wiki

İKİNCİ FASL

Bundan sonra, Allahü teâlâ,insanı hayâtı bgjttım rf düny
âd a d u rd u ru r. Belli olan eceli gelinceye kM grçfigîsâ^m ikeninceye
k a d a r ve ezelde takdir edilm iş otan *fîpMÎtteri bitinceye
k ad ar, d ü n y ad a d u p lf. D ü n y ad ak i ölürafryaW aşdığı vak t, d ö rt
m elek gelir. B unların biri, rû h u n tT sa ğ ayağından ve biri sol
ayağından ve biri sağ elinden ve biri sol elinden çekerler. Ç ok
d e f a, rû h u g arg ara hâline gelm ezden evvel (Âlem-i melekûti) yi
görm eğe başlar. M elekleri, yapdıkları işlerin h akikatim , âlem lerinde
d u rd u k ları hâl üzere görür. Eğer dili söyler ise, onların
v ü cû d ü n ü h ab er verir. Ç ok d e f a d a, g ö rdüğü şeyleri şeytânın
bir işi zan eder. Lisânı tu tu lu n cay a k a d a r hareketsiz kalır. Bu
hâlde, yine m elâike rû h u n u p a rm a k uçların d an çekerler. Soluğu
ise, sanki sak a kırb asın d an su boşalır gibi giril giril öter. F âcirin
rû h u da yaş keçeye takılm ış olan diken çekilir gibi çıkarılır ki,
b u n u insanların en ü stü n ü o lan P eygam berim iz “sallallahü
aleyhi ve sellem ” h ab er verdi. Bu halde ölü k a m ın ı diken ile
dolu zan eder. R u h u n u d a, sanki bir iğne deliğinden çıkıyor ve
gök yere bitişiyor ve kendisi arasın d a kalıyor zan eder.
H azret-i K â’b d an “ radıy allah ü a n h ” , ölüm nasıl oluyor
diye süâl olundu. B uyurdu ki: (Bir diken dalını bir kişinin
içerisine koym uşlar. Ve kuvvetli bir kim se onu çekiyor. K estiğini
kesiyor. K alan kalıyor gibi buldum ).
Peygam berlerin efendisi “ sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem ”
b u y u rd u ki, (Elbette ölüm sarhoşluğundan birinin şiddeti, üçyüz
kerre kıiınç vurmakdan daha şiddetlidir).
İşte bu zem an d a insanın cesedi terler. G özleri sü r’at ile iki
ta ra fa gider. B u rn u n u n iki tarafı çekilir. G öğüs kem ikleri kalk
ar, soluğu k ab arır. Benzi sararır. Âişe-i sıddîka «radıyallahü
an h â» vâlidem iz, R esûlullah kucağında iken, bu hâli görünce,
g ö zünden yaş dök erek şu m eâlde şi’r söyledi:
(N efsim i san a fedâ ederim yâ R esûlallah ki, seni fenâ h areketlerden
birşey kederlendirm edi, incitm edi. Bu zem âna k a d a r
seni cin de çarpm adı. Birşeyden d ah î k o rk m ad ın . Şim di ne oldu
ki, güzel yüzün inci gibi terle ö rtü lm ü ş görüyorum . H er ö lünün
rengi solduğu halde, senin m ü b ârek y üzünün nûrları h ak îk aten
h er tarafı aydınlatıyor.)
— 8 —
Rûhu kalbe gelince dili tutulur. H iç kimse rûhu göğsüne
gelm iş iken konuşam az. Bunun iki sebebi vardır. Biri, iş gâyet
büyük olduğundan, göğüs nefeslerle sıkışıp, daralmışdır.
G örm ezm isiniz, insanın göğsüne vurulsa bayılır. A ncak az
so n ra söze k âd ir olur. Ç ok kerre de söyliyem ez. İnsanın neresine
vurulsa seslenir. G öğsüne vurulsa, hem en sessiz ölü gibi düşer.
İkinci sebebi d e ,\e s akciğerlerinden dışarı çıkan havanın
h arek etin d en hâsıl o lu y o r idi. Bu soluk ise kalm adı. Nefes alıp
verem ediği için bedenin h arâreti kalm az, soğur. Bu zem ânda
m evtâların hâlleri m uh telif olur.
B a’zıları v ard ır ki, m elek zehr ile su verilm iş kızgın dem ir
ile v urur. H em en rûh k açar, hârice çıkar. M elek o n u eline alır,
civâ gibi titrem eye başlar. Ş al arısı k a d a r insan şeklinde olur.
S o n ra m elek o n u zebâniye (azâb yapıcı meleğe) teslim eder.
Bazı m evtâ v ard ır ki, rû h u azar a zar çekilir. T a ki boğazında
tu tu lu r. B oğazında d a kalm az. A ncak kalbe bağlı o larak
kalır. Bu zem anda m elek zehrli kızgın dem ir ile vurur. Z irâ o
dem irle vurm ayınca, rû h kalbden ayrılm az. Bu dem irle v u rm anın
sebebi, dem ir ö lüm denizine daldırılm ışdır. K alb üzerine
k o n u lu n ca diğer yerlerine de sirâyet eden zehr gibi olur. Z irâ,
h ayâtın sırrı an cak kalbdedir. O n u n sırrı ancak d ü n y a h ay â­
tın d a te ’sîr eder. B unun için b a ’zı kelâm âlim leri (hayât rû h u n
gayrıdır) ve (hayâtın m a ’nâsı rû h u n beden ile karışm asıdır)
dediler.
R ûh çekilip son bağı k opacağı zem an, kendisine birçok
fitneler ârız olur. Bu, ol fitnelerdir ki, iblîs a ’vanını (yardım cılarını)
hâssaten o kim seye m usallât eder. O halde iken o insana
gelirler ve o n u n anası ve bab ası ve kardeşi ve kızkardeşi ve
sevdiği kim selerden vefât etm iş o lan lar sûretinde g ö rü n ü rler ve
o n a derler ki:
(Ey filân! Sen ö lü y orsun. Biz, bu halde seni geçdik. Sen
yehûdî dîninde o larak öl. Bu din A llah indinde, m ak b û l olan
h ak dindir). E ğer b u n ların sözlerine aldanm az, dinlem ez ise,
y an ın d an giderler. B aşkaları gelip, derler ki (Şen nasrâni (hıristiyan)
o larak öl! Z irâ o din M esih’in y a’nî Isâ aleyhisselâm ın
d în id ir ki, M ûsâ aleyhisselâm ın dînini, nesh etm işdir.) Böylece,
her m illetin dinlerini o n a söylerler. O zem anda C enâb-ı H ak k ın
şaşırm asını dilediği kim se şaşırır. İşte bu; (Ey bizim Rabbimiz!
Dünyada iken bize îmân verdiğin gibi, ölürken de kalblerimizi
_ 9 _
şaşırtma)meâlindeki Âl-i İmrân sûresinin sekizinci âyet-i kerî­
mesinin haber verdiği hâldir.
C enâb-ı H ak bir k u lu n a hidâyet ve îm ân d a sebâtını dilerse,
o kim seye rah m eti ilâhiyye gelir. B a’zıları, b u rah m etd en m ak –
sad C ebrâil aleyhisselâm dır, dediler.
R ahm et-i ilâhiyye, şeytânı uzaklaşdırıp, h astan ın yüzünden
o y o rg unluğu giderir. O zem an insan ferâhlar, güler. Ç ok
kim selerin bu halde güldüğü g ö rü lü r ki, A llahü teâlâ tarafın d an
rah m et gelm esi ile o n u m üjdeleyip, (Beni bilir m isin, ben C ebrâî-
lim . B unlar ise senin d ü şm an ların olan şeytânlardır. Sen M illet-i
H anîfıyye ve şerî’at-ı M uham m ediyye üzre *efât et!) der. İn san a
işte bu m elekden d a h a çok sevgili ve ferâhlandırıcı bir şey
y o k d u r. (Yâ Rabbi, bize rahmetini ihsân eyle. İhsân sâhibi ancak
sensin) m eâl-i şerifindeki Âl-i Im rân sûresi sekizinci âyet-i kerî­
mesi bu hâli h ab er verm ekdedir.
B a’zı kim seler v ard ır ki, a y ak d a nem âz kılarken vefât eder.
B a’zısı u y k u d a iken, b a ’zısı bir şeyle m eşgûl iken, b a ’zısı d a çalgı
ve o y u n lara dalm ış iken, kim isi de sarhoş iken, ansızın vefât
eder. B a’zı kim selere, rû h u çıkarken kendinden evvel geçen
tan ıd ık ları gösterilir. B unun için etrâfm da olan kim selere
b ak ar. Bu zam an d a o kim se için h o ru ld am ak o lu r ki, in san d an
b aşk a herşey onu işitir. İnsan işitm iş olsa, elbette helâk olur,
k o rk u d a n ölürdü.
Ö lünün his d u y g u ların d an en son gayb edeceği şey işitm esidir.
Z irâ rû h k albden ayrıldığı vakt yalnız görm esi bozulur.
F ek at işitm ek, rûh kabz oluncaya k a d a r gayb olm az. B unun
için F ah r-i âlem «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem » efendim iz
(Mevtânıza şehâdeteyni kelimeteyn ki, “Lâ ilâhe illallah Muhammedün
Resûlullah” dır. Bu kelimeyi telkin ediniz!) b u y u rm u şd u r.
Ö lüm halinde olanın y an ın d a çok söz söylem ekden de nehy
b u y u rm u şd u r. Ç ünki o zem ân insan şiddetli sıkıntı içindedir.
E ğer ö lü n ü n ağ zın d an tü k rü ğ ü akm ış, d u d ağ ı sark m ış,
yüzü k ararm ış, gözü d ö n m ü ş ise, bilm iş ol ki, o şakîdir. Â hıretdeki
şekâvetini g ö rm ü şd ü r.
E ğer g ö rü r isen ki, ağzı açık, sanki g ülüyor, yüzü gülüm siyor,
gözü d ah î kırp ık gibidir. Bilm iş ol ki, o kim se âh ıretd e
k avuşacağı sü rü r ile teb şir (m üjde) o lu n m u şd u r.
M elekler, b u rû h u cennet ipeklerinden bir ipeğe sararlar.
O sa’îd olan kim senin rû h u , bal arısı k a d a r insan şeklindedir.
— 10 —
A klından ve ilm inden hiçbirşey gayb etm em işdir. D ü n y âd a ne
yapm ış ise, hepsini bilir. O m elekler, b u rû h la b erab er sem âya
d o ğ ru u ç a ra k yükselirler. B u yükselm eyi b a ’zı ölü bilir, b a ’zı
ölü ise bilm ez. B öylece, önceki geçm iş P eygam berlerin
“ aleyhim üsselâm ” üm m etlerini ve yeni ölm üş olan ları, bir yere
yayılm ış o lan çekirgeler gibi görerek geçerler ve birinci kat
sem â o lan d ü n y â sem âsına varırlar.
Bu m eleklerin b aşın d a o lan C ebrâil “ aleyhisselâm ” ,
d ü n y a sem âsına çıkar. K im sin diye sorulur. Ben C ebrâilim ,
yan ım d ak i de filandır, diyerek o kim senin güzel ve sevdiği
ism leri ile h ab er verir. D ü n y a sem âsının bekçileri o lan m elekler,
(Bu ne iyi b ir kim sedir ki, i’tik âd ı, inancı güzel idi. Ve hiç
şübhesi yok d u ) denir.
B u n d an so n ra ikinci k at sem âya çıkarlar. K im sin denir.
C ebrâil “ aleyhisselâm ” birinci k at sem âdaki m eleklere söylediği
sö zü n ü te k râ r eder. İkinci k at sem âdaki m elekler o sâlih
rû h a, (H oş safâ geldi. D ü n y â d a iken n em âzlarını b ü tü n farzların
a riâyet ederek ed â ederdi) denir.
S o n ra geçer, üçüncü kat sem âya ulaşırlar. K im sin denir.
C ebrâil “ aleyhisselâm ” d a h a önce söylediklerini te k râ r eder.
B unun üzerine (M alının h ak k ın ı m u h âfaza edip zekâtını, ta rla ­
d an aldığı m ah sû lü n u şru n u em r o lu n an kim selere seve seve
verip, hiç esirgem eyen b u zât hoş ve safâ geldi) denir. O rad an
d a geçerler.
D ö rd ü n c ü k at sem âya varırlar. K im sin denir. D a h a önce
söylediği gibi cevâb verir. (D ü n y â d a , R am ezân o ru cu n u tu tu p
d a, o ru cu bo zan şeylerden ve yab an cı k ad ın larla gö rü şm ek d en
ve h arâm yem ekden kendini m u h afaza eden kim se hoş ve safâ
geldi) denir.
S o n ra geçerler. Beşinci k a t sem âya varırlar. K im sin denir.
D a h â önce söylediği gibi cevâb verir. (F arz o lduğu zem an
haccını riyâsız ve A llah ü teâlâ için edâ eden kim se hoş ve safâ
geldi) denir.
S o n ra geçerler. A ltıncı k a t sem âya varırlar. K im sin denir.
Evvelce verm iş o lduğu cevâbı verir. (Seher vaktlerin d e çok
istiğfâr eden, gizli çok sa d a k a veren ve yetim lere yard ım eden
zât, hoş, safâ geldi) denir.
O rad an d a geçerek (Surâdikât-i celâl) denilen celâl p erd elerinin
b u lu n d u ğ u bir m a k â m a varırlar. K im sin diye so ru ­
lunca, öncekiler gibi cevâb verir. Y ine (H oş ve safâ geldi. Ç ok
istiğfar edip, [Ç o lu k ço cu ğ u n a ve sö zü geçenlere] em r-i m a ’rû f
y a p a n , A llah ü teâlân ın d în ini, O n u n k u lların a öğ reten , m iskinlere
[ve d a rd a k alan lara] y ard ım eden sâlih k u la ve güzel rû h a
m erh ab âlar olsun] denir. S onra m eleklerden bir cem â’ate
u ğ rarlark i hepsi o n u C ennet ile m üjdeleyip o n u n la m üsâfeha
ederler.
S o n ra (sidret-ül-müntehâya) k a d a r giderler. Y ine kim d ir
diye so ru lu n ca, öncekiler gibi cevâb verir. (H o ş sefâ geldi. H er
iyiliğini A llah ü teâlân ın rızâsı için y ap an zâta m erh ab â) denir.
B u n d an so n ra ateş ta b a k a sın d a n geçer. S o n ra n û r, zulm
et, su ve k a r ta b a k a la rın d a n geçer. S o n ra soğ u k denizine
u ğ ra r ve geçerler. H er ta b a k a n ın b irbirine uzaklığı bin senelik
yoldur.
S o n ra A rş-u r-R ah m ân üzerine ö rtü lm ü ş olan perd eler açı­
lır ki, seksen bin p erdedir. H e r p erd ed e seksen bin şerefe vardır.
H e r şerefede bin k am er y a ’nî ay v ard ır ki, A llah ü teâlâyı tehlîl
ve tesbîh ederler. O n la rd a n bir k am er d ü n y a d a g ö rü n se, n û ru
âlem i y a k a r ve herkes A llah ü te âlâd an b aşk a o larak o n a ibâdet
ederdi. Bu zem ân d a p erd e ark a sın d a n b ir m ü n âd î n id â ed er ki,
b u getirdiğiniz rû h kim dir? C ebrâil “ aleyhisselâm ” filân oğlu
filândır, der.
A llahü teâlâ (B unu y ak ınlaşdırın. Ve sen ne güzel k u lu m –
sun b u y u ru r.) A llah ü teâlân ın huzûr-i m âneviye-i ilâhiyyesinde
d u rd u ğ u v ak t bazı levm -ü itâb (azarlam ak ) ile H ak teâlâ o n u
u tan d ırır. H a tta o kul zân ed er ki h ak îk aten helâk oldu. S onra
C enâb-ı h ak o n u afv eder.
N itekim K âd î Y ahya bin E ksem h azretlerin d en rivâyet
o lu n d u . V efâtından so n ra rü y â d a g ö rü lü p de süâl o lu n d u ki,
H ak teâlâ san a ne m uâm ele eyledi. Y ahya bin E ksem , (A llahü
teâlâ beni m anevî h u zû ru n d a d u rd u rd u . Ey Şeyh-i S u’ [Y a’nî
fenâ ihtiyâr]! Sen şu n u ve b u n u işlem edin mi? b u y u rd u . A llahü
teâlân ın y ap d ık larım ı bildiğini anladığım zem an, beni k o rk u
k ap lad ı ve Ya R abbî, böyle suâl soracağını b a n a d ü n y a d a
bildirm ediler, dedim . (S an a nasıl bildirildi) b u y u rd u . Ben de
b a n a M u’am m er, İm âm -ı Z ü h rid en , o da U rve’den, o d a Âişe-i
S ıddîka «rad ıy allah ü an h a » d an , o da hazreti P eygam berden
«sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem », o d a hazreti C ibrîlden, o da
Z ât-ı te âlâd an h a b e r verdiler. R a û f ve rah îm olan A llah ü teâlâ,
— 12 —
(Ben azîmüşşan, islâmda ağaran saç ve sakala azâb etmekden
hayâ ederim) b u y urdu; dedim . O zem an A llahü teâlâ b u yurdu
ki, (Sen ve M u ’am m er ve İm âm -ı Z ü h ri ve U rve ve Âişe ve
M u h am m ed aleyhisselâm ve C ibril sâdıksınız. Ben de seni
m ağfiret etdim .)
K âdî Y ahyâ bin E ksem « rahm etullahi aleyh» B ağ d âd ’da
k â d î iken 242 [m. 856] de M edine’de vefât etdi. Şâfı’î fıkh âlim i
idi. (Tenbih) ad ın d ak i kitâb ı m eşhûrdur.
M u ’am m er bin M ü sen n â, E b û U beyd-i N ahvi adı ile m eş­
h û rd u r. E dib idi. 110’da B asra’d a tevellüd, 210 [m. 825] d a
vefât etdi. H ârici idi. Ç o k k itâb yazdı. H adîs ve tâ rih âlim i idi.
M u h am m ed bin M üslim Z ü h ri tâb iîn d en d ir. K itâb ların ı
d ıv ar gibi dizip, içine k a p a n a ra k o k u m ak la v ak t geçirirdi.
Zevcesi b irg ü n (Bu k itâ b la r b a n a üç o rta k d a n d a h a şiddetlidir)
dem işdi. 124 [m. 741] de vefât etdi « rah im e-h u llah ü teâlâ».
U rve bin Z übeyr, Z ü b ey r bin A vvâm ın ikinci oğludur.
E sm â bint-i E bî B ekrin oğ lu d u r. F u k a h â -i seb’ad an biridir.
 işeden “ rad ıy allah ü a n h â ” çok hadîs-i şerif bildirdi. 22’de
tevellüd, 93’de M edînede vefât etdi « rah im e-h u llah ü teâlâ»].
Y ine, A b d ü l’azîz ibn i N ü b â te r ü ’y âd a g ö rü lü p , A llahü
teâlâ h a z re tle ri sa n a nasıl m u ’âm ele b u y u rd u diye s o ru ­
lunca, A llah ü teâlâ b a n a b u y u rd u ki, (Sen şu kim se değilm isin
ki sö zü n ü kısaltır. Ve sa n a b u ne güzel fesâhatli söz söyler
denilsin diye k o n u şu rd u n .) Ben de Ya R abbî! Yüce zâtını n o k ­
san sıfatlard an tenzih ve tak d is ederim ki, ben h ak ir k u lu n ,
d ü n y âd a zât-ı rubûbiyyetini v asf ve m edh ve senâ ederdim .)
(Ö yle ise d ü n y â d a d ed iğ in gibi vasfeyle) b u y u rd u . (B en d ah î
önce y o k d an y a ra ta n , o n ların yine rû h ların ı k abzederek ö ld ü ­
rür. O n lara n u tk (k o n u şm a hassası) veren yine n u tk ların ı yok
eder. Y ok etdiği gibi so n ra yine y o k d an îcâd eder. İn san öldükden
so n ra, uzvlarım b irb irin d en ayırdığı gibi, o n ları yine kıyâ-
m et g ü n ü cem eder ) dedim . G ü n â h la rı afv edici o lan A llahü
teâlâ (D o ğ ru söyledin. G it ben de seni m ağfiret etdim ) b u y u rd u
dedi. [İbni N ü b âte şâir o lu p , divânı vardır. 405 [m. 1014] de
B ağ d âd d a vefât etdi.]
M en sû r bin A m m â r da “ rah m etu llah i aleyh” rü ’yâda
g ö rü lü p , A llahü teâlâ san a ne m u ’âm ele b u y u rd u diye so ru ­
lunca, şöyle cevâb verdi. C enâb-ı H ak beni m a ’n e v îh u z û ru n d a
d u rd u ru p , (B ana ne ile geldin ey M ensûr) b u y u rd u . Ben de yâ
– 13 –
R ab b i, o tu zaltı hac ile geldim . (O n lard an hiçbirini k ab û l etm edim
. Ne ile geldin?) b u y u rd u . Ben de; Yâ R abbi, senin rızân için
o k u d u ğ u m üçyüzaltm ış h atm -i şerif ile geldim . (O n la rd a n hiç­
birini k ab û l etm edim . Ne ile geldin ey M ensûr?) b u y u rd u . Ben
de, Yâ R abbi, rah m etin ile geldim , dedim . B unun üzerine
A llah ü teâlâ d a (İşte şim di b a n a geldin, git ben de seni m ağfiret
etd im ) b u y u rd u dedi.
Bu hikâyelerin çoğu ö lü m ü n k o rk u lu hâllerini h a b e r verir.
Ben san a A llah ü teâlân ın y ard ım ı ile söz dinleyecek kim selerin
uyabilecekleri şeyleri h a b e r verdim . B a’zı in san lar v a rd ır ki
kürsîye ulaşd ık ları zem an bir nîd a işitir. Ve o ra d a o n u geri
çevirirler. B a’zıları d a p erd elerd en geri çevrilir. A llah ü teâlân ın
h u z û ru n a u laşan lar, Â rif-i billâh o lan lard ır, y a’nî Evliyâ-i
kirâm d ır. V ilâyetin d ö rd ü n c ü derecesi ve d a h a üst m a k a m la ­
rın d a olan kim selerin d ışın d ak iler, A llahü teâlân ın h u z û ru n a
ulaşam azlar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir