KIYMETİ EŞSİZ İSTANBUL
Dünya tarihinde çok büyük hadiseler vardır. Bunlar içinde öyleleri vardır ki, tarihin akışını değiştirmişlerdir. İşte bu hadiselerden biri de çağ açıp çağ kapamış olan İstanbul’un fethidir.
İstanbul dünyanın en eski ve en güzel şehirlerinden birisidir. Tarihî ve tabiî güzelliklerinin yanında Avrupa kıtasıyla, Asya kıtasının Karadeniz boğazı ile birbirine bağlandığı mevki olma- sı itibariyle de stratejik bakımdan çok önemli bir yerdir. Geçmişi çok eskilere dayanan istanbul, fetihten önce Bizans imparatorluğu elinde bulunmaktaydı. Bizans, siyasî ve dinî ayrılıklar yüzünden büyük karışıklıklar geçirmişti. Altıncı asrın başlarında zuhur eden kanlı bir ihtilal, şehri baştan başayaktıyıktı. imparator Justinyanus, şehri yok olmak tehlikesinden büyük zorluklarla kurtardı ve yeniden inşa ettirdi.
1204 senesinde surları aşarak şehre giren Latinler, her yeri tahripettiler. Bütün Bizans hâzinelerini kendi memleketlerine taşıdılar. Katliamlarla, sokakları kan gölü haline getirdiler. İmparator ile patrik, canlarını zor kurtararak İznik şehrine sığındılar.
Latinler senelerce Bizans şehrini yağmaladılar. Bizanslılar uzun süre sonra kendilerini toparlayarak harabe hâline gelen Bizans’ı geri aldılar. İm parator Kostantin, İstanbul’un etrafına, şehri saran büyük surlar yaptırdı. Bu surların uzunluğu on altı kilometre civarında idi. Surlardaki kapılar dâimâ kapalı bulunur, ancak gerektiği zaman açılırdı. Bu kapıların arasındaki küçük kapılar halka mahsustu. Sulh zamanlarında gündüzleri açılır, geceleri kapalı tutulurdu. Savaş zamanlarında sıkıca kapatılır ve arkalarına taşlar yığılırdı. imparator Kostantin zamanında bu surlar 40 bin paralı ve 5 bin yerli asker tarafından korunuyordu. Surların cephesinde ve sık aralıklarla köşeli kuleler bulunuyordu. Bunlar, ok ve mancınık menzillerine göre hesap edilmişti.
Surların en mühim yeri hendeklerdi. Bu hendekler o kadar derin ve genişti ki, denizden aldıkları sularla dolduruldukları zaman artık şehrin kara ile alakası kesilir, Bizans bir ada haline gelirdi. Hendeklerin Yedikule cihetinde bulunan kısımları, Marmara Deni zi’nden su alıyordu. Ortada kalan kısımlar denizden yüksek olduğu için taşıma su ve yağmur sularıyla dolduruluyordu. Bu surların en mühim noktası Yedikule denilen Beşkule surları idi. İmparatorların girip-çıkmasına mahsus olan Altın Kapı (Orea porta) burada bulunuyordu. Çeşitli zamanlarda, deniz tarafları da kuvvetli surlarla çevrilmiş, şehrin etrafı, büyük bir üçgen şeklinde, aşılması mümkün olmayan bir müdâfaa hattı ile takviye edilmişti.
İstanbul, Sultan İkinci Mehmed Han tarafından muhâsara edildiği zaman, şehrin surları o devrin en büyük ve müstahkem kalesini oluşturuyordu. Şehir kurulduğu tarihten itibaren siyasî, İktisadî ve askerî önemi bakımından çok defalar kuşatıldı. Bu kuşatmaların bir kısmını Romalılar, Bulgarlar, Slavlar, Latinler, İranlılar, Yunanlılar, Avarlar ve Ruslar yapmışlardı. Müslümanlar tarafından 9 defa, Osmanlı padişahları tarafından da 7 defa muhâsara edilmişti. İstanbul şehrine tarih boyunca çok çeşitli isimler verilmiştir. Her millet kendi kültürüne göre şehre isim vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen “Belde-i Tayyibe” âyeti İstanbul’u işaret etmekte olduğundan şehir, Müslümanlar tarafından Belde-i Tayyibe (Güzel şehir) olarak vasıflandırılmıştır.
O devirlerde dünya üzerinde hiçbir devlet merkezi, İstanbul şehri kadar kuşatmaya direnecek güçte değildi.
YEDİTEPE İSTANBUL
İstanbul, “yedi tepeli şehir” tabirinde ifâdesini bulduğu gibi 7 tepe üzerine kurulmuştur:
Birinci tepe; Sarayburnu’ndan içeri doğru yükselen, üzerinde Topkapı Sarayı, Ayasofya Camii ve Sultanahmed Camii’ nin bulunduğu tepedir.
İkinci tepe; Çemberlitaş ve Nuruosmaniye Camii’nin bulunduğu yer.
Üçüncü tepe; Süleymaniye ve Bâyezid camileri ile bugünkü İstanbul Üniversitesi merkez binasının bulunduğu yer.
Dördüncü tepe; Sultan Selim Camii’nin bulunduğu kesim (Bonos sarnıcı civarı).
Beşinci tepe; Fatih Camii ve külliyesinin bulunduğu yer.
Altıncı tepe; Balat semtinde Tekfursarayı Eğrikapı, Edirne kapı mevkii.
Yedinci tepe; Altımermer Mahallesi ve Mokyos (Mokios) Çukurbostanları civârı ve Yedikule’nin bulunduğu kesim (Samatya eteklerine inen kısmı).
İSTANBUL’UN FETHİNİ HAZIRLAYAN SEBEPLER
Bizans İmparatorlarının asırlarca süren hilekâr siyaseti, Anadolu’ya gelen Selçuklular gibi Osman- lıları da hedef hâline getirmekte gecikmemişti. İstanbul’un fethinin sebebini onu fetheden büyük kumandan Sultan İkinci M ehmed Han şöyle anlatıyor.
”Biliyorsunuzki önümüzde tarihlerde yazılı, dillerde meşhur, bağı iremin kendisinden bir köşe sayılacağı ‘Belde-i Tayyibe’ vardır ki, adı Kostantiniyye’dir. Böyle değerli bir yerin benim memleketimin ortasında, vilâyetimin arasında bulunup da iktidarda olduğum zaman içinde âsîler durağı, fitneciler yatağı ve fesatçılar ocağı olarak kalması uygun düşm ez.
” İstanbul’un fethinin birçok sebebi vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Anadolu ve Rumeli topraklarının birleştiği noktada bulunan Bizans’ın fitne ve fesat odağı olması.
Bizans tarafından desteklenen bazı şehzâdelerin isyan ederek ve devleti zor durum da bırakmaları.
– Bizans’ın devamlı olarak Haçlı ordularını Osmanlı üzerine sevketmesı.
– Osmanlı topraklarına sınır olan Bizans tekfurlarının her defasında Müslüman halka saldırmaları.
– Bizanslı yöneticilerin, bilhassa tekfurların OsmanlIyla yaptıkları anlaşmalara uymaması.
BİZANS HALKI OSMANLIYI İSTİYORDU
Bizans İmparatoru XI. Konstantinos Dragazes, Sultan İkinci Mehmed H an’ın hazırlıklarını haber alınca Papa V. Nikola (Nicola- us)’dan hem maddî yardım hem de iki mezhep yani Katolik ve Orto- dokslar arasında olan ayrılığın doğurduğu şiddetli düşmanlığı anlaşmaya çevirmek için talepte bulundu. Bunun üzerine Papa V. Nikola İstanbul’a yardım için Floransa’da Ortodoks ve Katolik kiliselerinin birleşmeleri kararının tatbikini ve büyük kilisede, yani Ayasofya’da Papa’nın isminin okunmasını istedi.
Papa, Bizans’ın yardım talebini Roma kilisesinin eline geçmiş bir fırsat bilerek ona bir zamanlar Rusya başpiskoposu olan Polonya Kardinali İzodor’u (İsidoros-İzidor) gönderdi.
İstanbul’un muhâsarasından dört ay evvel, son imparator Kostantin’in önünde Rum Patriği Greguvar ile Papalık temsilcisi Kardinal İzodor, Ayasofya’da bir toplantı yaparak iki mezhebin yani Ortodoks ve Katolik mezhebinin birleştiğini ilan etmişlerdir. Bu birleşmeye ilk önce halktan çok büyük bir tepki gelmiş, hatta günlerce ayaklanmalar olmuştu.
Birleşme aleyhtarlarının başında Başbakan Grandiik Notaras ile (fetihten sonra Fatih’in Rumlara patrik yaptığı) Yorgiyus Sikolariyus vardı. Gennadiyus ismini alan bu kişi, Latinlerden Rumlara hiçbir vakit yardım geleceğine inanmadığını söylemişti. Böylece Bizans’taki bu kilise meselesi halkı ve devlet idarecilerini ikiye böldü.
Öyle ki Grandük Notaras bu birleşmeye şiddede karşı çıkmış ve: “İstanbul sokaklarında Latin kardinallerinin külahını görmektense Türklerin sarığım görmeyi tercih ederim!” demişti.
Ortodoks halk da Osmanlı hâkimiyetini Lâtin yani Katolik hâkimiyetine tercih ediyorlardı. Bunların Osmanlılan tercih etmelerinde, Osmanlılann vicdan hürriyetine karşı müsamahalı siyasetlerinin tesiri büyüktür. Bizans tarihçisi Dukas bu hususta şöyle diyor: ” Niçin büyük bir kısmı kabul etmedi, diyorum? Bunlardan hiçbirinin kabul etmediğini, hattâ imparatorun bile yalandan kabul etmiş gibi göründüğünü söylemek ve yazmak için rahibeler beni teşvik ettiler”. Yine muhâsara sırasında BizanslI rahibeler, Müslüman kadın kıyafetleri giyerek “Osmanlı adaletini isteriz” diyerek sokaklarda yürümüşlerdi.
Sultan Mehmed H an’a gelinceye kadar, Bizans’ın ortaya koymuş olduğu siyasetin entrika ve hile üzerine kurulmuş olduğu Osmanlı ve Bizans kaynaklarında açıkça görülmektedir. Osmanlı’yı her defasında arkadan vurmayı maharet kabul etmiş Bizans’ın, Fatih’in tabiriyle “bu fesat yuvası “mn mutlaka ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Bizans yürüttüğü “entrika” siyâseti sebebiyle Osmanlı’ya hiçbir zaman rahat vermedi, yaptığı hiçbir anlaşmaya uymadı. Osm anlı’m n kuvvetli anında yaptığı anlaşmaları, zayıf anlarında hiç tereddüt etm eden derhal bozuyordu. İşte bu sebeplerledir ki, İstanbul muhakkak fethedilmeli, Bizans gâilesi mutlaka ortadan kaldırılmalı idi.
İSTANBUL İSİMLERİ
Fetihten önceki isim lerinden bazıları şöyledir: Bizantion-Byzanca-Bizans, Kostanti- nopolis (Costantinopolis) – Neo Roma (Yeni Roma) -İstinpolis-Antonia. Müslümanların verdiği isimlerden bazıları da şöyledir: Kostantiniyye, İstanbul, el- Mahrûsa, el-Mahmiye, Dersaâdet, Der-i Devlet, Der-Aliyye, Âsitâne, Âsitâne-i Saâdet, el-Fârûk, Ümm-i Dünya, Dârü’s- Saltana, Dârü’s-Saltanati’l-Aliyye, Dârii’l- İslâm, Kostantin-i Fârûk, Belde-i Tayyibe, Merkez-i Hilâfet ve 17. ve 18. asırlarda da İslâmbol.
VE FETİH
Fatih Sultan Mehmed Han, hazırladığı büyük bir ordu ile İstanbul’u kuşatmış ve 53 gün süren muhasaradan sonra nihayet 29 Mayıs 1453 Salı (20 Cemâziyelevvel 857) şafakla beraber fetih gerçekleşmiştir.
Tarih boyunca birçok hükümdarın rüyası olan İstanbul’un ele geçirilmesiyle artık “Ebü’l-Feth” ve “Fatih” unvanını almış olan Sultan ikinci Mehmed Han muhte- şem bir alay ile Topkapı’dan şehre girmişti. Fatih Sultan Mehmed Han, şehre girip, yanında bulunan devlet ricali ile ilerlerken, daha önce Osmanlı sa- nğını Katolik külahına tercih eden BizanslI ahali yollar üzerinde durarak tezâhüratta bulunuyorlardı. Sultan Fatih, bu büyük kalabalık arasından geçip doğruca Ayasofya’ya gitti.
Burada korku ve ümitsizlik içerisinde bekleşen halka mal ve canlarının emniyette olduğunu da belirttiği bir konuşma yaparak onları teskin etti. Böylece muhasara kesin bir zaferle neticelendi ve Doğu Roma İmparatorluğu da tarihe karıştı. Osmanlı askerleri, karşı gelip savaşanların dışında, teslim olan veya aman dileyen hiç kimseyi katletmedi. Ancak, yabancı paralı askerlerin bazılarının şımarıklıklarına karşı gelinmiş ve bunlar da ele geçirilmiştir. Fatih Sultan Mehmed Han, Haçlı orduları gibi şehri yerle bir etmemiştir. İstanbul’un fethi alâmeti olarak, birkaç kiliseyi camiye çevirmiştir.
Sultan, fetihten sonra vezir ve devlet adamlarına:
“Bundan böyle tahtım İstanbul’dur.” dedi ve böylece İstanbul’un taht şehri olması yolunda hazırlıklar başlatıldı. Fatih Sultan Mehmed Han, derhal şehri imâr emrini verdi ve şehre hem düzen verdi hem de dünyanın ilim ve kültür merkezi hüviyetini kazandırmaya başladı. Sultanın kendi kültürünü, kendi dinini temsil eden müesseseleri bina etmesi en tabii hakkıdır.
Büyük fedakârlıklarla fethi gerçekleştiren orduya Okmeydanı’nda bir ziyafet verilmiştir. Akşemseddîn I Hazretleri orada bulunanlara:
“İnşâallâh hepimiz mağfuruz; fakat gazâ malını israf etmeyip İstanbul içinde hayrât ve hasenâta I harcayıp, padişahınıza itâat ve m uhabbet ediniz.” dedi,