Lakshadvip

Lakshadvip

(Sanskrit dilinde Laksha-dvi-pa: “Talih Adası”), eskiden lakkadîv, mInI-koy ve AMİNDivt adalari, Hindistan’da, Hindistan kıyılanndan 320 km açıkta, Umman Denizinde yer alan 20 ada ve mercan resifinden oluşur. Toplam 32 km2’lik bir alanı kaplar. Adalann 10’unda yerleşim vardır. Yönetim merkezi Lakkadiv Adala-nndaki Kavaratti’dir. Minikoy, en kuzeydeki Amindivi’den ve Lakkadiv Adalanndan Dokuzuncu Derece Boğazıyla aynlır. Müslüman olan halk Hint ve Arap kanşımı bir soydan gelen Moplahlardan oluşur.
Portekizliler Mayıs 1498’de keşfettikleri adalarda bir dizi kale inşa ettiler. Ama yaklaşık 1545’te yerli halkın ayaklanması üzerine çekilmek zorunda kaldılar. Daha sonra adalar Kananor racasının egemenliğine girdi. Seringapatam Antlaşması’yla (1792) güneydeki ada topluluğu yıllık bir vergi karşılığında Moplah şefinin yönetimine bırakıldı. Vergi ödemelerinin sık sık aksaması üzerine, İngilizler 1877’de söz konusu adalara da el koydu. 1956’da Hindistan yönetimine giren adalar 1973’te Lakshadvip adını aldı.
Adalarda tahıl, baklagiller, muz ve sebze yetiştirilir. Anakaradan gelen pirince karşılık kopra satılır. Bir başka geçim kaynağı balıkçılıktır. Nüfus (1981) 40.249.
Lakshmi 192
Lakshnu, şRi olarak da bilinir, Hinduizmde servet ve iyi talih tanrıçası. Vişnu’nun karısı olan Lakshmi’nin her bedenleşmesinde Viş-nu’yla birlikte olabilmek için değişik biçimlere büründüğüne inanılır. Bu nedenle, Vişnu örneğin cüce Vamana biçiminde dünyaya geldiğinde, Lakshmi de bir nilüfer çiçeğinden çıkarak Padma ya da Kamala adını alır. Vişnu savaşçılar kastını yok eden
Lakshmi, Sançi’deki 1 numaralı stupanın kuzey kapısından ayrıntı, İÖ 1. yy;
Madnya Pradesh, Hindistan P. Chandra
baltacı Paraşurama kimliğinde ortaya çıktığında Lakshmi onun karısı Dharani olur. Vişnu Kral Rama iken, Lakshmi de kraliçesi Sita’nın kimliğine bürünür. Lakshmi’nin doğumuyla ilgili en yaygın öyküye göre, süt okyanusunun köpükleri arasından, bir nilüfer çiçeği üzerine oturmuş durumda ve elinde bir bahar çiçeği tutarak doğmuştur. Bunun üzerine tanrılar ve cinler ona sahip olmak için savaşa tutuşmuşlardır. Heykellerde genellikle bir nilüfer çiçeği üzerine oturmuş, dolgun göğüslü, geniş kalçalı biçimde, yüzünde iyilik dolu bir gülümsemeyle, bazen de iki fil tarafından yağlanırken betimlenir. Beyaz baykuşa binerek uçar. Günümüzde de Hindular özellikle evlerinde (her perşembe) ve yıl boyunca belirli bayram günlerinde ona tapınmaktadırlar. Cay-nacılar da ona büyük saygı gösterir. Büyük Tanrıça Sakti’nin bir görünümü sayılan Lakshmi yalnızca zenginliği simgeler ve asla öfkeli gözükmez.
laktaz, memelilerde incebağırsak, karaciğer ve böbrekte bulunan ve laktozun (süt şekeri) parçalanarak glikoz ve galaktoz gibi basit şekerlerin açığa çıkmasını katalizleyen enzimlerin ortak adı. Laktaz özellikle bebeklerde bol miktarda bulunur. Enzimin bağırsakların içini döşeyen mukoza hücrelerinde yapıldığı düşünülmektedir.
laktik asit, SÜT ASİTt, a-HİDROKSİPROPİYONİK
asit ya da 2-hîdroksİpropanoyîk asit olarak da bilinir, karboksilli asitler sınıfından organik bileşik. Bazı bitkilerin özsuyunda, toprakta, hayvanların kanında ve kaslarında bulunan bu asit peynir, yoğurt gibi mayalanmış süt ürünlerinin başlıca bileşenlerinden biridir.
İlk kez 1780’de İsveçli kimyacı Carl Wilhelm Scheele tarafından elde edilen laktik asit melas, nişasta ya da peynir suyunun, kireç ya da kalsiyum karbonat gibi bir alkali eşliğinde mayalanmasıyla üretilir. Çoğunlukla değişik anlık derecesinde, yüzde 2?. 85’lik sulu çözeltiler halinde hazırlanır.
Laktik asit,’ sepicilikte ve yün boyama işlemlerinde olduğu kadar, sos, turşu ve karbonatlı içeceklerde tat verici ve koruyucu madde olarak, çeşitli kimyasal süreçlerde de katalizör ya da hammadde olarak kullanılır. Arı laktik asit, havanın nemini kolaylıkla emen ve 18°C’de eriyen, renksiz, kristal yapıda bir maddedir.
Glikojenin kaslarda parçalanması sonucunda laktik asit oluşur ve kana karışarak karaciğerde yeniden glikojene dönüşebilir. Bazı bakterilerin yol açtığı mayalanmalar sonucunda da laktatlar oluşur.
lakton, çoğunlukla, aynı moleküldeki bir karboksil grubu ile bir hidroksil grubunun ya da halojen atomunun molekül içi tepkimesiyle oluşan halkalı yapıdaki organik esterlerin ortak adı. Diketen (asetoasetik asit türevlerinin bireşiminde kullanılır), 0-propiyolaktan, y -bütirolakton, C vitamini, parfüm bileşenleri olan pentadekanolit ve ambertolit ile metimisin, eritromisin ve karbomisin antibiyotikleri ticari açıdan önemli laktonlardır.
Sırasıyla beş ve altı üyeli halkaları olan f-ve <5-laktonlar En yaygın lakton bileşikleridir; bunlar karşılık gelen hidroksi asitlerin su kaybetmesiyle oluşur. Diketen ve 0-propiyolakton ketenin sırasıyla ikinci bir keten molekülüyle ya da formaldehitle tepkimesi sonucu elde edilir. Halkasındaki atom sayısı 7 ile 24 arasında değişen laktonlar uygun hidroksi asitlerin çok alçak basınçta yavaş olarak damıtılmasıyla hazırlanır.
lal cam, rengini altın klorürden alan koyu kırmızı cam. Antik Çağda bilinirken sonra unutuldu. Şifa verici nitelikleri olduğuna inanan Avrupalı simyacı ve cam yapımcıları onu yeniden keşfetmek için uzun araştırmalar yaptılar. 1676’da Hamburglu fizikçi An-dreas Cassius, kırmızı renk verme özelliği bulunan bir altın klorür eriyiği keşfettiğini açıkladı. Bu buluşa Cassius moru adı verildi. Yaklaşık 1679’da da Potsdamlı kimyacı ve cam uzmanı Johann Kunckel von Lö-wenstem lal camı ürettiyse de formülünü saklı tuttu. Bu rengin elde edilmesi çok zordu, çünkü cam başlangıçta griyken, ancak yeniden ısıtıldığında kırmızıya dönüşüyordu. Lal camının sim 19. yüzyılın sonla-nnda Ehrenfeld’deki cam atölyelerinde yeniden keşfedildi. Bu arada, Bohemyalı cam ustalan bakır kullanarak yakut kırmızısı bir ton elde ettiler ve cam eşyanın ince bir lal cam katmanıyla kaplanması, 19. yüzyıl Bohemya ürünlerinin özelliği oldu.
lala, Osmanh şehzadelerini eğitmekle görevli devlet adamı. Selçuklularda bu görevi atabegler(’) yapardı.
Osmanh şehzadelerinin sancakbeyi ve beylerbeyi olarak görev yaptıklan 16. yüzyıl sonlanna değin, lalaların önemli konumlan vardı. Şehzadeyi geleceğin hükümdan olarak yetiştiren lalalann siyasal ve askeri olaylara katıldıklan da olurdu. Tahta geçen yeni padişah, lalalannın en kıdemlisi olan “lalapaşa”yı vezirliğe, bazen de sadrazamlığa getirirdi. III, Mehmed’den (hd 1595-1603) sonra, taşra yöneticiliğine gönderil-meyerek sarayda “kafes” hapsine alman şehzadelere hasodalılardan üçer lala atanır, bunlann kıdemlisine de “başlala” sanı verilirdi.
Saray ve konaklarda, hizmete yeni alınanlara genel kurallan ve hizmetin özelliklerini öğretenlere de lala denirdi.
Lala Mustafa Paşa Külliyesi, Konya’nın Ilgın ilçesinde, Konya-Akseki yolu üzerinde cami, kervansaray, imaret ve arastadan oluşan menzil külliyesi. II. Selim ve III.
Murad dönemi vezirlerinden Kıbns Lala Mustafa Paşa tarafından Mimar nan’a yaptırılmış, 1584’te tamamlanr Doğu-batı doğrultusunda uzanan kütlesinin batı ucundaki imaretle ucundaki kervansarayın güneye doğru masıyla aralarında küçük bir avlu ol Kare planlı bu avlunun dördüncü (gfl kenannı da cami kapatır. Yazıtına 1576/77’de yapılan bu küçük cami üç ku li bir son cemaat yeriyle avluya bağl Kuzeybatı köşesinde tek şerefeli bir mi? si vardır. Son cemaat yerindeki sütun lıklannm ve şerefe korkuluklannın taş ‘ liği ilgi çekicidir. Avlunun batısındaki ‘ ret bir sıra üzerine dizilmiş kubbeli odayla dikdörtgen planlı ve aynalı to~~ dördüncü bir odadan oluşur. Bunlann smda avlu girişlerinden biri yer alır. : Kervansaray yaklaşık 50 m x 36 m boy_ nnda, düzgün olmayan dikdörtgen p’ bir yapıdır. İçi iki duvar sırasıyla enine bölmeye aynlmıştır. Ortadaki bölme y lardakinden daha dardır; doğusunda dr ya, batısında cami avlusuna açılan b‘ kapısı vardır. İki yandaki bölmeler, ort nndaki birer ayak sırasıyla gene enleme-:’ ikişer sahna aynlır. Duvarlan boyunca ler, her kemer açıklığında da ocaklar alır. Batı duvannm dışında sıralanan cami avlusuna hakan kubbeli ve ton küçük bölmelerin yolcu odalan olduğu nılmaktadır.
Arasta, üzeri tonozla örtülü bir orta yol bunun iki yanında sıralanan dükkânlar oluşur. Orta yolun doğu ve batı uçlan bi kapıyla biter; güneydeki dükkânlann a sındaki üçüncü bir kapıdan da cami avl na geçilir. Arastanın doğu ucundaki, k vansaraya bitişik dükkânlar Vakıflar Ge” _ Müdürlüğü’nce 1970’lerin sonunda onanla^, rak yenilenmiştir. *
>
Lala Şahin Paşa Medresesi, Bursa’da
Kaleiçi semtinde Kavaklı Caddesi üzerindi erken dönem Osmanlı medresesi. Labt Şahin Paşa tarafından yaptınlmıştır. Yazık yoktur; 1339/40’ta tamamlandığı sanılmaktadır. Duyarlan taş ve tuğlayla almaş* olarak örülmüş, planı kabaca dikdörtgeM biçiminde, kapalı avlulu bir yapıdır. DflP dörtgenin kısa kenarlanndan birindeki b£ pıdan kare planlı avluya girilir. Ortasında bir havuzu bulunan, üzeri kubbeyle örtüB bu avluya kapının karşısında, tonozla örtü-1 lü, döşemesi 60 cm kadar daha yüksek bir eyvan açılır. Avluyla eyvanı ayıran kemer yanlarda Bizans başlıklı birer sütuna oturur. Bu iki mekânın iki yamnda, girişe göre solda üç, sağda dört tane olmak üzere, yed medrese hücresi sıralanır.
Lala Şahin Paşa Medresesi, hem Anadolu’daki Selçuklu dönemi kapalı avlulu medreselerinin izlerini taşıması, hem de Osmanlı döneminde az sayıda yapılmış bn tür medreselerin ilk örneğini oluşturması bakımından ilginçtir.
Lalalar, Nijerya’nın kuzeydoğusunda yaşayan bir halk. Coğrafi olarak birbirine yakın ve dil bakımından birbirine akraba Ga-Anda, Yungur, Handa ve Mboi halklarının oluşturduğu küçük bir dil grubu içinde yer alır.
Nijerya-Kamerun sınır bölgesinde yaşayaa Lalalann ve öteki topluluklann göçebe halklarla, özellikle de Hausa seyyar satıcıla-P. v.e Fulani (Peul) hayvan besicileriyle ilişkileri oldukça karmaşık bir gelişme göstermiştir. Lalalar bazı dönemlerde Fulani akmlanndan tepe, plato ve çalıhklann oluşturduğu doğal savunma engelleriyle korunmaya çalışmış, bazı dönemlerde de ücret karşılığında Fulani çobanlanna hayvanlarım otlatma izni verme yoluna gitmişlerdir.
Ga-Andalar bu konuda daha da ileri giderek sürülerini gütmek üzere Fulani çobanlar tatma yöntemine başvurdular. Ama 20. yüzyıla doğru Lalalar, siyasal açıdan Fülani-lerin kurmuş olduğu Adamawa Emirli-ği’nin yönetimi altına girmekten kurtulamadılar.
Lalaların geçimi temelde mısır ve dan gibi ürünlerin yetiştirilmesine dayanır. Yungur-. lann geçmişte bölgedeki ırmak yataklarında bulunan demir cevherini ergiterek işledikleri bilinmektedir. Bu etkinlik İngiliz sömürge yönetiminin kurulmasıyla son bulmuştur. Daha önceleri sınırlı bir otoriteleri olan kabile reislerinin etkili bir konum kazanma-■ da sömürge yönetimi dönemine rastlar.
Lalande, Joseph-Jérôme Le Français de
(d. 11 Temmuz 1732, Bourg-en-Bresse – Ö. 4 Nisan 1807, Paris, Fransa), hazırladığı gezegen konum tablolanyla tanınan Fransız astronom. Lalande’ın tablolan, 18. yüzyılın sonlarına değin yararlanılan en güvenilir kaynak olarak kalmıştır.
Paris’te hukuk öğrenimi gördüğü dönemde, Fransız astronom Joseph-Nicolas Delis-le’nin etkisinde kalarak astronomiyle ilgilenmeye başladı. 1751’de Berlin’e geçerek, Ümit Burnunda Ay gözlemleri yapmak üzere sefere çıkmaya hazırlanan Nicolas-Louis de Lacaille’ın ekibine katıldı. Bu sefer sırasında gösterdiği başan ve ardından Ay’ın uzaklığını hesaplaması, La-lande’a, daha 21 yaşma gelmeden, önce Berlin’deki ardından da Paris’teki bilim akademilerinin üyeliğini kazandırdı. Daha
– sonra çalışmalarını gezegenler kuramı üzerinde yoğunlaştırarak, 1759’da Halley Kuyrukluyıldızının düzeltilmiş tablolarını yayımladı. Venüs’ün, 1761 ve 1769’daki geçişleri sırasında gözlemlenebilmesi için uluslararası bir işbirliğinin kurulmasını sağladı ve bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin yardımıyla Güneş ile Yer arasındaki azaldığı duyarlı biçimde hesapladı. 1762’de Paris’teki Collège de France’m astronomi bölüm başkanlığına atanan Lalande, bu görevim 46 yıl boyunca sürdürdü. Astrono-ninin geniş halk kitlelerince anlaşılmasına »e sevilmesine yönelik çalışmalar yaptı ve bu amaçla 1802’de, her yıl astronomi alanın-
da en büyük katkıyı yapanlara verilmek jzere kendi adına bir ödül koydu.
Başhca yapıtlan, Traité a’astronomie
Tarihine ilişkin fazla bilgi olmayan ve eskiden Çöke adıyla anılan yöre, 1361’de Lala Şahin Paşa tarafından Osmanlı toprak-lanna katıldıktan sonra Lalapaşa adıyla anılmaya başladı. 20. yüzyıl başlannda kaza merkezi, Cumhuriyet döneminde ise bucak merkezi olan Lalapaşa kasabası, 1945’te ilçe merkezi yapıldı.
Gelişmemiş bir yerleşme olan kasaba, ilin en az nüfuslu ilçe merkezidir. Lalapaşa, il merkezi Edirne’ye 26 km uzaklıktadır.
Lalapaşa Belediyesi 1945’te kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 11.297; kasaba, 1.248.
lale, zambakgiller (Liliaceae) familyasının Tulipa cinsini oluşturan 100 kadar soğanlı bitki türünün ortak adı. Anayurdu Eski-dünya’dır, ama gösterişli çiçekleri nedeniyle pek çok ülkede özellikle de Hollanda’da yaygın olarak yetiştirilir. Kendiliğinden yetişen türleri Batı Asya ülkelerinde yaygın-
(1764; Astronomi İncelemeleri), Histoire céleste française (1801; Fransız Gök Tarihi) «e Bibliographie astronomique’dix (1803; Astronomi Kaynakçası).
Lalande, Michel-Richard de bak. Dela-Jande, Michel-Richard
Lalapaşa, Marmara Bölgesi’nin Trakya kesiminde, Edirne iline bağlı ilçe ve ilçe iıerkezi kasaba. .Yüzölçümü 554 km2 olan (alapaşa ilçesi doğuda Kırklareli ili, gü-•eyde Stiloğlu ilçesi ve Merkez ilçe, batı ıç kuzeyde de Bulgaristan ile çevrilidir. İçe topraklanın Istranca (Yıldız) Dağlan-
K batıya doğriı alçalan uzantılan engebe-dirir. Alçak dağlardan oluşan ilçe topraklan akaraılar tarafından parçalanmıştır. İlçe topraklarının sulannı bir süre batıdaki Bulgaristan sının boyunca akan Tunca Ir-*ıağı ve kollarından Sinanpaşa Deresi ile Ergene Irmağının kollanndan Süloğlu Değesi toplar.
İlçe halkı geçimini tarımdan sağlar. İlin en az nüfuslu ilçesi olan Lalapaşa’da yetiştirilen başhca bitkisel ürünler buğday, ayçiçeği ye arpadır. Ayrıca az miktarda üzüm, elma, armut ve şeker pancan yetiştirilir. Kıl keçisi | 3*e koyun yetiştiriciliği de önemli bir geçim kaynağıdır.
Büyüköğünlü köyündeki altı dolmen, yöreye çok eskiden yerleşikliğini gösterir.
193 Lale Devri
uğramıştı. Bu, ilk kez Batı’nın açıkça örnek alınması eğilimini doğururken, egemen sınıfın kendi içinde reformcu ve tutucu kanatlara ayrışmasına da yol açtı. Öte yandan, aynı yenilgi ve başansızlıklar zinciri, hanedanın ve büyük ricalin artık savaş
dır. Bu ülkelerde lale kilim, halı ve çini gibi yerel el sanatlanna girmiştir. Türkiye’de de 14 kadar lale türü vardır.
Tek tek açan çan biçimli çiçekleri, genellikle tabanda demetler oluşturan mavimsi yeşil renkli, kalın yapraklan ve çok tohumlu, kapsül yapısında meyveleri vardır. Soğanlardan üretilen bu bitkilerin rengârenk çiçekli, pek çok kültür çeşidi geliştirilmiştir. Eskiden genellikle T. gesneriana ve T. sua-veolens türlerinin çaprazlanmasıyla elde edilen melezler, şimdi daha çok T. greigi, T. kaufmanniana ya da T. fosteriana’dan üretilmektedir.
Lale Devri, Osmanlı tarihinde 1718-30 arasında yaşanan çelişkili, geçişsel ve yenilikçi dönem. Belirli bir popüler tarihçilik akımı tarafından çok sonradan konmuş olan adı, bu dönemde saray çevresinde ve İstanbul’un varlıklı kesimleri arasında başlayan lale yetiştirme merakına bir göndermeyi ifade eder. İlk kez Yahya Kemal Be-yath’nm kullandığı Lale Devri adı, Ahmet Refik Altınay’ın dönemi inceleyen yapıtına aynı adı vermesiyle tarih literatürüne de yerleşmiştir.
Bu dönem, örneğin yenilenme arayışı gibi tek bir dinamiğin değil, birbiriyle iç içe geçen en az üç farklı sürecin karmaşık ürünü sayılmalıdır. Gelişen kapitalizm temelinde modernleşen Avrupa devletlerine karşı bir süre geleneksel yöntemlerinde belirgin bir değişiklik yapmaksızın direnmeye çalışan Osmanlı Devleti, 17. yüzyılda içine çekildiği askeri ve siyasal rekabet »irdabından ağır yenilgilerle çıkmaya baş-ayınca, şiddetli bir özgüven bunalımına
Lale Devri eğlenceleri, Levnî’nin bir minyatürü,
18. yy; Topkapı Sarayı Müzesi
Anadolu Yayıncılık Arşivi
meydanlannda zafer ve kahramanlıklar yoluyla meşruiyet arayışından daha özel ve kişisel bir ruh âlemine çekilmesinin de nedeni oldu. Toplumsal temelde ise, tımar sisteminin çözülüşü, nüfus artışı ve kırsal alanlarda yoksullaşma eğilimlerine bağlı olarak bazı kentlere, özellikle İstanbul’a göçte ve durumu sarsılan kesimlerin yaşadığı huzursuzlukta tırmanış görüldü. Bu
Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa(*), Pasarofça Antlaşması’nı (1718) fırsat bilerek Osmanlı Devleti’ni belirli bir banş dönemine soktuktan sonra, öncelikle orduda düzenlemeler yaptı, devlet kadro-lannda kısıntıya gitti ve yeni vergiler koydu. Ardından Paris’ten ve Viyana’dan
Getirttiği projelerden esinlenerek İstan-ul’un imanna el attı. Haliç’in ıslahı için önce Kâğıthane’de padişah için bir köşk (SâdâbaaKasn) yaptırdı. Renkli saray yaşamından hoşlanan III. Ahmed’in(*) de onayladığı Kâğıthane Deresi ve Haliç çevresi yeni bir görünüm aldı. Sâdâbad Kasn çevresindeki lale bahçeleri, İstanbul halkının varlıklı kesimleri arasında hızla yayılan lale yetiştirme modasınm doğmasına yol açtı. Geniş ve özenli gezinti yerleri açılarak savaş yıllannın getirdiği karamsar ve durgun ortamın yerim, hareketli ve eğlenceli bir kentsel seçkinler yaşamının almasına çalışıldı. Eski yangın semtleri temizletilerek buralarda modern mahalleler kuruldu. Kırsal bölgelerden göçün kalabalıklaştırdığı tarihsel yanmadayı giderek terk eden seçkinlerin yöneldiği Üsküdar, Beylerbeyi, Bebek, Fındıklı, Alibeyköyü, Ortaköy semtlerine köşkler ve bahçeler yapıldı. Kentin yangından korunması için Yeniçeri Ocağı’ndan aynlan bir birliğe itfaiye eğitimi verildi.
Öte yandan ticaretin gelişmesi için ihracatı kolaylaştıncı önlemler alındı. Çinicilik, çu
laleağacı 194
ha ve kumaş üretimi için imalathaneler açıldı. Yalova Kâğıt Fabrikası, 1727’de de İbrahim Müteferrika tarafından ilk Os-manlı basımevi kuruldu. Sanat ve kjiltür yaşamını etkileyen girişimlerle, tarih yazıcılığı, şiir anlayışı ve temel bilimlere bakış değişmeye başladı. Batı’dan ve Doğu’dan önemli yapıtlar Türkçeye çevrildi. Bilginler, sanatçılar ve şairler devletten geniş destek gördü. Yabancı ülkelere karşı uzlaşma ve dostluğa dayalı bir dış politika izlendi. İngiltere, Fransa ve Felemenk ile diplomatik ilişki kuruldu.
Lale Devri’ndeki yenilikler özellikle tutucu çevrelerin büyük tepkisine yol açtı. Bu arada saray çevresiyle İstanbul’un varlıklı kesiminin eğlence ve tüketim harcamaları savurganlık boyutuna ulaşırken, halkın gittikçe yoksullaşması, Anadolu’daki aşiretle-nn iskân edilememesi, sürüp giden haydutluk olayları, yeni vergilerin uyandırdığı tepkiler, İran’la süregelen sürtüşmeler ve özellikle de gayrimüslimlere tanınan ayrıcalıklar, egemen sınıfın tutucu kesiminin
imaret, türbe, sebil ve mumhaneden oluşan Osmanlı baroğu üslubunda külliye. III. Mustafa tarafından 1759-63 arasında Meh-med Tahir Ağa’ya yaptırılmıştır.
Külliyetlin ana yapısı olan cami, ayak ve tonozlarla zeminden yükseltilmiş bir teras-avlunun üstünde yer alır. İçleri HiiUrân olarak düşünülmüş tonozlar bugün de bu amaçla kullanılmaktadır. Teras-avluya köşelerindeki merdiven ve rampalarla ulaşılır.
el altından kışkırtıp örgütlediği Patrona Ayaklanması(*) için uygun ortamı hazırladı. Lale Devri 1730’da bu ayaklanmayla sona erdi.
laleağacı (Liriodendron tulipifera), manolyagiller (Magnoliaceae) familyasından, Kuzey Amerika’da yetişen süs ve kereste ağacı.
Kuzey Amerika’nın doğusundaki geniş-yapraklı ormanlarda bulunan bu ağaç 2 m’ye varan çapı, 60 m’ye ulaşan yüksekliğiyle yöredeki ağaçlann en uzunudur. Uzun saplı, parlak yeşil yapraklarının iki yanlı bakışımlı iki ya da dört lobu vardır; ucu düz ya da geniş çentiklidir. Sonbaharda altın jan^’.. bİr ren*c ahr. Yaprak sapının tabanında büyük kulakçıklar bulunur. Laleyi andıran büyük çiçekleri parlak yeşil renkli üç
Laleli Camisi, batıdan görünüş, 1759-63, Laleli, İstanbul
Erkin Emiroğlu
Laleağacı (Liriodendron tulipifera)
Kari Maslowski
çanakyaprak ve tabanları turuncu lekeli olan sarımsı yeşil renkli altı taçyapraktan oluşur. Dal uçlarında kozalaksı demetler oluşturan ^ kanatlı meyveler ağacın ayırt cdici Özelliklerinden biridir. Laleağacı büyü-meşini 200 yaşına değin sürdürür.
Rengi açık san ile sarımsı yeşil arasında değişen odunu mobilya, kontrplak, kâğıt, kutu ve sandık üretiminde kullanılır. Zararlılara ve hastalıklara karşı çok duyarlı olmayan bu ağaç geniş alanlar için iyi bir gölge ağacıdır.
LaleliKülüyesi, İstanbul’un Laleli semtinde Ordu Caddesi üzerinde cami, çarşı, han,
Caminin tek kubbesi 12,50 m çapındadır ve oturduğu sekiz ayaktan altısı beden duvar-Ianna bitişiktir. Kuzey yönündeki iki ayak ise açıktadır ve iç mekân bunlann arkasında piş cephesine doğru genişletilmiştir. Bu iki katlı bölümün üst katında doğuda hünkâr batida müezzin mahfilleri yer alır. Kubbe dört köşede dört trompla desteklenmiştir. Kıble yönündeki dışa taşan mihrap nişi ile kuzeydeki mahfillerin orta bölümü de birer yanm kubbeyle örtülüdür. Bu yanm kubbeler trompların hizasına getirildiğinden yapı önden ve arkadan yanm kubbelerle sanlmış düzgün bir kompozisyon gösterir. Kubbe, pencerelerle delinmiş, yüksekçe ve hafifçe dışbükey bir kasnağa oturur. Renkli mermerlerle yapılmış mihrap ve minber barok örgelerle bezelidir. Birer şerefeli, taş külah-lı minareler beş kubbeli son cemaat yerinin ıkı ucunda yer alır. İç avlunun, bu minare-terin hemen yanındaki ve kuzey duvarındaki üç kapısına çıkan merdivenler birer yelpaze gibi açılan planlanyla barok dönemden önce görülmeyen bir düzendedir. Camı kütlesinin doğusundaki üzeri kapalı rampa, padişahın üst kattaki hünkâr mahfiline atla ulaşmasını sağlar.
Türbe ve sebil avlunun güneybatı köşesindeki giriş kapısının hemen yanında, Ordu Caddesi üzerindedir. Ongen planlı türbenin önünde mermer sütunlara oturan, barok örgelerle bezenmiş bir sahanlık vardır. Türbenin içi de duvarlann üst bölümüyle kubbedeki barok kalem işleri ve pencere arala-nndaki 16. yüzyıl çinileriyle kaplıdır. Dörtte üç daire biçiminde duvardan dışanya doğru taşan sebilin mermer sütunlannın arası madeni şebekelerle örtülüdür.
Küçük bir revakh avlu çevresinde düzenlenmiş imaret teras-avlunun kuzeyinde mumhane ise caminin doğu kapısının karaşındadır. Kuzeydeki iki katlı han Sipahiler Hanı adıyla da anılır. Biri büyük, ikisi küçük olmak üzere revakh üç avlusu vardır Alt kattaki hacimler depo, üst kattakiler yolcu odalandır.
1766’daki depremde cami çok zarar görmüştür. Sağlamlaştırmak için, teras-avluyu taşıyan, dolayısıyla caminin temelini oluşturan tonozlann içi toprakla doldurulmuştur Burası 1956-57 yıllannda boşaltılıp onanla-rak yeniden çarşı haline getirilmiştir. Ordu Caddesi boyunca uzanan tonozlu dükkânlar da bu onanm sırasında eklenmiştir.
Lalibela, eskiden roha, Etiyopya’nın 0 kuzey kesimindeki Velo ilinde din ve merkezi. Uç yüz yıl boyunca Zague haı nırnn başkenti olan Roha, inanışa buradaki 11 kaya kilisesini yaptıran u* hükümdar Lalibela’nın (12. yy sonu -13. i başı) adım almıştır.
Kiliseler, yeraltındaki sert kayaların şik üsluplarda oyulmasıyla yapılmıştır. dekler genellikle dikdörtgen biçiminde ] zilmiş, böylece ortada kalan sağlam blok içten ve dıştan oymalarla bezenip Kihseler, yeraltı geçitleriyle birbirine baj nan iki ana grup biçiminde düzenlenmişi 11 m derinliğinde bir hendekle çevrilen ı Aınanuel Evi (beyt), Merkurios Evi, Al Libanos ve Gabriel Evi’nden oluşan grup tek bir kaya kütlesinden oyulmuş Mezene Alem (Dünyanın Kurtancısı) . 24 m genişliği ve 10,5 m derinliğiyle büyükleridir. Hac biçimindeki Giyorgis T taraçalar biçiminde alçalan bir kaya«, oyulmuştur. Golgota Evi’nde Lalibela’ı mezan bulunur. Maryam Evi freskle önem taşır. İç kesimler neflere ayr oyulmuş, tavanlar tonoz biçiminde mıştır.
Usta zanaatçılann elinden çıkmış Lalibela kiliseleri, Aksum yakınında -erken tarihlerde yapılmış Debre Da Kilisesi’yle birlikte düşünüldüğünde, yopya’da yeterince gelişmiş bir mimari nek olduğu savım destekler. İmparal Lalibela kiliselerin çoğunu, EtiyopyaV görkemini vurgulamak üzere eski Aks un yerini alması umuduyla, kendi başk. Roha’da yaptırmıştır. Son onanmlar kiliselerin çoğunun başlangıçta birer ‘ kâm ve kraliyet ikametgâhı biçiminde i nılmış olabileceğini göstermektedir. Kiliselerin ünü Roha’nın adının zama Lalibela olarak değişmesine yol açn
Kayalara oyulmuş Lalibela kiliselerinden Giyorgis Evi, Etiyopya
Richard Abeies
Büyük yortularda binlerce hacının ziyaMsı ettiği bu kiliselerde bini aşkın Kopt raUKİ hizmet verir. Kasaba aynca Amhara hab-1 nın kullandığı bir ticaret merkezidir. Nü (1986 tah.) 5.604.
Lalique, René (d. 6 Nisan 1860, Ay – ö.Sİ Mayıs 1945, Paris, Fransa), Fransız kuyuv-] cu. 20. yüzyıl başında mücevher ve a tasanmlarıyla art nouveau akımına önea katkılarda bulunmuştur.
Paris’teki Dekoratif Sanatlar Okulu’nda ve ndra’da (1878-80) eğitim gördü. 1885’te “‘■’te kendi şirketini kurdu. Art nouveau ■dubundaki broş ve taraklarının 1900’de
‘in tasarımını yaptığı cam, topaz ve işi bezemeli bir saç tokası, 1900; ia ve Albert Müzesi, Londra
Vdoria and Aibert Museum. Londra
-Itais’teki uluslararası sergide büyük ilgi görmesinden sonra tanınmış bir kuyumcu ‘«Idu. En güzel tasarımlarından bazısını «örekli müşterileri arasında bulunan ünlü Fransız oyuncu S ar ah Bemhardt için yaptı. Teknik açıdan da çeşitli yenilikler denedi; boynuz gibi yeni malzemeleri, o amana değin gözden kaçmış olan görsel ve dokunsal niteliklerini vurgulayarak başarıyla kullandı.
Necef taşma ve mimarlıkta cam kul-hnımına duyduğu ilgiyle Lalique bu alanlarda da sanatsal denemelere yöneldi. I910’da Combs-la-Ville’de bir cam fabrikası kurmuştu. 1918’de ise Wingen-sur Moder’ de daha büyük bir fabrika satın aldı. Aldığı bir parfüm şişesi siparişi, kalıpla biçimlen-dnihniş camda özgün bir üslup geliştirmesi-■e yol açtı. Bu üslubun temel özellikleri bozlu yüzeylere, ayrıntılı ya da bir ölçüde gerçekçi kabartma desenlere ve zaman zaman da renk kullanımına yer vermesiydi. Lalique’in 1925 Paris Sergjsi’ne sunduğu yeni tasarımlan ününün büyük ölçüde yay-gpnlaşmasim sağladı. Mimarlıkta cam kulla-annının önde gelen savunucularından olan uüique’in ürünlerinin çoğu aydınlatma öğeleri ve başka iç dekorasyon aynntılan türündeydi. Fabrikası ölümünden sonra da oğlu Marc’ın yönetiminde aynı üslupta cam ■retimini sürdürdü.
Lalitavistara (Sanskrit dilinde “Buda’mn Etkinliklerinin Anlatımı”), Gautama Buda’mn efsanevi yaşamöyküsü. Sanskrit ve yerel bir dilin kanşımıyla yazılmış olan metnin, Sarvastivada (Her Şey Gerçektir Öğretisi) okulunda doğmuş bir yapıtın Ma-hayana (Büyük Taşıyıcı) geleneğinde yeniden düzenlenmiş biçimi olduğu anlaşılmak-
Lalitavistara metninden esinlenilerek yapılmış, Buda’yı Siddhartha Gautama olarak bir okguluk yarışmasında gösteren alçak kabartma, 750-850, Borobudur, Endonezya
J. Powell, Roma
tadır. Aynı konuyu işleyen Mahavastu (Büyük Öykü) gibi Lalitavistara da geç dönemlere ait malzeme kullanmakla birlikte çok eski bazı parçalar da içerir. Gerek üslubu, gerek tannsal bir varlığın dünyadaki etkinliklerini “oyun” olarak nitelemesi bakımından Hindulann Purona’lanyla (Eski Bilgi) benzerlik gösterir. Mahayana geleneğine uygun olarak giriş bölümünde, derin bir meditasyona dalmış ve çevresi tannsal bir görkemle çevrilmiş olan Buda’nın, 12 bin keşişe ve 32 bin Bodhisattva’ya (geleceğin Budası) yaşamöyküsünü anlatmaya hazırla-nışı işlenir. Sonraki bölümlerde, özellikle Buda’mn ana rahmine düşüşü ve doğumu konulannda önceki yapıtlarda yer almayan mucizevi ve mitolojik unsurlar yer alır.
Lalitavistara özellikle Mahayana çevrelerinde kutsal sayılır ve Budacı sanat ürünlerine büyük ölçüde esin. kaynağı olmuştur. Metnin bir biçiminin İÖ 308’de Çinceye çevrildiği anlaşılmaktadır.
Lalitpur, Hindistan’ın kuzey kesiminde, Uttar Pradeşh eyaletinde kent. Cihansi kentinin 90 km güneyinde yer alır. Bir efsaneye göre, kurucusu olan Hint kralı buraya karısı Lalita’nın adını vermiştir. Başlıca sanayi ürünleri aile işletmelerinde üretilen sabun ve ayakkabıdır; bıçkıcılık, sepicilik ve demircilik de önemlidir. Kentteki başhca yükseköğretim kurumu Ghansi’ deki Bundelkhand Üniversitesi’ne bağlı Nehru College’dır. Kentin yaklaşık 800 m güneyinde Govind Sağar Barajı yer alır. Bansa olarak bilinen 1360’tan kalma Müslüman vergi toplama noktası da kentin yakın-lanndadır. Kara ve demir yollanyla ülkenin öteki kesimlerine bağlanan kentin 8 km dışında bir havaalanı vardır. Nüfus (1981) 51756.
Lalitpur, patan olarak da bilinir, Nepal’in orta kesiminde kent. Katmandu’nun 5 km güneydoğusunda, Baghmati Irmağı yakınında, Katmandu Vadisinde yer alır. Nepal vakayinamelerine göre 299’da Va-radeva tarafından kurulmuştur. Bazı uzmanlarca Liççhavi, Thakuri ve Malla ha-nedanlannın başkenti olduğu öne sürülen Lalitpur, 1769’da vadiyi ele geçiren Prithvi Narayan Şah tarafından yağmalandı.
Nevar halkının bağlı olduğu Banra mezhebinin merkezi olan kentin ekonomisi tanma dayanır. Kentte başta Durbar Meydam’nda-ki Machendranath Tapınağı olmak üzere çok sayıda Budacı tapmak yer alır. Lalit-pur’da aynca vihara olarak bilinen bir dizi Budacı manastır vardır. Bir efsaneye göre, günümüzde kentin dört bir yanında yükselen dört büyük ştupa’yı (kutsal eşyalann saklandığı yapı) İÖ y. 250’de kenti ziyaret eden Hint imparatoru Aşoka yaptırmıştır. Nüfus (1981) 79.875.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*