İLKEL ANLAMDAN SOYUT ANLAMA

İLKEL ANLAMDAN SOYUT ANLAMA

Şüre, her yerde ve her zaman rasla nır. Bununla birlikte, şürin tarihindi iki büyük dönemi birbirinden ayırt et mek gerekir. Birinci dönemde (Eski çağ’a denk düşer genellikle) şiir insanoğlunun doğal dilidir. İnsanoğlu dış dünyada yaşamaktadır ve kend içine kapanma alışkanlığını edinme miştir henüz. Kendini dile getirişi, ya hn, canlı, çocuksu ve özgündür. Deril bir duygu duyduğu, tutkuya kapıldığ ve büyük bir düşünceye ulaşbğı heı seferinde, şiir, onun ruhundan fışkı nverir.Buna karşılık, ihsanlannderiı düşünmeye ahştıklan, mantıksal alış kanlıkların ağır bastığı daha sonrak dönemlerde, şiir yetisi, ancak seçkiı azınlığın sahip olduğu bir şeydir. Öte yandan, bu iki dönemde, dilleriı şiir bakımından durumu arasmda di büyük bir fark vardır. İlk çağlarda dil ler, imge dolu sözcüklerle, mecazlar la, güç, tazelik ve çarpıcılıkla doluy dular. Nitekim, Homeros’un dili böy
3911
«AeppetfbdI# d» i art «AnamâjjjBÜoe rdftce^«TOİ4^«npflMilI^«sraoo>ecqM3
Ressam Mondrian Un şıir-tablosu (1928).
M.Seofter
ı6aeı ı
ledir.
Ama daha şpnra, felsefe ve bilim kültürüyle yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramış olan diller başka bir nitelik edindiler. îmge yüklü sözcükler azaldı. Bu sözcüklerden çoğu, ilk anlamlarım yitirdi ve soyutlaştı. Şiir, somut varhklandile getirmek için dolambaçlı sözlere ve mecazlara başvurmak zorunda kaldı. Günlük ve kaba bir dilin yam sıra, her günkü konuşmada eskimiş ya da bağlamlarının dışında ele alınmış az raslanır sözcüklerin yer aldığı şürsel bir söyleyişin ortaya çıkması, işte bundan ötürüdür. Bazı sözcüklerin yazımının değiştirilmesinde ya da ters tümcelerin yapılmasında dile gelen şiirsel özgürlük de buradan kaynaklanır. Ama burada, dilin zorlanmasından çok, ozanın nazım kısıtlamalarına boyun eğmesi söz konusudur.
YERYÜZÜNÜN ORPHEUSÇU AÇIKLANMASI
Şiir, yaklaşılması gereken bir kesinlik, bir apaçıklık gibi kendini vermez ozana. Paul Valery şöyle der: “Gerçek ressam, bütün yaşamı boyunca resmi, gerçek ozan da şiiri arar, vb. Çünkü bunlar belirlenmiş etkinlikler değildir. Bu etkinliklerde, gereksinimi, amacı, araçları ve hatta engelleri yaratmak gerekir…” Valery, temel bir deneyi-
min sözünü etmektedir böylece. Bu deneyim, sözcüğün ve imgenin şeytansı güçleriyle yaşanan, aranan ve yazılmak istenen şeyde ustalık ve alışkanlık kazanılmasını hiçbir zaman sağlamayan, ama kesinsizlik ve arayış getiren bir deneyimdir. Bütün bir yaşam süren ve şürsel uğraş ile ölme işini birbirine yaklaştıran bu uzun sabır, işte böyle bir şeydir ve “aynanın öte yüzüne”, görünmeyene, Açık’a, yani Şür’e götürür. “Ölüm aracılığıyla dışa, kapsayıcı bir hayvan bakışıyla bakarız” (Rilke).
Ölümle, gözler içe döner ve bu dönüş, Açık’ın, her şnrin tanıklığını ettiği dünyanın iç uzayının (Weltinnenra-um) alanıdır.
MODERN ŞİİR
Eskiden olduğundan çok daha fazla bir dil sanatı olan ve insanoğlunun dolaymışız bütünselliğini ya da yoksunluğunu ortaya seren modern şiir, sözün gücüne ya da “güçsüzlüğüne” (Artaud’nun deyimiyle) başvurarak, insan boğuntusunu dile getirir. Anlatma dili olduğu kadar yaratış dili de olan modern şür, insana ve dünyaya ilişkin olan ve gittikçe genişleyen ama boğuntulu olduğu için çelişki taşıyan bir bilgiyi tamlaştırır.
GÖRÜLEBİLİR – GÖRÜNMEYENİ ADLANDIRMA
Demek ki dil, yerdir: Egemen bir sözün yeridir, konuşan ve görülebilir-görünmeyeni konuşma ya da adlandırma tehlikesini yüklenenin yeridir. Nitekim Nietzsche, “Ama sanat korkunç bir ciddiyettir!.. Titremenize yol açacak imgelerle çevireceğiz sizi. Buna gücümüz yeter! Kulaklarınızı tıkayın: Gözleriniz bizim mitlerimizi görecek, ilençlerimiz yakalayacak sizi!” dediği zaman, sözün yarattığı gere-kim, bir kudret aracına dönüşür. Modern ozan, metinde, dilin, deneyimi ya da başarısızlığı düe getirdiği yeri yakalamaya çalışır, yani yapıtm kendisine kadar uzanan devinimi ele geçirmeye yönelir.
ARTAUD VE KURBAN EDİLMİŞ YAPIT
Artaud için düşüncenin kırılganlığı gereklidir ve düşüncenin yıkılışı üe “gerçek yitim”e karşın yazmayı başardığı şiir arasındaki olağanüstü bağıntı, dilin aptallaştırıcı kargaşasını, kökten aşınımını, öz yitimini dile getirmek zorundadır. Artaud, manevi
RENE CHAR
f
Fransız ozanı (L’Isle-sur-la 1907 – Paris, 1988).
İ930’da gerçeküstücülüğe k ne Char, Breton ve Eluard te yazdığı şiirleri Ralentir (1930) adı altında yayımla sonra bu anlayıştan uzakla le Marteau sans maître (Sal kiç, 1934), Moulin premie Placard pour un ehemin de: (1937) adlı kitaplarını yı Fransız Direnme hareketi içi şantısını Feuillets d’Hypnos’ dile getiren Rene Char’ın öl lan arasında Fureur et mys ke ve Giz, 1948), Recherhe se et du sommet (Temel ı Arayışı, 1955), le Nu perdu ( lak, 1971) yer alır.
yapıtların doğurduğu aşırılı koymaktan hiçbir zaman ge mıştır: “Hiçbir şey yapmad pamadığımı belirtmek için ys nızca; bir şey yaparken, asi bir şey yapmıyordum. Bütür hiçlik üstünde kurulmuştur v ka türlüde olamazdı zaten… ten de, Artaud, her şeyden tirmeyi ve yırtılışı öne sürer doluluğu söz konusu değildi] Haykırışlar, saplantılı imge] lanamayanı, dile getirileme varlığın aldatıcılığını ortay
EDWARD CUMMİNGS
A.B.D’li ozan (Cambridge.M setts, 1894-North Conw< Hampshire, 1962). Öğrenimini Harvvard Ünive de tamamlayan Edvvard Esi mings Birinci Dünya savaşı ı Fransa’da gönüllü olarak ( ran şoförlüğü yaptı. Bir yaı nucu tutuklama kampına ahi mings burada geçirdiği süı Enormous Room’u (Koğuş, 1 dı. Dilsel araştırmalarla uğra Tulips and Chimiıeys (Lalel çalar, 1923) adlı kitabıyla ön ozanlar arasında yer aldı. (1933) olduğu gibi, I: Six Noı (Ben: Ders Olmayan Altı De adlı yapıtında da insanı ve i tuluğun mitiyle karşı karşı) bireyi yücelti.
Cummings aynı zamanda biı di.
3912
Jteâiaot le ymft&câ tsespor
| eehcppeebâle At Veri smfiTsaemtreahg&im ,
8 rdtar*«scstous «ajavsljuıo oo sraad seeaeas i ihsana senes&tpan&T**» senm zSencef” ”8r”^
l’îlot (M^k «mİ eoMRM il «w <wftraiy«dm İt «Ur il İİm^a tftte «fail uy* Jıjnıeâ U« «tUgnedarts «tİ*ezmdH«C£
«t U gnoi bcİt «tU «jUu toat uu fj&A ^c* «şneneıacflıadMtrMKıMM e
qg’«M&&Vİ* «nfed
Ressam Mondrian’ın şiir-tablosu (1928).
as» il fal {IaÜ x pensnr si j occ em âtoditâ ft nen cnoısir ft choıslr bira < orf* ll /alflaıt pra4re«ori«£L
_____. L prtodre fctiscı
ecrcfarta» strspc «i scus le jusU ■
ledir. • *
Ama daha sonra, felsefe ve bilim kültürüyle yüzyıllar boyunca değişikliğe uğramış olan..diller başka bir nitelik edindiler. İmge yüklü sözcükler azaldı. Bu sözcüklerden çoğu, ilk anlamlarını yitirdi ve soyutlaştı. Şiir, somut varlıklarıdile getirmek için dolambaçlı sözlere ve mecazlara başvurmak zorunda kaldı. Günlük ve kaba bir dilin yanı sıra, her günkü konuşmada eskimiş ya da bağlamlarının dışında ele alınmış az raslanır sözcüklerin yer aldığı şürsel bir söyleyişin ortaya çıkması, işte bundan ötürüdür. Bazı sözcüklerin yazımının değiştirilmesinde ya da ters tümcelerin yapılmasında dile gelen şiirsel özgürlük de buradan kaynaklanır. Ama burada, dilin zorlanmasından çok, ozanın nazım kısıtlamalarına boyun eğmesi söz konusudur.
YERYÜZÜNÜN ORPHEUSÇU AÇIKLANMASI
Şür, yaklaşılması gereken bir kesinlik, bir apaçıklık gibi kendini vermez ozana. Paul Valery şöyle der: “Gerçek ressam, bütün yaşamı boyunca resmi, gerçek ozan da şiiri arar, vb. Çünkü bunlar belirlenmiş etkinlikler değildir. Bu etkinliklerde, gereksinimi, amacı, araçları ve hatta engelleri yaratmak gerekir…” Valery, temel bir deneyi-
min sözünü etmektedir böylece. Bu deneyim, sözcüğün ve imgenin şeytansı güçleriyle yaşanan, aranan ve yazılmak istenen şeyde ustalık ve alışkanlık kazanılmasını hiçbir zaman sağlamayan, ama kesinsizlik ve arayış getiren bir deneyimdir. Bütün bir yaşam süren ve şürsel uğraş ile ölme işini birbirine yaklaştıran bu uzun sabır, işte böyle bir şeydir ve “aynanın öte yüzüne”, görünmeyene, Açık’a, yani Şnr’e götürür. “Ölüm aracılığıyla dışa, kapsayıcı bir hayvan bakışıyla bakarız” (Rilke).
Ölümle, gözler içe döner ve bu dönüş, Açık’ın, her şnrin tanıklığını ettiği dünyanın iç uzayının (Weltirmenra-umj alanıdır.
MODERN ŞÜR
Eskiden olduğundan çok daha fazla bir dil sanatı olan ve insanoğlunun do-layımsız bütünselliğini ya da yoksunluğunu ortaya seren modern şür, sözün gücüne ya da “güçsüzlüğüne” (Artaud’nun deyimiyle) başvurarak, insan boğuntusunu düe getirir. Anlatma dili olduğu kadar yaratış dili de olan modern şür, insana ve dünyaya ilişkin olan ve gittikçe genişleyen ama boğuntulu olduğu için çelişki taşıyan bir bilgiyi tamlaştırır.
GÖRÜLEBİLİR – GÖRÜNMEYENİ ADLANDIRMA
Demek ki dü, yerdir: Egemen bir sözün yeridir, konuşan ve görülebilir-görünmeyeni konuşma ya da adlandırma tehlikesini yüklenenin yeridir. Nitekim Nietzsche, “Ama sanat korkunç bir ciddiyettir!.. Titremenize yol açacak imgelerle çevireceğiz sizi. Buna gücümüz yeter! Kulaklarınızı tıkayın: Gözleriniz bizim mitlerimizi görecek, ilençlerimiz yakalayacak sizi!” dediği zaman, sözün yarattığı gere-kim, bir kudret aracına dönüşür. Modern ozan, metinde, dilin, deneyimi ya da başarısızlığı dile getirdiği yeri yakalamaya çakşır, yani yapıtın kendisine kadar uzanan devinimi ele geçirmeye yönelir.
ARTAUD VE KURBAN EDİLMİŞ YAPIT
Artaud için düşüncenin kırılganlığı gereklidir ve düşüncenin yıkılışı ile “gerçek yitim”e karşın yazmayı başardığı şiir arasındaki olağanüstü bağıntı, dilin aptallaştırıcı kargaşasını, kökten aşınımını, öz yitimini dile getirmek zorundadır. Artaud, manevi
RENfi CHAR
/
Fransız ozanı (L’Isle-sur-1
1907 – Paris, 1988). İ930’da gerçeküstücülüğe 1 ne Char, Breton ve Ğluard te yazdığı şiirleri Ralentiı (1930) adı altında yayını] sonra bu anlayıştan uzak! le Marteau sans maître (Si kiç, 1934), Moulin premi Placard pour un ehemin dı (1937) adlı kitaplarım Fransız Direnme hareketi i şantısım Feuillets d’Hypno dile getiren Rene Char’ın < lan arasında Fureur et m ke ve Giz, 1948), Recherh se et du sommet (Temel Arayışı, 1955), le Nu perde lak, 1971) yer alır.
yapıtların doğurduğu aşır koymaktan hiçbir zaman ı mıştır: “Hiçbir şey yapım pamadığımı belirtmek için nızca; bir şey yaparken, e bir şey yapmıyordum. Büt hiçlik üstünde kurulmuştuı ka türlü de olamazdı zaten ten de, Artaud, her şeydi tirmeyi ve yırtılışı öne sür doluluğu söz konusu değili Haykırışlar, saplantılı imj lanamayanı, dile getirileı varlığın aldatıcılığını orl
EDWARD CUMMİNGS
A.B.D’li ozan (Camhridge setts, 1894-North Con Hampshire, 1962). Öğrenimini Haroard Ün de tamamlayan Edvvard mings Birinci Dünya sava Fransa’da gönüllü olara ran şoförlüğü yaptı. Bir nucu tutuklama kampına mings burada geçirdiği Enormous Room’u (Koğu: dı. Dilsel araştirmalarla u Tulips and Chimneys (La çalar, 1923) adlı kitabıyla ozanlar arasında yer a (1933) olduğu gibi, I: Sıx i (Ben: Ders Olmayan Altı adlı yapıtında da insanı tuluğun mitiyle karşı ka bireyi yücelti.
Cummings aynı zamanda dı.

“Her ne pahasma olursa olsun yazmak ve kendimi açıklamak, benim zayıflığım ve saçma yanımdır. Ben düşünceden çok acı çekmiş bir insanım ve bundan ötürü konuşmaya hakkım var.”
“GERÇEK YER”İN ARANMASI
Çeşitlilikleriyle, hiçlik ile varlık, bulunmayış ile bulunuş, egemen söz ile kısır susuş, manevi duyarlık ile psikanaliz bilgisi, tantanalı şarkı ile çözülmüş sözdizim arasındaki gaddar di-
PİERRE JEAN JOUVE
Fransız ozanı (Arras, 1887-Paris, 1976).
Yalın ve ustalık dolu yapıtları, masumluk ve hata işleme saplantısının doğurduğu kaygıyla yüklü olan Pier-re jean jouve Hıristiyanlık ile freud-culuğu, manevilik ile müstehcenliği kaynaştırdı. Başlıca şiir kitapları arasında şunlar sayılabilir: Le Paradis perdu (Kayıp Cennet, 1929); les No-ces (Düğünler, 1931); Sueur de sang (Kan Teri, 1935); Matiere celeste (Göktaşı, 1937); la Vierge de Paris (Paris Bakiresi, 1946): Tenebre (Zifiri Karanlık, 1966).
Roman ve deneme türünde de yazan Jouve’un romanları arasında Paulina 1880 (1925), Le Monde desert (Issız Dünya, 1927), Histoires sanglantes (Kanh Öyküler, 1932); denemeleri arasında da Defense et illustration (Savunma ve Açıklama, 1946), Com-mentaires (Yorumlar, 1949), Wozzeck ou le Nouvel Opera (VVozzeck ya da Yeni Opera, 1953), En Miroir (Aynada, 1954) sayılabilir.
yalektiği açığa vuran bitip tükenmez şürsel etkinlik, gerçeği yadsımayı, tanrısal ile insansal arasındaki bağm-| tının kırılganlığını, ayrılışın acı dene-
S yimi niteliğinde olmayan, ama “evren-ı sele adanmış sözcüklerde, duyusal ] varoluşun dokunuşlarını” (Yves Bon-nefoy) duyuran bir dil aracılığıyla insanoğlunu öz boyutuna ulaştıracak olan bir yaşamın özlemini kaynaştırıyor gibi görünmektedir.
ŞİİRİ DEŞMEK, KÂHİN OLMAK
Modern şürin, Guillaume Apollinaire ve Pierre Reverdy, Saint-john Perse ve Rene Char, Andre Breton ve Hen-ri Michaux, T.S. Eliot ve Pierre jean jouve, Francis Ponge ve Ezra Pound, Paul Celan ve Osip Emilyeviç Man-delştam, Eugenio Montale ve Georg Trakl, Louis Aragon ve Edward Cummings tarafmdan örnekleri verilen çok çeşitli tema alanları ve sayısız eğilimleri, Mallarme’nin (“Yazık ki, şiiri bu denli deşerek, beni umutsuzluğa sürükleyen iki uçurumla karşılaştım” diye yazmış ve bu iki uçurumdan birinin Tanrı’mn yokluğu ötekinin de insanın ölümü olduğunu belirtmiştir) ve şunları yazan Rimbaud’nun verdiği derse sadık kalmıştır: “Kâhin oimaik, kendini kâhin haline getirmek gerekir diyorum. Ozan bütün duyuların uzun süren, geniş ve bilinçli olarak yoldan çıkarılmasıyla kâhin yapar kendini ve kendini arar; yalnızca özünü elde tutmak için bütün zehirleri kendinden çıkarır.” Ama bu tür sadakat, çoğunlukla, “günlük yaşama çarpıp kırılır.”
“YAŞAMI DEĞİŞTİRMEK”
Guillaume Apollinaire’in eski çağlara bir elvedaya benzeyen verimi, bir şiir devriminin habercisiydi. Öte yandan, Gerard de Nerval’in (“Düş, bir ikinci yaşamdır”, “Ben, Başkası’ yım”), Lautreamont’un (“Şür, herkes tarafından gerçekleştirümelidir”), Baudelaire’in (“Kokular, renkler ve sesler çağrışır”) bazı sözleri ve yapay cennetler yaşantısı ve bunların yanı sıra Alfred jarry’nin ve büyülü evreni, saçma bir mekanizmanın ayrıntılı bir biçimde kurulmasına dayanan Raymond Roussel’in verimleri, yalnızca gerçeküstücü hareketi ve otomatik yazıyı, Michaux’nun meskalin deneyimlerini değil, Pierre Reverdy’nin imge ve sözdizimi üstündeki derin düşünmelerini de haber veriyordu. Nitekim Reverdy şöyle yazar: “Birbirine yaklaştırılmış iki gerçeğin arasındaki bağıntılar ne kadar uzak ve yerindeyse,
FRANCİS PONGE
Fransız ozanı (Montpellier, 1899 -Alpes Maritimes, 1988).
Sorbonne Üniversitesi’nde edebiyal ve felsefe, Paris Üniversitesi’nde de hukuk öğrenimi gören Francis Ponge, lirizmden bilerek uzaklaşıp nesnelere yöneldi ve onların maddesel gerçekliğini yakalayarak dilin sunduğu olanaklarla bir başka alana ak? tarmayı amaçladı. Başlıca yapıtları arasında şunlar sayılabilir: le Parti pris des choses (Nesnelerden Yana, 1942); le Carnet du bois de pins(Çam Ağacının Güncesi, 1947); le Grand Recueil (Büyük Derleme, 1961; yapıtlarının büyük bir bölümünün derlemesi); Pour un Malherbe (Bir Malherbe İçin, 1965).
imge o kadar güçlü olacak ve o kadar heyecanlandırma gücü ve şiirsel gerçeklik taşıyacaktır.”
BÜTÜNSEL DENEYİM
Şiirsel deneyim, her zamandan daha fazla, bütünsel bir deneyim olarak ortaya çıkıyor ve hiçbir sınır, hiçbir kısıtlama tanımıyordu. Verilen yapıt, kimi zaman geleneğe ve yapaylığa boyun eğiyordu, ama bu, kendini,kuşkuya (Michaux), Kutsal Kitap dünyasına (Claudel), manevi arayışa (PĞguy), dil buluşuna (Queneau), vb’ne açmak için yapılıyordu.
Gerçekten de her şür, Kitab’ın başlangıcım belirliyordu yalnızca {Mallarme’nin düşlediği şeydi bu): Yapısal ve önceden düşünülmüş, kesinleştirilmiş ve aşamalandırılmış bir şeydi şür. Ve şiir, bir yaklaşmanın sınavıydı; denenen bir ölümün ve birliğe, dışa, kavranabilire sığmayanın sınavıydı.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*