:

 

im sahiplerinin gözleri, ısıl aydın olabilir? îziz uykulann lezzetini alır, asıl uyurlar?

>lüm, onlan açıkça korkutuyor, nsanlann kulağı (işitmesi)

Dlsaydı, işitirdi.

Cehennem açıkça görünüyor Oraya uğramalan muhakkak,

Fakat bilemiyorlar,

Kim kurtulur?-Kim düşer?

Kuşlar, davarlar emin oldular, Denizdeki balık için de Bir korku gerekmedi,

Fakat insanoğlu,

Şu kazancıyla tutuklu, Onun,”sırlanndan haberdar”

Bir gözeticisi var:

Hattâ…toplanma günü,

Tek başma ona gelinceye kadar. Dâvâcısı da cildi, gözleri, kulaklan. İşte o zaman, nebiler, şâhidler

Ayakta….

İnsanlar, cinler,

Hükümdarlar eğilmiş.

Huşû içinde…

Sahifeler, ellerde Açılarak yayılmış…

İçinde, ortaya çıkmış Sırlar ve haberler var.

Senin ihmalin ne noluyor?

Haberler az sonra vukû Bulacak olduktan sonra?

Ve sende ne olacağım Bilmiyorsun…

Ya cennet ve Ebedi hayat…

Yahut Cehennem:

Merhameti olmayan,

Hiç bir şeyi salıvermiyen,

O, bir zaman, içindekileri Alçalür…

Tekrar, onlan Yukan çıkanr.

Onun gam’ından, çıkacak bir yer umsal

 

“Dil, kalpte olanın postacısı,

İnsanların aklının da delilidir.”

Meziyetlerin çoğu, kanaatla elde edilmektedir. Kanaat ve fa- irlik, Abdullah İbnü’l Mübârek’in de sevdiği şeylerdi:

“Kanaati olmayan, zenginlik lezzetini tadmamıştır”

“Muhtaç olarak yaşadıkça, bir kanaat sahibi göremezsin.” “İyilik, insanın gece yaptığı, sonuçları övülen şeylerdir” “İyilik, taşla ezsen de, kaybolmaz”

“Ey fakirliği kınayan!

Bundan vazgeçmiyecek misin?..

Fakirliğin zenginlik üzerine Şeref ve üstünlüğü;

Zenginliğin ayıbı, daha büyüktür.

Sen, zenginliğe ulaşmak için İsyan ediyorsun!…

Halbuki, Allaha isyan etmezsen Nasıl fakir olursun?”

Abdullah İbnü’l Mübârek, yanma gelen bir âlimin yüzünde c alâmeti görerek, ona dörtbin dirhemi “azımsayarak” gön- iş ve ona şu beyti yazmıştır:

Genç, malından boşalıcı olsa da,

Mertlikten boşalıcı değildir.

Sana istemeden evvel vermiş.

İstemek mekruhluğundan kurtarmıştır.”

“İlim öğren! Kişi âlim olarak yaratılmadı.

İlim sahibi cahil gibi değildir.

“İlmi olmayan kavmin büyüğü,

Yine küçüktür; etrafında birçok toplananlar olsa da”

“timin sonu, tatlıdır…

Fakat onun başlangıcının tadı Sabır gibi acıdır.”

“Fayda verirse ilmim bana yeter.

Zillet, ancak tamahtadır.

Allah kimi korursa,

Yapmış olduğu günahtan döner.

Her uçan, yükselip gitmez,

Uçtuğu gibi geri döner, düşer..”

Bir genç , Abdullah İbnü’l Mübârek’le arkadaşlık ediyor, dan hergün, biraz bir şey dinliyordu. İbnü’l Mübârek sefere çil ca, o da çıktı. Bir konakta bir adam geldi. Abdullah îbnü’l Mübi de ona bir çok hadîs rivayet etti. Genç, içinde bir üzüntü hissett İbnü’l Mübârek’e şöyle yazdı:

 

[Memleketinizde sizi dâimâ ziyaret ederdim;

Ve bu gün de yol arkadaşınızım.

Şunlar; iki büyük hak-hukuktur.

Gelip geçen bir kuş gibi değildir.)

Bunun üzerine ibnü’l Mübârek (rahmetullahi aleyh!..) ceva- şöyle yazdı:

“Sabrın sonu lezzetlidir.

Onun başlangıcı sabır otu gibi;

Lezzeti actdtr.

Sabretme.de, açık bir fazîlet vardır;

Nefsi ona zorla ki sabredesin.”

Abdullah îbnü’l Mübârek, gençlere ilim öğretirken yakından eniyordu. Bunu, bir de şu şiiri gösteriyor:

“Sükût, bir gence, yersiz konuşmaktan daha çok yakı-

I

Benim yanımda “Doğruluk”,

Sözünde yemin etmesinden Daha güzeldir.

Gencin vekanndan dolayı, yüzünde,

Alnında parlayan bir alâmet vardır.

Yakmlanna baktığında, “Mahiyeti”

Sana gizli kalacak kim olabilir?

îit’i rVlarsıV hi1mAeîn<=»

Kötülüğü yeniden öğrenen,

Nice insan vardır.

Çünkü arkadaşı onu, kanaatinden kaydırmıştır.

O da diniyle, Dünyayı satın almıştır.

YAŞAMANIN EN LEZZETLİSİ

“Bir kavim ibadet ve takva sebebiyle Nimetlerin en lezzetlisiyle nimetlendi;

Şarap lezzetiyle değil.

Onların gözleri, hayat boyunca,

Bunlarla aydın oldu.

(Ve bu ibadet ve takvâ)

Allah’a yemin ederim ki,

Kabre kadar onlar için azık oldu.

Bunlarla, uzun bir zaman,

Şeref ve takvâya nâil oldular.

Gözünüzü açm!..Yaşamanın lezzeti,

“îylilik ve sabırladır.”

LK BELÂDAN İBRET AL

lâlannda, gelecek belâlar için r,

n arzulanndan uzaklaşma için.”

lin arzularının kölesi olandır, çıkan, sonra “doyan”dır.”

)AHA DÖNMEYEN GENÇLİK

ile mi saçlarım beyazlandı? ğin her hayat güzeldir, ılık, vaiz olarak yeter, ayatı arzuluyorum;

)lduğu halde.

ldıktan sonra” gençliğe,

leniyorum,

îliyorsa da o gelmiyor.”

 

ALLAH’A YAKLAŞ !.. SÖZDEN UZAKLAŞ!.

“Allah’a yaklaştıncı olarak tki rek’atı ganimet bil, îşsiz ve istirahat halindeyken.

Boş söz konuşmayı kastettiğinde,

Onun yerine teşbih et.

Sükûtu ganimet bilmek,

Kişi için fazilettir; sözün nasihat edici olsa bile…”

ARKADAŞLIĞIN SIFATLARI

“Arkadaş olduğun zaman,

Şerefli, haya, iffet ve kerem sahibi Biriyle ol…

Onun sözü, sen hayır dediğin zaman “Hayır”dır.

Sen evet dediğinde de “Evet”dir.

“Bir grupla seferlerde arkadaş olduğunda,

Onlar için, rahmet sahibi, şefkatli kimse gibi ol,

 

ı ayıbına karşı: n sahibi” ıda ise:

>uz ol!

rçmelerinden dolayı,

yola gelin!” de. n muaheze etsen, r ve zamanla lirsin!

MÜ’MİN VE MÜNAFIK

İnsanlann, nasma bakar”

)nlann kusurlannda,

tt

HUDUD BEKÇİLİĞİ

ia her çeşit hayat faydasızdır;

, mızrağa dayanmaktan başka,

 

Ve karanlık gecede, uzun zaman İnsanlara bekçilik yaparak,

Ayakta durmaktan başka.

KALPLERİN ÖLÜMÜ

Günahların, kalpleri öldürdüğünü,

Günaha idmanlı olmanın da,

Kalbi zillete götürdüğünü gördüm.

Kalplerin hayatı, günahlan bırakmak.

Nefsin için hayırlısı, onlara isyandır.

DİNİN KIYMETİNİ DÜŞÜRENLER

Dîni, melikler, kötü âlim ve Rahiplerden başkası zelil eder mi?

Onlar, nefislerini sattılar. Fakat,

Onlann ticaretleri kâr getirmedi.

Aldıklan karşılık, bir kazanç sağlamadı.

Kavim bir bataklıkta otladı ki Onun kokusu, öz sahiplerine Zehir olmaktadır.

DUASI

sahibi Rabbım! hîmsin!

., göğüslerin gizlediğini, bilensin!

ıbbim! bana kendinden, ndlim(yumuşaklık)” ihsan et. cü ben, hiç bir hi!im sahibini, iminden dolayı” pişman görmüyorum.

Rabbim! bana, kendinden, ıkvâ üzerine bir azim ” ver de, fanların içinde durdukça lunla ayakta durayım

HÜRMETE LÂYIK NESEB

Dikkat edin! muhakkak ki “Allahtan ittika” En hürmete layık bir “nesebtir”

Kerîm olan, onunla

J~” »rfstselir

Sen, ihsanlarla “takvâ üzere yanştıkça” Dünyadan, selametle aynlırsın,

Seni, Allahtan affını isteyen Bir insan görüyorum,

Fakat sen, O’nun sevmediği yerde İkâmet ediyorsun,

İnsanlann affını ummadıklan,

Eziyetinden emin olmadıklan kimse,

Elbette alçaktır.

Sen, ne zamana kadar Allahına isyan edeceksin?

Ne zamana kadar, “Rahimdir diyerek”

Rabbma karşı “mücadele” edeceksin?

Toprağı, yasük ve yorgan yaptığında Elbette, hiç bir candan dostun Seninle olmıyacak!

DÜNYA EHLİ

Allahın kullan, bu dünyayı,

Beğenilmeyen, “Ebû cehil karpuzundan Daha çirkin, “ihtiyarlamış fena bir kad

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir