Kansei
Kansei reformları, Japon devlet adamı Matsudaira Sadanobu’nun, Tokugava yönetimi sırasında yaşanan mali ve ahlaki bunalımı aşmak amacıyla, 1787-93 arasında uygulamaya koyduğu ve ağırlıklı olarak Kansei döneminde (1789-1801) uygulanan tutucu reformlar.
Kansei reformları çerçevesinde başta Batı ülkeleri olmak üzere yabancı devletler ile yapılan ticarete kısıtlamalar getirilirken, tarım etkin bir biçimde desteklendi. Çiftçilerin kentlere göç etmelerini engellemek için çeşitli önlemler alındı ve tüccarlann Tokugava Şogunluğu’nun hizmetindeki kişilere olan borçları azaltıldı ya da tamamen silindi. Sadanobu ayrıca genel bir tasarruf seferberliği başlattı ve bütün sınıfların harcamaları üzerine kesin sınırlamalar getirdi. Aynı dönemde Zhu Xi’nin Konfüçyüsçülük anlayışı desteklendi ve yayınlara sıkı bir sansür uygulanmaya başladı. Kıtlığın olumsuz etkilerini azaltan ve devlet mâliyesine geçici olarak destek sağlayan bu reformlar, Sadanobu’nun görevden alınmasından sonra yavaş yavaş uygulamadan kalktı.
kanser, vücutta yapı ve işlev bakımından anormal hücrelerin denetimsiz ve aşırı çoğalmasıyla ortaya çıkan yüzden fazla hastalığın ortak adı. Bu çoğalma, yaşamsal önemi olan bir organ ya da dokuda oluşursa normal işlevi bozarak ya da kesintiye uğratarak ölüme yol açar.
Kanser birçok farklı bitki ve hayvanda görülürse de en sık insanda rastlanan türleri araştırılmıştır. Vücuttaki hücre ya da dokular tam olarak anlaşılamayan nedenlerle normalden hızlı büyüyüp anormal boyutlar aldıklarında ve normal işlevleri değiştiğinde kanserleşmeden söz edilir.
Kanser, önceden düşünüldüğünün tersine, vücudun genel durumundan, yapısından bağımsız gelişen bir olgu değildir. Kanserin ortaya çıkmasının, bireyin yatkınlığı ve bağışıklık sisteminin durumuyla yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir. Örneğin meme ve prostat kanserlerinde bir tür virüsün rol oynadığı sanılmaktadır. İyi huylu urlann tersine, kanser çevreye yayılma eğilimi gösterir. Yayılmanın derecesi genellikle hastalıktan kurtulma şansını da gösterir. Kanser gelişirken üç evreden geçer. Ur, kaynaklandığı dokunun içinde sınırlıysa hastalığın erken evrede olduğu söylenir; hastalık bu evredeyken saptanırsa çoğunlukla tedavi edilebilir. Doğrudan yayılma evresinde kanser hücreleri çevredeki dokulara ya da o bölgeye ait lenf düğümlerine yayılmıştır; bu evrede tedavi kimi zaman başarılı olur. Kanser hücreleri çoğalmaya başladıkları ilk organ ya da dokudan kan ya da lenf dolaşımı yoluyla vücudun daha uzak bölgelerine gitmiş ve ikincil urlar oluşturmuşsa kanserin metastaz evresinde olduğu söylenir. Metastaz yapmış kanserlerin iyileşme olasılığı çok düşüktür.
Kanser hücreleri sağlıklı hücrelerden daha hızlı bölünür ve çoğalırsa da, kanserli ve normal dokular arasındaki aynmda belirleyici olan kanser hücrelerindeki çoğalmanın durdurulamaması ve bu hücrelerin, normal doku büyümesinin işlevsel dengesine özgü yararlı ve sınırlı olarak çoğalan bir doku biçiminde farklılaşmamasıdır.
Sınıflandırma. Kanserler temel yapılarına göre karsinom ve sarkom olarak ikiye ayrılabilir. Karsinomlar vücudu kaplayan
deri ile meme, solunum ve sindirim yoll iç salgıbezleri, üreme organları ve boşa! sisteminin iç yüzünü döşeyen epitel dc dan; sarkomlar bağdoku, yağ dokusu, damarlan, kemik ve kıkırdak gibi doku dan çıkar. Ender görülse de, bazı kanse hem epitel doku, hem de bağdokudan 1 naklanır ve karsinosarkom olarak ad dirilir. Kan yapıcı dokular, sinir sistem pigmentli deri hücrelerinin kanserleri sınıflandırmaya girmez.
Kanserin türünü belirtmek için karsiı ve sarkom sözcüklerine, kaynaklandığı kuyu belirten Latince ya da Yunanca öı ler takılır. Örneğin kemik dokusunda ye şen ve gelişen kanser osteosarkom, dokusu kanseri liposarkom, lifsi bağdc nun kanseri fibrosarkom olarak bilinir, yandan, adeno- öneki, tiroit adenokars mu ya da mide adenokarsinomunda old gibi epitel kökenli kanserlerde özeli salgıbezi hücrelerinin bulunduğunu terir.
Derinin bazal hücreli kanseri ya da dudak, gırtlak, idrar kesesi, dölyatağı 1 nu ve kamış gibi organların mukoza d( sundan kaynaklanan kanserler de epi moit ya da yassı hücreli karsinom ol; adlandırılır.
Nedenleri. Kanserin oluşmasında çe etkenlerin tek başına ya da bir arada oynayabileceği bilinmekteyse de, meka ma tam olarak anlaşılmamıştır. Örn asbest, çok halkalı hidrokarbonlar ve si| dumanındaki çeşitli bileşiklerin kansere den olduğu, radyoaktif serpinti, X ışıı ve morötesi (ultraviyole) ışınları gibi i; laştırıcı ışınım kaynaklarının da kanseri olduğu anlaşılmıştır. Ama etkenle k
laşma ile kanserin ortaya çıkışı arası geçen süre genellikle çok uzun olduğu : etkene hedef olma süresi ve yoğunluğ kanserin ortaya çıkma olasılığı arasın’ ilişki tam olarak bilinemez. Bazı kanseri virüs kökenli olduğu sanılmaktadır. Ö ğin, Epstein-Barr virüsünün Burkitt le masına, üreme organlarında enfeks na neden olan uçuk virüsünün kadml; dölyatağı boynu kanserine yol açabile bilinir. Araştırmalar, kansere neden olc düşünülen virüslerdekine benzer geni insanda da bulunduğunu göstermiştir, lıklı hücrelerde yer alan bu genler fenc yansımadığı sürece kanserleşme söz koı değildir. Son yıllarda kalıtımın da ka oluşumunda etkili olduğu görüşü ağ kazanmaktadır. Kanserleşmenin ilk e sinde, dezoksiribonükleik asidin (Dİ yapısı doğuştan gelen ya da sonradan şen bir bozuklukla değişir. İkinci ev hücrenin düzenli ve denetimli çoğalı bozulur. Bu dönemde kimyasal ve fizı etkenler, hormonlar ya da beslenme d nindeki değişmeler gibi dış etkenler ka rin ortaya çıkmasında tetik rolü oynaya! Bu dönemin oldukça uzun sürmesi, h kanserleşmeden önce, alınacak önle üzerinde araştırmalar yapılmasını kola tırmıştır.
Tedavi. Günümüzde kanser tedavisi çı ilaç ve hormonların verilmesine (kemoı pi), cerrahi tedavi, radyoterapi ya da bı nn bir ya da birkaçının birlikte uygular sına dayanır. Kanser tanısı ne kadar e konur ve tedaviye ne kadar çabuk başI; sa iyileşme olasılığı o kadar yüksektiı
Bütün tedavi türlerinde istenmeyen et ve sonuçlar görülebilir. Kemoterapide lanılan ilaçların çoğu kanser hücre: çoğalma ve yayılmasını önlemeye yönel ve bu etkiyi hücrenin DNA’sımn yap değiştirerek gösterir. Ancak, bu eti kanser hücrelerine özgü olmaması saj hücrelerin DNA’sının da değişerek i
Kant Kritik der praktischen Vernunft’ta (1788; Pratik Aklın Eleştirisi, 1980) insanın özgür eylemde bulunabileceğini savundu. İnsan gerçi doğal bir varlıktı ve bir yanıyla doğa yasalarına bağlıydı. Ama usun kendi kendine yasa koyabilme niteliği insanın kendiliğinden bir etki başlatmasını, yani özgür olabilmesini de sağlıyordu. Bu olanağın gerçekleşmesi “ahlak yasası” kavramına bağlıydı. “Ahlak yasası” insan usunun kendi kendine zorunlu ve genelgeçer kurallar koymasıydı. Bir eylemi belirleyen ilke, bütün insanlar için geçerli bir yasa haline getirilince hâlâ geçerliğini koruyabiliyorsa, özgür ve dolayısıyla ahlaklı bir eylemin ilkesi olabilirdi. Böylece insanlık kavramına varan Kant, her insanın bütün insanlarla paylaştığı “insan onuru”nu kendi benliğinde korumasının bir ödev olduğunu belirterek ancak bu nitelikteki eylemlerin ahlaklı olduğunu savundu.
Pratik Aklın Eleştirisi’y[& en önemli felsefe konularındaki çalışmalarını bitirdiğini düşünen Kant, sistemini bütünsel hale getirmek için Kritik der Urteilskraft’ı (1790; Yargı Gücünün Eleştirisi) yayımladı ve ilk iki Kritik’te açık kalan estetik ve ereksel yargı türlerini ele aldı. Bir şeyi güzel bulma ile bir şeyin bir amaç taşıması sorunlarından yola çıkarak, bu iki alanı kuramsal ve pratik us arasında geçiş yollan olarak irdeledi. Estetikte güzellik ile hayranlık ve saygı arasında ilişkiler kurdu. Ereksel alanda ise insanın doğada gerçekte amaç ve erek görmediğini, kendi amaçlanna benzer ilkeleri doğaya atfettiğini ileri sürdü. Yargı gücünün belirli bir işlemi olan bu atfetme, atıfta bulunulan nesnelerde gerçekte amaç bulunduğu düşü-nülmezse, zararsızdı; insan, birçok doğal olayı ve bu arada organik doğayı ereksellik aracılığıyla anlamlandırabilirdi.
Son dönemleri. Üçüncü Kritik’ten sonra Kant Die Religion innerhalb der Grenzen der blossen Vernunft’ta (1793; Yalnız Aklın Sınırlan İçinde Din) birçok kitabında dolaylı olarak ele aldığı din konusunu işledi. Yaygın ve kurumlaşmış bütün dinleri üstü kapalı, ama sert biçimde eleştirerek inanç konulannın ahlak konulanndan kesin çizgilerle ayrılması gerektiğini savundu. Bu kitabı yüzünden kovuşturmaya uğrayınca Prusya kralı I. Wilhelm’e “sizin tebanız olduğum sürece din üzerine yeniden yazı yazmayacağım”, sözünü verdi. Ama 1797’de kralın ölmesi üzerine verdiği sözün geçerliliğinin kalmadığını bildirerek, 1798’de önsözünde kralla yazışmalanna da yer verdiği Der Streit der Fakultaten’i (Yetilerin Çatışması) yayımladı. Burada, insan usunun bağımsızlığını (felsefeyi) özellikle yerleşik din ve yönetim kuramlarına (ilahiyata ve hukuka) karşı savundu.
Kant 1790’larda yazmaya başladığı son yapıtında doğa felsefesinden deneysel bir doğa bilimine yapılabilecek katkılara yer vermeyi tasarlamıştı. Ama yapıt ilerledikçe, bütün felsefe sistemi için bir tür toparlayıcı bakış geliştirmeye çalıştı. Felsefenin en üst bakış açısı olarak nitelediği bu çalışma Tanrı, dünya ve insanı bütünleştirecekti. Bu “transandantal felsefe” insanın dünyadaki bütün kuramsal etkinliklerini kapsayacağı gibi, “eyleyen varlık” (kişi) olarak, bütün öteki varlıklarla ilişkilerini de ortaya koyacaktı. Kant bu çalışmasında fizikten etiğe kadar birçok önemli düşünce geliştirdiyse de son yapıtını tamamlayamadı. Yapıt ölümünden sonra Opus postumum adıyla yayımlandı (1938).
Belirgin bir hastalığı olmayan ama zayıf gövdesi “bir mum gibi” eriyen Kant, yakla-
şık bir yıl yarı komada kaldıktan sonra öldü. Mezar taşına Pratik Aklın Eleştirisi’nin son parçasından, “üzerinde düşündükçe iki şey, insan ruhunu hep yeni ve gittikçe artan bir hayranlık ve saygıyla dolduruyor: Üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası” yazıldı.
1904’te kurulan Kant Derneği günümüzde de Kant Kongreleri düzenlemektedir. Ayrıca Kant üzerine araştırmalara yönelik Kant-Studien dergisi de savaşların yol açtığı kesintiler dışında, 1896’dan bu yana yayımlanmaktadır. Yapıtları ölümünden sonra pek çok kez toplu olarak yayımlanmıştır; bunlardan en eksiksiz kabul edileni Prusya Bilimler Akademisi’nin (Berlin) 1900-38 arasında yayımladığı Akademie-Ausga-be’ dir.
ÖBÜR ÖNEMLİ YAPITLARI. Gedanken vor der wahren Schatzung der lebendigen Krafte (1747; Canlı Güçlerin Gerçek Ölçümü Üzerine Düşünceler), Die Frage: ob die Erde veralte, physikalisch erwogen (1754; Yeryüzü Yaşlanıyor mu Sorusunun Fiziksel Açıdan İrdelenmesi), Von den Ursachetı der Erders-chütterungen (1756; Yer Sarsıntılarının Nedenleri Üzerine), Monadologiam physicam (1756; Fiziksel Monadoloji), Neuer Lehrberriff der Bewegung und Ruhe (1758; Hareket ve Hareketsizlik Kavramları Üzerine Yeni Öğretiler), Die falsche Spitzfindigkeit der vier syllogistischen Figuren (1762; Dört Tasım Biçiminin Sahte İncelikleri), Der einzig mögliche Beweisgrund zu einer Demonstration des Daseins Gottes (1763; Tann’nm Varlığının Tanıtlanabilmesinde Tek Kanıt Temeli), Versuch, den Bergiff der negatien Grossen in die Weltweisheit einzuführen (1763; Olumsuz Nicelik Kavramım Dünya Bilgeliğine Sokma Denemesi), Beobachtungen ilber das Gefühl des Schönen und Erhabenen (1764; Güzellik ve Yücelik Duygusu Üzerine Gözlemler), Von den yerschiedenen Rassen der Menschen (1775; Çeşitli İnsan Irkları Üzerine), Idee zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerlicher Absicht (1784; Dünya Vatandaşlığı Amacına Yönelik Bir Genel Tarih Düşüncesi), “Beantwortung der Frage: Was İst Auf-klarungit” (1784; “Aydınlanma Nedir Sorusuna Yanıt”, 1984), Grundlegung zur Metaphysik der Sitten (1785; Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, 1981), Meta-physische Anfangsgründe der Natunvissenschaft (1786; Doğabiliminin Metafizik Başlangıç Temelleri), Dber den Gebrauch teleologischer Prinzipien in der Philosophie (1788; Felsefede Ereksel İlkelerin Kullanımı Üzerine), Über Schwdrmerei und die Mittel dagegen (Gayretkeşlik ve Buna Karşı Önlemler Üzerine), Das Ende aller Dinge (1794; Her Şeyin Sonu), Zum ewigen Frieden, Ein Philosophischer Entwurf (1795; Ebedi Barış Üzerine Felsefi Deneme, 1960), Metaphysik der Sitten (1797; Ahlak Metafiziği), Anthropologie in pragmatischer Hinsicht (1798; Pragmatik Açıdan Antropoloji), Kante Logik (yay. haz. Jaschek, 1800; Kant’ın Mantığı), Kants Physi-sche Geographie (yay. haz. Rink, 1802-03; Kant’ın Fiziksel Coğrafyası).
Kantabriler, büyük ölçüde Keltlerle kanş-mış antik İber kabilesi. İÖ 200’den önce başlayan bir dizi sefer sonunda Romalılara boyun eğmek zorunda kalan kabilenin anayurdu, Ispanya’nın kuzey kıyısı boyunca uzanan Cantabria Dağlarının arasındaydı. Yanmadamn en vahşi halkı olarak kabul edilen Kantabriler, Roma egemenliğine İÖ 19’da girdiler. Başlangıçta kabilenin bölündüğü dokuz klan, Roma yönetimi altında yapılan düzenlemeyle yediye indi.
kantala (Agave cantala), Agavaceae familyasından çokyıllık bitki ve bu bitkinin lifi. 1783’ten bu yana Filipinler’de tarımı yapılan kantala bitkisi 1800’lerin ilk yıllarında Endonezya ve Hindistan’da da yetiştirilmeye başlamıştır.
Bitkinin, doğrudan gövdeden çıkarak sık bir küme oluşturan dikenli kenarlı ve mızrak biçimli yaprakları vardır. Lifler yapraklardan ya makinelerin yardımıyla sıyrılır ya da Filipinler’de yaygın biçimde uygulanan ıslatma yönteminde olduğu gibi tuzlu suyla ıslatılıp yumuşatılarak çıkanlır.
Ortalama 75-150 cm uzunlukta, çok ince çaplı ve beyaz renkli olan kantala liflerinin
nem çekici özelliği vardır. Birbiı narak kaba ip haline getirilen lifli ve heneken liflerine benzer bi yararlanılır, ama onlardan daha yı daha esnektir. Genellikle yerel larda kullanılan kantala lifinin başlıca yerler Endonezya, Filipinl distan Yanmadasıdır.
kantar, kintar olarak da bilinil ağırlık ölçüsü. Sözcük, Latince ct tan türeyerek Arapçalaşmıştır.
Kantarın ağırlık değeri ülkelere v re göre değişirdi. En geçerli olaı dinarın toplam ağırlığına (42,5 kg) Arap ağırlık birimi olan rıtlın 1 eşitti. Çeşitli Akdeniz ülkelerindi lan bu ağırlık birimi, 23-43 kg değişirken, OsmanlIlarda, 1 kantaı ya (y. 56,5 kg) eşitti.
Dörtlü bir sistemde, okkanın dör
1 kantar ledresi (320 gr) deniyorı göre 1 kantar 176 ledre, 4 kan çekiydi. Mikyas-ı atika denen ( birimlerini değiştiren ve II. W (1908) Döneminde yürürlüğe giren meye ekli cetvellerde 1 eski kantar.
0,57 yeni kantara, 10 kantar da 1 çı sayıldı.
kantaris, yakiböceğİ olarak da Coleoptera (kınkanatlılar) takımını dae familyasından yaklaşık 2 bi türünün ortak adı. Bu böceklerin s: kantaridin adlı örseleyici madde Mylabris cinsinden ve Lytta vı türünden elde edilir. Kantaridin deı yici özelliğinden ötürü siğillerin tec kullanılmaktadır. Yakıyla birçok h
Kantarislerden Lytta magister
Photo Research International
tedavi edildiğine inanıldığı dönemle daha yaygın bir biçimde kullanı madde afrodizyaklann da ana madı den biriydi. Kantarislerin insan ya hem yararlı hem zararlı etkileri Kantaris ‘arvaları çekirge yumurtala yerek yararlı olur; ama erişkinleı ürünlerinde önemli zararlara yol aı
Kantarislerin erişkinleri salgıladıkla taridin nedeniyle maskelenmeye (kaı gereksinim duymadıklarından geı parlak renklerle bezelidir. Uzunlukk mm arasında değişirse de büyük bölü uzunluğu 10-15 mm’dir. Uzun, ince, < vücutlarını genellikle çizgiler ve ba süslü, yeşil ya da mavi metal renginde örtüsü (elitra) kaplar.
Dişilerin bıraktığı yumurta sayısı bulabilir. Ama rastlantılara bağlı ve 1 şık başkalaşma süreci (hipermetamoı da aşın tümbaşkalaşma) sonunda yuı dan çıkan larvalann pek azı sağ kalır. muralis türünün dişisi yumurtalannı yaşayan arıların yuvaları yakınına b Yumurtalardan çıkan larvalar kışı di rek geçirir. İlkbaharda hareketlenen l küçük larvalar yanlarından geçen i tutunarak onların yuvasına girer, yuvada annın yumurtaları ve birik besinleri yiyerek birçok gelişim evres