Genel

HEYKEL

HEYKELheykel

Can Çekişen Galyalı:

Roma dönemi, mermer kopya. Yunan dönemi bronz orijinalinin Epigonos’a ait olduğu sanılmaktadır (Capitoiium Müzesi, Roma).
İÇİNDEKİLER

MADDE VE MEKÂN ESTETİK ANLAYIŞI VE KURAMLAR HEYKELİN TOPLUMDAKİ YERİ AVRUPA’DAN POLİNEZYA’YA MISIR HEYKELCİLİĞİ YUNAN HEYKELCİLİĞİ ETRÜSK VE ROMA HEYKELCİLİĞİ ERKEN HIRİSTİYAN VE BİZANS HEYKELCİLİĞİ ORTAÇAĞ HEYKELCİLİĞİ RÖNESANS HEYKELCİLİĞİ BAROK ÇAGl’NDA HEYKEL YEM KLASİK HEYKEL ANLATIM ARAYIŞLARI XX. YY HEYKELCİLİĞİ
Taş yontucu.

Çekiç ve heykelci kalemiyle doğrudan yontma yöntemini kullanan Cavah bu heykelci binlerce yıldır yapılagelen hareketleri yinelemektedir.
Heykel her ne kadar bütün medeniyetlerde var olmuşsa da, biçimleri ve önemi alabildiğine farklılık gösterir. İlk heykeller tari-höncesine kadar uzanır: kayalıklardaki barınakların duvarlarına kazınmış hayvan figürleri (Eyzies dolayları, MÖ 21 000; Dordog-ne, Fransa); Wilkndorf Venüsü (MÖ 21 000, Avusturya) veya Les-pugue Venüsü (MÖ 21 000, Fransa) gibi heykelcikler, Homo faber’in zanaat faaliyetlerinin başlangıcı sayılabilir. Görüldüğü gibi heykel sanatı, Paleolitik Çağ’da Avrupa’da doğmuştur.

Heykele daha sonraları Ortadoğu medeniyetlerinde rastlanır. Mezopotamya’da IV. ve II. binyıllar arasında Babil ve Sümer sanatı gelişir, Gudea döneminde çarpıcı bir gerçekliğe ve ifade gücüne sahip tasvirler doğar. Daha sonra Asur sanatı ortaya çıkar (MÖ IX.-VII. yy). Aynı dönemde MÖ 2 900’den 500’e kadar Mısır heykelciliği gelişir. Buna paralel olarak Girit’te Minos sanatıyla birlikte ilk heykeller yapılır (MÖ 2 000’e doğru). Kiklad Adala-rı’nda da Kiklad türü idoller ortaya çıkar.

MÖ VIII. yy’dan itibaren günümüze kadar figüratif heykel, Yunanistan’dan Roma’ya, daha sonra Batı ülkelerinin bütününe uzanarak Avrupa’da hemen hemen kesintisiz bir tarihe sahip olur.

Uzakdoğu medeniyetleri, dünyanın diğer kesiminden bağımsız gelişmelere tanık olur. Hindistan’da MÖ III. yy’a doğru doğan heykelcilik, Cava Adası’ndaki dev Barabudur heykelleri (VIII. yy) ve Angkor süslemeleriyle (XII. yy) doruğa ulaşır. İlk Çin heykellerine MÖ X. yy’da rastlanır ve altın çağını Tang İmparatorluğu döneminde, VII. yy ile X. yy arasında yaşar. Japonyada ise, V.-XI-I. yy arası bazı dinî heykeller istisna edilecek olursa, heykele genel olarak pek önem verilmez.

Dünyanın diğer kesimlerinde, Afrika’da, Okyanusya’da ve Ko-lomböncesi Amerika’da heykel çoğunlukla büyülü, önemli bir role sahiptir. Heykel, zanaatkârlarm çalışmalarının meyvesidir. Hâlâ «ilkel» olarak nitelendirilse de Batı’da soylu kabul edilir. Kesin bir tarih saptamak zor olsa da, heykelin çok eski zamanlara kadar gittiği ender görülür. Ancak Meksika’da MÖ VII. yy’dan kalma Ölmeklere ait heykelcikler bulunmuştur.
MADDE VE MEKÂN

Bütün sanatlar arasında heykel sanatı belki de madde nun en fazla önem kazandığı sanattır. Yaratım tekniği n olsun üçboyutlu biçimler yaratan her sanat heykel olara dirilir.

Teknikler. En eski teknik yontma tekniğidir. Bu teknil meyi adım adım yontarak azaltmaya dayanır ve her tür m ye uygulanabilir: her çeşit ağaç, taş, fildişi, kemik, beton ren, vb. Yontma iki türlü olur: doğrudan yontma işleminde bir desene veya üçboyudu bir taslağa bakarak blok ma yontar ve eserin biçimini işlem boyunca yaratır. Doğrud; ma yöntemi herhangi bir düzeltmeye olanak tanımayar çalışmadır. Antikçağ’da, Ortaçağ’da ve Rönesans dönemi lanılan bu usûl, XIX. yy sonu, XX. yy başında yeniden mc

İkinci yontma yöntemi noktalama yöntemidir. Sanatç çıkararak, eserinin modelini yaratmakla yetinir, asıl ma yontmak işiniyse beraber çalıştığı arkadaşlarına, asisfc pratisyenlere bırakır. Böylece hem zaman kazanır, hem medi yontma işinden kurturlur, ayrıca pahalı bir malzeı yan etme riskinden de kurtulur. Modelin sert malzeme i röprodüksiyonu hemen hemen mekanik bir işlemdir v sans’tan bu yana, XIX. yy’da daha geliştirilmiş olan bir « ma makinesi»nin yardımı ile yapılır.

İkinci geleneksel heykel tekniği, modlaj tekniğidir; ad: malzeme eklemeye dayanır. Heykelci iskeletli veya iske) iç çekirdekten yola çıkar ve bunu yumuşak bir malzeme kum, sentetik reçine) kullanarak büyütür. Her an malzeı me veya çıkarma olanağı vardır, kalınlık ayarlayabilir, t de değişiklik yapılabilir. Böylece çalışma özgürce yönlı Model bittiğinde alçıdan kalıp alınır. Sanatçı bu kalıp i de oynayabilir.
HEYKEL

Heykel sanatı paradoksal bir sanattır. Meydanlarda sergilenen, çoğunlukla dev boyutlardaki bu eserlere şöyle bir bakılıp geçilir; yapımı ruhsal bir yeteneğe dayansa da bedensel bir çaba ve birçok araç gereç gerektirir; zamana ve sonsuzluğa adanmış gibidir, ama pek az incelenir ve ender olarak korunur; ayrıca insanlığın en eski sanatlarından biri olmasına, MÖ XX. binyıla kadar uzanmasına rağmen, XX. yy sanatında yeri olup olmadığı sık sık tartışılmaktadır.

:_3. kullanılan teknik budur; fakat daha sonra asıl mal-;. – eserin gerçekleştirilmesiyle uğraşılmasını gerektirir. Bu :. ; kalıp kullanılabilir veya bronz döküme gidilebilir. Bu-

– i: sanayilerinin en büyük özelliği olan ince işçilik gerekir, jvvel türleri. Çervesine ve görüntüsüne göre her heykel

– ~_re girer. Eğer mimarî bir bütünün öğesi ise anıtsal hey-

– r-aşına bir eserse bağımsız heykel adını alır.

—zz ile tamoyma arasında aslî bir ayrım vardır. Bir fon -:; verilen biçimler, gerçek hacmin en az dörtte üçüne eş-V-eykele kabartma (rölyef) denir. Üzerinde yalnızca iş-

– ır-_3i varsa «oymalı kabartma», eğer biçimler gerçek hac-

■ – ;r:dan azsa «alçak kabartma», çıkıntılı yerler ele alınan

■_ – ;nrtte üçü ile yarısı arasında yer kaplıyorsa «yüksek ka-

– ; est: söz edilir.

•• v.î ise bir fon üzerine oturtulmamış heykeldir. Etrafında

– -.ti açıdan görme olanağı vardır ve tasvir edilen objenin en

vçüne denk düşen bir hacimdedir. Bazı tamoyma eser-:t. s:r şekilde ifade edilmesi âdet olmuştur. Bir figürü (in–: -ran, düşsel varlık) tam olarak tasvir eden tamoymaya ;. crtak bir eylemle birbirine bağlı birçok figürü tek bir ka-;. – -.de tasvir eden tamoymaya «grup heykel» adı verilir.

, e bacakların olmadığı beden heykeline «tors» denir. Baş, . – rr^azlann bir kısmı, kollar, göğüs ve karından oluşan hey-rrjst» denir. Göğüs enine kesilmişse Antikçağ üslubu, : -,-jvarlak veya piramit biçiminde uzayarak temas ediyor–: —es üslubu» denir.

: T- heykeli yapılan nesneye oranla formatına gelince, doğal -_ zr aşılmışsa kolos (dev boyutlu), boyutlara uyulmuşsa doğal aslmdan biraz daha küçükse ufak boyutlu, yarısına eşde-boyutlu heykelden söz edilir.

STETİK ANLAYIŞI VE KURAMLAR

: ! £. dinî alana diğer sanatlardan daha yakındır. Amerikalı totemleri, Afrikalıların fetişleri bir yana, bu gerçek, Do-îErhklarında ortaya çıkar, çünkü heykelin işlevi tanrıları ve ; ~ asları resimlemek, din için gerekli tapınma nesnelerini —aktadır. Bu işlev Ortaçağ’da vardır; XIX. yy’da Batı’da da ;;rülür. Baudelaire şöyle der: «Uygarlık denizinde ihtiyar-: e-.ıensel yaşamın en önemli belgelerini içinde barındıran

– _r şehirden geçerken gözleriniz göğe kayar; çünkü meydan-: ?~e başlarında, ayakları altından geçenlerden daha büyük, ;sız insanlar sessiz bir dille size şehitlerin, bilimin, savaşın,

stuhteşem efsanelerini anlatırlar; […] insanların en dertsi-: : .sanız da; […] taş hayalet sizi bir an etkisi altına alır ve geç-l bu dünyaya ait olmayan şeyleri düşünmenizi emreder.

■ ivn kutsal görevi işte budur» (1859).

. zzzâ rol heykelin cenazelerdeki işlevine yakındır. Heykelin

– .-aya Yunan stellerinden günümüz mezar süslemelerine ka-:;_en zaman diliminde cenazelerde hep yeri vardı. Ölene ha-

l jialmayı garanti etmese bile hatırasının kalıcılığını sağlar. Bu işlevine rağmen, belki de el işçiliğine dayandığı için, hey–vmarî veya resme oranla daha az kuramsal gelişmeye tanık

•dsçağ’dan günümüze bir heykelcilik kuramı kalmamıştır. _e:tos Kanon adlı bir kitap yazmışsa da günümüze bunun an-: imadan yazılan özetleri ulaşmıştır. Bu özederden, sanatçı-redeninin oranlarına dikkat etme yoluyla güzellik yaratımı–rallar getirmeye çalıştığı gözlenir. Bu görüş heykelin figüra-: Seriyle bağıntılıdır ve yüzyıllar boyu resim kuramlarında da-E geliştirilmiş haliyle karşımıza çıkar.

::naiı yazar Plinius (Yaşlı) «Doğa Tarihi» (Naturalis Historia) etabında heykel üzerine Antikçağ düşüncesinin birkaç fark-esini iletir. Heykelciliği modlaj, yontma ve tunç sanatları ol-uzere bölümlere ayırır. Teknik kriterlere dayanan bu aynm medeniyeder için geçerlidir. Günümüzde de aynı şey söz ko-iur. Bu görüş XV. yy’da Alberti’nin «Heykel Üzerine» (De Sta-=dlı eserinde nedik kazanır. Burada heykel kuramlarının mal-e ve malzemenin işlenmesi sorunlarıyla yakından bağlantılı ğu kamdamr.

uğrudan yontma tekniğini kullanan heykelci, maddeden çıkar ve bu maddede yaratılması gereken bir biçimin saklı ğunu varsayar. Michelangelo şöyle der: «Mermerin kendi :e barındırmadığı bir düşünceyi heykelcinin bulup ortaya rması olanaksızdır.» Dolayısıyla sanatçının görevi malze-e kulak vermek, orada zaten var olan eseri gün ışığına çıkartır. Aklını kullanarak bir şey icat etmesi söz konusu değil-<X. yy’da doğrudan yontma tekniğine yenilik getirenlerden
biri olan Brancusi’nin dediği gibi: «El düşünür ve malzemenin düşüncesini izler». Malzemeye duyulan bu saygı zamanımızın iki akımına kuramsal temel oluşturur: birincisi heykel sanatının yeni malzemeler kullanılarak geliştirilmesi ve getirilen yenilikler yoluyla yeni biçimlerin de yaratılması; İkincisi ortada işlenen bir konu olmaksızın malzemenin ruhu ve gerçeğinin araştırıldığı soyut heykel.

Mermeri yontan Italyan heykelci tasviri insana, genellikle taslak çalışmasının metafizik boyutunu düşündürür. Toprak, su ve çamurdan insanı yaratan Tanrı gibi bir heykel yapmayı tasarlayan usta da bir biçimi özgürce işler, bir hiçten başlayarak heykelini yaratır. Rodin bu özdeşleşme fikrini Tann’mn Eli adlı eserinde so-mudaştırır. Burada Tanrı erkek ve kadım yaratmak için toprağa biçim vermektedir. Yaratıcıya özgü hareketler görülür (Rodin aynı heykelin bir de mermerden versiyonunu yapmıştır). Bütün sanatlar içerisinde heykel bu açıdan hayal dünyamızda en çok yankı yaratan sanattır.

Bir heykeldeki estetik kurallar yaratım yöntemleriyle yakın ilişki halindedir. Mermer bir eserde ince ince işlenmiş kısımlarla kaba haliyle bırakılmış kısımlar arasındaki kontrastın nedeni budur. Michelangelo belki isteyerek, belki istemeyerek birçok eserini kısmen yarım bırakmıştır. Fakat bunlar gene de öyle güzeldir ki, Rodin gibi pek çok heykelci de onu taklit etmiştir.

Aynı şekilde ilkel eserlerin güçlü ve tam yontulmamış hali, basit taslak işçiliğinden kaynaklanır. Hatta bazen yüzeyler hiç işlenmez, böylece küde görüntüsü kuvvedenir. Antikçağ, Ortaçağ, Afrika ve Okyanusya heykellerinin çoğunda yeri olan boyama ise, estetik bir seçimden çok, eserlerin dış yüzeyini koruyan ve bu sayede ömürlerini uzatan bir öğe olmuştur. Yüzyılımızda yeniden keşfedilen bu renk kullanımı (çokrenklilik) yalnızca süsleme amacına dönüktür. Estetik etkilerin, başlangıçta teknik olma kaygısından doğduğu böylece ortaya çıkıyor. Bu durum heykel sanatının manevî veya estetik boyutunu teknik gerçeğe yakınlaştırıyor.
Etienne-Martin (alttaki resim) atölyesinde çalışırken (1964).

Sanatçı ünlü «Konutlar» adlı eseriyle ve Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda verdiği derslerle Fransız heykelinde iz bırakmıştır. Tıpkı Yeni ZelandalI bu heykelci gibi (üstte) ağacı diğer malzemelere yeğlemiştir.

– .. oynamışlardır, çünkü böylece sanatçılar yeni mo-. — _§, akademik gelenekten kaçabilmişlerdir. Mesela

— rlsr. fovizmi ve Nabileri, zenci sanatı, kübizmi et-
HSIR HEYKELCİLİĞİ

_ ‘ sykelciler genelde granit veya porfir gibi sert taşlarla

■ . ■ Tvıkuyla ortaya konulan biçimlerdeki amaç, sonsuz-_ _ – . 3 000 yıl boyunca üslup hiç değişmedi. Cepheden

– ■. • . :_._r.a sıkı sıkıya bağlı kalındı. Baş, gövdenin üst bölü-_■ ;-isr^nde, kollar bedene yapışık konumdaydı. Bu da ki-

: > .z=sL bir boyut kazandırıyordu.

çoğu zaman bir alçak kabartma sanatı olarak kar-

-___•: Çıkıntılar azdır. Ytlan-Kral Steli’ nde olduğu gibi (MÖ

:: rr_ kişiler profilden resimlenir. Bu eserdeki şahin-yılan

– r_r, boş bir fon üzerinde en sade haliyle belirir. Tahta, -. i vî cam hamurundan yapılmış heykelciklerin yanı sıra

– : ■ de bulunmuştur. Büyük kaya parçalarına oyulmuş . rv dev heykellerin en güzel örneğidir. Akıl almaz bü-. -_r kayadan yontulmuş insan başlı dev aslan heykeli Gi-•: j. -Vlö 2500’e doğru, Kahire yakınlarında) hem kültesel-

■ : – -î bütünlük görüntüsü açısından değer taşır. Pençeler _ r ;=iiıilen ekleme taşlarla yapılmıştır.

üzerine kurulmuş olsa da, Mısır heykelciliği ger-… • = • -zaklaşmaz. Louvre Müzesi’nde bulunan Bağdaş Kur-

O 2700’e doğru) bu açıdan çarpıcı bir eserdir. Duruş-“ ; “ y-ızdeki güçlü ifadeyi etkilemez. Gövdeye uygulanan

■ t ;:z çukurlarına kakılan siyah beyaz mine, figürden ta-_î: saha da vurgular.
M Ztğ dan kalma, kireçtaşından heykelcik

„r • -■ fr sji Müzesi, Sardinya, İtalya).
HEYKEL VE EDEBİYAT

Alman yazar ve filozof Lessing, görsel sanatlar ile edebiyat arasındaki ilişkiler üzerine düşüncelerini Laokoon (1766) adlı kitabında dile getirdi: «Laokoon;un feryatiarını niçin heykelci değil de şair ifade eder? (…) Özellikle Eski Yunan düşüncesinde, bedensel acı içinde kıvranırken feryat etmek ruhun yüceliğiyle bağdaşmaz değildir, peki heykelcinin bu durumu mermer figürde ifade etmekten vazgeçmesine ne demeli? Heykelcinin bu feryadarı bile bile ifade eden rakibiyle, yani şairle (Ver-gilius) ayrı düşmesinin bir başka sebebi daha vardır (…) Heykelci, güzelliği bedensel acıyla bağdaşır bir şekilde sunmak istiyordu. Bedensel acı bedeni bozucu şiddet yüzünden güzellikle bir araya gelemezdi. Öyleyse, feryadar alçak bir ruhun göstergesi olduğundan değil, yüze itici bir görünüm kazandırdığından heykelci bunu en aza indirmek, feryattan iniltiye dönüştürmek zorundadır. Laokoon heykelini seyrederken onu ağzı tamamen açık olarak hayal edin ve feryat ederken düşünün, göreceksiniz. Bu, acıma hissi uyandıran bir görüntü olurdu, çünkü hem güzelliği, hem de acıyı aynı anda ifade edecekti; halbuki Laokoon bakışlarınızı kaçıracak kadar heybetli ve ürkünç bir heykel(…) Tamamen açık bir ağız, resimde bir leke, heykelde ise bir çukurdur. Bunlar, yüzün geri kalan kısmının çarpık ve buruşuk itici görünümü hesaba katılmadan, şok edici bir etki yaratır.»
YUNAN HEYKELCİLİĞİ

Antikçağ’daki Yunan ve Roma heykelciliği XIX. yy ’ın sonuna kadar biçimsel açıdan tüm zamanlann en başarılı sanatı olarak görüldü. Gerçekçilik arayışıyla biçimlerde kusursuzluğa erişme kaygısını birleştiren bu sanat, Batılı heykelcileri derinden etkiledi.

Kiklad’dan Miken’e. Bilinen ilk eserler Kiklad Adaları ve diğer Yunan adalarındaki MÖ 2 500’den 2 000’e uzanan Kiklad putlarıdır. Üslubunun ön plana çıktığı bu şemalaştırılmış insan figürleri, son derece modem bir giz duygusu uyandırır. Yazılı belge olmadığından bu putların hangi şartlarda, ne amaçla yapıldığı hâlâ bilinmemektedir.

Miken ve Minos medeniyetleri iki farklı türde heykelin doğuşuna tanık oldu. Mezarlardan çıkarılan ince iş ürünü eşyalar arasında güçlü bir gerçekçilik yansıtan altın maskeler çoğunluktaydı (MÖ 1500’e doğru). Hatta bunların, ölülerin yüzleri üzerinde çalışılmış maskeler olduğu sanılmaktadır. Amaç, ölenlerin yüzlerini ölümsüzleştirmekti. Öte yandan taş yontucuları Miken’deki 3 m yüksekliğindeki Aslanlı Kapı (MÖ 1300’e doğru) gibi dev eserler de ortaya koyuyorlardı. Bu saray kapısının üzerindeki kirişte, yukarı doğru genişleyen bir direk (bu Girit saraylarında rastlanan direkleri andırır) ve bu direği çevreleyen iki aslan figürü bulunur. Aslan heykelleri sarayın koruyucusu gibidir. Uygulamasındaki canlılık, işlenen temayla kusursuz uyum içindedir.

Kuros ve kore. Eski Yunan’daki (MÖ 700-480) heykelciler ku-
Bayon Tapınağı’ndakialçak kabartmalar. Khmer sanatının son döneminde görülen Apsaraslar (dansçı tanrıçalar), XII. yy sonunda inşa edilen Angkor Thom Manastın içinde yer alır.
M

ros («genç adam») ve kore, («genç kız») temaları üzerine yoğunlaşıyorlardı. Önceleri geometrik kompozisyonlar ve sert kabartılar egemendi. Daha sonra mermer yavaş yavaş canlanmaya, kuros ve kore gerçek görünümü kazanmaya başladı. Kerameikos Hera’st adlı heykel, sütun biçimine rağmen çok daha titreşik kabartılara sahiptir. Kerameikos eseri Tanrıça Hera’ya adadığı için heykel bu adla anılır (MÖ 575’e doğru). Giysiyi oluşturan yivlerin ardında bir bedenin diriliği hissedilir. Peplos Giymiş Kore (MÖ 530’a doğru) bu üslubu en eksiksiz biçimde yansıtır. Biçimlerin idealleştirilmesi, anatomik ayrıntıları engellemez. Yüzdeyse o dönemde bulunan eski çağa özgü gülümseme vardır. Erkek heykelleri aynı paralelde gelişir. Kleobis ve Biton adındaki iki adetin geometrik bedenleri (MÖ 570’e doğru) daha sonra canlı bir anatomiye dönüşür. Bunun ilk örneği Pireli Kuros’tur (MÖ 520’ye doğru). Cepheden görüntü kuralına uyulur, ancak eser canlılık kazanmaya başlar.

Klasik dönem. Bu dönem (MÖ 500-323) insan bedeninin gerçekçi yaklaşımla incelenmesi ve biçimlerin idealleştirilmesi arasındaki uyumlu birleşmeyle belirgindir. Apollon onuruna düzenlenen oyunlarda galip gelmiş savaş arabacısını betimleyen Delfoi Auriga’sı (MÖ 475’e doğru) duru ve dingin duruşu ve torsonun bacaklara oranla hafifçe bükülmesiyle ünlüdür. Dozu iyi ayarlanan simetrisizlik, bedenin ve yüzün ayrıntılarım incelikle ortaya koyan tunç oymacılığını öne çıkarır. Yaklaşık yüz-yüz elli yıl sonra Polikleitos Doriforos figürünü (mızraklı asker) yaratarak ün kazanır. Bu heykellerden günümüze yalnızca Roma dönemi kopyaları kalmıştır. Bu eserde kişinin sağ bacağı destek vazifesi görürken, diğek bacak dinlenmektedir. Kalçanın bu hareketi esere ayrıcalık veren bir buluştur. Günümüze ulaşamamış bir de kitap yazan (Kanon) sanatçı, burada güzellik kavramını matematiksel oranlar üzerine oturtmuştur. Aynı dönemde Miron Disk Atan Atlet’i yaratır. Hareketin betimlenmesi açısından çok önemlidir. Bugüne yalnızca kopyaları kalmıştır. Adetin bedeninin bükülmesi ve kasların gerginliği, mermerin hareketsizliğine çok güçlü bir dinamizm katar.

IV. yy’da, heykelciler klasik dönemin ilkelerini daha esnek bir yaklaşımla yeniden ele aldılar. Praksiteles akıcı ve şehvedi bir biçim kabartısı yarattı. Çocuk Dionisos’u Taşıyan Hermes (MÖ 350’ye doğru) adlı grupta tanrıya ait erkek bedeninde çarpıcı bir esneklik görülür. Sanatçı, kadın heykeline de yenilik getirir. Knidos Af-rodit’i (MÖ 350’ye doğru) adlı eseri kopyalan sayesinde tanınmıştır. Çok sayıda kopyasının olması, eserin ne kadar ünlü olduğunu gösterir. Praksiteles’in Afrodit’i Antikçağ’dakilerin gözünde heykel sanatının zirvesini simgeler. Yunan heykelinde ilk kez, kadın bedeni çıplak olarak görülmekte ve daha önce benzerine rastlanmayan bir cinsellik havası yaymaktadır.

Anıtsal heykelciliğe gelince, klasik sanat, gerek alınlıkların alçak kabartmalarıyla, gerekse lon geleneğinin frizleri veya Dor geleneğinin triglifleri (üçüz yiv) arasına yerleştirilen metoplarıy-la tapınak süslemelerine bağlı kalır. Burada sürekli bir gelişme gözlenir. Aigina’daki Afaia Tapınağı (MÖ 500-480’e doğru) alınlıkları, aralarında hiçbir bağıntı olmayan bağımsız ve yan yana konmuş figürlerden oluşur. Ama Olimpos’taki Zeus Tapınağı (MÖ 472-456) hem konu, hem de kompozisyon açısından birbi-riyle ilişkili kişiler içerir. Bu tapınağın metoplarında, Herakles’in on iki işi yer alır. Fakat kahraman hiçbir zaman tam eylem ha-
lindeyken gösterilmez. Çok basit olan kompozisyon, nerec simetrik dikey çizgilerle dengelenir, konudan sonra harekel ğil, dinginliğe değer verilir. Heykelci Feidias bu arayışları sc ulaştırır. Altından ve fildişinden dev heykellerin yaratıcısı Olimpos’ta Zeus, Partenon’da Athena. Bu heykeller kaybo! tur ama Partenon’un (MÖ 447-432) frizleri ve alınlıkları as’ın sanatını tanımanıza yardımcı olur. Frizde Panatenaia t lan resmedilir. Atmalıların her dört yılda bir düzenlediklı geçit töreninin amacı, tanrıça Atena için örülen yeni örtüyi dişine sunmaktadır. Bu uyumlu kompozisyonda hem ger hem de idealist bir üslûpla yontulmuş 350 insan ve 200 h. figürü vartır.

Helenistik heykelcilik. Helen dönemi (MÖ 323-100’ klasik eserlerin tekrarlandığı, hem de yeni buluşların ortay; ğı bir dönemdir. Milo Venüsü (MÖ 200-100), içinden hayat ran mermerlerden biri olmasına rağmen, sonuçta klasik es< bir taklididir. Çarpıcı veya gerilim dolu figürler farklılık ; Bunlar klasik sanat tarafından reddedilir. Zeus Sunağı (MÖ doğru) anıtsal eserlerin en mükemmelidir. 130 m uzunluğı alçak kabartmalı friz, tanrılarla devler arasındaki destansı temasım tutku ve abartıyla işler. Güçlerinin doruğunda gös kişiler, acının ölüme kadar giden bütün aşamalarından ge< etkileyici ve tiyatro niteliği taşıyan üslûp göz kamaştırıcı on’a (MÖ 100’e doğru) esin kaynağı olur. 1506’da Roma’d zılar sırasında bulunan eser, biçim kabartısındaki enerjisiy ta Michelangelo olmak üzere birçok heykeliciyi kendine ‘ bırakmıştır. Truva kahramanı Laokoon ve iki oğlu, kendileı ğan yılan tarafından çepeçevre sanlmış bir halde ölümün k; da üç farklı tutum sergilerler. Soldaki oğul, son nefesini ve
AUXERRELİ KADIN

Paris’te, Louvre Müzesi’nde korunan bu eser, Fransa’nın Auxerre şı vannda bulunan bir koleksiyonda yer aldığı için bu adı almıştır. Köl linmeyen bu heykel, kireçtaşından yontulmuştur ve gerçek insanc çüktür, yaklaşık 75 santimetre yüksekliğindedir. Sanat tarihçileri Au Kadın’ın MÖ VII. yy’ın ikinci yansında yapıldığını sanmaktadır. ’ genel olarak Dor üslubuyla benzeşir. Cepheden görünümdeki usta Yunan’da farklı kore türlerine yakındır. Geometrik çizgilerin üştür rağmen (plisesız giysideki kare desenler, saç modelinde dikkati çe metrik düzen) kütleselliğin öne çıktığı bu kutsal figürde kadın b< doğru orantılar verme girişimi olarak yorumlanabilir. Gülümseyişt ginlik ve elin konumu daha insansı bir hava yaratma isteğini yansı
«Tui Kadını»:

Yeni İmparatorluk döneminde ağaçtan yontulmuş Mısırlı Kadın heykelciği (Louvre Müzesi, Paris).
TANAGRA HEYKELCİLİĞİ

Eski Yunanistan’da MÖ IV. ve III. yy’larda Tebai kenti düştükten sonra birkaç kilometre doğudaki Tanagra, Boiotia’mn en önemli merkezi oldu. Bugün küçük bir kasabadır. Adını mitolojik bir deniz perisinden alır. Tanagra harabeleri çok zengin olmamakla beraber, Miken devrinden kalma yeraltı mezarlığında, pişmiş topraktan lahitler ve heykelcikler bulunmuştur. Adak olarak sunulmak üzere yapılmış MÖ 600 yılına ait içi dolu bu heykelcikler elle biçimlendirilmiştir. Renklerdeki ayrıntılar kil kullanılarak verilmiştir. V. yy ortasında heykelin içi boş bırakılmaya başlanır, böylece fırınlamada daha iyi sonuç alınır, ön kısım kalıba dökülür. IV. yy’ın sonunda üretilen parçaların özenle boyandığı görülür. VI. yy’da üsluba ağırlık verilerek at, köpek, maymun gibi hayvanların veya simgeleriyle birlikte tapınılan nesnelerin heykelleri yapıldı; V. yy’da konu çoğunlukla kadınlar (şık, soylu kadınlar [yanda] veya dansözler) yakışıklı delikanlılar ve çocuklardı. Üslup gitgide daha gerçekçi oldu. Heykeller duruşlardaki zarafetle ve pliselerin ve hareketin gerçeğe yakınlığıyla ünlendi. Bu heykelcikler veya kalıplar tüm Akdeniz havzasına yayıldı. Bu arada IV. yy’dan itibaren Atina’da Tanagra’dakilere benzeyen atölyeler açıldı ve özellikle gülünç aktör heykelleri yapıldı. MÖ II. yy’da Mirina*da (Anadolu) ve İskenderiye’de (Mısır) de benimsendi. Böylelikle Grek ve Helen uygarlığında üretildikleri yer neresi olursa olsun, bu tür pişmiş topraktan heykelciklere «tanagra» dendi.

SEMENDİREK ZAFERİ
««t ..=r * r nnem’e ait mermer heykel (MÖ II. yy, Louvre Müzesi, es. -• rge Denizi’ndeki adadan alır. 1863’te bu adada bulun-«fnr el 1950’de ortaya çıkmış, kollar ve baş ise bulunama-fr-r 1 r-err.etrios Poliorketes’in bir deniz zaferinin anısına, bir ge-csc rr-vasına konmak üzere yapılmıştır. Açılmış kanatlar ve ba-■r.arr r:ı hareketi, hem rüzgârda dalgalanıyor, hem de su ser-amf~i~c g r. ulandığı için hatları iyice ortaya çıkaran ince tünik, ee coşku ve güç katıyor. Sanatçı bedenin diri kısımları-

e rvsıdeki plilerin şeffaflığını ve esnekliğini verirken de aynı ‘•nam’ nlıdır.
r-: kaslarını gererek göğe doğru acı dolu bir haykırış ko–; büyük oğul da ölmek üzeredir. Ondaki mermer iş-: Helenistik barok özelliği taşır.

rmÛSK VE ROMA HEYKELCİLİĞİ

– iEr heykelciliğe büyük ilgi duyan ve bu konuda çok he-

– ■ -ı-hımdu. Ama iş yaratıcılığa geldiğinde, Yunan eserle-: —_i_amayı veya kopya etmeyi yeğliyorlardı. Yine de dün-

-. ;_ .ğ:ne tarih açısından katkıları yadsınamaz. Etrüsk ge-: ;; ^-emlidir. Etrüskler lahitlerini pişmiş topraktan büyük : seslerlerdi. Veii Apollonu’na (MÖ 500’e doğru) gelin-ı; . _::an sanatının Etrüsk sanatçıları üzerindeki etkisinin

2 ; – da Roma’yı kralların zulmünden kurtaran ve böyle-; -mhuriyet konsülünden biri olan kahraman Brutus’un 250’ye doğru), tunç işçiliğinin üstün niteliklerine ta-: ısr Romalılar da kısa sürede bu düzeye erişirler. Portre-: ■ ..-;:k yoğunluk ve özellikle saç ve sakaldaki ince oy-J rır.a’da yaygınlaşarak gelişen portre sanatını da etki-. :_r 3u gerçek kaygısı Augustus’un Barış Sunağı’nda (MÖ r Burada Sezar’ın evlatlığının Ispanya’daki ve Gal-.. ■ _ zîferleri ve imparatorlukta barış ortamının sağlanması

– – ıJ.31 alçak kabartmalı bu tarihî heykelcilik için iki yeni i.- ;:çaı geliştirdiler. Zafer takı imparatoru yüceltir, över.

,ZErmdeki alçak kabartmalar imparatorun yaptığı büyük x: itsnr. Bu takların en önemli ve en iyi korunmuş olanı Ro-

• – Zcnstantinus Takı’du (315). İmparatorun son seferleri an-I _ propaganda sanatına, hükümdarın onuruna dikilmiş sü-

– ee dahildir. Roma’da Trayanus forumunda yer alan Traya-. , -;i .106-113) üzerindeki 200 m sarmal açık kabartmada,

i . iyonlarla Daçyalılar arasındaki savaşlar, tarih sırasıyla ; 7 __r. 2 500 kişi tarihe geçecek bir olay içerisinde resmedil-

– L~paratorluk davasına hizmet etmek isteyen Romalı hey-.; * snhî heykelciliği geliştirmişlerdir.

– : iratorluk, ayrıca at üzerinde hükümdar portrelerinin geliş-r ze katkıda bulundu. 165 yılına ait imparator Marcus

: _ .£ -n dev atlı heykeli, on iki yüzyıl sonra Michelangelo ta-;Capitolium Meydanı’na yerleştirildi.
ERKEN HIRİSTİYAN VE BİZANS HEYKELCİLİĞİ

Roma Imparatorluğu’nun başkenti Roma’dan İstanbul’a taşınınca (330), heykele olan ilgi azaldı. Tamoyma heykelcilik, ilk Hıristiyanlarca puta tapınmayla bir tutuldu. Batıda gelenekler niteliğini yitirerek sürdü. Bu dönemde özellikle güzel lahitlere rastlanır. IV. yy başlarına ait, porfirden yapılmış, Aziz Konstatıs Lahti Roma sanatının gerçekçi ayrıntılarını ve üslubunu yansıtır. Hıristiyan dinini resimlemek için yeni biçimler araştırılır. Heykelciler antik tanrıların görüntüsünden yararlanarak Isa için bir imaj yaratırlar. Junius Bassus Lahti’nde (359’a doğru) Isa’nın yüksek kabartma yüzü, genç Apollon’un geleneksel fi-gürasyonlarını andırır. Heykelden yeni dine iyi uyan bir gençlik ve tazelik yayılır.

Bizans İmparatorluğu’nda resmî sanat daha çok minyatüre sığındı (Anastasios’un iki kanatlı tablosu gibi, 517’ye doğru). Fildişinden bu ikili kabartma, konsülün göreve başlaması şerefine yapılmıştır. Konsül sol elinde iktidarının simgesi olan krallık asasını taşımaktadır. Sağ elinde mappa (bir tür mendil) vardır. Tahta çıkması onuruna düzenlenen oyunları başlatmak için bu mendille işaret verir. Alt sahneler bu oyunlara renkli ve özgün bir hava katar. Çok küçük bir alanda çok sayıda insan vardır. Biçimsel açıdan çok başarılı eserler veren Bizans sanatı da Hıristiyanlığın etkisini taşır. Romanos ve Eudoksia’ya Taç Giydiren İsa adlı fildişi alçak kabartma, bunun güzel bir örneğidir. Burada imparator II. Romanos ve karısının taç giyme töreni resmedilir.

ORTAÇAĞ HEYKELCİLİĞİ

Geç Ortaçağ’ın karanlık yılları boyunca heykel sanatında büyük gerileme yaşandı. Heykelcilik neredeyse yok olma aşamasına geldi. Mevcut eserler de çok düşük nitelikteydi. Charlemag-ne döneminde bu sanat gerçek değerine yeniden kavuştu. «Ka-rolenj Rönesansı» denilen, sanatta ve düşüncede yenilenme akımını izledi, imparator, Aachen’deki Pfalz Kapellası’na kürsüleri kapatmak için sekiz tane yaldızlı bronz ızgara koydurdu. Bu ızgaraların tek parça tunçtan dökülmüş olması teknik açıdan büyük başarıdır. Ayrıca daha o zamandan modern bir anlayış çerçevesinde ince ve sade dekoratif arayışlar sezilir. Louvre Müze-si’nde Charlemagne’ın at üzerinde bronzdan küçük bir heykeli vardır. Eser o dönemden geriye kalan nadir insan figürlerinden biridir. III. Otto döneminde Hildesheim piskoposu Aziz Bernard (993-1022), 1015’te katedrali için iki tunç kapı yapılmasını istedi. 16 adet pano, resim ağırlıklı tasarlandı. Fonda sahne ortaya konur, kabartmalar ise üçboyutluluk havası yaratır. Tamoyma tarzında biçimlendirilen kişilikler, açık bir yaşam ve canlılık izlenimi verir.

Roman heykel sanatı. XI. ile XII. yy arasında gelişir. Bu dönemin başlangıcında taş anıt heykelciliği yeniden görülür. İlk eserlerden biri Fransa’daki Saint-Genis-des-Fontaines Kilise-si’nin (1019-1020) boyunduruğudur. Bu, Roman heykelinin çıkış noktasıdır. Mimarî çerçevenin öncelikli olması kuralına uyulur. Hem kişilerde, hem ayrıntılarda bu temel kurala sıkı sıkıya bağlı kalınır. Bedenlerin hacmi şematik biçimde ifade edilir, heykel taştan bir resmi andırır. Kiliselerin yarım daire alınlık tablaları, taçkapısım süsleyen bu alçak kabartmalar için ayrıcalıklı bir yerdir. Saint-Pierre de Moissac Kilisesi’nin alınlık tablasındaki Mahşerin Tecellisi (1110-1120) buna örnektir. Frizlere yerleştirilmiş seksen ihtiyar gözlerini Isa’ya doğru kaldırmıştır. Çevrelerinde dört havarinin sembolleri dizilidir. Her birinin farklı ve doğal bir duruşu vardır. Isa’yı saran kumaşın düz plileri ise ona devasa bir hava verir. Eser, bir bütün olarak, imgelem gücünün ve kutsallığının bir ifadesidir. Kompozisyonun ritmi, mimarî çerçeveye mükemmel uyum gösterir.

Heykelin kilisede egemen olduğu bir başka bölüm de sütun başlığıdır. Bu Antikçağ’dan kalma bir gelenektir, ancak Roman taş yontucuları tarafından yeniden keşfedilir. Sütun başlarında dev figürler, günlük yaşamın göz alıcı sahneleri, özellikle de Eski ve Yeni Ahit’ten alınmış sahneler vardır. Vezelay’daki Madeleine Kilisesi Manastırı’nın sütun başlıkları (1130-1145) en bilinen örnektir. Canlı ve yaşam dolu kişilerde yeni bir tarz sezilir. Yerleştiriliş biçimi sütun başlarının ek yerlerini belirginleştirir.

Gotik sanat. 1150 ve 1400 yılları arasında ortaya çıkar. Genelde gotik heykelin tarih sıralamasında Roman heykelinin ardından geldiği söylenir. Bu kabaca doğrudur, fakat gotik sanatın Ile-de-France’ta (Fransa) doğuşu Roman heykelinden önce gelir, çünkü Chartres Katedrali’nin kraliyet kapısının yapıldığı tarihe rastlar
ANTİKÇAĞ’DAN BUGÜNE HEYKELCİLER

Polikleitos (MÖ V. yy).

Miron

(MÖ 500’e doğru-MÖ 450Ja doğru). Feidias

(MÖ 490’a doğru-MÖ 430’a doğru). Praksiteles (MÖ IV. yy).

Nicola Pisano (öl. Pisa, 1287’ye doğru).

Giovanni Pisano

(öl. Siena, 1214’ten sonra).

Andrea Pisano (Pontedera, 1290’a doğru-Orvieto, 1348’e doğru).

Claus Sluter (Haarlem, 1350’ye doğru-Dijon, 1406).

Jacopo della Quercia (Siena, 1374’e doğru-? 1438). Lorenzo Ghiberti (Floransa 1378-ay.y., 1455). Donatello (Floransa, 1386’ya doğru-ay.y., 1466).

Andrea del Verrochio (Floransa, 1435-Venedik, 1488). Domenico Ghirlandaio (Floransa, 1449-a y.y., 1494). Michelangelo

(Caprese, 1475-Roma, 1564). Alonso Berruguete (Paredes de Nava, 1488-Toledo, 1561).

Benvenuto Cellini (Floransa, 1500-ay.y., 1571).

Jean Goujon (Normandiya, 1510’a doğru-Bologna, 1565’e doğru). Germain Pilon

(Paris, 1528’e doğru-ay.y., 1590). Gian Lorenzo Bemini (Napoli, 1598-Roma, 1680).

François Girardon (Troyes, 1628-Paris, 1715).

Antoine Coysevox (Lyon, 1640-Paris 1720).

Andreas Schlüter (öl. Moskova veya Sen-Petersburg, 1714).

Jose Benito Churriguera (Madrid, 1665-ay.y., 1725). Jean-Baptiste Pigalle (Paris, 1714-ay.y., 1785).

Antonio Canova (Possagno, 1757-Venedik, 1822). Bertel Thorvaldsen (Kopenhag, 1770-ay.y., 1844)). lean-Baptiste Carpeaux (Valenciennes, 1827-Courbevoie, 1875).

Auguste Rodin

(Paris, 1840-Meudon, 1917).

Antoine Bourdelle (Montauban, 1861-Le Vesinet, 1929).

Aristide Maillol (Banyuls-sur-Mer, 1861-Perpignan, 1944).

Julio Gonzalez

(Barselona, 1876-Arcueil, 1942). Constantin Brancusi (Peştişani Gorj, Eflak, 1876-Paris, 1957). Vladimir Tatlin (Moskova, 1885-ay.y., 1953).

Jean Arp (Strasbourg, 1887-Basel, 1966).

Alexander Archipenko (Kiev, 1887-New York, 1964). Antoine Pevsner (Orel, 1886-Paris, 1962).

Naum Gabo,

(Briansk, 1890-Waterbury, 1977). OssipZadkine (Smolensk, 1890-Neuilly-sur-Seine, 1967).

Alexander Calder (Philadelphia, 1898-New York, 1976).

Henry Moore (Casdeford, 1898-Much Hadhan, 1986).

Alberto Giacometti (Stampa, 1901-Chur, 1966).

David Smith

(Decatur, 1906-Bennington, 1965). Cesar (Marsilya, 1921).

Eduardo Chillida (San Sebastian, 1924).

Jean Tinguely (Freiburg, 1925-Bem, 1991).

PEYGAMBERLER

DİREĞİ

Santiago de Compostela’daki (Ispanya) katedralin Zafer Re-vakı’nm ana kapısının sol duvar ayağına bu ad verilir. Anıtın üzerinde bu girişin 1188’de Mateo Usta tarafından yapıldığı kazılıdır. Direk görkemli bir bütünün yalnızca bir ayrıntısıdır. Orantıların uyumu ve ayrıntıların güzelliği muhteşemdir. Çok sert granit kullanılmıştır. Havari figürünü çevreler. Sağdan sola doğru Musa, îşa-ya, Danyal ve Yeremya peygamberler yer alır. Revaktaki diğer kişilerde olduğu gibi, onlar da göz alıcı bir gerçekçilik sergiler. Roman tarzı sütun başlıklarının üzerine oturtulan bu heykel, gotik üslubun habercisidir.
ımm
im

imi

®*S!
(1150’ye doğru). Kapıdaki yan sütunlar kalıp halinde iner. Bu bütünlük özelliği mimarîden gelir. Bunlara heykel sütun denir. Cepheden görüntü kuralına uyulur, fakat insanların üzerinde, yepyeni bir gerçekçilik kaygısı güdüldüğünü gösteren modem giysiler vardır. Aynı gerçekçilik birer portreye dönüşen yüzlerde de görülür. Senlıs, Sens, Paris katedrallerinin kapı heykelleri birbirini izler. Kabartmalarda ve aslına uygunlukta sürekli bir gelişme gözlenir. Chartres Katedrali’ndeki Ziyaret (1220’ye doğru) ve. Meryem’e Müjde (1230’a doğru) gruplarında bireyselleştirilmiş ve çeşit kazandırılmış yüzler görülür. XIII. yy’a özgü bir anlatım kaygısı vardır. Aynı zamanda bir bütün oluşturma isteği de 1150’nin heykelsütun geleneğinin izlendiğini kanıtlar. Yüzlerdeki insancıllık ile bedenlerdeki sertlik arasındaki aykırılık bu heykellere Hıristiyan gizemciliğine özgü tuhaf bir kişilik kazandırır.

Almanya’da gotik sanat 1230’a doğru, Bamberg Katedrali’nin süslemelerinde birdenbire belirir. Bamberg Atim (1230-1240) Antikçağ’dan o tarihe kadar yapılan büyük boyutlu ilk atlı grubudur. Kaba biçim kabartısı ve sağlam kontrüksiyon, güçlü ve anlamlı bir gerçekçilik getirir. Bu tarz île-de-France’m yumuşak üslubundan farklıdır. Özgün biçim arayışı ve her bireyin kendine ait özelliklerini verme isteği, Naumburglu Usta tarafından görkemli bir biçimde dile getirilir. Bu ad katedralin dekorunu gerçekleştiren sanatçıya dönemin toplumunda verilen addır. Eckehard ve Uta (1260-1270’e doğru, Naumburg Katedrali’nin batı kolundaki koro salonu) çokrenkliliklerinin izlerini hâlâ korur. Burada Kontes
SAN BENİTO SUNAK ARKALIĞI

Bu sunak arkalığı, Valladolid’deki (Ispanya) San Benito Kilisesi için Alonso Berruguete tarafından yapılmıştır. Aynı şehrin Ulusal Heykel Mü-zesi’nde korunmaktadır. Heykelci, Rönesans’ın ilk büyük ressamı Pedro Berruguete’nin oğludur. On beş sene İtalya’da kalmış, burada mimar Bra-mante ve Michelangelo’yu tanımıştır. «Yılankavi»nin zengin anlatımlı ritmini bu sayede edinmiştir. Bu arkalıkta kabartmalar (Müneccim Kralların Tapınması) ve tamoyma insanlar veya gruplar (Aziz Sebasîianus, Aziz Hrisîofo-ros ve Çocuk İsa [altta], İbrahim’in Kurban Edilişi) vardır. Sanatçı renkli ağaçtan belirgin ve son derece kanşık biçimler çıkanr. Bunlarda gerçekçi vurgular vardır. Bu da heykelciyi Ispanya’da maniyerist sanatın ustası yapar.

m
Uta, kocası Meissen markgrafı Eckehard’la beraber resn Yüzlerde yoğunluk vardır. Hatlar belirgindir. Gerçek po söz konusudur.

Avrupa’da hızla yayılan bu gotik sanata karşı sadece ita renir. Çoğu bölgede Roman sanatı geleneği sürdürülür. To Nicola Pisano’yla (1220-1287’ye doğru) estetik açısından, bir başkaldırı yaşar. Sanatçı Ortaçağ geleneğine son veri Vaftizhanesi için altıgen bir vaiz kürsüsü yapar. Bu eserde çağ’ı yeniden canlandırır. Çıplak kas çalışmaları anatomi iyi bildiğini kanıtlar. Müneccim Kralların Tapınması (1260’a Pisa Vaftizhanesi vaiz kürsüsü) yüzlerde doğrudan Antil etkisi görülür. Yeni olan öğe ise, mekânın kullanımıdır. Bi izleyen planlar ayırdedilebilir. Bunlar biçimin açıklığına 1< bulunur.

Gotik sanat XIV. yy’a kadar varlığını sürdürür. Claus Sİ Bourgogne’daki eserleriyle bu üslup arasında bağlantılı < söylenir. Sanatçının hayatı ve kişiliği hakkında çok az şe; mektedir. Hollanda’da doğan Sluter’in Dijon’da (Fransa); Musa’nın Kuyusu (1395-1404, Champmol Manastırı) adlı e: gotik sanatın şaheseridir. Musa figürü epik bir canlılık ve bı lik sergiler, bu da Incil geleneğine mükemmel uymaktadır, koyucu on emri taşımaktadır, seçilmiş halkın lideri çift sal Mermerin işlenmesinde şiddet sezilir; sanatçı taşa arzusuı kıvrım verir. Yüz çizgileri, kaşlar, yüzdeki ifade tiyatro ha\ yar, böylece o zamanın alışılagelmiş kurallarının dışına ç Gotik heykel bütün açıklığıyla gerçeğin farkına varma is egemen olduğu bir sanattır.

RÖNESANS HEYKELCİLİĞİ

XV. yy’da bütün sanatlarda yeni bir akım doğdu. Buna Rc («Yeniden Doğuş») adı verildi, çünkü Antikçağ sanatının zeı lerini yeniden keşfeden farklı bir düşünce tarzına dayanıyc

Kuatroçento. (XV. yy’ı dile getiren İtalyanca kelime) nalı üç heykelci, 1430’a doğru yeni bir dünyanın kapılan lar. Bu olayın Batı medeniyeti üzerinde etkisi büyüktür. 1 kelcilerin ilki Sienalı Jacopo della Ouerica’dır (1374-14S logna’daki San Petronio Kilisesi’nin taçkapısı için yonttı bartmalar (1430’a doğru) bedenin güzelliğini, insanın draı le getirir. Açık ve basit bir kompozisyon üzerine kuruluı natçı bu eserini ortaya koymadan kısa bir süre önce Floraı tizhanesi için ikinci Cennet Kapısı yarışmasına katılmıştır yarışmayı Lorenzo Ghiberti kazandı. Mekânın biçimlem si, perspektifi bulan ressamların arayışlarına yakındır. Dc (1386’ya doğru-1466) bağımsız heykeli yenileyen tek saı Davud (1440’a doğru) adlı nü (çıplak) çalışmasında beden: tıları Antikçağ modellerininkilere benzemez. Heykele b; şi genç kahramanın gizli, esrarlı havasından büyülenir, lankolik ifade, Calut’u yenen adamın muzaffer ifadesir dukça farklıdır. Donatello, büstlerinde, portre sanatını c den keşfeder. 1453’te, Padova’da Condottiero (Ortakça^ nesans döneminde İtalya’daki paralı askerler veya çete* oluşan birliğin önderi) Gattamelata’nın anısına yaptığı zarda sanatçı atlı heykelin Antikçağ’a özgü biçimini kul böylece güçlü bir eser ortaya koyar. Kişinin yüzü ve h. boyuna oranla boyu, insan aklının madde üzerindeki z kanıtıdır. Bu aynı zamanda dönemin hümanist düşül simgesidir.

Michelangelo ve maniyerizm. Bir sonraki nesilde Michelangelo adındaki bir sanatçı heykel sanatını kusı mertebesine çıkardı. Öyle ki heykelcinin adı bu sanatın haline geldi. 1475’te Toscana’da doğan sanatçı yaşamı 1 hacim ve ifadeye tutkun bir insan oldu. Hem taş yontu de ressamdı. Henüz gençken gerçekleştirdiği ilk eserleri: ri, dev boyutlu Davud (1501-1503) heykelidir. Kütlesel c dipdiri kas yapısı, güç ve uyum izlenimi yaratır. Bir hey başlayıp yarım bıraktığı bir bloku ele alıp işleyen sanatı lışmasmda heykelci kalemini ne kadar ustalıkla kullandı; terir. Dinî temaları dokunaklı bir şekilde sunan Mich özellikle Pieta’lara (Isa’nın cansız bedenini tutan Mery imajı) ağırlık verir. Ancak en önemli çalışması, Papa II.) mermerden anıtmezarıdır. Burada sanki taştan fırlayaca bi görünen bir dizi köle figürü yontmuştur. Can Çekişet (1515-1516) sanatçının malzemeyle doğrudan çalıştığını yan alet izleri vardır. Sonradan yarım kalan eser, bu hali güçlü ve daha esrarlıdır, bedende hapsolmuş insan ruhi geler. Başka bir deyişle eserin ruhunun maddeyi delip j ne çalışılmıştır.

■ . ız-jzı karşısında diğer heykelciler çok daha esnek ve de-

■ – : _£ı:p yarattılar. Buna «maniyerizm» (özentili sanat)

Tunçta akıcı ve pürüzsüz bir biçim kabartısı, mermer-abartılı biçimler egemendi. Benvenuto Cellini . -Perseus (1554; Loggia dei Lanzi, Floransa) adlı eseriy-

– -j jEnatta öne çıkar, ince uzun hadara sahip bir insanın, i. – ■ i cskici figürü Michelangelo’nun canlı ve kesin hadi ya-

-……- – farklıdır. Giambologna (1529-1608) da aynı yolu iz-

I -: Sabin Kadınlarının Kaçırılması (1579-1583, Loggia di : : ::znsa şiddet dolu, korkunç, birbirine dolanmış bir hey-r_,ğudur.

: – – ir_= döneminde, Fransa’da yaratıcılıklarıyla dikkat çeken ;vaşamıştır: Jean Goujon’un gerçekleştirdiği Paris Ma-

– . ■ . r_=~es:’nin Nimfe’len (su perisi) pek ince, pek hoş figür-

– – etlerde zarafet, harekette akıcılık göze çarpar. Germa-

– .’ZB’e doğru-1590) da Catherine de Medicis ve II. Hen-

– = .-r-Denis’teki mezarlarının ve maniyerist tarza özgü yı-

■ _r£uş’J güçlü gerçekçiliğinden birşey eksiltmeyen Me-

• Isa heykelinin yaratıcısıdır.

BAROK ÇAĞI NDA HEYKEL

ilkelciliğinde farklı sanatlar birbirine karışır. Hem re-

– – : – zs mimarinin kaynaklarına başvurulur. En tanınmış ba-. – Italyan GianLorenzo Bernini’dir (1598-1680). Hey-

– ı::S.e~ ve figürlerinin ataklığını vermede çok ustadır.

2z°ne adlı grup heykelde (1624), Apollon’un peşinden .- —reyi (su perisi) tam defne ağacına dönüşürken gös-kabartısının esnekliği, kompozisyonun inceliği ve

– j *_■ iyi seçilmiş olması sayesinde o bir an içinde olup

■ nursuz biçimde aktarılmıtır. Azize Teresa’nın Vecdi _-.~Z Santa Maria della Vittoria Kilisesi, Roma) adlı hey-

■ zr.sa heyecan uyandırır: meleğin elindeki kutsal aşk

saplandığında, azize kendinden geçer, sanatçı işte ..: canlandırır. Azizenin yarı açık gözleri ve eğik başı, ; – olduğunu gösterir; derin plili canlı drapelerin de et-r^r. Malzemenin olağanüstü kullanımı heykelcinin us-; =~adır. XVII. yy Fransa’sında bu dokunaklı duygular-slasik bir sanat gelişti. Fransızların Michelangelo’su ■_ Fierre Puget’nin güçlü anlatımlı figürlerinin yamsıra,

: – _;£er ve dekoratif eserler de ortaya koydu. François ı-;:-. Ar.toine Coysevox, Gaspard Kardeşler, Balthasar iîn-3aptiste Tuby, vb sanatçıların Versailles Parkı’nda . -: – getirilen heykelleri ve grup heykelleri güzel bir bütün ’ean Antoine Houdon (1741-1828) ve Jean-Baptiste Pi-1785) hayat ve cinsellik dolu zarif ve incelikli bir sa-:: : • . Bu hassas arayışları, bu asimetrik ve şaşırtıcı sa-: – r -£emek için, özellikle dekoratif sanatta «rokoko»dan ; :: Her durumda bu hafif ve uçarı anlayışın XVIII. yy so-. vy başında ortaya çıkan yeniklasik üslûpla hiçbir ilgisi

– _■ r i – sesindir.

YENİ KLASİK HEYKEL

: .-_asik sanat 1750 yılına doğru rokoko tarzının yapma-: – düşünülen zarafetine bir tepki olarak doğdu. Yu-

– ; – E~na, özellikle de o dönemde en gözde sanat olan hey-
kelciliğe büyük hayranlık besleyen heykelciler sanatlarının yüce niteliklerini yeniden ortaya çıkarma yolunu denediler. Bu akımın fikir babası Alman arkeolog Johann Joachim Winckel-mann’dı. «Yunan Resim ve Heykel Sanatındaki Eserlerin Taklit Edilmesi Üzerine Düşünceler» (Gedanken Uber Die Nachah-mung Der Griechischen Werke İn Der Malerei und Bildhaver-kunst, 1755) adlı eserinde sanatçıları «taklit edilemez olmak için Yunan eserlerini taklit etmeye» davet ediyordu. İtalyan Antonio Canova (1757-1822) bu estetiğin en mükemmel yo-rumcusuydu. Yaratıcılığını yalnızca eski eserlerin yinelenmesiyle sınırlamadı. Canova’ya ait Eros ve Psihe (1793) adlı grup heykelde çarpıcı bir cinsel incelik sergileyen geliştirilmiş bir kompozisyon egemendir. Sanatçı özel bir dikkat gösterdiği mermer işlemeciliğinde sınırları zorlamıştır. Genç bedenlerin güzelliğine duyulan ilgi de göze çarpar. Roma’da ve Danimarka’da Bertel Thorvaldsen, İngiltere’de John Flaxman, ABD’de Hiram Powers ve Horatio Greenough sayesinde bu akım tüm Avrupa ülkelerine yayıldı. Greenough modern temaları işlerken antik formlardan yararlandı. George Washington adlı heyke-

li (1832-1840) buna iyi bir örnektir. Çağdaş bir kahramanın portresini tasarlarken Fidias’ın günümüze ulaşamayan ünlü eseri Oturan Zeus’tan esinlenmiştir. Kişi, eskiden Romalıların giydiği ehrama sarmış hali ve Antikçağ’a özgü çıplaklığıyla efsanevî bir statü kazanır. Heykelde yeni klasik tarz 1850’ye kadar fazla bir değişiklik göstermeden sürdü.

ANLATIM ARAYIŞLARI

Birkaç sanatçı o döneme egemen olan yeni klasik akıma paralel, giderek yeni biçimler yaratmayı denediler. Gerçeğin peşinden koşuyorlardı. Auguste Preault (1809-1879) karışık, harekedi ve güçlü bir alçak kabartmada Mezbaha’yı (1834) anlattı. Eserin ifadesi etkileyici niteliklere sahipti. Karikatürcü Honore Daumier (1808-1879) karikatür özellikleri taşıyan portreler yonttu. Sentetik küdeler kullandı. Desenlerinde görülen acımasız tutumunu sürdürdü. Hayvan figürleri çalışan Antoine Louis Barye (1796-1875) canlı modelden hayvan heykelleri yaptı. «Hiçbir şey gerçekten daha güzel değildir» düşüncesinde olan sanatçının tarzı, Delacroix’nın resimleri kadar coşkuludur. Gülümseme kavramım heykele sokan Jean-Baptiste Carpeaux (1827-1875) şen şakrak hareketlerin egemen olduğu akıcı ve canlı grup heykeller yaptı.
Nimtelerin Hizmet Ettiği Apollon.

François Girardon, Antoine Coysevox’yla birlikte Versailles bahçelerini ve parkının heykel programını yönetti; kendisi de pek çok heykel yaptı. 1666-1673 yıllan arasında Thomas Regnaudin’le birlikte resimde görülen mermer grup heykeli gerçekleştirdi. EserLe Vau’nun « Thetis mağarası»na yerleş tirildi. Mitolojiye göre gökyüzü seyahatini tamamlayan Tann Apollon atlannı deniz tann sının evinde dinlendirirdi. Daha sonra mağara yıkılınca eser, Marsy Kardeşler ve Gilles Guerin’in heykelleriyle birlikte 1778’de Hubert Robert’in tasanmını yaptığı Apollon Banyolan Koruluğu’na taşındı. Burada kişiler karmaşık bir dinamizm içinde birbirlerine ya bakışlarla, ya da hareketlerle bağlıdır. Keskin bir kompozisyon anlayışı, Helenistik sanatın iyi sindirildiğinin kanıtıdır.
CENNET KAPISI

1401 yılı Floransa sanatında önemli bir yer tutar. 1401’de şehrin tüccarları vaf-tizhaneye iki yeni kapı yapılması için biryanşma açtılar. Birinci kapı 1330’da Andrea Pisano tarafından tamamlanmıştı. Yanşmada yedi Toscanalı heykelci kıyasıya mücadele etti. Sonunda Brunelleschi’yi geçen Lorenzo Ghiber-ti birinci geldi. İkinci kapıyı 1425’te bitiren Ghiberti (bu kapıda Andrea Pisa-no’nun kapısı örnek alınarak dört yaprak üslubunda 28 farklı sahne canlandı-nldı), üçüncü kapı için her bir kanadın üzerine beş dikdörtgen pano yerleştirdi ve Eski Ahit’ten sahnelere yer verdi. Yassı bir biçim kabartısı kullanan heykelci, malzemenin kalınlığını azaltarak derin bir kabartma yaratmayı başardı. Böylece perspektif kurallanyla uyum içinde olağanüstü etkileyici bir mekân yarattı. Esav ve Yakub sahnesinde (yanda) ön plandaki figürler fondan kopma eğilimindedir. Kişiler daha küçük olduğundan daha uzak gözükür. Merkezkaç noktası olan bir mimarî içinde yer alırlar. Kapının söve pervazından sincap, kuş ve sürüngen figürleriyle süslü bir bitki çelengi vardır. Gerçekçilik egemendir. Öte yandan her bir kanat üzerindeki frizlerde duvar oyuklarına yerleştirilen insanlar, madalyonlardaki başlar, Kitabı Mukaddesken sahneler sunar. Michelangelo’nun Cennet Kayısı dediği en büyük Rönesans anıtı 1452’de tamamlandı. Yıllar sonra Rodin’in yapacağı Cehennem Kapısı gibi bütün bir yaşamı yansıtıyordu.

FÜTÜRİST HEYKELİN TEKNİK BİLDİRİSİ

piS5«_T- ve heykelci Umberto Bocci-tCLT.1912’de yazdığı bu metin, re yüzyılın sanatındanko-F-s- re_rgmleştirir.

«Avrupa’daki sergilerde ve anıt-İâTis zrrdüğümüz heykeller, bu hal-_;ier acısı bir barbarlık ve ka-rrr.eğıdir. Benim fütürist görü-^_zr. r_riardan iğrenme ve dehşet lç£r_:_-;e uzaklaşır. (…)

1 Heykel soyut yapıdan yanadır. _er. saptayan hacimler ve plan-lârr. rr-tarif değerleri düşünülmez.

1 Her sanatta olduğu gibi heykelce r.e gelenekselleşmiş kutsal konu-İir’îr. kurtulmak gerekir.

r Mermerin ve tunçun sözümona tce r: ve geleneksel asaletini yıkmak =.<_r Bir heykel bütününde yal-r:r :ek malzemenin kullanıla-îr_e: e £: fikrini de terketmek lazımlar Heykelcilikte bir eserde yirmi i e. = u=na fazla malzemeden yarar-ıîr,_^ r .ur. önemli olan plastik sana-tn :: î kuşunun gerektirdikleridir. İşte ;e:_ehilecek bazı malzemeler: tsrr. iŞaç. karton, çimento, beton, ı=r. kumaş, ayna, elektrik, vb.

– z ~ rencere kasasında, bir kibri-tr. : regllerinde, bir masanın açı* £T-—. e bir kitabın planlarının ke-

I . erde, çağdaş heykelcilerin te-tâ.-.f. _~kânsız aptallıklarım hare-l-ere re rıren Venüs’ün ve diğer kah-r–“ir.=r:n kalça ve göğüslerinde, t’-rr.r-.s dolaşan kaslarında oldurul r. ;ok daha fazla gerçek bulun-t .haykırmak gerekir.»
AYRICA BAKINIZ

—► barok, Eski Yunan, fütürizm, gerçeküstücülük, gotik sanat,

Helenistik medeniyet, klasikçilik, kolaj ve asamblaj,

Kolomböncesi sanat, Kuatroçento, kübizm, Roma İmparatorluğu, Roman sanatı, romantizm, Rönesans, soyut sanat —*• bahçeler ve peyzaj mimarlığı, çini ve seramik, kaya ve mağara resmi, kuyumculuk, mimarî, mobilya, sanat, tunç • Semini, Brunelleschi, Donatello, Duchamp, -Vjchelangelo, Picasso, Rodm
Yeni Paris Operası’nın cephesi için yonttuğu Dans, yeteneğinin kanıtıdır.

Auguste Rodin (1840-1917) yüzyıl boyunca süren çabaları sonuca ulaştırdı. Geliştirdiği yeni tarz büyük başarı sağladı. Tunç Çağı adlı eserinde «doğal üzerine kalıp» almakla suçlanan Rodin, aldığı resmî siparişleri başarıyla tamamlayamadı. Yaşamı boyunca Cehennem Kapısı üzerinde çalıştı, fakat eser yarım kaldı. Yine de birçok eserin ortaya çıkmasını sağladı. İnsanın kaderi karşısındaki sıkıntısını anlatan ünlü Düşünen Adam (1880), bunlar arasında en önemlisidir. Kapının alt kısmı için tasarladığı Deniz Perileri (1905), Rodin’in cansız bir mermeri nasıl cinsellik ve güç dolu bir malzemeye dönüştürdüğünü iyi gösterir. Acı ve zevkle burulu figürleri, heykelin ender olarak ulaştığı bir anlatıma sahiptir. Rodin aynı zamanda toplumda çok değer verilen bir portre sanatçısıydı. Balzac (1898) adlı eseriyle bir anıt heykel yarattı. Birçok versiyonu bulunmaktadır. Yazarın gücünü ortaya koyar. Fakat patlak veren skandal yüzünden sipariş iptal edilmiştir. (Heykel 1939’da, Paris’te Carrefour Vavin’e yerleştirildi.)

XX. YÜZYIL HEYKELCİLİĞİ

Çok farklı yönlerde gelişti. Bazıları için heykel geleneksel bir sanat olarak kaldı. Gerçekçi figürasyon 1920-1940 arası dönemde gelişiminin son aşamasına geldi. Anıtsal arayışlar içinde olan Antoine Bourdelle (1861-1929) Ok Atan Herakles’in yanı sıra Buenos Aires’teki Alvear Anıtı’m ve Montauban Şehitler Anıtı’m gerçekleştirdi. Aristide Maillol (1861-1944) varlığını kadın bedeninin yüceltilmesine adadı. Bu tarz, Antikçağ heykel geleneği içerisinde kalınarak plastik denge ve kütle etkisi yaratmaya yarıyordu. Keskin ve ince bir portreci olan Charles Despiau da (1874-1946) bu doğrultuda ilerledi.

Kübizmden ready-made’e. Ancak 1907 yılından itibaren nesneleri biçimlendirmenin yeni yolları arandı. Braque ve Picasso gibi ressamlar, kübist heykelciliği başlattılar. Bu üslûbun en önemli temsilcilerinden biri olan Rus asıllı Amerikalı Alexander Archipenko’ydu (1887-1967). Fransa’ya yerleşen Ossip Zadkine (1890-1967) ise bu çok katı sistemi bırakarak, kendine özgü lirik bir tarz yarattı. İngiliz heykel sanatında yapılan yeniliklerin öncüsü Henry Moore (1898-1986) kişisel bir figürasyon tarzı ortaya koydu. Kral ve Kraliçe (1952-1953) adlı eseri insan bedenine ne
derece bağlı kaldığını ve bu bedeni geometrik şekillere nasıl indirgediğinin göstergesidir. 1973 tarihli Hill Arches adlı eserinde tarzım geliştirir ve amtsallığa çukur ve boşluklarla çalışmaya ağırlık verir.

Aynı dönemlerde Constantin Brancusi (1876-1957) taşı doğrudan yontarak Öpücük (1908) adlı eserini ortaya koyar. Kişisel metafizik arayışlara bağlı olan sentetik formlar geliştirir. Uyuyan Esin Perisi’nde (1909-1910) yüz zor seçilir. Burada sanatçı tıpkı benzer eserlerinde olduğu gibi geleneksel figürasyondan yola çıkarak soyut biçimler yakalar.

Ressam, heykelci ve şair Jean Arp’ın tercihi, soyut heykeldir. Arp’ın biçimlerinde tam kavranamayan bir doğal büyüme aktarılır. Yoğunlaşan İnsan’da (1933) ondüle formlar göze çarpar. Hem tamamıyle soyut, hem de cinselliği güçlü bir aktarımla veren bir eserdir.

Son olarak Marcel Duchamp (1887-1968) nesne-heykeli yaratır (Bisiklet Tekerleği, 1913). Sanatçı artık yaratmamakta, onun yerine «ready-made» adını alan, zaten hazır gerçek bir nesneyi ele almaktadır. Daha sonra bu nesne büyülü bir süreç geçirip sanat-sallaşmaktadır.

Yeni ufuklar, yeni malzemeler. Ressamlar, heykelciler, mimarlar ve yazarlar kendi kendilerini sorgulayarak sanatlarının işlevi ve kendi görevleri üzerinde kuramlar yarattılar. İtalya’da Um-
DANS
Charles Garnier 1862’de yapımına başlanan ve 1875’te tamamlanan Paris Operası’nın cephesi için alınlık, akroter, antefiks, parmaklık, heykel, büst ve grup heykellerinden oluşan taşkın bir dekor tasarladı. Bunlardan birinin yapımı Jean-Baptiste Carpeaux’ya verildi. Sanatçı yapının mimarıyla yakın işbirliği içinde çalıştı. Mimar yapılanların güzelliğini yadsımaksızın figürleri çoğaltılmamasına ve grup heykel orantılarının binanınkilerle uyum içinde olmasına dikkat etti. Karşılıklı verilen tavizler sonucunda birkaç drape ve çiçek buketi kaldırıldı. Öte yandan figür sayısı altıdan yediye çıkarıldı: eserde elindeki tefi gülerek sallayan kanatlı bir melek, bacakları arasında şakacı bir Eros’un oynadığı beş genç kızm arasından ileri doğru atılır. 1869’da yerine konan heykel (daha sonra hava kirliliğinden olumsuz etkilendiği için eser 1964’te Louvre Müzesi’ne kaldırıldı, yerine Paul Belmondo’nun yaptığı kopya kondu) büyük skandal yarattı. Bu çıplak kadınların gerçekçilikleri ahlaka aykırı görüldü. Heykelci burada klasik İtalyan kaynaklardan geniş ölçüde esinlendiyse de, akademizmden kurtulmuştur. Flora Zaferi’nde de aynı özellik egemendir. Louvre’daki bir Flora evi alınlığı için tasarlanmıştır. Böylece diğer başkaldırılara ve yeniliklere yol açılmıştır. Rodin bunlardan biridir.
ErosvePsihe. Yeni klasikçiliğin ~ssa Antonio Canova’nın 1793‘te Roma’da yaptığı mermer heykel (Louvre Müzesi, Paris).

:r; 3occioni önderliğinde fütürizm doğdu. Uzayda Sürekliliğin z.’siz Biçimleri’nde. (1913) artık insan figürü değil, bronz öne çı-

• Rusya’dan çıkan konstrüktivizmin önderliğini Vladimir Tat-

■ . apar (1885-1953). III. Enternasyonal Anıtı (1919-1920) make–ir Eyfel Kulesi’nden daha uzun olmasını istediği bir sarmal

Bunun ortasında, çelik kablolar kullanarak bölümlere ay-bir piramit ve döner bir küp yerleştirmeyi tasarlar. Antoine : -Tjet (1886-1962) ve Naum Gabo (1890-1977) kardeşlerle bir–z heykel, plastik ve naylon ip gibi çağdaş malzemelerle tanı-

■ Zabo Çizgisel Konstrüksiyon No. 2 (1949-1953) adlı eserinde bu ı memeleri kullanmıştır. Bulduğu geometrik biçimler, pek çok

: ;;aş sanatçıyı sıkan bilim kavramından ne kadar etkilendiğini

‘ rr.erikalı David Smith (1906-1965) de XX. yy’a ait bir mal-olan demiri kullanır. Çoğunlukla küp ağırlıklı geometrik r.leri birbirine kaynatarak, minimal sanatın öncülüğünü .rar. Kübi XIX’da (1964) sanatçı yüzey efektleri ve işlenme-? -aide bırakılan metal ile parlak çelik arasmdaki kontrastı .:: -1ar.

■ ZC. yy heykelinin bir başka eğilimi de, pop art’a özgü arayış-

■ ; göz yanıltma tekniğidir. George Segal’in (doğ. 1924) figürle-; ;rrek nesnelerin arasına karışır. Lokanta Penceresi adlı eserinde

:ekçi illüzyonist toplumla alay eden bir imaj yaratma amacı .Dünyamızı eleştiren bu görüş açısı Cesar (doğ. 1921) tara-;ar. da benimsenir. Sanatçı toplama mazlemelerle zamanımı-ar_sıtmaya çalışır. Sıkıştırmalar adlı eserinde araba şasilerini :..:;k yapmıştır. Jean Tinguely (1925-1991) ise genelde metalik , k nesneleri alır ve bütünler haline getirerek can verir. Yap-: alacalı bulacak gruplarda yeni bir şiirsellik dile gelir. Onun ve . – _:r.üzün yaratıcı sanatçıları sayesinde heykel manevî bir ma-•; ;İmaya devam eder.

Niodern heykel nedir? Günümüzde heykelcilerin sayısı : .ie azalmaktadır. Sanat dünyasındaki yerleri daralmakta-Yme de üçüncü bir boyutun keşfi, plastik yaratımında

■ :~ıl: bir role sahiptir. Günümüzde heykel üç yönde varlığım ermektedir. Eski ve yeni tekniklerle figüratif veya soyut ça-; – geleneksel anlamda heykelciler hâlâ vardır. Fransız Etien-

.artın’in Konutlar’md& kullandığı ağaç ve taş yine kullaml-. ra, ancak demir ve diğer plastik malzemelerle yeni yaratım-; edilmektedir. Fransız heykelci Cesar’ın «sıkıştırmalar»ı

– yayılmalar»ı bu bakımdan ona oldukça büyük önem ka-r.r-i, Çağdaş şehircilik heykele gerçek yerini verdi: Alexan-

– Zalder’in Manhattan’da ve Paris’te bazı meydanları süsl-, -. rr.obil ve stabil büyük boy heykelleri bunun kanıtıdır. Ge-~ r.guely ve Niki de Saint-Phalle’in Paris’teki Pompidou Kül-

.erkezi yakınındaki Stravinski Çeşmesi de (1983) ilginç bir

– ; îceün sınırları diğer alanlara da yayılmıştır. XX. yy’da resim ■; ’keîı birleştiren pek çok eser göze çarpar. 1912’de Picasso

parçaları, kâğıt, tuval, iplik, yağlıboya ve kalemle attığı ::_srle Gitar adlı eserini ortaya koyar. 10 cm derinliği olan bu ; jiabartma, derinlikli bir resim gibidir. Kelimenin tam anla-
TÜRKİYE’DE HEYKEL

Mamiyetin her türlü «suret»i yasaklaması etkisini en çok heykel ala-ac-.ea gösterdi. Müslüman olmadan önce şamanist geleneklere göre çeşitli kabartma ve heykeller, koç, koyun veya at şeklinde mezartaş-jr. yapan Türkler Müslüman olduktan sonra bunları yapmaktan da vazgeçtiler. Türkler gerçek anlamda heykel sanatım batılılaşma isteğisin sonucu olarak XIX, yy’da keşfettiler. Sultan Abdülaziz 1871’de Avrupalı bir sanatçıya at üstünde bîr heykelini yaptırdı. Heykel çalış-Tiaian Sanayii Nefise Mektebi’nin açılmasıyla (1883) başladı. 1883-;?23 arasmdaki 40 yılda yetişen heykel sanatçıları fazla değildir ve an–ak klasik heykel anlayışı içinde bir başlangıç yapmışlardır, Osmanlı döneminde sarayla ve seçkin bir çevreyle sınırlı kalan heykel sanatı dar bir çevrenin zevki olmaktan öteye geçememiştir. Cumhuriyet döneminde, her alanda olduğu gibi heykel alanında hızlı bir atılım oldu; Baa’ya öğrenciler, sanatçılar gönderildi. Ratıp Aşir, A. Hadi Bara, Züh-Müridöğlu, Nusret Sutaan ilk giden heykelcilerdir. Ayrıca Avrupa’dan çağrılan ünlü heykelci Rudolf Belling, Güzel Sanatlar Akademisinde heykel eğitiminin başına getirildi. Belling’in klasik anlayışla yönettiği bu bölümden yeni heykelciler yetişti: Hüseyin Özkan, Hakkı AtamulUj Yavuz, Görey, İlhan Koman, Zerrin Bölükbaşı, Hüseyin Gezer, Turgut Pura, Şadi Çalık. 1950’den sonra Avrupa’da geçerli çeşidi sanat akımları Türk heykelcilerini de etkilemeye başladı. Daha kalabalık bir heykelciler kuşağı hem heykel anlayışında, hem malzeme ve tekniklerde çeşitliliği artırarak heykel sanatım Batılı akımlara paralel anlayışta sürdürdüler.
mıyla bir heykel sayılmaz. Konstrüktivist Tatlin ve dada hareketini başlatanlardan Arp da aynı anlayışı sürdürür.

Son olarak heykel «çevresel sanat»a bağlı olarak gelişim gösterdi. Bazen çok geniş alanlara yayıldı. Amerikalı Bulgar Christo (doğ. 1935) Paris’teyken Pont-Neuf Köprüsü’nü yüzlerce metrekare tuvalle kaplayarak yeni teknikler sayesinde «yerleşim» veya «çevre» olarak adlandırılan bir tarz yaratmış oldu. Ama bu herşe-ye rağmen seçici bir heykel sanatıydı.

Üçüncü boyut üzerine çalışmalar, zihinleri hep meşgul etti ve sanatlar arasındaki sınırlar kalktı. Heykele pay bırakmıyor gibi görünen eserlerde bile, biçim açısından, heykelin varlığı hissedilir. Çin kökenli Amerikalı mimar Pei leoh Ming’in Paris’te yaptığı camdan Louvre Piramidi (1986-1988) veya DanimarkalI Otto Spreckelsen’in Paris’te La Defense meydanı için yaptığı la Gran-de Arche (Büyük Kemer, 1989) anıtı veya Fransız mimar Jean No-uvel’e ait Sonsuz Kule (ki burada mimar kendini heykelci olarak görmektedir, çünkü eserinin orantılarının Grande Arche’mkiyle ve sokağın boyutlarıyla uyumunu düşünmektedir) buna iyi birer örnektir. □
BOŞLUKTA BİR KUŞ

Yandaki heykel (1924’e doğru, Philadelphia Sanat Müzesi), Paris okulunun Romen asıllı heykelcisi Constantin Brancusi’nin aynı tema üzerine, 1919 ile 1925 yıllan arasında tunçtan ve mermerden yaptığı eserlerinden biridir. Klasik natüraüzme karşı bütün üslup anlayışını, Rodin’in (Brancusi onun atölyesinde çalışmayı reddetmişti) izlenimci, burulmuş çizgilerle belirginleşen eserlerinin karşısına da uyumlu çizgileri çıkardı; Maillol’un duyumculuğuna üslubunun sadeliğiyle, kübistlerin entelektüalizmine de biçimlerinin keskinliğiyle cevap verdi. Böylece, Uyuyan Musa (1909-1910) adlı eserinde bir yüz izlenimi uyandıran yumurta biçimine ulaşırken, bu Kuş’un bedenini parlak bir iğ biçimine indirgedi. Bu kuş, kusursuz şekilde kaygan, göğe doğru yönelmiş uçmakta izlenimi uyandıran soyut bir biçimdi.
Ciara-Ciara, 1986, RtchatfSs^a Yoksul sanat ve minimal szrg çizgisinde giden bu Amen/ts 1 sanatçının en çok önem vercğ eserin mekânla ve durumca ş* = i’
Stravinski Çeşmesi, 1983, Par Tinguely ve Niki de Saint-Pts. e gerçekleştirdikleri neşefı (renkli) makineler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir