tcucui Inmin Kongvaguk rası kod: PRK nü: 122 400 km2 l 460 000 [1996]
•ğunluğu: 183,5 kişi/km2 Pyongyang (çev. 2 200 000 nüf.) [1990]
1: Korece
neksel inançlar % 15,6, Budist % 1,7, Hıristiyan % 0,9
ramlar: 15 Nisan (Kim 11 Sung’un doğum günü), 9 Eylül (Ko-;ratik Halk Cumhuriyeti’nin 1948’de kuruluşunun yıldönü-jaiık (Anayasa bayramı) tni: von (KPW) [1 von = 100 çon]
met ve yönetim
: 1972’de yürürlüğe giren anayasayla tek parti rejimine daya-cumhuriyeti kurulmuştur, r: Yüce Halk Meclisi (4 yıllığına seçilen 687 üye), birimleri: özel statüsü olan 9 il, 3 şehir ve 1 özel bölge.
5mi
BİR ULUSUN PARÇALANMASI
Otuz beş yıl demir yumrukla yönetilen 1945 Koresi, adeta Japonya’nın bir parçasıydı. Pasifik Savaşı’nın sonunda (Yalta antlaşmalarına uygun olarak) Japon ordularının 38. enlemin kuzeyinde Sovyetlere, güneyinde ise Amerikalılara teslim olmasına karar verildi; siyasî bir parçalanma söz konusu değildi (zaten bu konuda Korelilerin görüşü alınmadı). Yeni işgalciler, sınırın her iki yanında kendi işlerine gelen bir yönetimin kurulması için çaba harcadılar; 15 ağustos 1948’de Syngman Rhee «Kore Cumhuriyetinin başkanı oldu; ertesi ay Kim İl Sung «Kore Demokratik Halk Cumhuriyetinin başına geçirildi.
Hükümetleri ve müttefikleri (kuzeyde Çinliler, güneyde Birleşmiş Milletler bayrağı altındaki Amerikalılar) tarafından birbirine düşürülen ülkenin iki yarısı, 25 haziran 1950’den 27 temmuz 1953’e kadar, ardında yaklaşık bir milyon ölü ve kayıp bırakan kanlı bir savaş yaşadı: savaş, karşılıklı konumların mutlak olarak dondurulması ve 38. enlemde askerden arındırılmış bir bölgenin kurulmasıyla sonuçlandı. Savaşın sonunda her iki Kore de Japonlar tarafından kurulmuş ekonomik yapıların bir bölümünü devraldı: ileri düzeyde sanayileşmiş, enerji bakımından zengin, ama tarımı yetersiz Kuzey ve zengin bir tarımı olan, ama ağır sanayiden ve yeterli enerji veya doğal kaynaklardan mahrum Güney.
SANAT VE MİMARÎ
Kore sanatı ayrı özellikler taşımakla birlikte, Çin’den derin bir biçimde etkilenmiştir. Buna karşılık Kore gelenekleri Çin ve Japon medeniyetleri arasında bağlantı işlevi görmüştür: Budist sanat VI. yy’da Japonya’ya Kore aracılığıyla ulaşmıştır.
Yaklaşık MÖ III. binyıla kadar uzanan ilkel Kore sanatının bilinen örnekleri arasında, oyarak gerçekleştirilmiş basit geometrik süslemeleri olan Neolitik çanak çömlekler sayılabilir. Maden işleme sanatı MÖ X. yy’dan sonra gelişti. MÖ III. yy’dan itibaren dökme tunçtan aynalar ve Çin üslubunun etkisine işaret eden diğer günlük eşyalar belirir.
MÖ 108’de Kuzeybatı Kore’nin Çinliler tarafından fethi, bugünkü Pyongyang’ın yakınlarında bulunan Luolang şehrini Han Hanedanı’nın (MÖ 206-MS 220) taşradaki bir ileri karakolu durumuna getirdi.
Üç Krallık döneminde (MÖ I. yy sonu-MS 668) sırasıyla ülkenin kuzeyini, güneybatısını ve güneydoğusunu kontrol eden Ko-guryo, Pekçe ve Silla’daki yerel güçler Kore Yarımadası’nda üstünlüğü ele geçirmek için savaştılar. Koguryo Krallığı’nın karakteristik sanatı esas olarak, MS V. ve XI. yy’larda, Yalu’nun orta çığırı boyunca inşa edilen mezar odalarını süsleyen duvar freskleriyle günümüze ulaşmıştır. VI. ve VII. yy’larda Pekçe Krallığı Japonya’yla sıkı bağlar kurdu; bu krallığın sanatı esas olarak, Japonya’da korunmuş olan zarif Budist heykellerden öğrenilmiştir: Nara yakınlarındaki Horyu-ji Tapmağı’nda bulunan kâfur ağacından yapılıp üzeri boyanmış büyük Kudarn Kannon heykeli, eğer Kore’den getirilmemişse, Japonya’da çalışan Pekçeli bir zanaatçı tarafından yapılmış olmalıdır. Silla sanatı maden işçili-
ğine katılan incelikten fark edilir. Silla Krallığı’nıc r -~ Kyongju’yu kuşatan anıtsal tümülüslerden, başta alfcr :. üzere şaşırtıcı miktarda takı çıkarılmıştır.
Silla 668’de yarımadayı birleştirerek büyük Silla Krî~ (668-918) başlatan tek bir krallık oluşturdu. Bu dönem: ta Kyongju yakınlarındaki VIII. yy’m ortalarından kî_~-dist Pulkuk-sa Manastırı ve içinde taştan dev bir Bucs. ; etkileri taşıyan zarif kabartma heykeller bulunan Syr.<-‘ ■ kaya tapınağı olmak üzere, etkileyici granit anıtlar is.fi –: Silla döneminin demir eşya yapımcıları tapınaklar ” sık sık 4 m’yi aşan büyük tunç çanların yapımında -lardı.
Koryo Hanedanı sırasında (918-1392) Budızmin resrr.;’ runması, tapmak ve manastır yapımındaki artışla kendir- î: di; bunların ayakta kalmış en önemli örneği, Pusoksa *- -i* rı’nda (XIII. yy) bulunan ve Kore’nin en eski ahşap yap- : kabul edilen Ebedî Hayat Tapınağı’dır. Taş işçiliği ve ht • -ği Koryo Hanedanı sırasında yok olmaya yüz tutsa da, _■ -culuk, sedef kakmalı lake işleri ve özellikle seramik becz;’ -inceliğe ve kaliteye ulaştı. XI. yy sonunda Çin’in Zhejiar.j ; tinden ithal edilen porselen tekniği, bu tekniğin Kore”y= : versiyonu olan Koryo seladonlarını yaratan Koreli zana=:; — rafından hızla özümsendi. Büyük bir dinginlik veren, ‘-r-1 vi-yeşil rengindeki bu kaplar, Asya’da üretilen gelmiş g=-~-güzel porselenler olarak kabul edilir.
Budizmin yerine Çin esinli yeni Konfüçyüsçü bir fe.=; ~= çiren Li Hanedam’nın (1392-1910) ilk yıllarında, Konr_r ■-temel ilkelerine dayanan muhafazakâr şekilcilik sanat ~ı da anî bir gerilemeye yol açtı. Çin’de yönetimde olan „V_’4 nedam’yla sıkı ilişkiler sürdürmeye çalışan mutlak mcnî’-ni başkent Seul’de inşa edilen Kyongbok Kraliyet Sars yy) gibi, Pekin’deki örnekleri taklit eden dev anıtlar \ı~ Resim alanında, aristokrat amatör ressamlar gibi saray ::. ları da, sık sık, Çin’de geçerli olan konulara başvurdular -neminin bazı sanatçılarının Kore’ye ait çizgiler tuttur= : için XVIII. yy’ı beklemek gerekecektir. Bu sanatç^îr-‘ önemlisi olan Cong Son, Çin üslubunda manzara res~_’ vazgeçerek, Elmas Dağlar rulosunda tasvir edildiği gibü. li Kore manzaralarının resmini yaptı. Manzara resmi, I- : mi sanatçılarının akademik Çin eserlerini körü körüne 2?_ mekle yetinmedikleri bir başka alandı: Sin Yunbok (175;-Kore’ye özgü bir ustalık ve mizah duygusuyla bir ruvc gerçekleştirdi.
Japon sanat meraklılarının beğendikleri Li döneminin. _■ : nak çömlekleri, ister kakmalı lake işleri, ister Kore halk rım anlatan hoş resimler olsun, bütününde, Kore zanaaîki’-özgü bir canlılığa ve diriliğe işaret ederler.
s. **
Genellikle Aitay dileri ailesine ballanan bir di olan Sotece, 3 lehçeyi kapsar. “Bunların en yaygın olanları kuzeyde konuşulan mmm ç.’jAea «.meV üûi’ı m
lan yyocumal’âtf (Seul ağzım temel alır). Sözdizımde, yüklemir. rxnB sonunda yer alması ve iigeçler yararına örneklerin olmaması £«î a Kelime hâzinesi çok sayıda Çince kökenli kelimeden (% 52] d’-şır. yy’da geliştirilmiş alfabetik bir yazı olan hmgul 10 ünlü, 14 üts— a ten meydana gelmiştir. Hangul, XIX. yy’ın sonuna kadar Çin iûrues lannı kullanan aydınlar tarafından fazla basit bulunmuştur. Bugûr ta artık 21 ünlü ve 19 ünsüzden oluşan hangulu kullanır; klasik ha 1 800 kadar Çince ideogramla zenginleştirildiği Güney’de ise. canlı tartışmalara konu olmaktadır.
Güney Koreli bir sınır muhafızı.
Komünist blokun çökmesinden sonra, iki Kore’nin yakınlaşması, hatta birleşmesi yolunda girişimler başlatılmıştır.
Mürekkeple yapılmış tekrenkll manzara (Üniversite Müzesi, Seul). Çong Son’a (1676-1759) ait olan bu eser, resim sanatının geç Li döneminde yararlandığı yenilikleri gösterir. Çong Son ısrarla Kore’ye ait konulan işleyen ilk sanatçılar arasındadır.
Selaion vazo (XII. yy; Güzel Sanatlar Müzesi, Seul). Siyah ve beyaz renklerdeki kakma motif Koryo döneminin (918-1392) ayırt edici özelliğidir.
SANAYİ
(1995)
Metalürji
alüminyum (1990) 2 000 t çelik 36 800 000 t
dökme demir 22 300 000 t İmalat binek arabası
(otomobil) 1 158 200 adet çimento 56 100 t
gemi yap. 10 373 300 groston hizmet arabası 339 600 adet kim. gübre (1990) 2 808 969 t pamuk ipliği 406 500 t
sentetik kauçuk 371 600 t sentetik tekstil 1 847 500 t
MADEN VE ENERJİ KAYNAKLARI
(1991)
altın (1990) 7,3 t
bakır (döküm) 200 800 t
çinko (döküm) 258 800 t demir (cevher) 316 000 t elektrik 118 milyar kWsa taşkömürü 13 469 000 t tungsten (cevher) 2 261 t
BAŞLICA İHRAÇ MALLARI
(1991)
(yüzde olarak) ulaştırma malzemesi 41,6 işlenmiş ürünler 22
kimyevî ürünler 4,4
gıda ürünleri 2,9
TARIM
(1991)
Ürünler ve üretim
(milyon Con)
arpa 0,40
ipek 0,001
pirinç 7,36
portakal (1989) 0,60
soya 0,23
tütün 0,07
Hayvancılık (1990) ( ■nilyon baş)
domuz 4,80
sığır 2,05
Balıkçılık (1991) 2 750 000 t
Seul, Güney Kore’nin bir milyonun üzerinde nüfusu olan yedi şehrinden biridir ve ortasından Han hlehri geçer. XIV. yy’dan beri başkent olan Seul, hızla büyüyen metropollerin karşılaştığı sorunlan yaşamaktadır: trafik sıkışıklığı, çeşitli güçlükler, süreğen konut yetersizliği. Gerçekleştirilen büyük düzenleme projeleri, merkez! mahallelerden uzaklaştınlan aileleri çevredeki gecekondulara itmiştir.
M GÜNEY KORE
38. enlemin güneyinde yer alan Kore Cumhuriyeti yarımadanın yüzde 44,7’sini kaplar. Bununla birlikte komşusu Kuzey Kore’den iki kat daha kalabalıktır; km2’ye 431,2 kişiyle nüfus yoğunluğu bakımından dünyanın dördüncü ülkesidir. Kuzeye sımsıkı kapalı olan ülkenin durumu ve tutumu bir adanınkine yakındır. Güney Kore toplumunun geçirdiği derin dönüşümler, Kore Cumhuriyeti’ni, Tayvan, Hongkong ve Singapur’la birlikte «Asya Kaplanlart»ndan biri yapan benzeri görülmedik bir ekonomik büyümenin sonucudur.
Ülke
Tebek Dağları’nın etekleriyle Japon Denizi arasında sıkışmış olan doğu kıyısı, sanayiye (Samçok demir-çelik tesisleri) ve balıkçılığa sınırlı olarak açılmıştır. Kuzeydekinden daha az kitlesel olan ortadaki yüksekliklerin (Sebok Dağları) sadece dar ve çevreden kopuk vadilerinde insan yaşar; bir miktar kurşun, tungsten, altın ve gümüş düşük seviyede bir madenciliğe imkân verir. Tıpkı Kuzey’de olduğu gibi cumhuriyetin kalbi Sarı Deniz’e bakan batı bölgelerinde atar; bu bölgeler, genişleyen ovaların ötesinde denizin ufuk çizgisini oluşturduğu güzel manzaralar sergiler. Seul şehri tepelerle çevrili bu ovalardan birinde kurulmuştur; ama nüfusuyla dünyanın altıncı büyük metropolü olan Seul, başta limanı Inçon’a uzanan karayolu olmak üzere, dört bir yandan bu çerçevenin dışına taşar.
Aynı yumuşak yüzey şekillerine, Mokpo limanına kadar güneybatıda ve güneydeki Çecu Adası’nda da rastlanır. Seul’le büyük Pusan limanı (Kore Boğazı’nda, Japonya’nın karşısında yer alır) arasında, ara duraklan Kvangcu (eski başkent) ve büyük Te-gu ve Tecon şehirleri olan bir megalopol doğmaktadır. Bu eksenden bir otoyol ve ülkenin başlıca demiryolu hattı geçmektedir; ayrıca İncelenmekte olan bir yüksek hızlı tren projesi vardır.
Yeni bir toplum
Güney Kore rejimi genellikle «güçlü bir demokrasi» olarak nitelenir: rejim cumhuriyetçi kurumların gerçek iktidarın en güçlü partiye (Demokrasi ve Adalet Partisi, 1990’dan itibaren Liberal-Demokrat Parti) ve başkanma teslim edilmesine imkân verir. Korelilerin genelde saldırgan yapısı, bireysel özgürlüklerin sert bir şekilde sınırlanmasına rağmen (Kuzey’deki gibi, ama Kuzey’e karşı, politik hayatı hareketlendiren antikomünizm adına), zaman zaman canlı bir muhalefete yol açar.
Aslında demokratik cumhuriyetin karşısına ekonomik ilerlemeye de hizmet edebilecek bir ideoloji çıkarmak gerekiyordu. Başkan Park Çung Hi’nin nisan 1970’te köylerde başlattığı Saemaul («yeni topluluk») hareketi böyle bir özellik taşır. Hareket daha sonra, büyük düzenleme çalışmalarına gönüllü olarak katılma çağrısında da bulunarak, çeşitli toplulukları «uyandırmak» ve modernleştirmek üzere bütün topluma yayıldı. Bu harekette, inisiyatifi, yardımlaşmayı ve iradeciliği geliştirmeyi amaçlayan bir çeşit «manevî yeniden silahlanma» görmek gerekir: sonuçta Kuzeydekilere yakın olan bu idealler, onlardan kamusal ve özel ahlaka rehberlik eden Kon-
Uluslararası kod: KOR Yüzölçümü: 99 236 km2
Nüfus: 45 990 000 [1997]
Nüfus yoğunluğu: 463,4 kişi/km2 Başkent: Seul (çev. 10 220 000 nüf.) [1995]
Resmî dil: Korece
Din: Budist % 19,9, Protestan % 16,1, Katolik % 4.6. K:o % 1,2 [1987]
Millî bayramlar: 1 Mart (1919’da Japonya’ya karşı ayaki” dönümü), 3 Ekim (Kore’nin MÖ 2333’te kuruluşunun Para birimi: von (KPW) [1 von = 100 çon]
Hükümet ve yönetim
Anayasa: 1987’de benimsenen ve şubat 1988’den beri yürür. — yasa, ülkeyi üniter bir devlet ve çok partili bir cumhuriyet oa-zj Kurumlar: Ulusal Meclis (4 yıllığına seçilen 299 üye). Yönetim birimleri: 9 il ve özel statüye sahip 6 şehir.
Ekonomi GSMH: 421,10 milyar dolar [1996]
Kişi başına GSMH: 10 300 dolar [1997]
İthalat: 129,7 milyar dolar [1996]
İhracat: 150,3 milyar dolar [1996]
Eğitim ve sağlık Okuryazar oranı: yetişkin nüfusun % 95’i [1994] Ortalama ömür: kadın 76, erkek 69 [1996]
Çocuk ölüm oram: %o 7 [1996]
füçyüsçü mirasın ağırlığıyla ayrılır.
Nüfus artışı toplumu gençleştirmiştir (Güney .• % 58,5’i 29 yaşın altındadır) ve yılda 500 000 kişilik üi. ratmak gerekir. Bu yüzden devlet, 2070 yılında nüf_; m sıfıra indirmek amacıyla, üçüncü çocuktan sonra e|-mını kaldırmıştır.
Nüfusun toplumsal meslekî bileşimi hizmet sektcr. lık kazanmasıyla (% 45) çok kısa bir zamanda sanay_ benzemiştir. Nüfus, özellikle iç savaşın ve sanayileş” siyle, başta Seul-Pusan ekseni boyunca büyük bir hirmektedir (% 74,4). Saemaul çerçevesinde yürütülen j politikası, arsa fiyatları ücrederden daha hızlı arttığı Li; kiralarını düşürmeyi hedefler. Aslında Güney Kore t; ketim çağına geçiş sürecini yaşamaktadır. Ama gene, kıldığında, tüketimin genişlediği ve 1980’den beri fiya: gelenmiş gibi göründüğü söylenebilir.
İleri bir ekonomi
Ekonominin göz alıcı atılımı, sürekli bir büyüme ; (1955-1990 arasında ortalama % 9), başlangıçtaki cn; rikan yardımlarına, işgücü bolluğuna ve ücrederin c-_ dayanmaktadır. Devletin rolü de belirleyicidir: Güne; sosyalist olmayan ülkeler arasındaki en sıkı planlama Büyük sanayinin temelleri, yönelimlerini, hedeflerin: -li sektörlerini Seul’ün belirlediği, kamuya ait şirkedenr sıyla (Pohang Steel Corp., Korean Oil Corp.) atılmıştır kası bu sektöre ayrılan kaynaklar ve borçlar üzerinde nü muhafaza eder.
1962’den beri sanayileşmeye yön veren ve sanay. Kvangcu ve Ulsan gibi komplekslerde toplayan ihra lan teşviklerdir. Bununla birlikte yürütülen sisten olarak yüksek bir borçlanmaya yol açmıştır; bu se ney Kore rejimi, yabancı şirketleri ortak girişimler (% 80’i Amerikan ve Japon) ve teknoloji transferler te ülkeye çekme kararı almıştır. Bu arada iki de ser (Masan ve İri) kurulmuştur.
Hızlı sanayileşme, yüzde 4-5 arasında dalgalanan ış nının frenlenmesini de sağlamıştır. İşgücünün yansme ticaret ve sanayi tesislerinin yüzde 96’sını oluşturan k: ta ölçekli işletmelerde (5’le 500 arası işçinin bulunduş ler) çalışır. Ama ekonomiye büyük sanayi gruplan 1990’da elli kadar büyük grup (bunların dokuzu dev
1988 Seul Olimpiyat Oyunları soğuk savaş döneminin son olimpiyadı oldu. Pyongyang tarafından boykot edilen Olimpiyat Oyunlan, sadece 160 km uzağındaki Japon deviyle dünyaya giderek daha fazla açılan bir Çin’in (Çin 1992’de Seul’le yeniden resmî diplomatik ilişki kurmuştur) arasında yer alan, bu küçük «Asya Kaplanının daha iyi tanınmasına imkân verdi,
jnün yüzde 42’sini istihdam ediyor ve mamul malların : 70’ini üretiyordu.
/van, Singapur, Hongkong ve kısmen Japonya’da olduğu ulusal gururun seferber edilmesi, Konfüçyüsçülüğün eski ık biçimlerinin yeniden belirmesi (kişinin çalıştığı firmaya bağlılığı), devletin sürekli propagandası, ihracata verilen ve tekniğin en ileri noktasında olma kararlılığı, Güney Ko-gerçekleştirdiği dikkat çekici büyümenin özelliklerini rur.
ıuçlar. Ulusal gelir içinde dönüşüm sanayiinin payı ancak la birincil sektörün payım geride bırakmıştır. Balıkçılık okyanuslarına yayılmıştır ve su ürünleri kültürü hızla ge-.tedir. Ülke pirinçte kendine yeter durumdadır ve tahılda daki en yüksek verim düzeylerinden birine sahiptir. Hay-ğın atılımı, artan hayvansal protein talebine cevap verir, c azlığı en önemli sorundur; Kuzey’de olduğu gibi, deniz-:ni topraklar kazanmak ve sulanan arazileri genişletmek ba harcanmaktadır.
iyi üç dönemde gelişmiştir. 1970’e kadar tekstil, gıda ri, çimento, kimyasal gübre ve petrol ürünleri ağırlık taşı-incü plandan itibaren (1970) birinciler için girdi üreten
KORELİ OLMANIN İKİ BİÇİMİ
nhuriyet karşılaştırıldığında; gerek kişi başına düşen gelir gerek-nomik kalkınma bakımından, üstünlük tartışmasız Güney’de-iney Kore’nin dış ticaret gelirleri Pyongyang’ınkinden otuz altı zladır. Ama Güney Kore muzaffer kapitalizm atına başarıyla kle birlikte, bunun can sıkıcı sonuçlarını da yaşamaktadır (fark-: ve hayat seviyesi, konut sorunu, şehirlerin kontrol edilemeyen lesi), Kuzey’de sosyalist planlamanın çelişkileriyle frenlenmiş conomi (kuramsal olarak) ne zenginlerin ne yoksulların, ne de ’in toplumsal hayatına damgasını vuran siyasî şiddet eylemle-irülmediği daha eşitlikçi bir toplumu ayakta tutmaktadır, îk mirasın ötesinde (aynı Konfüçyüsçülüğün uygulanması, oir bağımsızlık iradesi ve benzerlik gösteren güçlü bir ekono-atma kaygısı) Koreli olmanın iki biçimi görülmektedir. Ama ve Güney, geleneksel olarak fazla siyasallaşmamış Uzakdoğu lanna Avrupa’nın parlamenter sistemini uyarlarken aynı ba-ığı yaşamıştır. Soğuk savaşın son sahnesi olan 1990’lann Ko-r iki parçasının da kendi konumuna iyice yerleştiğine tanık adır. 1972’deki ürkek yakınlaşmadan sonra, iki Kore’nin de lyrı ayrı) kabul edilmesinin (17 eylül 1991) hemen ardından ıan «uzlaşma» anlaşması, 38. enlem boyunca gerilimlerin yalda da, uzlaşmaz öncüllere dayandığı ve süreceği inancı var •ünse de, yabancılar tarafından dayatılan bölünme pişmanlık îktadır.
ki Kore kendine tamamen farklı bir imaj oluşturmuştur: muma hoşnutsuz, zengin ama özgürlüklere susamış Güney; çok tikmiş, ama resmî olarak mutlu ve gururlu Kuzey. Kuzey Se-■cesinlikle kötü yola sapmış yakın bir akraba gibi görülmekte-a karşılık, Kore Cumhuriyeti Pypngyang’a yoldan çıkmış (ve Dİa döndürülmesi gereken) bir kardeş gibi görünmektedir.
ikinci bir ağır sanayi gelişti: petrokimya, çelik, gemi inşa ve otomobil. Büyük gruplar (çebol) bu sırada atılıma geçti: Hyundai (ulusal gelirin onda birini üretir), Daewoo, Samsung, Ksec, Pos-co, Ulsan, Yeochon. 1980’den itibaren de sınaî yapıya üçüncü bir kesim eklenmiştir: yüksek teknoloji ürünleri. Elektronik sanayii artık Japonya’da üretilmiş parçaların montajını yapmakla yetinmemekte, bunları kendisi üretmektedir. Araştırmalar yarı iletkenler ve biyo teknoloji alanlarına da yayılmıştır. Samsung ve Hyundai’nin Silikon Vadisi’nde (California) yavru şirketleri vardır. Amerikan ve Japon teknolojilerine zaman zaman büyük paralar yatırılır. Güney Kore, büyük Japon veya Kuzey Amerikan firmalarıyla imzalanan kârlı anlaşmalar çerçevesinde, giderek daha fazla otomobil (mesela Kanada’ya satılan Hyundai) ve müzik aleti satmaktadır.
Yeni sanayileşmiş bir ülke olan Kore Cumhuriyeti artık birçok piyasada Japonya’yla rekabet ediyor; gene de dış ticaretteki başarıları ancak 1980’de iç pazarı geride bıraktı. Satılan ürünlerin yapısı sanayileşme kademelerini izleyerek, tekstilden çeliğe ve makinelere ve gitgide elektronik parçaların kullanıldığı gelişkin ürünlere kaydı, ithalatın üçte ikisini petrol oluşturur, ilk başlarda ticaret yapılan ülklere (ABD [ithalatın dörtte biri, ihracatın üçte biri]; Japonya [ithalatın % 28’i, ihracatın % 21’i]), diğer Asya ülkeleri, Avrupa ve hatta 1990’larm başında Pekin’le imzalanan anlaşmalardan beri Çin de eklenmiştir.
Sorunlar. Güney Kore’nin gerçekleştirdiği dikkat çekici büyüme, sürekliliği mümkün olmayan bazı şartlara bağlıdır. Ülkenin karşı karşıya olduğu dört önemli sorundan biri olan düşük ücret uygulaması (bu, ekonominin hızlı bir atılım göstermesine imkân sağlamış ve Japonya karşısında bir avantaj olmuştur) hiç şüphesiz, toplumsal açıdan en hassas sorundur. Sanayi işçileri ücretlerini düzenli olarak yükseltmek, erkek ve kadın işçiler arasındaki eşitsizliği gidermek için sert grevler yapıyorlar. Tüketim mallarının fiyatları düştüğünden, hayat düzeyi yükselme eğilimindedir: 1980’de Hyundai marka bir otomobilin fiyatı bir ailenin yıllık ortalama gelirine eşitken, yedi yıl sonra sekiz aylık gelirine eşit duruma geldi.
Devletin ağırlıklı rolüne, sadece Kuzey’le yarışma adma kabullenilen otoriter bir rejim yardımcı oluyordu; ama bu anlayış zayıflıyor. İş yasasının katılığı, yüksek sayıdaki iş kazası, gelirler arasında artan eşitsizlik, yeterince denetlenemeyen rahatsızlıklar, politik muhalefetin gündemindeki sorunlardır. Japonya gibi burada da ülkenin zenginleşmesi hiç de bütün yurttaşların zenginleşmesine yol açmamıştır.
Dış borçlar, büyüme sayesinde GSMH’nin dörtte biri düzeyinde tutulduğu sürece «sağlıklı» görünmüştü. Ama 1980’den beri bu oran yükselmiştir: üstelik petrol krizi de bütçe üzerinde ek bir yük oluşturdu. Devlet bu durum karşısında daha serbest bir bankacılık sisteminin kurulmasına zemin hazırladı. □
AYRICA BAKINIZ
—► B Amerika Birleşik Devlederi —► Bil Asya —► (S.AKSLİ Buda ve Budizm —► IPnslI Çin —► fOMi dil
—► EüB gelişmekte olan ülkeler —► ibXnsli Hongkong —► ESS] Japonya —► EEşD komünizm —1B.ANSU Konfüçyüs —► İR-msm Pasifik Okyanusu —► EME) sosyalizm —► ib-ansli Sovyetler Birliği
KORSANLIK
Siyah bayrak, kanlı çarpışmalar, tahta bacaklı kaptanlar… : edebiyat ve sinema, ganimet peşinde denizlerde dolaşanların efsanelerini daima canlı tutmuştur. Korsanlık, deniz ticaretinin tarihinden ve onunla mücadele eden veya onu rakiplerine karşı kullanan ülkelerin tarihinden ayrı düşünülemez. Bu yasadışı faaliyetle düzenli ve resmî deniz savaşlarını birbirlerinden ayıran sınır, pek de net ve belirgin değildir.
Yunan mitolojisi, bir kumsalda korsanlar tarafından yakalanan Dionisos’un, tekneye götürüldüğünde nasıl aslana dönüştüğünü anlatır. Korkudan ödleri padayan korsanlar denize adar ve denizler tanrısı Poseidon’un favori hayvanı olan yunusa dönüşür. Bu cezalandırmadaki anlam belirsizliği, çok cana yakm ve sevilen bir hayvanın çizgilerine bürünerek başkalaşım, denizler üzerinde maceralara koşan bu adamların algılanmasındaki iki anlamlılığın işareti gibidir.
İLKÇAĞDA KORSANLIK
Yunan demokrasisinin ortaya çıkışıyla birlikte hukukî kurallar belirlenmiş, hırsızlık ve hayduduk reddedilerek ticarî kurallar geliştirilmişti. Ksenofon, korsanlığı, bir savaş çerçevesinde yararlı olduğu sürece, meşru sayar. Yaklaşık yirmi yüzyıl kadar sonra bu yaklaşım, deniz akıncılığma ve meşru korsanlığa hayat verecektir. Yunanlı tarihçi Tukidides, gelişmenin başlangıcını gayri meşru korsanlığın ortadan kalkışına bağlar. Bu belaya karşı mücadele etmek çok önemli bir medeniyet teması haline gelmiş ve hükümdarın veya şehir devletinin en önemli görevlerinden biri olmuştu. Aslında, denizler üzerindeki tehlikelerin tamamen ortadan kaldırılması, bir siteye deniz devleti olma imkânı verir. Atmalılar, MÖ VI. yy sonlarında, Küçük Asya adalarının korsanlarından kurtulmak için çok güçlü bir donanma kurdu. Atina bu adalara imparatorluğunu güçlendiren ve ticaretini koruyan göçmenler yerleştirdi.
MÖ IV. yy’da Atina imparatorluğunun çöküşü, salgın halinde bir savaş durumuna, ekonomik bunalıma ve yoksulluğa yol açtı. Tukidides, «Halkedonlular ve Kizikoslular ticaret gemilerini avlıyor ve buğday yüklerini boşaltmaya zorluyorlardı» diye yazıyor. III. yy boyunca gittikçe büyüyen bu kargaşa ve düzensizlik ortamı karşısında, Yunan şehir devletleri, korsanların saldırılarına karşı kendilerini korumak için bir güvenlik ve işbirliği antlaşmaları siyaseti oluşturup geliştirdi. Bu antlaşmalar korsanlarla da yapıldı; ama bazıları, mesela, Giridiler kurallara her zaman uy-
madı. Nüfus baskısının ve yoksulluğun paralı as dutluğu beslemek için elverişli bir ortam yarattığ kılamaz bir korsan yatağı haline geldi. Aynı olgu,: mi inşaatçıları ve gözü pek denizciler olup, Italy rekli hırpalayan Sardinya’da, Korsika’da ve Daim, larm ve Liburnialıların yaşadıkları Adriyatik kıyıla dü. Kraliçe Teuta’nın denizlerdeki hâkimiyetine lejyonların gelişi son verebildi (MÖ 229). Teuta, II «talancı Devlet» kurduktan ve Korfu’yu da hâkin diktan sonra, Roma Cumhuriyeti adına kendisini Coruncarius Kardeşler’i idam ettirme küstahlığını
Konfederasyonlar
Romalı tüccarlar, Girit korsanlığına bir süre u Yarımadadan hayli uzakta bulunan bu ada onlar; köle emeği sağlıyordu. Aynı şekilde, Delos Adası gin ve canlı bir ticaret merkezi haline geldi. Am dan itibaren, korsanlar etkinlik alanlarını genişi kıyılarına kadar macera aramaya başladı. Roma’r uzun süre Kartaca tehdidine karşı hareket halim şehri alevler içinde kaldıktan sonra, Roma, kar Akdeniz’e, «korsanların krallığına» yöneltti. Küc yerel zorba hükümdarlar durumu olduğu gibi k; korsanları kendi hizmetlerinde kullanıyorlardı. Mitridates Romalıların ülkesine sızmasından kay çük Asya’nın güney kıyılarındaki korsanları haı Korsanlar ulaşılması çok güç bir yörede, Kiliky; gelerek bir konfederasyon kurdu, gerçek bir dev Iendi. Bunların arasında haydutlar, maceraperesl nanlı yazar ve tarihçi Plutarhos’un deyimiyle «Pa insanlar» bile vardı. Bu korsan toplumu kendi ad le, Mitra inancı ve sırları üzerine kurulu özel dini) nizden ulaşılabilen ve iyi korunan köyleriyle, gay lanmıştı. Bu Kilikya Federasyonu, Mitridates’in yakıp yıkmasına, Delos’u yağmalamasına ve Ron nı öldürmesine yardımcı oldu. Sulla lejyonlarıyla çerek Mitridates’i durdurdu. 77-75 yılları arasını karşı birçok başarılı sefer düzenlendi. Köyler yakı zaferlerinden sonra zincire vurulmuş korsan di götürdü, Roma’ya giriş törenleri de çarmıha dizili tukluyla süslendi.
Senato, MÖ 67 yılında Pompeius’a impertum üzerinde askerî yetki) verdi. Geleceğin triumviri, 120 000 askerle Akdeniz’de, batıdan doğuya doğru ğa gerçek bir arama tarama seferine girişti. Bir yıl i lığın kökü kazındı. Korsanların ana üssü olan Kilii di ve Pompeius’a, bağışlayıcı ve ılımlı olmakla acıı kı uygulamak arasında tereddüde düştü; sonuçta d; ki korsanları Roma filosunda görevlendirecek ka Roma İmparatorluğu ile birlikte denizlerin üzeriı yüzyıl boyunca barış hâkim oldu.
«Korsanlar», Roman Polanski’nin 1984te çevirdiği filmden bir sahne.
Bir Ispanyol kalyonunun saldırısı,
«Harper’s Magazine’in» çizeri Howard Pyle’ın gözüyle (1902).
İÇİNDEKİLER
İLKÇAĞ’DA KORSANLIK ni.-XIII. YY’LAR ARASINDAKİ GELİŞMELER KUZEYDEKİ DENİZ YOLLARI DENİZLERİN KONTROLÜ YENİDÜNYA’NIN ALTIN YOLU KRALİÇENİN «DENİZ KÖPEKLERİ» HOLLANDALI KORSANLAR KORSAN TOPLULUKLARI KARA BAYRAKLAR
KORSAN EDEBİYATININ ZENGİNLİĞİ
del Defoe’nun 1724’te Londra’da yayımlanan ve ünlü korsanların şunlannı ve cinayetlerini anlatan bir eserinde okuyuculara yaptığı jnemli uyarı şudur: «Dünyadaki tüm tüccarlara dehşet saçan bu ıtsuz adamların kökenlerini ve gelişmelerini herkesin öğrenmek iiğinden hiç şüphem yok.» Robinson Crtısoe’nun yazarı, İngiliz li-ılarında uzun süre yaşamıştı ve tüm denizciler tarafından ağızdan ;a yayılan hikâyeleri iyi biliyordu. Olivier Oexmelin ise Antiller’de d hekimi olarak geçirdiği uzun yılların olaylarım 1678’de yayımla-bir eserde anlattı.
ona, Robert Louis Stevenson’m şaheseri olan Define Adası (1882), ma tarafından da tekrar tekrar ele alınıp işlenecek olan korsan tip-elerinı bir daha bir benzeri yaratılamayacak kadar başarıyla can-lırmıştır.
I. – XIII. YY’LAR ARASINDAKİ ELİŞMELER
ma Imparatorluğu’nun yıkılışıyla birlikte Akdeniz korsanlara , Sadece Bizans imparatorları, Akdeniz’in doğu kesiminde iyi bir düzen sağlamaya çalıştı. Çok önemli iki gelişme, tarihî sü-ıllak bullak etti: VII. yy’dan itibaren Arap fetihleri ve XIII. ı Haçlıların gelişi. Bizans imparatorluğu tam bir kuşatma altın-ı. Sadece kendi çıkarlarına çalışan haydut korsanlarla dinî bir uğruna savaştıklarım ileri süren korsanlar arasındaki ayrım [erece belirsizdi ve kimi zaman bunlardan bazılan öbürlerinin etine girmekte tereddüt etmiyordu. Müslüman devleder, son :e kârlı bir köle pazarını beslemeye yönelik bir deniz akıncılığı ma girişti: Arap gemileri kıyıları boydan boya taradı ve Hıris-teknelerine saldırdılar. Buna rağmen, İstanbul’un Haçlılar talan alınması, Doğu Akdeniz’de bir korsanlık olayı olarak algı-değerlendirildi; aslında gerçekten de Haçlılar tüm Küçük Asya ınnda tam bir soyguna ve talana girişmişlerdi. Onların da bel-jlı amaçları Girit köle pazarlarını beslemek için Türkleri ve ■iblileri yakalamaktı. Tüm Ortaçağ boyunca Venedikliler, Celiler ve Katalanlar Batı’da köle sattı. Aynı zamanda baharat, i kumaş, deri ve Doğu’dan gelen diğer eşyaların da ticaretini zorlardı. Nitekim, iki Italyan cumhuriyetinin yürüttüğü kârlı ve ili ticaret, Sicilyalı ve Maltalı korsanların iştahım kabarttı. Sar-ı’nın yoksul yörelerinde, Lipari adalannda far il corso («akın ıak»), kendileri de Tunus’tan gelen Müslüman korsanlann teh-iltında bulunan kıyı halkları için, varlıklannı sürdürmenin belli yollarından biri haline geldi.
UZEYDEKİ DENİZ YOLLARI
kinglerin Batı Avrupa kıyılanna yaptığı seferler genellikle deniz ınlığı olarak değerlendirilemez. Onların küçük nehirlerde bile yebilecek kadar küçük gemilere az adamla binip gerçekleştir-ri, ticaretle talamn at başı gittiği efsaneleşmiş maceralan, aslın-r kolonileşme girişimiydi ve Normandiya’dan İzlanda’ya, Sicilin Grönland’a kadar yayılmıştı. Ne var ki, Viking tehdidi, At-< ticaretinin gelişmesini engellemiştir. Bu hareketliliğin tekrar dığı XIII. yy’da kabotaj (bir ülkenin kendi iskele ve limanları nda gemi işletme tekeli) gelişti ve balıkçılık ilerledi. Uluslarara-aret, birisi Brugge ve Lübeck üzerinden Novgorod’a doğru; ü Batı’ya, Hollanda’dan Ingiltere’ye ve oradan da Akitanya’ya li, iki büyük eksen üzerinde işlemeye başladı. Bu deniz ve su n, gemilerin sefere çıkmalarına elverişli olan ilkbahar mevsi-len itibaren kontrol altına alınıyordu; çünkü dar boğazlardaki markalılar, Comvvall’daki Ingilizler ve Bretonlar, asillerin mamda büyük rağbet gören ve büyük bir kârla satılan şarap fıçıla-
rıyla, tuzla, kürkle ve baharatla ağzına kadar yüklü kadırgalara saldırıyorlardı. Hatta gemiler bazı limanların içinde bile saldırıya uğruyordu; nitekim, Ingilizler, Saint-Malolulardan söz ederlerken, «uzun yıllardan beri bu denizler üzerinde var olan en büyük hırsızlar ve haydutlar. Tüccarlarımızın son derece pahalı aldıkları mallan zorla ve hileyle almaktan ve çalmaktan hiç utanmıyorlar» diyordu. Kıyı bölgelerinin asilleri «denizlerde macera aramak için» balina gemilerini silahlandırıyor, bunlar da, izin belgesi olanlann dışındakilere dost veya müttefik olduğuna bakmadan saldınyor ve sadece dinî bayram gibi belli günlerde geçenlere dokunmuyorlardı. Kimi zaman bir terslik veya şanssızlık sonucu soyulmuş, çırılçıplak bir filikaya koyulup denize salıverilmiş, kimisi sakat bırakılmış tayfalar ve gemiciler tarafından şurada burada mahkemelere vermeler, yakınmalar ve şikâyeder görüldü. Kuşkusuz bazı halka açık infazlarla bu «deniz uğrularının» gözü dönmüş iştahları durdurulmaya çalışıldı; ama tüm bu çabalara rağmen kimi yerel burjuvalar ve asiller korsanlık yoluyla yürütülen ticarete iyiden iyiye bulaştı.
DENİZLERİN KONTROLÜ
Ortaçağ’m sonlanna doğru denizlerdeki güvensizlik ortamı giderek ağırlaştı. Bazı krallıklar arasındaki devamlı düşmanlık, haydutların işini kolaylaştmyordu. Mesela, bazı Alman şehirlerinin oluşturduğu Hansa Birliği, Godand Adası’nda teşkilatlanıp daha sonraları da kıyı yörelerinin senyörleri tarafından korunan korsanlık teşkilatı Vitalienbrüder’i uzun süre ısrarla kovalamıştır. XIV. yy’da Hamburg’da, bu teşkilatın iki şefinin Klauss Störtebeker ve Godeke Michels’in kelleleri uçuruldu. Bunu izleyen yüzyılda Batı Avrupa kıyılarında nispî bir huzur ve sükûn yaşandı, ama yine de korsanların taşkınlıkları öylesine bir düzeydeydi ki, krallıklar bir dizi önlem ve az veya çok uzlaşmalara dayanan kararlar alıp yürürlüğe koydu. Bu önlemler, vahşîce yapılan hayduduk korsanlığıyla izin verilen meşru korsanlığı birbirlerinden ayırmaya dayanıyordu. Ingiltere’de, Fransa’da ve Ispanya’da, komiserler tarafından yürütülen bir soruşturma prosedürü yürürlüğe kondu. Buna göre, haksız veya yasadışı edinilen ganimeder iade ve kurbanlar veya ailelerinin uğradıkları zararlar tazmin ediliyor, karşılıklı güvenlik güvenceleri öne sürülüyordu. Korsanlığı önlemek için yürütülen bu çabalar, XV. yy’m son on yılında uluslararası andaşmalarm imzalanmasıyla noktalandı. Portekiz, bu konuda başı çeken ülkelerdendi. Kral V. Afonso, 1476’-da Fransa’ya geldi; büyükelçi teatisinden ve genç kral VIII. Char-les’ın Naiplik Konseyi ile karşılıklı görüşmelerden sonra «korsan» kelimesinin tanımı konusunda bir anlaşmaya varıldı: «kralın dostu olsun veya olmasın, deniz üzerinde karşılaştığı herkesle savaşmak için silahlanmış olan kişi.»
Nizamî akınlar ve korsanlık
Bu kesin nitelemeden, korsanlığın zıddı olan, nizamî akın kavramı doğacaktı. Korsan, andaşma kurallarının getirdiği düzenlemelere uymayan kişiydi. 1497 Fransız-Ingiliz Andaşması, bu ilkelerin tümünü yeniden ele aldı; başka krallıklar da buna benzer metinler yayımladı. Bir çatışma durumunda hükümdar, bir «yetki belgesi» vererek düşmanlarına karşı akınlarda bulunmak üzere silahlı gemiler donatabilecekti. Ganimeder bir «ganimet mahkemesi» tarafından değerlendirilecek ve bir kısmı korsana ve tayfalanna dağıtılacaktı. Bu kurallar zaman içersinde geniş ölçüde benimsendi. Sonuçta ünlü armatör Jean Ango ve Dieppeliler, insafsızca Ispanyol ve Portekiz gemilerine saldırdı. Bu Normanların, sadece 1520 – 1540 yılları arasında kaldırdıkları ganimetierin değeri, dört yıllık altın ihracatına, yani, 1 milyon düka altınına eşit olarak hesaplamr.
KORSANLAR ÇAĞI
XVII. yy’da Batı Avrupa’da, Orta-çağ’ın sonlannda yaşanmış olan olaylarla hiç bir benzerliği bulunmayan bir deniz akıncılığı savaşı gelişti. Fransa ve özellikle de, 1585 – 1604 yılları arasında Ispanya ile olan çatışması yüzünden Ingiltere, burjuvazi ve saray tarafından malî olarak desteklenen korsan filolanndan yardım istedi. Col-bert’in 1681 yılında yayınladığı ve ganimet hakkının sentezini yapıp deniz akınlarını sınıflandıran ve niteleyen genelgesi, tüm Avrupa devlederi tarafından aynen tekrarlandı. Böylelikle deniz akınlan, hedefi düşmanın deniz ticareti olan bir ekonomik savaş olarak nitelendi. Ganimeder (ele geçirilen gemiler) armatörlerle kral arasında paylaşılırken, armatörün payının bir kısmı da korsan gemisinin tayfalarının payı olarak dağıtılıyordu. Saint-Ma-lo’da ve Dunkerque’te burjuvalar, sanki savaştaymış gibi, korsan gemileri donatmak için birbiriyle yanşıyordu; çünkü kârlar çok yüksek rakamlarla ifade ediliyordu. Jean Bart, bu işten bir servet yaptı. 1688 ile 1697 yıllan arasında, Fransız korsanları 6 000’den fazla yabancı gemiyi ele geçirdi: bunlann dörtte üçünden çoğu bu Dunkerqueli ve «Saint-Malolu beyler» tarafından gerçekleştirildi.
Long John Silver, Stevensorı’ın «Define Adası» adlı eserinin başlıca kahramanlanndan biridir.
Fransız Kaptan Robert Surcouf
ile korsan gemisi «Hasard»ın îayfalannın Bengal Körfezi’nde «Triton» adlı gemiye rampa ederek saidırmalan.
MalezyalI korsanlann saldınsına uğrayan bir Hollanda gemisi
(MolükAdalan’nın açı klan nda).
355
2,87 milyar dolar [1996] la GSMH: 573 dolar [1996]
40 milyon dolar [1996]
260 milyon dolar [1996]
ı ve sağlık
Mary Reaö ve Anne Bonny, en ünlü kadın korsanlardan ikisi, 1820 tarihli bir gravüre göre, Antiiier’deki sığınakiannda.
ASYA KIYILARINDA
XVI. yy boyunca Çin kıyılan, Voku adı verilen Japon korsanlarının tehdidi altındaydı. Kyuşu Adası’nda sağlam üsler oluşturan bu korsanlar, küçük teknelerle Çin köylerine saldırıyor ve yağmacılık yapıyorlardı, imparatorluk hükümeti 1540 – 1565 yıllan arasında çaresiz kaldı; halk yakaladığının kafasını kestiği halde korsanlar açık denizlerde yol alan ve değerli mallar taşıyan ağır ticaret teknelerine saldırmaya devam ettiler. Çin her zaman yerleşik halkın yaptığı belli bir korsanlık faaliyetine, özellikle Kanton çevresindeki nehirlerin üzerinde yaşayan Tanka diye adlandırılan yoksul balıkçıların haydutluklarına tanık olmuştu; ama XIX. yy başlannda korsanlar konfederasyonunun ortaya çıkmasıyla birlikte bu deniz uğruluğu görülmemiş boyutlara ulaştı. Güney Çin’de yuvalanan binlerce korsan, Ingilizlerin gelişine kadar büyük bir terör kasırgası estirdiler. îngilizler, Çin’deki egemenliklerini pekiştirebilmek için afyon (uyuşturucu) ticaretini geliştirdi ve nakliye konusunda sorunlar yaratabilecek olan korsanları zamanla ortadan kaldırdı.
Çinli korsanların saldın sı
(XIX. yy ortalannda bir İngiliz gençlik dergisi çizerinin gözüyle).
YENİDUNYA’NIN ALTIN YOLU
Amerika’nın keşfiyle birlikte korsanlar için uçsuz bucaksız bir faaliyet alanı açılmış oldu. Bu alan, XVI. yy boyunca yavaş yavaş Amerika Kıtası’na doğru kaydı. Antiller Denizi’ndeki binbir ada ve kıyıların çok girintili çıkıntılı olması, korsan barınaklarını güvence altına alıyor ve kontrolü imkânsızlaştırıyordu. Üstelik, akıntıların ve rüzgârların düzenliliği filoları zorunlu geçiş noktalarını izleyen deniz yollarından, özellikle de, Büyük Antiller’in kuzeyinden ve İspanyol yönetiminin ihmal etmesi yüzünden mükemmel bir korsan yatağı haline gelen Küçük Antillerden geçmek zorunda bırakıyordu. Ispanya’nın rakipleri olan Fransa, İngiltere ve Hollanda, altın yüklü kalyonları avlamak için hazırlanan gemileri destekleyip cesaretlendiriyorlardı. Belli bir hükümdarın hizmetinde olan «meşru» korsanlarla, her türlü ganimetin peşinden koşan bağımsız «haydut» korsanlan birbirlerinden ayırmak hiç de kolay değildi.
Cartagena ve Veracruz’dan gelen altın konvoyları, ilkbahar sonunda Havana’da toplanıyorlardı. Ağır tekneler Küba kıyılarını izliyor ve Florida Boğazı’ndan geçiyordu. Bermuda adalarından sonra yol Asor Adaları’na doğru dönüyor ve .yolculuk aylarca sürüyordu. Korsanlar, koruyucu gemilerden uzaklaşan ticarî gemileri hemen avlıyordu: zira 1560 yılından itibaren «altın filosu», tehlikeli bölgeleri de kontrol altında tutan iyice silahlanmış gemilerin, hafif filoların, armadaların koruması altında yolculuk yapıyordu. Kanlı bozgunlardan sonra, «haydut» korsanlar, adalar arasında veya adalarla kıta arasında yol alan gemileri hedef alan saldırılarla yetindiler; büyük filolaraysa sadece belli bir devletin desteğindeki korsanlar saldırmaya cesaret edebildi.
KRALİÇENİN «DENİZ KÖPEKLERİ»
I. Elizabeth’in İngiltere’si, Oxenham, John Hawkins (1532-1595) ve Francis Drake (1540-1596) gibi unutulmaz denizcilerin hizmederinden yararlandı. Drake, 1570’e kadar «meşru» korsan olarak hizmet ettikten sonra bağımsız olarak faaliyetini sürdürdü. 1577 – 1580 yılları arasında İngiliz denizcilerinin yaptığı ilk dünya turunu gerçekleştirdi, bu arada, Peru ve Şili kıyılarında da soygunlar yaptı. 1577 eylülünde, dönemin en iyi korsanlannın da desteğiyle (ki, aralarında ünlü coğrafyacı Guillaume Le Testu’nün de [1509-1572] bulunduğu birçok Fransız, Kızılderili ve Zenci de vardı) Cartagena’ya saldırdı. Amansız bir kuşatmadan sonra şehrin ileri gelenleri muazzam bir fidye vermeyi kabul etti. Oysa, o sırada korsanlar, İngiltere’de Drake’in de ölümüne sebep olan sarı hummadan kırılmaya başlamışlardı. Bu dönemde Ispanyollar, «korsanlar o kadar çok ve birbiri ardına geliyorlar ki, sanki bu limanlar onların kendi ülkelerine ait» diye yakınıyorlardı.
HOLLANDALI KORSANLAR
îngilizleri HollandalIlar izledi. Antiller yöresinde korsanlık yapan HollandalIlara «flibustier» denir. «Flibustier» terimi, Hollanda dilinde «serbest vurguncu» anlamına gelen vrijbuiter kelimesinden türemiştir. Bunlar, XVII. yy başlarındaki Hollanda-tspanya savaşı sırasında ortaya çıktı. Korsan şefleri Cornelius Schouten, Jan Hendricksz, Piet Heyn (1577-1629) tekneleriyle, korsanlıkla meşru akıncılığın birbirine karıştığı Küba’nın çevresinde dolanıp durdular. HollandalIların niyeti, «kralın damarlarını kesmek» yani Ispanya’yı altın gelirlerinden yoksun bırakmaktı. İspanyollara gelince, onlar da bu konuda hiç de hoşgörülü sayılmazlardı. Yakaladıkları flibustier şeflerini astılar, tayfalarını forsa yaptılar.
KORSAN TOPLULUKLARI
Ispanyollar altınları işletip taşıdıktan ve yerlile ten sonra, XVI. yy sonlarında birçok adayı, bı kontrolleri dışında bırakmışlardı. Bu adalarda b cil hayvanlar yeniden yabanileşerek alabildiğin panyolların denetimindeki limanlardan azık ih maları mümkün olmayan İngiliz, Fransız veya f ri, onları küçük limanlarda ağırlayan yerel korsa rından destek buldu. Bu adamlara deri, kürk ve e fek, barut ve rom veriliyordu. Bu yerel korsanlaı sında karaya vuran bir gemiyi yağmalamaktan nelerine binip İspanyol köylerine akınlar düz kalmıyorlardı. Bağımsız insan toplulukları olt korsanlar, firarileri ve bu son derece özgür hay; seyen maceraperestleri de aralarına alıyorlardı.
Gerçekten de, XVII. – XVIII. yy’ların muhteşe pek çoğunun (insanlık dışı hayat şartlarına zorlar siplinle yönetilen) sayıca kalabalık tayfaları arasıı lanma olayları son derece sık meydana geliyord ğulma ihtimalinin hiç de küçümsenemeyeceği 1 oysa diğer hapishanelerdeki bir mahkûmun bir c yiyeceği ve daha derli toplu arkadaşları vardır.» t re tayfa bulmak çok güç olduğundan (Okyanus öt lar boyu sürdüğü için), «baskı», geçerli bir uygu yordu: kumandanlar, uyanık ve sağlam adamları) toplamaya yolluyor; dostça baskılarla, cömertçe getirilen tayfalar, sert ve acımasız bir disiplinle k;
istemeseler de tayfa olarak yazılan bu adamlar: başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Kaptan, tekr ve hâkimiydi; o dönemin yaygın deyimindeki g üzerinde adalet veya adaletsizlik diye bir şey yok vardır: gözlerini kapatıp görevini yapma veya ay lanmamn bastırılması durumunda tayfalar, asılm bir mola sırasında ıssız bir yere terk edilmeyi tere sanlar ve haydutlar, sürekli olarak savaşlardaki ka talıklardan ölenlerden ve ıssız yerlere terk edileni lukları doldurmak için uğraşırlardı. Korsan topl bir şekilde temasta bulunan denizciler, onların değer yargıları olduğunu bilirlerdi; bu, XVII. – X katı ve kesin bir hiyerarşiye tabi denizcilik topluı tepkiyle oluşan ilginç ve orijinal bir toplumdu.
Tayfalık ve paylaşım
«Başlangıçta, eskiler yenilere pek de güven d bir süre sonra, yeniler, topluluğa asla ihanet eti bağlı kalacaklarına ilişkin ant içerlerdi. Hepsinin katle izlendikten sonra hep birlikte ve araların gözetilmeksizin hareket ederlerdi.» Korsan I 1718’ anlattığı bu ayrıntılar, korsan toplumu öğesinin karşılıklı güven ve kardeşlik olduğun bulunulan durumun belirsizliği ve karşılaşılan tı arasındaki ilişkileri güçlendiriyor, bireycilik d önünde silinip gidiyordu. Korsanlar, «hep ikişeı ve birbirlerini tayfa diye çağırırlardı». Tüm gemi rumu vardı, ama korsan gemileri söz konusu c adamı en iyide ve en kötüde bir araya getiriyorc rak bulunabilen fahişelerin dışındaki kadınlara kânsız olduğu bu ortamda, eşcinsellik yaygındı.
Deniz kuvvederinden farklı olarak, korsan to] bir biçimde içlerine sindirdikleri en alt düzeyde mekteydi. Kaptan her zaman korsanlar tarafını otorite herkesin ortak kararına ve anlaşmasına d çekten de, beceriksizlik ve şiddet, kaptanı kims’
Korsan Henry Morgan,
bir Ispanyol gemisini ele geçirirken.
ar oranı: yetişkin nüfusun % 95’i [1992] t ömür: kadın 65, erkek 61 [1992] üm oranı: %o 30 [1996]
JZEY KORE
en denize sınırı olmayan Kore Demokratik Halk eti, fizikî ortamıyla, kuzeyden komşu olduğu Kuzey-: ve Rusya’nın Uzakdoğu topraklarına benzeyen bir jüney Kore’den daha geniş ve daha karasal olan Ku-lin nüfusu iki kat az ama daha doğurgandır.
t şekilleri
ik doğal bölge arasında, Japon Denizi’ne bakan 800 :n kıyı şeridi, soğuk bir deniz akıntısının varlığı sebe-:den daha kopuktur. Burada, başta Hungnam ve Von-üzere, art arda dizilmiş son derece işlek limanlar var-ı ve hidroelektrik enerjisi kaynağı olan dev bir dağlık şeridini batıdaki ovalar bölgesinden ayırır; çıplak ve gali ovalardan oluşan, uçsuz bucaksız ormanlarla kap-boğazlarm yer aldığı bu bölgede sadece bir milyon ki-îtıda, Yalu’nun denize döküldüğü noktadan 38. enle-Sarı Deniz boyunca uzanan tepelerden ve kıyı ovala-şan ana bölge yer alır. Yer yer denizden kazanılmış, iğine uzanan ekilebilir topraklar, büyük sanayi komp-mlar zengin bakır, demir ve taşkömürü yataklarının yer alır) ve başkent Pyongyang, bu bölgeyi cumhuri-durumuna getirir.
evlet
^ore kurulduğu günden itibaren, hiçbir zaman başka îk kurmadan, iki güçlü komşusu (Çin ve SSCB) arasm-lurdu. Koreli olarak düşünme ve hareket etme iradesi, . önce ülkenin politikasını belirler. En güçlü ifadesini, uriyeti rejiminin kilit sözcükleri olan cuçe («kendi ka-ndisi olarak hareket etmek») ve çölima («günde 10 000 sden at» kadar hızlı ilerlemek) terimlerinde bulur. Çı-961 beş yıllık planına uzanan çölima hareketi, ideolo-ıjik ve kültürel devrimleri ilerletmek, halkı sürekli ye-ımaya ve eğitimini geliştirmeye teşvik etmekten olu-r hedefle, bütün ulusal projelere uygulanır.
^ore halkı, rejimin kurucusu ve devlet başkanı olan m İl Sung’un (1994’te oğlu Kim Jong-il geçti.) baba ölük bir aile» olarak sunulur. Her yerde hazır olan devinin («yüce önder») imgesini zorla benimsetir ve böy-ırttaşın ufkunu belirler.
Planlı bir ekonomi
Savaş Japonların geride bıraktığı tesisleri yerle bir etmişti; yeniden inşa, 1954-1956 iki yıllık planı ve 1957-1971 beş yıllık planıyla gerçekleştirildi. Kamulaştırmalar bütün köylülüğe yayıldı; kooperatifler hem tarımsal çalışmanın çerçevesi, hem de İdarî birimler durumuna geldi (toprağın sadece % 8’i devlet çiftliklerine bırakıldı). 1970’e kadar uzatılan üçüncü planı (1961-1967), dördüncüsü (1971-1976) izledi. Kuzey Kore, tıpkı Çin gibi, özel ekonomik bölgeler kurarak ve ortak yatırımların gerçekleşmesini kolaylaştırarak dış dünyaya işte bu sırada açıldı; ama bu eğilim 1986’da tersine döndü.
1985’te SSCB’yle imzalanan bir işbirliği antlaşması, önemli ve çok yönlü bir teknik yardımın yanı sıra Kuzey Korelilerin Sovyet nükleer teknolojisinden yararlanmalarını sağladı. Ama 1991’de SSCB’nin dağılması ve komünist rejimlerin, hatta bunların «kapitalist» tercihlerinin (doğu Çin) yıkılması, Pyongyang rejiminin ekonomik açıdan tecrit edilmesine sebep oldu.
Tarım ve sanayi. Kesin istatistikler olmadığından, kaydedilen ilerlemeleri tahmin çerçevesinden çıkmadan değerlendirmek imkânsızdır. Tarımın temel sorunu olan tarıma elverişli toprakların yetersizliği, doğu kıyısında 300 000 ha toprağın denizden kazanılıp pirinç tarımına açılmasıyla kısmen çözülmüştür. Sonbahar pirincini daha yüksek verimli yazlık pirince dönüştürme tekniği, pirinç tarımının yaygınlaştırılmasını sağlamşıtır; öyle ki verim bugün Güney’dekinden yüksek görünmektedir. Sulanabilir topraklarda sığır besiciliği yapılır, meyve ve dut ağaçları (ipek için) yetiştirilir. Japonlar tarafından iyice geliştirilmiş olan ve sıcak ve soğuk su akıntılarının karşılaşması sonucunda planktonlardaki çoğalmadan da yararlanan balıkçılık, eski önemine kavuşmuştur.
Sanayi alanında, ilk üç plan tesislerin yeniden kurulmasını sağladı, ama tüketim malları aleyhine bir yapı kuruldu. Metalürji ve ağır kimya sanayileri, doğrudan devlet tarafından dokuz bölgeye dağıtıldı (Pyongyang, Hamhung, Kimçek, Sinuicu, He-cu, Çongein, Çongcon, Kanggye, Vonsan); merkezden yönetilmeyen hafif sanayi ise bölgesel kaynaklara dayanır. Sanayinin temeli olan demir-çelik, kurşun, çinko ve alaşım metalürjisiyle birleştirilmiştir; ağır taşıtlar ve traktörler üretiminin önemli bölümünü oluşturur. Şüphesiz aynı ölçüde önem taşıyan kimya sanayii, iki kıyı şeridine dağılmış birkaç komplekste ithal petrolü ve yerli taşkömürünü işler. Elektrik taşkömüründen ve Yalu Nehri’nin üzerinde (Supung) ve iç kesimlerde inşa edilen büyük barajlardan elde edilir; termik santralların üretiminin, 1961-1975 arasında 13 kat arttığı tahmin ediliyor.
Ticaret. Cuçe’ye göre, büyümenin sürdürülmesinde bağımsızlık, tartışılmaz bir ilkedir; ama büyümede yabancı hammaddelere, sermayelere ve teknolojilere başvurma zorunluluğu vardır. Kuzey Kore 1970lere kadar sadece Çin ve SSCB’ye başvurmuştur. Bu tarihten sonra, resmî diplomatik ilişkisinin olmamasına rağmen Japonya’ya da yönelmiştir.
Güney Kore’yle karşılaştırıldığında dış ticareti son derece sınırlı olan Kuzey Kore, Güneydoğu Asya, Yakındoğu, Afrika ve Batı Avrupa ülkeleriyle de ticaret yapar. Kuzey Kore hassas ölçü aletleri ve know-how satın alır, maden, tarım ve deniz ürünleri, çimento ve çelik satar.
Sözü edilen yetersizlikler Kuzey Kore ekonomisinin yaşadığı durgunluğu açıklar: eskimiş tesisler, geri teknoloji, merkeziyetçi idare, ordunun bütçeden aldığı çok büyük pay.
SANAYİ
(1995)
çelik 6 000 000 t
çimento 8 200 000 t
dökme demir 5 800 000 t kimyasal gübre 4 000 000 t
MADEN VE ENERJİ KAYNAKLARI
(1990)
altın (1988) 5,5 t
çinko (cevher) 195 000 t demir (cevher) 3,6 Mt
elektrik (1989) 53 milyar kWsa fosfat (1980) 500 000 t
gümüş 3001
linyit (1980) 11,5 Mt
taşkömürü (1991) 43,3 Mt tungsten (1988) 2 700 t
TARIM
(1991)
Ürünler ve üretim
(milyon ton)
buğday (1989) 0,90
ipek 4 000 t
mısır 4,50
patates (1989) 2,05
pirinç 5,10
soya 0,46
Hayvancılık (1990)
(milyon baş)
domuz 3,20
sığır 1,30
Balıkçılık (1996) 3 244 000 t
KORSANLIK
■ adaya terk edilmeye sürükleyebilirdi. Bir kaptanın kor-izerindeki saygınlığı ve etkinliği doğrudan cesaretine, takmışına ve birçoklarının ölümüyle sonuçlanan doğrudan çar-/erine, kurnazlığa ve düzenbazlığa dayalı numaralarla uıın hayatım koruma iradesine bağlıydı. Korsanların top-içerisindeki konumları konusunda yazılı olmayan bir anardı ve bu, aralarındaki dayanışmayı ve karşılıklı ilişkileri iriyordu. Bu anlaşma, yaralanmaların ve kahramanca dav-n karşılığını belirliyor ve ganimetin paylaşılmasını düzen-Kaptan ve yardımcısı bir buçuk veya iki pay, topçular, r ve hekimler yarım veya çeyrek pay, diğer tayfalar birer ■orlardı. Onlarla birlikte uzun yıllar yaşamış olan hekim in’in belirttiği gibi, romanlarda kurgulanan ortamda görü-rsine, korsanlar «kendi aralannda en mükemmel düzeni :mişlerdi. Çünkü herhangi birisinin alman ganimetlerden i bir şeyi bizzat kendisi için alması, kesinlikle yasaktı. Her arıda belirtildiği gibi, eşit olarak paylaşılıyordu. Elbette ki ir ganimetten herhangi bir şeyi kendilerine ayırmamak ve-ımamak konusunda yeminliydi; ama yalan söyledikleri ğında derhal onlarla olan ilişkiler kesiliyor ve korsan top-m dışlanıyorlardı. Korsanlar kendi aralarında son derece dbar ve yardımseverdi. Bu öylesine bir düzeydeydi ki, i birisinin bir şeye ihtiyacı olduğunda, elinde o şeyden bu-;rhangi bir başkası bunu derhal ve karşılıksız olarak ver-li». Tayfalarla subaylar arasında maaşlar ve zorunluluklar n önemli bir hiyerarşinin ve hatırı sayılır bir aykırılığın ğu deniz kuvvederindeyse, gemi üzerindeki toplumsal : alışkanlıklarla ganimetin paylaşılması âdetleri arasında çelişki vardı. Korsan topluluklarındaysa daha yüksek bir î ve gelire kavuşmak, ister karada, ister denizde olsun, ye-re liyakate bağlıydı. Bu anlamda korsanlık, eşi görülmeyeni bir toplumsal hayat kavramı getiriyordu. Aym şekilce t ve ırk ayrımlarım da aşıyor, böylelikle, siyah kölelere, lilere ve aşağılanan herkese bir sığmak haline geliyordu, n teşkilatlanmalarından, Haiti yakınlarındaki Tortue ibi güvenli gizli üslerinden, Ispanya’ya rakip güçlerin veya desteklerinden güç alan «korsan kardeşler», gözü-ktan esirgemeyen kaptanların komutasında şaşkınlık ve-‘.kâtlara girişti. Basklı Michel ve Olonnaisli François, 1 000 kadar adamla Maracaibo’yu ele geçirmeyi başarır yıl sonra da İngiliz Manvvell ve Henry Morgan yöne-bir çete, Curaçao’yu talan etti. Mükemmel bir taktikçi ıry Morgan, Porto Bello üzerine bir sefer düzenledi ve irkemli surlarına rağmen, Ispanyollar, korsanlann gözü :arşısında ürkerek büyük bir fidye ödemeyi kabullendi, bir yıl kadar sonra Morgan, Fransızların ve bu arada
Olonnaislinin yardakçısı Pierre le Picard’ın da yardımlanyla, önce Maracaibo, daha sonra da Panama üzerine başarılı seferler düzenledi. Artık, korsanlann cesarederine ve gözü pekliklerine sınır yoktu. 1680 nisanında İngiliz Coxon ve Sharp, Orta Amerika’da Darien Kıstağı’m işgal etti ve Panama’yı yağmaladı. Bir başka talan akım da, 1863’de Veracruz’a kadar giren Van Horn, Grammont ve Laurent de Graff tarafından düzenlendi.
Ama, korsanlığın «boru öttürmesi» uzun sürmeyecekti; çünkü İngiltere ve Fransa, zengin «şeker adaları» haline gelen Antiller’i sömürgeleştirmeye girişmişlerdi. Bu devlederin bu adalara el koyması, denizleri denedeme ve Ispanyollarla düzgün ilişkiler içerisinde olma iradesiyle birlikte belirdi. Korsanlar da boyun eğmek, göçmen halk olarak bu topraklara yerleşmek veya yasadışı olarak kalmak arasında bir seçim yapmak zorundaydı. Fran-sızlar, 1697’de Baron de Pointis komutasında Cartagena’ya yönelttikleri bir saldırıda son bir defa flibustierleri kullandı. îngiliz-lerse bunların üzerine korkunç ve yoğun bir baskı uyguladı. Morgan, hâzinesinin bir kısmım İngiltere sarayına hediye ederek saygınlığını kurtarma yolunu seçti ve Jamaika’ya yönetici olarak atandı. Sonuç olarak korsanlar Antilleri terk ederek daha hoşgörülü denizlere doğru yelken açmak zorunda kaldılar.
KARA BAYRAKLAR
XVII. yy sonlarında ve XVIII. yy’da, büyük Ingiliz ticaret kumpanyalarına düşmanlık duyan Amerika’daki sömürgelerde teşki-ladanan pek çok kaçakçılık şebekesine bağlı olarak bir açık deniz korsanlığı gelişti. Bu açık deniz korsanlığının en güçlü dönemi 1716 – 1726 yılları arasındadır. Bu dönemde kara korsan bayrağı açan büyük ve güçlü teknelerin üzerinde, çoğunluğu Anglosakson olmak üzere, 5 000’den fazla korsan bulunuyordu. 1700 yıllarına doğru ortaya çıkan bu korsan bayrakları ve bazıları kırmızı olan flamaların üzerinde iskelet veya çeşidi silah resimleri vardı. 1716’da Ispanyol kalyonlarının yollarının yakınındaki Bahamala-rın New Providence Adası korsanların genel karargâhı haline geldi. Yirmi yıl kadar süreyle «şimdi sıra korsanların» dedirtecek biçimde Kuzey Amerika’dan yola çıkan kara bayraklı gemiler, Ümit Burnu’nu dönerek Kızıldeniz’e ve Basra Körfezi’ne kadar çıktı. Bu bölgeler henüz etkili biçimde kontrol edilemiyordu ve korsanlar küçük Arap, Iran ve Hint gemilerini soyuyordu. Kaptan John Avery, Madagaskar Körfezi’nde kolaylıkla saldırıp soyduğu bir Hint-Türk teknesinden epeyce altın ve kendisini mutlu kılan «güzel bir prenses» ele geçirmişti.
Okyanusların fethine girişen Ingilizler açık deniz korsanlarıyla mücadele etti. Bu dönemde Low, Fly, Lewis, Tew, Le Vasseur, Ro-berts gibi bazı ünlü korsan reisleri denizlere ün saldı; Kara Sakal adıyla tanınan Edward Teach gibi kimileri belleklerde unutulmaz bir korku simgesi olarak kaldı ve Mary Read ile Anne Bonny gibi bazı kadınlar da, bunların tayfaları arasına katıldı. Ama, XVIII. yy’ın ikinci yarısında korsanlık gittikçe geriledi ve son buldu; maceraları limanlardaki gemici sohbederinde kaldı. Bunu izleyen yüzyılda da şurada, burada münferit tekneler görüldü. □
Maita’nın başkenti La Valletta,
XVI. ve XVII. yy’larda Malta şövalyeleri tarikatının bu adaya yerleşmesiyle Hıristiyan korsanlann yatağı haline gelmişti.
I’avii.lon.’ ft Fhmf,
dıı NiiVii’v Î’Yii İkiii lumıııie İc .’î.ııi’.pıMt
Bir Fransız korsan gemisine ait bayrak ve flama.
Kaptan Keitt
(1907’de «Harper’s Magazine»de ressam Howard Pyle’in çizimiyie).
AYRICA BAKINIZ
– Ib-ansli Akdeniz
– ib.ansli deniz kuvvetlen
– ib.ansli gemiler
– ib.ansli İspanya
Ilgili bir konuda avcılık, web siteniz geldi ise Merhaba, Google yoluyla internet sitesi ortaya, fantastik gibi görünüyor. Ben google yer imleri içinde sık var