HALLAC-I MANSUR

HALLAC-I MANSUR (K.S)Büyük mutasavvıf Şeyh Hüseyin Hallac-ı Mansur (k.s) Bağdat’ın Bayzâ kasabasında Hicrî 242 – Milâdî 857 yılında dünyaya gelmiştir. Hicrî 309 -Milâdî 26 mart 922 de altmış beş yaşında iken, şehit edilmiştir. Künyesi Ebul Mugis’tir.Genç yaşta seyahate başladı. Henüz çocuk denilecek bir yaşta, on sekiz yaşında, Abdullah Tusterî’nin hizmetine girdi. Sonra Basra’ya gidip, Şeyh Osmani Mekkî ile sekiz yıl sohbet etti. Bağdat’ta Cüneyd-i Bağdâdî ile buluştu. Üç kere hacca gitti. Yakup Akta kızını verip, kendine damat edindi. Basra, Hindistan ve Arabistan’da, elliden fazla şehir dolaştı. Kendisini anlayama­dıkları için, hepsinden de kovulmak suretiyle ayrıldı.Bir gece ve gündüzünde bin rekât namaz kılardı. İdam edileceği gece, beş yüz rekât namaz kılmıştır. Bu kadar çok namaz kıldığı için kendisine sorulan “Sen bu üstün derecedeyken, bu kadar ağır yükün altına niçin giriyorsun?” sorusuna:- Allah dostlarına ne rahatlık tesir eder, ne de işkence. Onlar bu sıfatlar­dan fânidirler, diye cevap vermiştir.Bir gece, pamuk balyalarının yanından geçerken bir nazar etti; bütün pamuklar balyalardan çıkıp, cinsi cinsine ayrıldı. Bu sebeple kendisine “”Hal­laç” lâkabını koydular. Bir gün odasına giren birisi, Hallac-ı Mansur’un etrafında bir akrebin gezindiğini gördü ve Öldürmeye davrandı. Mansur mani oldu ve:- Bırakın, ilişmeyin. O, on iki yıllık arkadaşım benim; etrafımı dolanırdurur, dedi.Hallac’ın idam edilmesinin sebebi, “Ene’l- Hak – Ben Hakk’ım” sözü ise de hakikî sebebi: “Peygamber Efendimiz, mi’râcta Ettehiyyatü duâsını okur­ken, “Ve alâ ibadillâhis salihin” ifâdesini daha şümullü olarak söylemesi gerekirdi” diyerek itirazda bulunmasıdır. Bu itirazdan sonra Cenâb-ı Peygam­ber Efendimizi (s.a.v.) mânâda gördü:306HALLAC-I MANSUR (K.S)- “Fa Mamurl Hakkımızda böyle bir düşünceye sahip oldun mu”suâline:- Evet Ya Resûlullah! diye cevap verdi.İki Cihan Serveri’nin (s.a.v.):”O dakika, o kelâmı söyleyen ben miydim, Allah’mıydı?”” suâlini işitince:Aman Ya Resûlullah! demek suretiyle, kabahatinin büyüklüğünü ve affının ne derece güç olacağını anladı. Bu suçunun dünyada mı yoksa âhirette mi af edilmesi kendisine sorulduğunda:Dünyada, cevabını verdi.Öyleyse, başınla öde! dendi ve cezası tebeyyün etti.Ve o günden sonra, “Ene’l- Hak” feryâdına başladı.(*) Halk Hallac-ı Mansur’un “Ene’l- Hak” sözünden çekinmeye başladı. Bir kaç bîçare birlik olup, halifeye şikâyet ettiler. Halife, Mansur’u yanına çağırdı ve “Ene’l- Hak” dememesini, “Hüvel Hak” demesini istedi. Hallac:- Bizim için de öyledir. O’ndan gayri ne var ki? dedi.Fakat bu ifâdesi kâfi gelmedi. Zamanın veziri İsa, onu zindana attırdı. Pek çok ulemâ katli için fetvâ verdi. Hatta Cüneyd-i Bağdadî’den de fetvâ istediler. Cüneyd-i Bağdâdî:Biz onun dışına hükmederiz ki, tepelenmelidir. Ancak içini Allah bilir, dedi ve fetvayı yazmadı. Fakat Hallac’a şöyle dedi:Tez ola ki, seni ağaca asarlar, etlerini parça parça ederler. Mansur da:- Beni ağaca astıkları gün sen yüzünü değiştirirsin, başka bir elbisegiyersin. Benim katlime fetva verirsin, dedi.Hallac-ı Mansur hz. zindanda bir yıl kaldı. İlk zamanlar dostları gelir, ders alırlardı; sonra bunlar da yasaklandı. İbni Atâve Abdullah-i Afif ziyaretine gittiler ve:Sözünü geri al da, kurtul, dediler.Ben ne dedim ki, özür dileyeyim? Halik’i koyup halka yalvarmam! mukabelesinde bulundu.İbni Atâ ağlayarak:- Biz, Mansur’un onda biri olamayız, demekten kendisini alamadı.(*) Aslında “Ene’l- Hak – Ben Hakk’ım” sözü; “Ben yokum, yalnız Allahü Teâlâ vardır” demektir. Bâyezid-i Bistâmî’nin “Sübhane ma azama şani” sözünü ve buna benzer sözleri, “Tevhîd-i Şühûdî” olarak bilmemiz gerekir. Böyle olursa şeriata uygun olur. Zira Şeriat Kâl’asından bir taş alanın, o kovuğa kellesini koyarlar. Şeriat böylesine âlî bir kapıdır. Bu büyükler, o hâl içinde Allahü Teâlâ’dan başka hiç bir şey görmeyince, bu sözleri söylemişler ve “Allahü Teâlâ’dan başka bir şey yoktur” demek istemişlerdir.HZ. MUHAMMED (S.A.S.)’IN VARİSLERİ307Bir gece ziyaretine gelenler, onu zindanda bulamadılar.Nerede idin? diye sorduklarında:O gece Allahü Teâlâ’ya vardım, dedi.İkinci gece, ne Mansur ne de zindan vardı. Yine sorduklarında:- O gece Allahü Teâlâ bize geldi, diye cevap verdi.Zindana ilk girdiği gün içeride üç yüz kişi vardı. Onlara:İsterseniz sizi azâd edeyim, dedi. Onlar:Eğer elinden gelen bir iş ise kendini azâd et, dediler. Bir parmak işareti ile kapılar açıldı.Buyurun dışarı! dedi. Ona:Sen de gel! dediler.Siz gidin, benim Allahü Teâlâ ile işim var. Yerine getirmem gerek! dedi.Halifeye durum bildirildi. Halife:- Ya öldürün, ya da sözünden döndürün, dedi.Ziyaretine gelen yakın bir dostuna, “Kendisinin idam edileceğini, Dicle nehrinin bu işe tahammül edemeyip kabaracağını ve Bağdat’ı mahvedeceğini” haber verdi. Üzerindeki abasını o kimseye teslim etti. O zaman gelip de Dicle nehri kabarmaya başlayınca, teskin olabilmesi için, üzerine abayı atmasını tembih etti.Ertesi gün asmaya götürdüler. Halk toplanmış, galeyâna gelmişti. Taş, toprak atmaya başladılar. Gözlerini yumdu. “Hak, Hak, Enel Hak” dedi. Şeriata uymak için, taşlara hiç ses çıkarmadı. Lâkin kendisine gül atan Hz. Şiblî’ye bakıp:Ah! dedi.Neden gül atılınca, ah ettin? suâline, cevâben:Taş atanlar, bilmeden atıyorlar; ama Şiblî, bilerek atıyor dedi. Elini kestiklerinde güldü.Neye güldün? dediler.- Sıfat eli kesilmesin; ki onunla, hizmet sarığını arş altından aldım vebaşıma giydim, dedi.Ayağını kestiler, güldü.Niçin?” denilince:Bu ayakla dünya seferini eylerim. Kesilirse, gam değil himmet ayağım dursun! Onunla âhiret seferini eylerim. Elinizden gelirse, onu kesin! dedi.Ellerini dirseklerine kadar kana buladı ve yüzüne sürdü.Bu ne hâl? dediklerinde:Benden kan gitti; bilirim ki benzim sarardı. Korktuğumu sanmayasınız diye yüzüme sürdüm, dedi.308HALLAC-I MANSUR (K.S)Ya dirseklerine kadar niye sürdün? dediklerinde:Aşk abdesti aldım; ki aşk namazının iki rekâtı düzgün değildir. Tâ ki âşık, kendi kanı ile abdest almayınca! dedi.Dilini kesmeye başladılar.Sabredin, yalvarayım Cenâb-ı Allah’a dedi ve şu duâyı yaptı:İlâhî! Bu bana ettikleri zahmeti, senin şer’in ve buyruğun yerine gelsin diye yaparlar. Bunların suçu yoktur. Senin rızan için yaparlar dedi.Gözlerini oyup, kulaklarını kestiler. Akşam vakti ruhunu teslim etti. Ertesi gün asıldığı yere geldiklerinde, her bir parçasından “Ene’l- Hak” sesleri geliyordu. “Fitnesi buraya da geldi” dediler. Yaktılar ve küllerini Dicle nehrine attılar. Nehir kabardı. Büyük bir âfeti önlemek için, vasiyeti üzerine abasını nehre attılar; nehir sakinleşti. Asıldığı gece Meşâyih’ten bir zât, namazdan sonra hatiften bir ses duydu:- “Biz Hallac’a sırrımızdan bir sır gösterdik, açıkladı. Sultanların sırrınıaçıklamasının cezası budur.”Hallac-ı Mansur’un hikmetli sözleriMârifet, eşyayı mânâda yok görmekten ibarettir.Hak’tan gelen ilhâm odur ki; hiç bir fikirde, ona karşı durabilmek mecâli olmasın.
Dünyayı terk etmek, nefsin zühdüdür. Âhireti terk etmek, gönlün zühdü. Kendi kendisini terk etmekse, canın zühdü olur.Sabır mı dediniz? Bakınız, sabır nedir? Elinizin, ayağınızın kesilmesi, darağacında sallandırılmanız ve “gık” demeden katlanmanız; işte “sabır” budur!Hapisteyken dervişin biri: “Aşk nedir?” diye sordu. “Bugün, yarın görürsün” cevabını verdi. O gün Mansur’u astılar, ertesi günü de cesedi yakılıp, külü Dicle nehrine atıldı.Darağacında Mansur’a, “Tasavvuf nedir?” denildi. “Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz hâldir” dedi. “Ya ileri derecesi?” denildiğinde, “Onu görmeye sizde yol ne arar?” dedi.Konuşan diller, susan kalblerin helâkidir.İhlâs, bulanıklık şâibesinden ameli arındırıp, duru hâle getirmektir.Fakir, Allah’tan başka herşeyden müstağni olan ve Allah’a nâzır olan kimsedir.”Hulûk-ı Azîm, yüksek ahlâk” (Nun, 68:4); Hak Teâlâ’yı tanıdıktan sonra, halktan gelen eza ve cefânın, insana tesir etmemesidir.Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*