Cüneydi Bağdâdî hazretlerinin talebelerinden. Kaynaklarda nerede doğduğu anlatılmamakla berâber, Hemedân yakınlarındaki dergâhının bulunduğu beldede vefât ettiği bildirilmektedir. Ebû Bekir Şiblî, Ebü’lHasan Ali bin Muhammed Müzeyyen, Ebû Abdullah-i Hafifle arkadaşlıkları vardı. Bağdâd, Şiraz, îsfehan, Mekke, Medine ve Hemedân’a ziyâretleri oldu. Hemedân vâlisi Ebû Ali Varcî’den, kendisine talebeleriyle berâber kalabileceği bir dergâh yapmasını istedi. Vefâtma kadar orada kaldı. Âbid ve zâhid olup, ömrünün her ânını Allahü teâlâmn râzı olacağı bir işle geçirmeye gayret ederdi, öm rü boyunca ilim tahsil edip, kalbinin kötülüklerden temizlenmesi için çalıştı. Talebelerine ilim ve Cehennem ateşinden korunma yollarını Öğretti. Çok talebe yetiştirdi. Şöhretten kaçardı. Tanındığı yerden aynlır, övülmekten hoşlanmazdı. Ebû Abdullah-ı Hafif anlatır: “Ebû Tâlib Hazrec bin Ali hazretleri, Şiraz’a gelmişti. Mi’desi ağrıyordu. Oranın ileri gelenleri Şeyh’in hizmetini bana havâle ettiler. Her gece onaltı-onyedi defa kalkardı. Bir gece oturuyordum. Vakit bir hayli ilerlemişti. Uyku bastırınca uyuya kalmışım. Şeyh beni çağırmış, ikinci çağırışında kalkıp hizmetine koştum. Bana “Ey çocuk, benim gibi mahlûkun hizmetini doğru dürüst yapamıyorsun, Yaradan’ ın hizmetini nasıl yapacaksın?” buyurdu. Yine Ebû Abdullah-ı Hafif anlatır: “Ebû Tâlib Hazrec, Şiraz’da sohbetini dinlemek için toplananların yanma geldi. Üzerindeki elbise çuvaldandı. Elinde de bir âsâ vardı. Ben de yanındaydım. Cemâate: “Size ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Ben günahlar içinde çırpm an bir günahkârım” dedi ve ağladı. Yanındaki leri de ağlattı. Meclisi feryâd ve çığlıklarla doldu. Şiraz’m insanları O’nu çok sevip, ayak bastığı toprağı hastalara şifâ diye topladılar. O, bu sevgiyi reddetti. Onların gözünden düşecek bir hareket yaptı. Herkes ondan yüz çevirdi. Hiçkimse ona iltifat etmez oldu. Oradan Isfehan’a gitti. Giderken Ali bin Sehl Isfehânî’ye O’nun üstünlüğünü belirten bir mektup yazıp verdim. O, îsfehan’da Ali bin Sehl ile görüşmedi. Hemedan’da vâli Ebû Alı Varcî ile görüştü. Vâli ihtiyâcını sordu. O da “Falan yerde bana bir dergâh yap” dedi Orası yapılınca, binâyı siyaha boyayıp, kendisi de siyah elbise giydi. Vefâtma kadar orada oturdu.” 1) Nefehât-ül-üns sh-293 EBÛ TÜRÂB PSA^ŞEBÎ, Evlıyânm büyüklerinden, Adı, Asker bin Hüseyin Nahşebî’dir. Künyesi ile tanınmış, asıl ismi unutulmuştur. Horasan’ın evliyâlanndan idi. Hâtim-i Esâm ve Ebû Hâtim-i Attar el-Basrî ile sohbet etmiştir. Şâfiî mezhebinde fıkıh âlimi idi. Aynı zamanda Ahmed bin Hanbel’den de ilim almıştır. Ebû Abdullah Celâ’nm ve Ebû Abîd Bûsrf nin hocasıdır. 245 (m. 859; senesinde Basra çölünde namaz kılarken vefât etti. O halde bir sene kaldı. Bu zaman içinde cesedine vahşî hayvanlar ve kuşlar hiç yaklaşmamış, vücûduna dokunmamışlardır. Allah yolunun büyüklerinden, mücâhede ve takvâda kuvvetli, hikmetli ve te’ sirli sözlen meşhûr olup, yıllarca başını yastığa koymadı. Yalnız Harem-i şerifte bir seher vakti uyudu. Rü’yâsmda hûnlerden bir kısmı gelip kendilerini ona göstermek, onunla konuşmak istediler. Ebû Türâb: “Ben kendimi Allahü teâlâya o kadar verdim ki, hûrilerle oturup konuşacak vaktim yok” dedi. Hûriler etrafında gürültü ederlerken, Cennet meleklerinin reisi Rıdvan gelip: “Bu azîzm size yüz vermesi mümkün değildir. O Cennetteki yerini almadıkça sizinle ilgilenmez. Gidin ve o zaman gelirsiniz” dedi îbn-i Celâ anlatır: “Ebû Türâb Mekke’ ye geldi. Bitkin yorgun ve zaıf görünmüyordu. “Nerede yemek yedin?” dedim. “Basra’da, Bağdad’da, bir de burada” dedi. Yine İbn-i Celâ der ki* “Üçyüze yakın evliyâ gördüm. Bunlardan dördü çok büyük olup, ilki Ebû Türâb idi.” Kendisi anlatır Birgün Hicaz’da yal nız yürüyordum. Siyah yüzlü bir adam gördüm. Boyu çok uzun idi, korkmuştum.
IİBÛ Y&Lİm HA2REC BM ALİ
24
Nis