Hüseyin rahmi gürpinar
TESADÜF *
Romanından:
(Romanın konusu:
«Tesadüf», bir aile sarsıntısını anlatır:
Zengin bir aile çocuğu olan ve Şaibe adında bir kadınla evli bulunan Mail Bey, günün birinde, kötü yola düşmüş Şöhret adında bir kadına tutulur. Yuvasının sarsıntı geçirmekte olduğunu gören kadın kocasını eve bağlamak yollarını arar. Şöhret de, Mail Beyle evlenmek için her çareye baş vurur, iki kadın arasında kıskançlık başlar. Hoca Nefise Hanım, çeşitli hastalıklara okumak, kurşun dökmek, şirinlik muskaları yazmak, kısaca üfürükçülük yapmakla ün kazanmıştır. iki kadın da ona baş vurur. Tesadüf, her ikisini, aynı evde biı yere getirir. Üfürükçü kadın, bundan yararlanma fırsatını kaçırmaz. Bir gün, Nefise Hamm’ın evinde yakaladığı karısını boşayan Mail Bey, Şöhretle evlenir. Şaibe Hanım, bu acıya dayanamaz, bir süre sonra ölür.
Aşağıdaki parça, romanın baş taraflarından alınmıştır. Sokaktan geçen bir gezici kitap satıcısının «yiyip içip minder çürüterek kocasını horca sokan tembel, pasaklı Gülsüm Hanım’m hikâyesi de var, on paraya» diye reklâmını yaptığı kitabı, kendisi için yazılmış sanan Gülsüm Hanım, bundan bir hayli telâşlanır. Çarşafım başma geçirdiği gibi, elinde satın aldığı kitapla, doğru üfürükçü Nefise Hamm’a hoşar, Roman, Gülsüm Hanım’m da katıldığı bir mahalle kavgasıyle başlar.)
MAHALLE KARILARI
Zavallı Gülsüm Hanımın öfkeden her tarafı sapır sapır titriyordu. Hemen çarşafı kavradı. Eline tesadüf eden ucunu başına çekti. Kendini öyle ye’se, halecana düşüren kitabı koynuna soktu, merdiven basamaklarını dört atlaya atlaya avluya indi, sokağa fırladı. Arkasından kaynanasının, annesinin:
— Kızım çıldırdın mı? Böyle yelyeperek yelken kürdK, sağım solunu görmeden nereye gidiyorsun?
Yollu bağrışmalarına hiç ehemmiyet vermeyerek sokak kapısını var kuvvetiyle gümbedak ‘kapadı. Acele ayağına geçirdiği nalınlar burgula burgula, sendeleye sendeleye köşe başını döndü. Birkaç adım sonra Hoca Nefi se Hanım’m kapı tokmağına yapıştı. Çat, çat, çat, çat bütiin münfeilâne bir asabiyetle fasılasız bir çatırtı kopardı. Birkaç saniye sonra evin içinden «perdesi» kadınla erkek beyninde bir sada:
– Böyle kapı çalan iz’ansız kimdir bakayım? A! Yüreğim hoppada k yerimden oynadı. Camlar sarsılıyor, dur ayol dur… Geliyorum…
S(‘)/,k*riyle bu çatırtılara cevap verdi. Fakat Gülsüm oralarda
ından deminki sada, gâlizliği, perdesi birkaç derece yükselmiş ol-halde şöyle işitilmeğe başladı:
İlâhi, o kapı çalan elceğizin yatkın vakitte teneşirlere gelsin e t Sağlık selâmetle gelip kapımı çalajnaz olaydın..’. îşte düştüm. Kal-boydan boya çürüdü. Benim, yerimden zor kalkar bir kocakarı ol–rnu bilmiyor musunuz canım?.. Ama ben bizimkine bin defa söyle-Hacı, şu merdivenin üçüncü basamağı oynuyor. Şunu kendin mi arsın, bir dülgere mi mıhlatırsın… Çaktınver. Bunun üzerinden biı tya sen, ya ben yuvarlanacağız, dedim. Kulağına artık söz girmiyor hk gibi bir şey oldu. Şuraya oturur uyuklar, kahveye gider uyuklar, perdeden haykırarak) Aman, aman! Kaba etlerime iğneler saplanırı dostlar, ne etim kaldı, ne budum. Bittim.
Kapı önündeki Gülsüm, içeriden gelen bu son feryatları artık du-k takmağı bıraktı. Kulağını anahtar deliğine verdi. Dinlemeğe baş-: Evdeki mutazallimane yaygara şöyle devam ediyordu:
Bir yanım simsiyah çürüdü zannederim. Âh bu kimsesizlik ne Sevabına bir ayna tutan olsa da görsem… Mangal başında pastır-‘■’iyordum. Acı acı kapı vurulunca neye uğradığımı bilemedim. He-fırladım. Bu sabah da işte başıma bu kaza geldi. Verilmiş sadaka-” varmış. Yine Tanrım esirgedi. Ya maltalığa kadar yuvarlanaydım… di pastırmaları yukarıda bire kadar yemiştir… Ya, kaldırmağa m oldu mu? O canım pastırmaları soğan zarı gibi ince ince dilmiş-K Geh.. Pisipisi, gel oğlum gel… Pastırmalarımı yeme sakın… Şimdi , iden sana manca alınm. Hû, Sarman… Sana gel diyorum… inşandan Gülsüm Hanım en müessir ve niyazkâr sadasıyle:
‘r— Hoca Hanım’cığım, kapıyı aç: Şimdi şuraya düşüp bayılıverece-
Ilâhi geber… Beni bu hale soktuğun için her kim isen oraya düş alkamaz ol… Benim, yerimden kımıldayacak halim olsa pastırma-a koşacağım… Şimdiye kadar kedi hepsini sömürmüştür… Geh pisi, Sarman artık yediğin elverir. Biraz da Hacı Babana kalsın… “ten kaç gündür bucak bucak kaçırırken bugün pastırmacıklanmı i elceğizimle dildim dildim ve kedinin önüne koydum. Sarman, geh , gel, yavrum…
Kadıncığım, aç ben geldim… Bilemedin mi? Komşun Gülsüm.,.
■— A… Gülsüm’üm, sen misin?
— Benim anacığım……
— A kız, senin öyle kapı çaldığın yoktu. Ne oldu sana?..
— Ah bana olanlar oldu…
— Nc oldu? Ansızın kaynanan mı vefat otti?
— Alı, ağzını öpeyim… Lâkin hani öyle şey… O gem- bildiğin nihl uynr, ultınn pöstoki dayandı ramıyoruz… Knynmıum mtğ, Inkal İm
— Gördün mü sen şimdi benim başıma geleni?.. Sarman’, dililin miş büyük parçayı almış götürüyor. Seni gidi san çıyan, damarsız k seni. Yediğin içine zehir zıkkım olsun inşallah.. Bırak pastırmayı, şiir seni gebertirim.
— Hoca Hanım’cığım, uğradığım derdi bilsen; parmağın ağzıı kalır…
Hoca Hanım gene hiddetle:
— Neme lâzım benim şimdi el derdi… Pastırmam kedinin ağzıı gidiyor… Zıkkım yiyesi, yediğini yemiş, yemediğini götürüyor. Ağzıı koskoca «kuş gönü» parça… Ulan bırak pastırmayı… Bak söz dinliy mu? Seni gidi kahpenin kedisi seni…
Dışarıdan yalvarırcasına:
— A Nefise Ana’cığım… Dilediğin pastırma olsun… Sen beni şu ı raktan kurtar da sana bir okka pastırma adağım olsun… Kapıyı aç, pıyı…
— A Gülsüm, kapıyı nasıl açayım? Buraya yığıldım kaldım… K çam incindi. Sancısı belime doğru vuruyor. Galiba aşığım yerinden ı; tı.
— Şimdi bana kapıyı açmayacak mısın?
Hoca Hanım avaz avaz:
— Kedi helâya atladı… Pastırma da ağzında gidiyor. İlâhi hayv Seni sarmanlar götürsün…
— Telâş etme canım… Elbette ağzından bir tarafa bırakır. 0 dar koca parçayı bitirecek değil a!.. Kalanı şartlarsın, gene yenir… P tırma bu… Ne olur? Köpek değil a bu, kedi… Kedinin ağzı pis tutnı
— A a a.. Pencereye atladı..
— Canım sen kapıyı aç, ben onu tutar, ağzından pastırmayı alın
— Karı, yerimden kımıldanamıyorum diyorum sana… Galiba . çamda büyük damar, küçük damarın üstüne bindi… Ay, ay, ay!.. Sr yüreğime çöküyor.
— A Nefise Hamm’cığım, ne yapacağız böyle?
— Karı, bilir miyim ben?.. A Gülsüm um… tyi aklıma geldi. K veye koş, Hacı Baban orada… Onun yanında anahtarı var… Söyle, k di de gelsin, bu kalçamın bir çaresine baksın… Haydi koş.. Kedi siı pencereden İmamecilerin tahtapoşuna atlarsa pastırmayı hayvanın zindan alırlar… Dilerler dilerler, maşada kızdırıp kızdırıp yerler… kırk yıl pastırma sorsak, dava etsek, görmedik-derler… O aç gözlü
o arsız «Seher» bu yaz ne asmamda körük bıraktı, ne de duvarım d ;ı remit… Nasıl da mide, bilmem ki kardeş… Okkalarla koruk yedi. F m sirke fırçasına döndü… O ekşi şeyi lâtilokum şekeri gibi yiyor… A, na bak… Hu, kızım Gülsüm, orada mısın?.. Yoksa gittin mi?
~ Ay, tüh tüh.. Korktum. Küt ©den nedir öyle?.. A, yetişme kalta-kedisi. Ne olacak, Sarman İmamecilerin tahtapoşuna atladı… Mis pastırmacığım ellerin boğazına kısmet olacak. Gitti, pastırmam, git-lerini koklayarak) Üzerine ne de güzel kokulu çemen vurmuşlar, irmamı eller yesin, ben burada parmaklarımı koklayayım. Hayvan ; damdan atlasa, vallahi peşini bırakmaz. Onun küçüklüğü, maazai-sekiz on yaşında iken o kız, oğlan çocuklardan afacandı. Seher, bu llede kaç sakanın kırbasını deldi. Çeşme başında saka kırbasını bir kenara bırakıp da biriyle lâkırdıya daldı mı, Seher usulca gidinde gezdirdiği ucu keskin çivi ile kırbayı deler. Alık saka farkm-İmaz. Arkasından parmak gibi su aka aka gene su taşır… (Etrafı ‘yarak) Burnuma pastırma kokusu gibi bir şey geliyor.. (Soluk so-koklayarak) İnan olsun pastırma kokuyor… Aman Rabb’im esirge-ne çabuk kediyi tuttular, pastırmayı ateşe vurdular. Ay, haram olda yarm ahirette beş pençem yakanızda olsun.. Saygısızlar… Kedi-iağzmda buldunuz bir kelepir, bari kokutmadan yiyiniz… Kokuyu ça içime baygınlıklar geliyor. (Avaz avaz haykırarak) Hacı nerede-etiş, kaç gündür koklamaya bile kıyamadığımız o canım pastırma-er yiyor. Herif yetiş… Hepsi kör boğazına gitmeden belki yarı-lsun kurtarabiliriz. (Gene etrafı daha kuvvetlice koklayarak) A, da-ıyacağım doğrusu, kalçam incinmek değil ya, küskütük kötü-olsam yine kalkarım. (İki eliyle tahtaya dayanıp kalkar. Biraz to-ârak hemen helânın penceresine koşar.)
‘ Hû. Seher, civan kızım… Sana diyorum… Kimse yok mu orada? … Huriye… Hû, ayol hep neredesiniz? (Kendi kendine yavaşça) olacaklar? Küçüğü büyüğü hep pastırmanın başmdalar. İlâhi kör uza kor düşsün… Ah pastırmam, ne tütüyor!.. Ne tütüyor!.. (Eli-klayarak) Ta kendisi, işte benim pastırmam… Tıpkı çemeni gibi or. Deminden dilerken kokusu elime sinmiş… (Gene haykırarak) ar, hû! hep birden neredesiniz? Biriniz çıkın da bana cevap verin, omşudan bir sada:
Ne var, Hoca Hanım, ne haykırıyorsun?
. Sen misin yavrum, Seher?
Benim, çabuk söyle; işim var. Çığlığını duydum; lokma ağzımda m kalktım.
Yemek mi yiyordunuz?
Evet…
Afiyet olsun… Şey kızım, bir şey soracağım… Bizim Sarman rda mı?
A, ne bileyim ben?… Kedi için sofradan insan kaldırılır mı kıı … Deminden şurada geziniyordu. Şimdi nereye gitti bilmem!. . Ağzında bir şey yok muydu?..
Hoca Hanım, insanı zorla günaha sokarsın… Sorduğun ^eye
0 murdarın ağzında ne olur? öyle kedi yetişmesin .. Her gllıı hu
tahtapoşa atlar, ağzında koskoca bir fare… Şuraya oturur, çıtır çıtır ziftlenir… Bütün tahtaları kan eder. Her gün temizleriz. Komşu hatırı bir, iki… Bu daima çekilir mi? Bir gün o kediyi yakalarsam imareit) götürüp atacağım. Ağzımda nimet, beni söyletme şimdi…
— Ya sizin «tekir»in elinden ben az mı çekiyorum?.. Kedi değil o, bir canavar, iki defa tel dolabımı parçaladı. Benimki gene avcılıkla geçiniyor… Hoş, onu Hacı ciğersiz bırakmaz ya… Hele Sarman’m bir ki* İma hata gelsin; vallahi Tekir’i bir kaşık suda bekarım… îşte sana bi de yemin… Neyse şimdi onları bırak… Bugün Sarman’m ağzında bi şey görmediniz mi?
— Kan, beni öğürtecek misin sabahleyin?..
— Neye öğürtecek mişim? Sanki ben bilmiyor muyum? Deminde hayvanı tuttunuz, ağzındakini aldınız, çoluk çocuk hepiniz şimdi kıza tıp kızartıp yiyorsunuz! Boğazınızda kalsın.
Komşudan bir vaveylâ:
— Anne, abla; yetişiniz… Bakınız, komşu Nefise ne diyor? Ka bozmuş… Biz her sabah Sarmanı tutar, ağzındakini alır, kızartır kıza tır da… çoluk çocuk… Ay, içim döndü…
Seher’in bu müstekreh feryadı üzerine annesi, ablası hep tahtapu’ koşarlar, henüz yutmağa vakit bulamadıkları ağızlarındaki lokmaları le ne dedikleri anlaşılmaz bir yaygaradır başlar,.. Fakat o aralık Ho Hanım sokak kapısının çatır çatır anahtarla açılmakta olduğunu işiti ce, hemen bu sövüp sayma mevkiini terk ile sofaya kadar koşar, hen kapı açılmadan boylu boyunca tahtalan üstüne uzamverir; derin de inlemeye başlar… Önde Hacı, arkada Gülsüm içeri girerler.
(Ağlayarak):
—■ Ne mümikün kızım… Kalçamın sızısına can dayanmıyor… H Baba’nl.a beraber ayağımdan tutun da kuvvetlice bir silkin. Belki aşığ yerine oturur. Üzerine de bir havacıva muşambası yapalım, çabtıc sanverelim. Bakalım nasıl olur?..
Hacı ile Gülsüm, hastanın sağ ayağına yapışıp şiddetle sarsarla Nefise hançeresinin olanca kuvvetiyle ortalığı çınlatarak:
— A dostlar, bacağım bütün bütün kökünden oynadı. Ne aşı kaldı ne kemiğim!.. Meğer evveli ne iyi imişim. Asıl şimdi bittim. II bana garezin ne idi?
Diye bağırınca îmamecilerin evinden gittikçe helânın penceresi yaklaşan birkaç ses:
— Etinden et mi kopanyorlar, kan?.. Ne haykırıyorsun öyle?.. Ş ret… Biz kedinin ağzından fareleri alır da kızartırmışız, öyle mi? Ilı» süpürge… Çok şükür bizim soyumuz belli… Soyu sopu ne iıdüğü hol sizler… Büyücü kan. Müşterisiz kaldıkça açlıktan fareleri, köstek-kİ sen yersin. Yaptığın büyülerle az kan kocayı birbirinden ayırmadın. Ş şıpın Zehra hâlâ ağlıyor. Gözünün1 yaşı dinmiyor. Kadının kocasını öl den aldın, başka bir kadın verdin… İki mccidiyeye karıyı kocadan
n. İki çeyreğe âşık kavuşturursun. Gelen müşterilerden, perileri da-:edeceğim diye bensiz kara tavuk istersin… Gene götürür tavukçu-zatarsm!.. Ya, kör boğazınıza tıkanırsınız…
” Hacı Baba pencereye doğru giderek:
i •— Haydi karılar, defolun’ oradan… Zavallı Nefise şimdi caniyle uğ-‘or… Yerinden kalkamıyor. Bir tarafından bir tarafına dönemiyor •hayâsızsınız be… iKömşuıdan:
■— Hay canı çıksın. Yerinden niye kalkamıyormuş bakayım?.. Hep p… Deminden tıpış tıpış bu pencerenin önüne kadar gelip de bağı-vkimdi? Alık herif. O düzenbaz, büyü tenceresi kafalı karının sözle-in anıyor musun?
Bu kavga gide gide o kadar kızışır, iki tarafın birbirine edepsizce ^uzları o mertebeyi bulur ki, biraz evvel aşığının yerinden oynach-iddia eden Nefise Hanım’da ağrıdan, sızıdan, topallamadan eser ’ az. Besbelli hiddetle hepsini unutur. Mütearhzlara karşı muktedir İldiği müstehcen kelimeleri püskürtmek için hemen yerinden kal-
* pencereye yapışır… İki taraf birbirinin ne dediğini anlamayacak kulak yırtıcı şematet içinde o kadar bağınşırlar ki, Nefise’mn de, »Gİarı kadınlann da artık sesleri kısılır. Zavallı Hoca Hanım’m bir harharası ve infial ile boğulmak tehlikelerine düştüğü bir sırada at mevkiinde duran bir muavin kuvvet gibi Gülsüm meydana çı-Nefise’yi pencere önünden çeker. Evin tahta kaplamasına küt küt iç defa vurduktan sonra:
i — O sizin yırtık kızınız düzgünleri sürüp sürüp köşe penceresinden ıdü, göründü ama, onun yüzüne bakan olmadı. Yoksa o Sulukule sı kızınız kendi lâyığını arasın. Susun artık dilenci kanlar. Kedi-komşudan getirdiği pastırma ile geçinen açgözlüler, yok yoksul keler, acaba neniz var?.. Nenize güvenip de böyle ciyak ciyak bağrı-sunuz. Çamaşırsız kanlar, yazı kışı bir gömlekle geçirenler, tekne ida soyunup ip başında giyinen- zavallılar…
■■Birkaç ses birden:
– Ohhh kendini mi târif ediyorsun a kan?. Çamaşır yıkadığımız gti-J de kör gözlerin görsün. Renk renk çamaşırlarımızla ipler dona-r şöyle… Yok, yoksul niçin olalım?.. (Yumrukla kaplamaya vura-işte koskoca ev sahibiyim, işte, işte, işte… Senin gibi koca bucu-büzülmüş sığıntı değiliz. Haydi evine git kaynananın pöstükislnl 1e. Kirletmiştir.
Hemen sesleri kısılıncaya kadar bu yaygaralar, bu mAnuıu teşnlut
1 — Okuduğunuz parçadaki olay, İstanbul’un kenar ma hailelerinden birinde geçer. Karşılıklı konuşmaların Iünç bir gelişmeye varmasının dayanak noktası nedir? Mfl zahçılığm buradaki kuruluş niteliğine «Karagöz» ve «Or Oyunu»muzda da rastlıyor muyuz?
2 — Bu konuşmalar, bu tip kişilerin karakterlerine uygun mudur? Gürpınar m, bu gibi olayları dikkatle incelemiş gerçekçi bir yazar olduğu anlaşılıyor mu|
3 — Üfürükçülüğünden ötürü kendisine Hoca Hanım denen Nefise’nin, ttflj yargı ile hareket eden, içinden pazarlıklı, ikiyüzlü, bilgisiz bir kadın olduğu hanj davranış ve sözlerinden anlaşılıyor? Onun bu kişiliğine daha neler eklersiniz?
4 — Bir tiyatro oyunu ile bir roman arasında ne gibi ayrılıklar vardır? BıJ rada okuduğunuz metni tiyatrolaştıran bir biçim, bir hava var? Bunu sağlaya nedir?
5 — Karşılıklı söz kavgalarında kadınlar, birbirlerini nelerle yeliyorlar? lerle övünüyorlar? Bu, onların değer ölçüleri üzerine size bir düşünce veriyor mu
6 — Aşağıdaki sözlerde ne gibi söz sanatları kullanılmıştır? Öğelerini de gi)ı tererek açıklayınız:
«Pastırmaları soğan zan gibi ince ince dilmiştim. Canhıraş bir feryat. Se gidi san çıyan, damarsız kedi. Karnı sirke fıçısına döndü. Kedi değil o, bir ca var. Büyü tenceresi kafalı kadın. Sulukule maşası kızınız.»
1 — «Tesadüfsün ilk baskısı 1900 yılındadır. Buraya nan metin, 1945 baskısındandır. Dil, yer yer sadeleştir miştir. Bununla beraber yine de yabancı sözcüklere
Metin Üzerinde İnceleme:
Dil:
lanıyor: Galiz (kaba), mutazallimane (sızlananlara yafl şır biçimde), niyazkâr (yalvaran), canhıraş (can tırmalayan), müstekreh (iğren şematet (kuru gürültü), gayz (öfke), infial (gücenme), teşniat (ayıplamalar) git) Bunlar, olayı anlatanın dilinde geçen sözler. Mahalle kadınlarının dilleri ise dalj başka, kendilerine özgü bir halk ağzı. Bu ikilik nedendir?
2 — Aşağıdaki halk ağzı söyleyişlerin anlamlarını açıklayınız:
«O kapı çalan elceğizin yakın vakitte teneşirlere gelsin. Verilmiş sadakalar varmış. Kulağını anahtar deliğine verdi. Bana olanlar oldu. Ağzım öpeyim, inağın ağzında kaldı. Yarın ahirette beş pençem yakanızda olsun. Kör boğazımı kor düşsün.»
3 — «Acele ayağına geçirdiği nalınlar» sözündeki «acele» sözcüğünü, tümci) daha uygun bir yere koyunuz.
4 — «Hoca Nefise Hanım’m kapı tokmağına yapıştı» tümcesindeki «kapı mağı»nı, belirtili tamlama yapınız ve bir de tümceyi öyle okuyunuz, ikisi aranij da nasıl bir anlam değişikliği olur? Tümceye hangisi daha uygun düşer?
5 — «Fakat Gülsüm oralarda mı?» sözündeki «oralarda mı» sözcüğünün lamı nedir? Vurgu, hangi hecede olmalıdır ki istenen anlam verilmiş olsun?
6 — «Yel yepereb yelken kürek» deyimi, hangi sözcüğe nasıl bir anlam riyor? Bu deyimi bir iki tümcede kullanınız.
7 — Sapır sapır. Burgula burgula. Sendeleye sendeleye gibi yinelenen süzeli lere, dilbilgisinde ne ad verilir? Bunların tümcedeki görevleri nedir? Hangi t)| Ieri etkiler?
8 — «Maşada kızdırıp kızdırıp yiyorlar» tümcesinde hangi sözcük yerini kullanılmamıştır?
HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR (1864-1944)
tanbul’da doğmuştur. Babası, Hünkâr yaverliği, Erzurum Mevki Komutan pmış Mehmet Sait Paşa’dır. Annesini küçük yaşta yitirmişti. Aksaray’da, Ya-Mahalle Mektebinde, Mahmudiye Rüştiyesinde okudu; Mülkiye Mekte ‘ikinci sınıfında iken hastalandı ve burayı yanda bırakmak zorunda kaldı , Bundan sonra kendini özel olarak yetiştirmiştir. Memurluğa Adliye Neza-ûiur-i Cezaiye Kaleminde başlamış; İkinci Ticaret Mahkemesi Üyesi olmuş, Nezareti Tercüme Kaleminde çalışmış, 1908’de memurluktan ayrılarak ken-atına vermiş; 1936 – 1943 yılları arasmda yaptığı Kütahya Mületvekilliği bu tarihten sonra hiç bir resmî görev almamıştır, şeyin Rahmi Gürpınar, yazı yazmaya on iki yaşında iken başladığı söyle-) Yayımlanan ilk öyküsü «İstanbul’da Bir Frenk»tir (Ceride-i Havadis, 1887). _;anı, Ahmet Mithat Efendi’nin takdirini kazanan ve yazarım tanıtan «Şık» ercüman-ı Hakikat, 1888). Burada ortaya koyduğu sanat; topluma bakışı, ‘gücü ve mizahçılığıyle sonraki bütün yapıtlarına egemen olur. Kişileri, on-aşayışlanm, bütün görüntüleriyle inceleyen Gürpınar’ın yazılan ve çeviri-ekli olarak «Tercüman-ı Hakikat» gazetesinde yayımlanır. Daha sonra İk-akit, Cumhuriyet, Son Telgraf, Milliyet gibi gazetelerde romanları tefrika Meşrutiyet döneminde bir süre «Boşboğaz ile Güllabi» adlı mizah dergisini Yaşamının uzun yıllan Heybeliada’daki köşkünde geçer. Mezan oradadır, liseye adı verilmiş, iskele yakınındaki parka bir büstü konmuştur, in Rahmi Gürpınar, Servet-i Fünunculann yanı sıra yazı yazmaya, öykü lannı vermeğe başlamıştır; fakat dil, ve toplumcu sanat anlayışı bakım-onlardan tüm olarak ayn bir yoldadır. Halkı, çevreyi, yerli yaşamı iyi i iyi anlayan bir sanatçıydı. Bütün gücünü o kaynaktan aldı. Onların yaşa-bütün görenek ve gelenekleriyle, kendi , kültür ortamları içinde yansıtabiliri bakımından yapıtlan, çağının birer sergisidir. Biraz abartılmış, fakat ilerisi için sosyal belgeler, en çok onun yapıtlarında var. Dedikoducu, kav-‘halle kadınlan, Batı’yı taklide yeltenen züppe kılıklı türediler, kalem efen-onak beyleri, bilgiçlik taslayan cahiller, yobazlar, külhanîler, dalkavuklar, er, dengesiz evlenmeler, gelin – kaynana kavgalan, aile yaşamında müreb-, cariyelerin rolleri, ahlâk ve namus anlayışındaki düşünce çatışmaları, ar, her şey, Gürpınar’ın ele aldığı konulardır. Bu alanda büyük bir göz-. Kaleminin en çekici yanı, mizahıdır. Zeki bakışlan her olayda, her şey-“ç bir şey bulur. Tiplerin portrelerini vermekten çok, karikatürlerini çi-sjı kendi ağızlanyle konuşturur. Gerçekçi bir yazardır. «Bir sanatkâr, ta-kadar vuzuh (açıklık) ve sıdk (doğruluk) ile istinsah edebilirse (tıpkısı-ilirse), eserine o kadar ruh vermiş olur.» der. (Son Arzu romanının ön sö-tün bunların yanı sıra, Gürpınar’da, günlük tefrika romancılığından ve l yazılanyle sağlama zorunluğundan gelen bir acelecilik; çoğunlukla özen-r üslûp ve teknik aksaması gözden kaçmaz.
‘eyin Rahmi Gürpınar’ın, çevirileri dışında, kitap olarak yayımlanmış ya-toplamı elliye yaklaşır..
& yapıtları;
alan: Şık (1888), İffet (1896), Mutallaka (1898), Mürebbiye (1899), Bir
1 Sevda (1899), Metres (1900), Tesadüf (1900), Nimetşinas (1902), Kuyruk-Altında Bİr İzdivaç (1912), Şıp Sevdi (1911), Gulyabani (1912), Cadı (1914),
Rüştiyede iken yazdığı «Gülbalıar Hanım» adlı oyunu bir yangında yon
Hakka Sığındık (1919), Son Arzu (1922), Cehennemlik (1924), Tebessüra-i El (1923), Efsuncu Baba (1924), Ben Deli miyim (1925), Utanmaz Adam (1934), kiya İninde (1935) vb.
Öykü kitapları: Kadınlar Vâizi (1920), Namusla Açlık Meselesi (1933), tü Buşe (1938), îki Hödüğün Seyahati (1933), Tünelden llfc Çıkış (1934), Ticareti (1939) vb.
Piyesleri: Hazan Bülbülü (1912), Kadınlar Erkekleşince (1,933).
Tartışana: Cadı Ç^rçpıyor (1313), Şekavet-i Edeblyye (1913).
Scenario a handful of issues i was seeking for. I did not foresee that we’d obtain so much absent from reading by way of your personal compose up! You’ve just received your returning buyer